Young Folks 2011: Like Father, Like Son

Drederick, Rick Pitino’nun ’83 yazında Boston’dan ayrılıp Knicks kenar yönetimine asistan koç olarak katılmadan hemen önce gelecek sezon Boston Üniversitesi’ne oynaması için ikna ettiği oyunculardan birisi. Mezunlarının çoğu bir şekilde başkent DC’ye, Senato’ya ulaşan yollardan gitmiş bir kolej BU. Bir de 1963’te, o Senato’ya birkaç dakika mesafede, 300000 insanı toplayan büyük insanın “Doktor” unvanını aldığı yer. Sportif alanda ise, buz hokeyi dışında hemen hemen hiçbir dalda başarılı olamayan bir üniversite… Pitino ayrıldıktan bir yıl sonra, tarihinde dördüncü kez bir oyuncusunu -çıktığı 126 maçla en uzun kariyerlisi olacak aynı zamanda- NBA’e yolluyor BU. Aynı yaz okul tarihinin en büyük skorerlerinden biri olacak Drederick de kampüse yerleşiyor. Kolejde geçirdiği dört yıl boyunca konferans finaline taşıyor takımını. Ve son yılında konferans şampiyonluğu gelince tarihinde üçüncü kez NCAA turnuvasına davet ediliyor Terriers. Daha sonra Final-Four’a yüreyecek olan Mike Krzyzewski ilk turda yollarını kesiyor ve izin vermiyor Dred’in uzun süre hatırlanacak hikayeyi yazmasına.

Yazın Celtics için birkaç workouta çıkıyor fakat şansı yaver gitmiyor ve parke yerine masa başına geçmek zorunda kalıyor. Fakat birkaç yıl içinde planlar değişiyor, yeni rota dünyanın öbür ucu: Avustralya. Şu anda Avustralya milli takımının başındaki -Spurs benchinden de aşina olabilirsiniz kendisine- Brett Brown, Boston Üniversitesi’nde Pitino’nun öğrencilerinden ve o yıllarda Melbourne’de Bulleen Boomers’ın başında. Kolejden tanıdığı -Rucker Park’ta MVP olmuş- Drederick’i de sürüklüyor Bulleen’e. Yanında da kolejden beri birlikte olduğu Elizabeth. 38 sayı ortalamayla geçen bir sezonun ardından Amerika’ya geri dönmeden hemen önce bir çocukları oluyor…

’96’da küçük çocukları henüz dört yaşındayken Elizabeth septisemi yüzünden vefat ediyor. Oğlunu yetiştirmek için kendi çocukluğunu geçirdiği Bronx’a dönmek istiyor Dred…

Duke, Fr.
6′ 3″, PG
Melbourne, Australia (1992)

O gün Bronx’a döndüklerinde basketbol topunu eline yeni yeni alan çocuk, büyüyüp 12 yıl önce babasının hayallerini yıkan Duke’u tercih eden Kyrie Irving. Ve iyi geçmeyen bir sezona rağmen Perşembe gecesi, o odada Stern’ün ilk olarak onun adını okumasını bekliyor olacak. 19 yıldır yanından ayrılmayan babası ile birlikte… Kendisi hayallerine ulaşabilecek kadar iyi bir oyuncu olamasa da oğlunun buralara gelmesi eşini kaybetmiş, 11 Eylül’ü çok yakından yaşamış bir babanın en büyük mutluluğu:

What do you want more than for your kid to do better than you?

Lisenin ardından ülkenin en yetenekli gençlerinden biri olarak gösteriliyordu Kyrie. Geçen yaz ABD U18 takımı kıta şampiyonu olurken takım ona emanet edilmişti. Brezilya karşısında 21-10-5 ile altın madalyayı getiren de oydu. Aynı yaz Nike Hoop Summit’te de kötü değildi ama başrolü Enes Kanter çaldı. Ardından Duke’ta harika başladı sezona. Bir önceki sezonun şampiyonuydular zaten, ama o takıma bile bir seviye atlatmış gibiydi. Aralık ayında Michigan State’e karşı gösterdiği performansın ardından (31 sayı, 6 ribaund, 4 asist, 2 top çalma, 2 blok, 3 top kaybı) Tom Izzo’nun sözleri yeterince açıklayıcı aslında:

(He) Makes me think maybe I should have signed on for the Cleveland Cavaliers job (if they draft him).*

Michigan State maçının üzerinden bir hafta geçmeden sağ ayağındaki sakatlık nedeniyle sezonu kapattığını öğrendi Coach K’in ofisinde. Henüz profesyonel olmamış bir sporcu için, her an kendini kanıtlama arzusundayken böyle bir sakatlık yaşamak kariyeri boyunca karşılaşacağı en zor mental sınav belki de. Tedavi sürecini gayet iyi geçirip turnuva öncesi takıma döndü Irving. Yaklaşık üç ay parkeye çıkmamasına rağmen hala birinci sıradan gideceği düşünülen bir oyuncunun, sakatlıktan nasıl döneceği belli değilken yılın en kritik ayında kendini riske etmemesi normal karşılanabilir. Ama Irving iş ahlakı yüksek bir çocuk (Draft Combine röportajları ne kadar saygılı ve sağlam karakterli bir genç olduğu hakkında da ipucu veriyor) ve takımının ona ihtiyacı varken sahada olmak istedi.

Oyununun en güçlü yanı hem iyi bir skorer, hem de harika bir oyun kurucu oluşu. İlk sıradan seçilecek bir point guard görünce akıllara John Calipari’nin son yıllarda lige gönderdiği oyuncular geliyor ister istemez. Derrcik Rose, John Wall, Tyreke Evans gibilere kıyasla saha görüşü ve oyun bilgisi daha yüksek kesinlikle. Bir oyun kurucu için en mühim yetenek hızlı uygulamaktan ziyade hızlı ve doğru karar verebilmek. Bir anlık duraksama, savunmanın pozisyonu kapatmasını sağlar. Irving savunmanın dengesini bulmasına hiçbir zaman izin vermiyor. Kararı hızlı verdiği gibi uygulamada da çok hızlı. Bilhassa potaya penetre ederken dağıttığı paslara dikkat. Topun elinden fırladığını düşünüyorsunuz bir an, ama aslında gayet bilinçli bir şekilde çok zor noktalardan çok iyi paslar çıkartıyor. Dolayısıyla savunmacılar hamle yapana kadar boş pozisyon çoktan oluşmuş oluyor. Cal’in elinden geçen örneklerin aksine asistlerinin çoğunluğu drive-and-kick üzerine kurulu değil. Pota altına çok iyi top indirebiliyor, pick ‘n rolllerde pasları gayet iyi.

En az pasörlüğü derecesinde kaliteli bir skorer Kyrie. Sezonda %46.2 ile üçlük attı. 11 maçlık bir sezondan şut performansı için ne kadar güvenilir istatistikler çıkar bilemiyorum, ama şut menzilinin yayın dışına kadar uzadığını ve bu silahını kullanmaktan çekinmediğini (maç başına 1.6 isabet) söylemek gerek. Şut formu gayet düzgün ve henüz 19 yaşında olmasına rağmen istikrarlı bir şutu var. Düzgün mekaniğe sahip oyuncular için geliştirilmesi en rahat alan olduğu düşünülürse, yaşı ilerledikçe ölümcül bir silaha dönebilir şutu. Şutu ve saha görüşü birleşince ciddi bir pick-and-roll tehdidi oluşturuyor Irving. NBA’de de ikili oyunları savunulması zor oyunculardan olacaktır.

Rose, Wall, Tyreke örneklerini çok kullandık, ama benzerliklerden dolayı değil pek. Parkede çok görmediğimiz bir ismi gözümüzde daha rahat canlandırabilmek için aslında. Onlar kadar hızlı bir ilk adımı yok Irving’in. Hatta Rose ve Wall kadar üst düzey atlet de değil, ama en az onlar kadar iyi bir penetreci ve bitirici. Yarı sahada çabuk hızlanmıyor ama top hakimiyeti çok yüksek olduğundan kendi vücut dengesini çok iyi korurken savunmacısını sürekli dengesiz pozisyonda bırakıyor penetreler sırasında. Kendisi içeri bu kadar dengeli girebildiği için dribbling üzerinden çok rahat top dağıtabiliyor. Pota altında bitirirken iki elini de çok rahat kullanabiliyor, vücudunu araya koyup faul almayı da iyi biliyor. Faul çizgisinden de sorunu yok, bu sezon %90 ile kullandı serbest atışları. Adamını bu kadar rahat geçebilmesinin bir sebebi de sağ elini kullanıyor olmasına rağmen sola drive ederken hiçbir sıkıntı çekmemesi. Duke guardı Nolan Smith, takım sezon başında ilk kez bir araya geldiğinde, Irving’in soluna bu kadar rahat gittiğini ve potada sol eliyle çok iyi bitirebildiğini gördüğünde solak sanmış kendisini.

Kısa mesafede aniden hızlanamasa da açık alanda oldukça hızlı ve hızlı hücuma çıkmayı çok seviyor. Duke onun sahada olduğu dakikalarda fark edilir şekilde artırıyordu tempoyu.

Ölçümleri beklenenden farklı değil, boyu 6′ 3″. Ahtapot gibi kolları yok, wingspani 6′ 4″. NBA’de bir numara oynamak için ideal ölçüler diyebiliriz. Garip olan ise vücudundaki yağ oranı: 10.2. Kendisi de bu oranın yüksek olduğunun farkında, sebebi olarak da sakatlığını gösteriyor. Hak vermek gerek, işleri bir süre sıkı tutup üstesinden gelemeyeceği bir durum değil zaten.

Vücut dengesi ve yüksek basketbol zekası savunmasını da üst seviyeye çekiyor, fiziksel açıdan zaten bir sıkıntısı yok. Rölantide savunma yapıp oyunun o kısmını dinlenmek için kullanan bir adam değil. Her zaman savunduğu adamı kitlemek için hırslı. Bu hırsı zaman zaman sabırsızlığa dönebiliyor. Yine de yüksek savunma bilgisiyle kariyerinin ilerleyen yıllarında Jason Kidd gibi elit bir savunmacıya dönüşebilecek bir oyuncu görüyorum.

Yapacağı birkaç top kaybı ya da sokacağı bir iki şuttan daha önemli bir şey var, sahada takımının lideri Kyrie. Topu takım içinde çok iyi paylaştırıyor, her an kimin nerede olduğunun farkında. Olgun ve aklıyla oynuyor basketbolu. Eller titrerken izleme şansımız olmadı, ama karakteri gereği baskı altında sinecek bir oyuncu değil.

Fiziği ve şutu Deron Williams’ı, oyunu -özellikle çabuk yön değiştirmeleri, savunmanın dengesini bozması ve pota altındaki bitiriciliği- ise Chris Paul’ü anımsatıyor. Onun kadar komple bir paket olması için gereken potansiyele kesinlikle sahip.

Henüz 19 yaşında, iş ahlakı yüksek, gelişime açık, oyunun her alanına katkı verebilen, liderlik vasıflarına sahip karakterli bir oyuncu Irving. Top pick olması kadar normal bir şey yok.

23 Haziran’da Stern onu çağırdığında, o odaya bakarken en çok görmek istediği kişinin hatırası göğsünde olacak. Doğum günlerinde maviliğe bıraktığı balonlara yazdığı mektupların ona ulaştığına inandığı gibi bu geceyi de izlediğine inanacak…

* Ufak hatırlatma: Cavs LeBron James’in ayrılmasından önce koç işini halletmek için Izzo’da oldukça ısrar etmişti, yine de kabul etmedi Izzo.

Young Folks 2011: Chris SINGLETON

Florida State, Jr.
6′ 9”, SF/PF
Dunwoody, Georgia (1989)

Chris Singleton bizim ülkemizde olsaydı, muhtemelen hakkında çoktan ‘küçültmeymiş’ iddiaları başlamış olurdu. Zira bu tosuncuğu -Florida Ülkü Ocakları- freshman senesinde sınırlı dakikalarda sahaya çıkarken gördüğümde, ilk olarak yeteneğini bir türlü geliştiremediğinden kenardan veteran katkısı vermekle yetinen bir son sınıf öğrencisi sanmıştım. İşin aslını öğrenince, 2010 yazında ABD milli takımının hazırlık kampına çağrılmasına uzanan süreci çok tuhaf karşılamadım. Zira ilk görüşte de anlayacağımız üzere, karşımızda çok net bir NBA fiziği duruyor. 6′ 9” boy, 7′ 1” kanat genişliği ve 8′ 7.5” erişme mesafesi herhangi bir NBA kısa forvetinin hayal edeceğinden de fazlası. Bu bağlamda kendisini Josh Smith ve Gerald Wallace gibi öncülerin takipçisi olarak bir modern zamanlar kısa forveti olarak adlandırabiliriz. Oysa sorulduğunda oyunu için “The Modern-Day Scottie Pippen” tarifini uygun bulmuş. Nereden baksanız talihsiz bir açıklama.

Lafı hiç dolandırmadan söyleyelim, Singleton’ın yontulmamış bir hücumu var hala. Geride bıraktığımız üçüncü sezonunda, özellikle dış şutlarını bir tehdit haline getirmiş olması sevindirici. Fakat buna rağmen hala 43.4% ile şut atıyor ki kolej seviyesinde her türlü savunmacıyı iterek çembere kadar sürükleyebilecek bir fizik için utanç verici bir rakam. Yukarıda sadece boy ölçümlerinden bahsetmişim ancak kalıp olarak da karşımızda kamyon gibi bir vücut var. Bana Andre Hutson’ı hatırlatıyor zaman zaman, yüz hatlarından da olabilir. Fakat atletizmi ondan birkaç seviye daha yukarıda ki bu kolej seviyesinde ona 2 numaraları bile savunabilme esnekliği getirmişti. (Ancak hücumda Hutson’ın agresifliğine bile sahip değil.) Bir de yağ oranının 7.4% çıktığını eklemeliyiz, pek Hutsonesk sayılmaz bu da…


Çok kötü bir şut mekaniği olmadığını söylüyor herkes, benim gözüme pek hoş gelmiyor yine de. Ancak sanırım böyle bir anatomiyle Ray Allen gibi şut çıkarmak aynı anda birkaç doğa kanununa aykırı. Cevher Özer gibi atıyor aşağı yukarı. Felaket bir pull-up jumper sahibi, aynı zamanda penetre üzerinden de iyi şut çıkardığını gördüğümü hatırlamıyorum. Ancak geçen sene 7 birim kadar geliştirip 37% ile sokmaya başladığı üç sayısı sonrası “Benim hala umudum var” dedirtiyordur bazı genel menajerlere. Fena da bir gelişim değil bahsettiğimiz, bunu yapan adam iki seneye istikrarlı catch-and-shoot opsiyonu haline de gelebilir. Benzetildiği adamlardan biri olan -ben pek tutmadım gerçi bu benzetmeyi- Trevor Ariza’nın Lakers günlerinde yaşadığı dramatik dış şut gelişiminin bir benzerini herhangi bir departmanda yapsa çok işine yarayabilir. Ancak yine de hücum konusunda fazla yüksekten uçmamak yerinde olur, zira bu adam geçen seneye kadar 49.6% ile faul atıyordu. Kullandığı top başına ancak 0.86 sayı bulabiliyor, bu forvet sınıfında sondan ikinci sırayı parselliyor böylece. Fakat gelişen dış şutunun da kaldırıcı etkisiyle kabul edilebilir birer efektif şut yüzdesi (49%) ve gerçek şut yüzdesi (53%) mevcut. Tüm bu hücum kısırlığında bahsetmişken eski NBA koçu Leonard Hamilton’a da birkaç sözüm var. Acı konuşmak istemiyorum ama Caddebostan Sahil’deki herhangi bir pick-up gamede görebileceğiniz hücum setlerinden ibaret Seminoles’in ofansif portföyü. Bu yazının ilgilendiği bir sorun olmayabilir ancak Singleton’ın etkinlikten uzak hücumunu bir önceki sezon konferansının en kötüsü olan -NCAA içerisinde ise 130. sıradalardı- bir hücum düzeninde gösterdiğini not etmekte fayda var. Ortalama bir NBA koçunun altında bile büyük gelişimler sergileyebilir.


Elimizde skor bulması için akıllı bir oyun kurucu tarafından sürekli gözetilip, set sonunda doğru yerde topla buluşturulması gereken bir oyuncu olacak. Ya da yüksek tempolu bir takımda iş görebilir atletizmiyle. (Burada bir başka FSU mezunu Toney Douglas’ın yanı muhtemel adres olabilir, ancak galiba Kenneth Faried’i daha çok seviyorlar.) Fakat her şeye rağmen Singleton bugün yeşil odaya davet ediliyorsa, bunu savunma özellikleriyle başarabiliyor. 2-4 aralığında tüm pozisyonları savunabilme yeteneğini muhtemelen NBA’e taşıyacaktır. ACC’nin üst üste iki sezon en iyi savunmacısı olma onuruna sahip, aynı zamanda bu konferansın tarihine sayı-rebound-blok ile yapılan ilk triple-doubleı da eklemiş bir adam. Geçen senenin en değerli uzunlarından Jared Sullinger’ı 3/9 ile 11 sayıda tuttuğu 5 top çalmalı, 3 bloklu acayip bir maçı var mesela. Aynı zamanda yazının girişinde bahsettiğim ABD kampında da Kevin Durant ve Andre Iguodala gibi oyunculara çok iyi antrenman verdiği söyleniyor ki bu büyük oranda NBA’de uzun yıllar geçirebileceğine delalettir. Sadece boş şutları cezalandırabilmesi bile böyle bir profili NBA veteranı yapmaya yetecektir. Ancak yukarıda modern çağın kısa forvetlerine örnek verdiğimiz elemanları yakalaması için önünde çok yol var. Smith de liseden çıktığında çok büyük bir prospect sayılmazdı ve o da perşembe gecesi Singleton’ın seçilmesi beklenen yerlerden gitmişti. Fakat dediğimiz gibi liseden geliyordu ve ilk günden itibaren agresifliğini sahaya yansıttı. Aksine benim Singleton’ın alçak post oyunundan memnun kaldığım tek dönem, geçen seneki NCAA turnuvasıydı. Ağzımda bıraktığı son tat güzel yani, ancak workoutlarda yine bu konuda sınıfta kaldığı söyleniyor.

Video: Chris Singleton Free Throw Fail
Video: The Decision

Bir de ecnebilerin motor dedikleri hadise var. Kelimeye o anlamı nasıl yüklemişler, hiçbir fikrim yok ama Türkçe karşılık bulamadım. Genel çerçevede hustle konusunda gelişmiş elemanların motoru övülmekte. Peder bir ara lastik, yedek parça falan satarken yardım ediyordum ama jargona hakim değilim de Singleton’ın motorunun kaç çekişli olduğu muamma. Genelde maç içinde kaybolup gidebiliyor, bunda hücumda hiçbir zaman öncelikli opsiyonlardan biri olmamasının payı vardır mutlaka. Ancak bunun yanında geçen sene sağ ayağını kırdıktan sonra, sadece 6 maç kenarda oturduktan sonra NCAA turnuvası için takıma geri dönüş yapması çok önemli. Bunu okuldaki son senesinde, turnuvaya giden yolda önemli katkılar verdikten sonra tribünden izlemeyi yediremediğinden yapmış olabilir. Ya da daha büyük ihtimalle, gözlemcilere vereceği güçlü bir son izlenimin piyasasına yardımcı olacağını bildiğinden yapmış olabilir. İkincisi daha yakın geliyor, ancak her halükarda esaslı bir yürek patlaması… Ayrıca 16-9 yaptığı Sweet Sixteen maçını falan düşünürsek, her şeyiyle sahada olduğunu eklemeliyiz. Yine kampta yaptıkları da burada önemli bir veri bence, iş başa düştüğünde gerekli motivasyon sağlanırsa kafayı derslere verebiliyor demek ki…


Singleton yeşil oda daveti almasına rağmen, onu beğendiğini açıkça söyleyen tek takım Washington sanırım. 6. sıradan seçerlerse başkent sokağa dökülebilir, muhtemelen daha ziyade 18. sıra için gözlerine kestirdiler. 6-18 arası takımlara baktığımızda da birçok takımın kanat pozisyonlarının şişkin olduğunu görüyoruz. Phoenix’te Dudley-Childress, Indiana’da George-Jones gibi oyuncular varken Singleton çok öncelikli olamaz bence. Bu yüzden 2-3 seçecek olsalar bile kalırsa Klay Thompson, Alec Burks ve Marshon Brooks gibileri daha yeğ sanki onlar için. Davet edildiği yeşil odada umduğundan daha fazla beklemek durumunda kalması hayli olası. Ancak draft tarihine baktığımızda, lotaryanın sonlarından seçen takımlar hiçbir zaman yeteri kadar kanat oyuncuları varmış gibi seçim yapmıyorlar. Zaten o pozisyonda ellerini gerçekten güçlü hisseden takımlar da lotaryadan seçmek durumunda kalmayacakları sezonlar geçiriyor. Bu yüzden daha önce de dile getirdiğim gibi 12. sıradan Utah’a gidip Andrei Kirilenko’nun yerini doldurması falan mümkün olabilir. Yine de benim gönlüm Knicks’ten (#17) yana sanıyorum. Hem transition offense oynayan bir takımda zaaflarını büyük oranda gizleyip, maç başına 10-12 sayı ve 5-6 rebound gibi katkılar vermeye başlaması uzun sürmez diye düşünüyorum.

Kimseyi tanımadım ben senden daha güzel: Josh Smith, James Posey, Renaldo Balkman
Tepegöz: 15-20

StatSheet.com arızalı sanırım, Ramazan Evren bitirişi yapayım. (Dikkat, yalnızca 10 kişinin anlayabileceği espri!)

– BURAYA TABLO GELECEK-

YF 2011 Blog #4: Art Arda Dört Sorunun Doğru Yanıtı Aynı Şık Olamaz

Alec BURKS
Colorado, So.
6′ 6″, SG
Grandview, Missouri (1991)
Jordan HAMILTON
Texas, So.
6′ 8″, SG/SF
Los Angeles, California (1990)

Kaç gündür profil yazmaktan afedersiniz imanımız gevredi. Günü gününe çalışmadık, sınav öncesi konular yığıldı. Böyle olunca da araya farklı bir şey serpiştirmek lazım.

Dün sabah Kubilay Kahveci ve Cem Pekdoğru’yla beraber son teknolojiyle (bildiğin MSN Messenger) donatılmış war roomumuzda önümüzdeki günlerde bizi nelerin beklediğini tartışıyorduk. “Klay Thompson mı, Jordan Hamilton mı” sorusunu gündeme getirdim… Neden sonra denklemin sadece bu ikisiyle sınırlı kalmadığını anlamıştım. Marshon Brooks ve Alec Burks’ü de bu gruba dahil edip olayı dört bilinmeyenli denklem haline getirdim. Hangisini seçmeliydik ki, takımımız güçlensindi… Ancak bu sorunun cevabını verebilen bir kişi draftın şipresini de çözebilirdi. Plan belli olmuştu, hem şipreyi çözmeye çalışacak, hem de bir türlü yazmaya vakit bulamadığımız Burks ve Hamilton’ı mercek altına alacaktık.

* * *

Doktor bey, 10. sırayla 20. sıra arasında bir kanat oyuncusu seçmek istiyorum, ama bir türlü kimi seçeceğime karar veremiyorum. Thompson mı, Hamilton mı, Burks mü, yoksa Brooks mu? Bu arada ilginç bir detayı araya sıkıştırayım, bu oyunculardan sadece Burks ve Thompson yeşil oda daveti aldı. Demek ki yeşil odacılar bu iki oyuncuyu 11-15 arasında görürken, Brooks ve Hamilton’ı ikinci yarıda görüyorlar. Neyse biz öncelikle boy-pos, fizik ve atletizmden başlayalım:

Marshon Brooks: 6′ 5.5”, 7′ 1”, 195 lbs
Alec Burks: 6′ 6”, 6′ 10”, 193 lbs
Klay Thompson: 6′ 7”, 6′ 9”, 206 lbs
Jordan Hamilton: 6′ 8”, 6′ 9.5”, 228 lbs

(boy, kanat genişliği, kilo)

Görüldüğü gibi uzunluk olarak arada büyük farklar yok, ancak Hamilton oturmuş fiziğiyle bu kategoride bir adım önde. Atletizm olarak da bu oyuncuların hiçbirisi arabanın üzerinden zıplayıp smaç şampiyonası falan kazanacak oyuncular değil. Brooks ve Hamilton az farkla Burks ve Thompson’ın önünde olabilir ama arada uçurum yok. Görüldüğü gibi bu kategoride net bir kazanan yok.

* * *

Olaya “Burks en genç, dolayısıyla en büyük potansiyel onda” gibi ezberci bir şekilde yaklaşmak istemem ama perspektife koymak açısından göz önünde bulundurmak lazım…

Marshon Brooks: 22 yaşında (Sr.)
Alec Burks: 19 yaşında (So.)
Klay Thompson: 21 yaşında (Jr.)
Jordan Hamilton: 20 yaşında (So.)

* * *

Oyun tarzlarına bakarak hangisinin NBA’e daha kolay adapte olacağına dair bir tahmin yürütelim. Bu konuda en büyük sıkıntıyı aralarında en yaşlı olanı Marshon çekecektir. Nedeni ise Kubilay Kahveci’nin de yazısında belirttiği gibi oynadığı takımdaki yegane sistemin “Ver Brooks’a atsın”dan ibaret olması. “Set de neyin nesi”, “Hangi perde” ve benzeri sorularla asistan koçları çıldırtması muhtemel. Topsuz oyunu fena olmamasına rağmen kara delik olmasıyla ünlü Jordan da özellikle ilk yıllarında zorluk çekecektir. Alec de topu elinde isteyen bir oyuncu. Kesinlikle bencil bir oyuncu değildir ve iyi bir pasördür ancak şu an için top elinde değilken rakip takım için hiçbir tehdit oluşturmuyor. Bu kategorinin net galibi Klay. İlk günden NBA’de top elinde değilken yapacağı birçok şey var. Şut tehdidiyle -menzili de bir hayli uzak, Cem Pekdoğru hep yazdı bunları zamanında- spacing yaratabilmesi, perdelerden çıkarak şut sokabilmesi, savunmacısı yardıma gittiğinde oluşturduğu şut tehdidi, iyi bir pasör olması ve diğer üçüne göre daha tecrübeli olması Thompson’ı cazip bir tamamlayıcı parça haline getiriyor. Bu kategoride sıralama şöyle:

1- Klay Thompson

-arada bir boşluk-

2- Alec Burks/Jordan Hamilton
4- Marshon Brooks

* * *

Bir diğer benzer özellikleri de anormal atletik olmamalarına rağmen dördünün de pozisyonlarına göre çok iyi ribaundcular olmaları. Grafikte de görüldüğü gibi atletizm kategorisinde az da olsa geride olan Thompson’ın ribaund rakamları biraz daha düşük ama bu yarışta kendisini geriye düşürecek kadar da değil.

* * *
Üçlük -ve genel anlamda ‘cemşat’- konusunda Thompson ve Hamilton sivriliyorlar. Ayrıca aşağıdaki grafikte olmayan ama bence önemli olan bir ayrıntı da hem Burks’ün, hem de Brooks’un bir önceki sezona göre geriye gitmiş olmaları. Hücumdaki sorumlulukları arttıkça efficiency düşmüş. Thompson ve Hamilton ise tam tersine yüzdelerini geliştirmişler. Thompson bir diğer önemli kategoriyi kazanırken şut tablosunun gerisi şöyle oluşuyor:

1- Klay Thompson
2- Jordan Hamilton

-buraya bir boşluk-

3- Marshon Brooks

-bir boşluk daha-

4- Alec Burks

* * *

Bir diğer aranan özellik ise oyuncunun faul çizgisine ne sıklıkta gittiği. Alttaki ibret verici tabloda da görüldüğü gibi Burks rakiplerine bu alanda fark atmış ve bu kategorinin uzak ara birincisi olmuş. Brooks topla çok oynamasına rağmen, Burks’ün çok gerisinde kalmış. Thompson şutör kimliğine rağmen Brooks’a yakın bir oran çıkarmış. Hamilton ise felaket rakamlarıyla son sırada. Topu yere vurup potaya gitmekten ne kadar imtina ettiği bu rakamlardan da çok net belli oluyor.

1- Alec Burks

-dev boşluk-

2- Marshon Brooks
3- Klay Thompson

-boşluk-

4- Jordan Hamilton

* * *

Sıradaki tablo biraz yanıltıcı, zira Burks’ün buraya yansıyandan daha iyi bir pasör olduğunu biliyorum. Yine de yüksek basketbol zekası ve muhtemelen parmak hassasiyeti sayesinde bu kategoriyi de Thompson birinci bitiriyor. Brooks’un tünel vizyonu ve Hamilton’a verilen topun geri gelmemesi hususu da grafiğe yansımış.

1- Klay Thompson
2- Alec Burks
3- Marshon Brooks
4- Jordan Hamilton

* * *
Savunma konusunda söyleyecek çok fazla bir şey yok. Bu oyunculardan herhangi birini seçen savunması için seçmeyecek. Bunların dördü de ofansif yönü kuvvetli oyuncular ki bu da beraber değerlendirmemin bir başka nedeni. Örneğin Chris Singleton veya Iman Shumpert gibi oyuncular bu karşılaştırmada yersiz olur, abes kaçardı. Aslında bu dörtlünün savunmaları hakkında kesin yargılara varmak doğru olmaz. Hepsi takımları için çok ağır ofansif görevler üstlenmiş oyuncular. Yanındaki diğer kaliteli oyuncuları göz önüne alınca belki Hamilton’ı biraz dışarıda tutabiliriz. Yine de potansiyelleri de göz önüne aldığımda benim görüşüm şöyle:

1- Jordan Hamilton/Marshon Brooks
3- Klay Thompson/Alec Burks

* * *

Sıradaki kategori de az çok önceki kategoriler sayesinde şekillendi. Ballhandling konusunda Alec ve Marshon öne çıkıyorlar. Klay en azından çabalıyor, Jordan’da o da yok…

1- Alec Burks
2- Marshon Brooks
3- Klay Thompson
4- Jordan Hamilton

* * *

Görüldüğü gibi içinden çıkılması zor bir tablo var ortada. Draftın düğümü diye boşuna demedik… Brooks riskli ama tutarsa da büyük piyango. Açık alanda yüksek tempo oynamaya çalışan bir takım diğer üçünün önünde görebilir. Erken olsa da 13. sırada Suns için ilginç bir aday olabilir. Bu tarz şeyleri tahmin etmek zor olsa da 17’den New York, 20’den Minnesota, 22’den Denver ve kalırsa 28’den Chicago yeni adres olabilir.

Hamilton ise 16’dan Philadelphia, 19’dan Charlotte, 23’ten Houston için cazip bir isim olabilir.

Biraz yüksek olduğunu düşünsem de 10. sırada seçen Bucks’ın Thompson’ı seçme ihtimali bence bir hayli fazla. Takıma uyacak bir parça ama aynı şeyi 10-20 arası birçok takım için söylemek mümkün.

Burks ise 12. sıradan Utah’a veya 14. sıradan Houston’a gider diye düşünüyorum. Hala seçilmemişse neler olur ona da bir altta bakıyoruz.

* * *

Deseler ki 15. sıraya geldik ve bu oyuncuların hiçbiri henüz seçilmemiş -olur mu olur- Indiana’ya hangisini seçersin? İşte esas konuya geldik. Bir kere o pozisyonda oynayan iyi şutörler var kadroda: Danny Granger, Paul George ve Brandon Rush. Ama hiçbiri de topla haşır neşir olmayı seven, yaratıcı oyuncular değil. George belki ileride böyle bir oyuncu olabilir ama şu an o da topla yaratıcı değil. Lance Stephenson’a da güvenerek yola çıkılmaz. Demek ki ihtiyaçlara göre Thompson ve Hamilton ikinci planda kalıyor. Brooks-Burks arasında bir tercih yapmam gerekirse, bugün itibarıyla bana mantıklı gelen seçim Burks olurdu. 15. sıraya kalması zor ama kalırsa çok ciddi düşünülecek bir oyuncu. Bakış açısına göre değişse de bugün itibarıyla Indiana cephesinden baktığımda bu yarışın galibi şut zaafına rağmen Burks. Yalnız Larry Bird’ün geçmiş yıllardaki seçimlerine baktığımızda şut konusunu bir hayli önemsediğini söylemek mümkün. O bakımdan Burks’ü hiç düşünmüyor olma ihtimali yüksek.

Young Folks 2011: Fredette’in Kabusu

BYU, Sr.
6′ 2”, PG
Glens Falls, New York (1989)

Sırada Brigham Young Üniversitesi’nin bugün adını biliyor oluşumuzun başlıca sebebi (tabii içinizde Danny Ainge’in bu okulda okuduğu yılları hatırlayan yoksa) James Taft Fredette var. Fredette önemli oyuncuların birer birer çekilmesiyle giderek zayıflayan bu draftın en ilginç isimlerinden biri. Önümüzde aynı paralelde bir J.J. Redick vakası bulunurken, Fredette’in NCAA’deki efsanevi oyununu NBA’e ne kadar taşıyabileceği çok önemli bir soru işareti. Ancak son günlerde arkasına medya desteğini de alan Jimmer, piyasasını giderek yükseltmekte. Peki bu yükseliş ne kadar gerçekçi, onu da birlikte inceleyeceğiz.

1989 New York doğumlu bir yarı Mormon olan Jimmy önce annesinin isteğiyle mahalle mektebine, daha sonra da babasının ısrarı üzerine Glens Falls Lisesi’ne devam eder. İlk olarak ESPN tarafından hazırlanan “Liseli Alert: En İyi 75 Liseli Şutör” listesinde yer alarak adını duyuran ve gayet başarılı bir lise kariyeri geçiren Jimmer, buna rağmen basketbol programlarıyla ünlü üniversitelerden teklif alamaz. Aslında kendisi evine birkaç saat uzaklıkta olan Syracuse Üniversitesi’ne katılmak istemekte ve fakat o dönemde Orangemen’in guard kadrosunda bugün NBA’de oynayan Jonny Flynn ve Andy Rautins ile o dönem teknik ekibin bir şey zannettiği Tiki Mayben ve Scoop Jardine bulunmaktadır. Haliyle kibarca reddedilir. Yine de ondaki yeteneği gören yardımcı koç Mike Hopkins, kendisiyle ilgilenmekte olan BYU teknik ekibinden Dave Rice’a haber göndererek “Bu çocuğu alın, bu çocukta iş var” der. BYU kurmayları da onu birkaç defa izledikten sonra tam bursu bastırıp imzayı atarlar.


Earth Worm Jim, son yıllarda üniversiteyi sonuna kadar okumayı tercih eden nadir oyunculardan. Fakat bu tercihin onun popülaritesine ve bugünkü draft stockuna yaptığı katkı çok büyük. Çünkü Brigham Young ile ilk iki senesinde öyle elle tutulur bir başarısı yokken, junior sezonunda 22.1 sayı ve 4.7 asist ortalamaları tutturarak Cougars gibi adı sanı duyulmamış bir takımı NCAA şampiyonasına sokmayı başardı. Ardından ilk turda bir sürpriz daha yaparak Fredette’in 37 sayıyla oynadığı maçta, çift uzatma sonunda Florida’yı elediler ve 17 yıl sonra NCAA turnuvasında 2. tura kalmayı başardılar. Ancak bir sonraki turda daha sonra West Regional finaline kadar gidecek Kansas State’e elenmekten kurtulamadılar. Bu sezonun sonunda yakaladığı popülariteyle Fredette drafta girmeyi planlıyordu ancak mocklarda ilk turun sonlarından öteye gidemediğini görünce kuyruğu kıstırıp son sınıfa devam etmeye karar verdi.

Senior yılı onu NCAA efsaneleri arasına sokan sezona tanıklık etti. 37 maçta tutturduğu 28.9 sayı ortalamasıyla NCAA sayı kralı olurken, takımını da NCAA turnuvasında 20 yıl aradan sonra Sweet 16’e sokmayı başardı. Özellikle BYU’nun ezeli rakibi Utah State’e karşı attığı 47 sayıyla efsaneleşti. Kolej basketbolunun farklı kurumlar tarafından verilen ve kolej basketbolunun MVP ödülü sayılabilecek Wooden Award, Naismith Award, Oscar Robertson Trophy ve Adolph Rupp Trophy Fredette’e gitti. Aynı zamanda Sports Illustrated, CBSSports, Associated Press gibi önemli medya kuruluşları tarafından da yılın basketbolcusu seçilerek tam bir ikon haline geldi. En son Barack Obama’nın bracketını anlatırken kendisi hakkında “Açıkça ülkenin en iyi skoreri” demesiyle popülaritesi arşa değdi. Özellikle Utah civarlarında baba tarafından Mormon olmasının da getirdiği gazla özel bir seyirci kitlesi bile mevcut. Hatta son bir aya kadar 12. sırada Utah tarafından draft edilmesine kesin gözüyle bakılıyordu, ancak şu sıralar mocklarda biraz daha yükselmiş durumda.


Peki bu Jimmer nasıl bir oyuncu? Şimdiye kadar yazılanlardan anladığınız üzere kendisi çok acayip bir skorer. Draft ölçümlerine göre 6-2 (188 cm) boyunda ve 88 kg. Oyun kurucu pozisyonunu oynamasına rağmen ruhu tam bir şutör guard. Burada Redick kıyaslamaları devreye giriyor fakat Redick’ten 5 santimetre daha kısa olduğu için tam olarak 1-2 pozisyonları arasına sıkışmış diyemeyiz, kendisi NBA’de 2 numara oynayamayacak kadar kısa ve atletik açıdan sınırlı. Diğer taraftan iyi bir oyun kurucuda bulunması gereken saha görüşü ve pas yeteneğine Jimmer’da rastlayamıyoruz. Bizim rastlayamıyor olmamız bunların olmadığı anlamına gelmiyor zira kendisi bütün topları genelde kendi kullanmakta, yani oyun kurucu yetenekleri konusunda ne desek yalan. Yine de son sezonunda yakaladığı 4.3 asist/3.5 top kaybı oranı bir point guard için hiç hoş değil. Benim gibi oyun kurucunun zeki, çevik ve Steve Nash gibi olanını seviyorsanız ‘önce kendim atayım’ mantalitesine sahip bir adamı takımınızın dümenine geçirmezsiniz. Fredette’in beyaz olmasından kaynaklanan diğer falsolarının (atletizm, savunma, hız) yanı sıra oyun kuruculuk yeteneklerinin de soru işareti olması onun böylesine sığ bir draftta bile ilk beş sıraya yazılmasını engelliyor.


Madem Jimmer bu kadar eksiği olan bir adam, nasıl oldu da onca ödülü ve popülariteyi kazandı? Bunda en büyük pay sahibi durdurulamayan şutu ve yüksek basketbol zekası. Küçük bir takımda oynamasından mütevellit sürekli ikili ve hatta üçlü sıkıştırmalara, yer yer elle tacizlere maruz kalmasına rağmen bir şekilde kendine şuta kalkacak yarım saniye buluyor ve o yarım saniyenin sonunda genelde takımın hanesine üç sayı daha yazılıyor. Takımın tek skor opsiyonu olarak, rakip savunmalar tamamen ona konsantreyken %40 ile maç başına 3.3 üçlük atıyor bu adam, daha ne olsun! Üstelik bu üçlükler bazen screenden çıkarak, bazen dripling üzeri, bazen set dahilinde spot-up, bazen ise orta sahaya yakın buzzer beaterlar olarak geliyor. Kısacası belirli bir tarzda değil, her yol mubah şutörü Jimmer. Aynı zamanda rakiplerinden kurtulmayı çok iyi başarıyor. Hızlı veya delici bir oyuncu değil ancak oldukça çabuk ve top elindeyken rakiplerini geçmek gibi bir derdi olmadığından, çok başarılı olduğu crossover ve hesitation hareketleriyle her seferinde kendine şut atacak bir pencere buluyor. Savunmacılarıyla ilişkisi Road Runner-Coyote ilişkisi gibi, şut atacağını biliyorsunuz ama kurduğunuz her tuzağa rağmen o şutu atmayı başarıyor. Ayrıca yer yer aşırı yakın savunanları aldatarak içeri girip de bitirebiliyor, bu bitirişlerde özellikle parmak ucu hassasiyeti dikkat çekici. Şut formu çok temiz, topu yükseldikten sonra ve çabuk çıkarıyor elinden. Bu da şutunun durdurulmasını zorlaştırıyor.


Son söz olarak Fredette’in kariyeri hakkında bir öngörü yapmayı deneyecek olursak, ben onun NCAA’deki sürükleyici skorer rolüne NBA’de bürünebileceğini zannetmiyorum. Bir takımın ilk 5 oyun kurucusu olacaksa, o takımın bu mevki üzerinden dönen bir sistemi olmamalı. Mesela Lakers veya Heat gibi takımlarda çok önemli bir tamamlayıcı rol oynayabilir. Diğer taraftan NBA’deki her takım için çok kritik bir bench oyuncusu olma ihtimali var. Hafızalarımızdaki en taze örnek olarak, J.J. Barea tarzı bir yedek skorer rolüne bürünürse çok faydalı olabilir. Kenardan gelerek 40 attığı ya da bir çeyrekte 20 atarak maç çevirdiği zamanlar olabilir, altıncı adam ödülleri alabilir. Bunların olmaması için en büyük engel savunması. Eğer NBA’de 25-30 dakika süre almak istiyorsa savunmasını geliştirmek zorunda, BYU’daki haliyle devam edemez. Onun hakkında ‘salondan çıkmaz, iyi çalışır’ yorumları yapılıyor. Umarım eksiklerini kapatır ve biz de böylesine heyecan verici bir oyuncuyu doyasıya seyredebiliriz.

Mert KASAPOĞLU

Young Folks 2011: Hocayla Konuştum, “Bitirme Durumum Var” Dedim

Duke, Sr.
6′ 9″, SF
Medford, Oregon (1988)
Singler’ı anlatmaya başlarken lise yıllarına döneceğimi tahmin etmiştiniz değil mi? Dönmemek ne mümkün. Sene 2007… Alttan gümbür gümbür bir jenerasyon geliyor… Tepede O.J. Mayo. Hemen arkasından Kevin Love, Eric Gordon, Michael Beasley, Derrick Rose. 6. sırada da Kyle “The Sarı” Singler. İlk 10 sırada Singler hariç herkes one-and-done, yani kolejde bir sene kalıp erken profesyonel oldular. Singler’ın da tıpkı diğer 9 oyuncu gibi bir veya en fazla iki sene Duke’ta oynayıp drafta girmesi bekleniyordu. Duke antipatim yoktur bu arada, zaten Pacers olarak Duke’un profesyonel şubesi gibiyiz. Şudur budur derken, beklenenin tersi oldu ve Singler dört yıl kolejde kalarak diplomasını aldı, geçen sene NCAA şampiyonluğunu da kazandı ve bu sene büyük ihtimalle ilk turda seçilecek. Kolej kariyeri bana o kadar uzun geldi ki zaman zaman “Tıp mı okuyor bu çocuk” diye aklımdan geçmedi değil.

Bakın buradan konuyu nereye getireceğim… Her sene NBA draftının olduğu gün “Gunnin’ for That #1 Spot” isimli belgeseli izlemek rutinimin önemli bir parçasıdır. Youtube’da tamamı var bu arada, izlememiş olanlara ve bu işleri sevenlere mutlaka tavsiye ederim. Özellikle draft öncesi izlenirse havaya girmek için bire bir. Hele bir de Beastie Boys seviyorsanız, güzel anlar geçireceksiniz demektir. Hatta filmin yönetmeni de Beastie Boys’dan Adam Yauch. Telif melif uğraşmayız, temiz olur diye mi düşündü bilemiyorum ama müzikler filme cuk oturmuş.

Film şimdiden NBA’in önemli bir parçası olan 2007 sınıfının yıldızlarının Rucker Park’ta aralarında yaptığı bir maçın (Boost Mobile Elite 24 Hoops Classic) öncesini, sonrasını ve perde arkasını anlatıyor. Bu sınıfa sempati duymamın bir nedeni de bu belgeseldir. Singler da filmde tanıtılan 8 oyuncudan birisi ve demin de söylediğim gibi Sarı hariç diğerleri çoktan NBA oldular. Bu sene o da gidince 2012’de filmi biraz daha buruk izleyeceğiz…


Peki neydi bu 8 oyuncuyu (Tyreke, Bayless, Jennings, Greene, Beasley, Singler, Stephenson, Love) bir araya getiren? Tahmin edileceği gibi süper-über-mega yetenekli lise oyuncuları olmaları ve dolayısıyla multi-mega-ultra trilyoner olma şanslarının da bir hayli yüksek olması. Bu filmde yer alması bile Singler’ın liseden gelirken ne kadar yüksek profilli bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Arkasından 2008 NCAA sezonu başlıyor ve Singler’ı takip edenler açık artırmayı “Yeni Larry Bird” ile açıyorlar. 2008 NBA draft tarihi yaklaştığında ise ‘eksiklerim var, seneye Duke’a mutlaka döneceğim’ diyor ve déjà vu serisi başlıyor. Eksikleri göze batmaya başladıkça yorumlar şu şekli almaya başlıyor: “Bird değil de Mike Dunleavy… Mi acaba?” Eski bir Dukie olan Dunleavy ile pozisyonları, sizeları, stilleri benzerlikler gösteriyor ama saf yetenek olarak Dun Jr.’ın kolejdeki ilk senesinde Singler’ın ilk senesine göre çok daha ileride olduğunu unutmayalım. Warriors camiası bizi ancak sen kurtarırsın diyerek Junior’ın -yazılanlara bakılırsa- aklını çelmişti. Dunleavy hiçbir zaman üçüncü sıranın hakkını verecek bir oyuncu olamasa da sakatlık öncesi 19-5-3.5-1 yaptığı bir sezonu ve rakamların ötesinde Indiana’ya kazandırdığı birçok maç var. Singler’ın böyle buçuktan yıldız sayılabilecek bir sezonu olma ihtimali bana biraz uzak geliyor. Dunleavy Jr.’ın sakatlık sonrası gösterdiği performansa daha yakın bir NBA kariyeri bekliyorum. Benchten gelip 20-25 dakikada 8-10 sayı, 3-4 ribaund, 1-2 asist gibi rakamlar kimseyi şaşırtmaz.

2005 yılından bu yana -NBA draftını yakından takip etmeye başladığım sene bu- gözlemlediğim bir olay var: 2/3 numaraysan, güvenilir bir uzak mesafe şutun varsa ve çok bariz eksiklerin yoksa öyle veya böyle dakika buluyorsun. İstisnalar olsa da koçlar genelde “Elimde çok iyi bir atlet var” veya “Elimde çok iyi bir pasör var, faydalanayım” demiyor. Biraz takıma da bağlı ama oyuncu iyi şutörse ve başka işleri de az çok kotarabiliyorsa genelde süre buluyor. Yani demek istediğim, sırf bu yüzden Singler kısa vadede mesela bir Kawhi Leonard’dan daha fazla kendini gösterme şansı bulabilir.


Singler asla Chase Budinger seviyesinde bir atlet değil ama ortak bir noktaları var. Budinger seçilmeden önce amiyane tabirle tipten kaybediyordu. Oysa ki Budinger’ı yakından izleyenler onun gizli-sert bir oyuncu olduğunu biliyorlardı. Singler bu konuda Budinger’a benziyor. Tipine bakınca ensesine vurup lokmasını alabileceğiniz birisi gibi gözükse de, oyununun yumuşak olduğu doğru değil. O kanı biraz kalıplaşmış beyaz şutör önyargısından kaynaklanıyor. Peki eksileri neler? 3 numara için yavaş, bezdiren savunma karşısında zorlanıyor (iyi savunmacılara karşı 0/12 attığı maçlar var örneğin), yakın savunulduğunda şutu kolay bozuluyor, istikrarsız ve hala çok sık steps yapıyor.

Aşağıda birkaç gün önce yazdığım Tobias Harris’in kolejdeki ilk -ve tek- sezonuyla Singler’ın son sezonunu karşılaştırdım. Rakamların dışında fizik, atletik ve karakter yapısı olarak da birbirlerine oldukça yakınlar. İkisinin de bir üst seviyede savunma problemleri olacak, ikisi de tweener diyebileceğimiz oyuncular. Oyun bilgileri üst düzey. Şut konusunda Singler bir iki adım öne çıkar (trick shotlarını izlemediyseniz mutlaka izleyin). Faul çizgisine gitme konusunda ise Harris’in çok daha başarılı olduğu aşağıda net biçimde görünüyor. Atletizm ve ballhandlinge gelince, Singler’ı bir adım geride görmek mümkün. İş seçim konusuna geldiğindeyse Harris’in 4 yaş genç olması -birinci turun sonuna kalıp hazır oyuncu seçmek isteyen bir takıma denk gelmedikleri takdirde- Harris’i daha cazip kılıyor. Yalnız iki saattir konuşuyoruz bir kere bile Şişevski demedik…

Young Folks 2011: Bebelere Balon, İkizlere Takke

Kansas, Jr.
6′ 9″, PF
Philadelphia, Pennsylvania (1989)

Turnuvanın ikinci turunda Northern Iowa’ya elenen Jayhawks beşinden üç isim ayrıldı geçen yaz. Cole Aldrich ve Xavier Henry draft edildi. Sherron Collins seçilmedi, ama Charlotte’tan kontratı kaptı. Fakat 20 maçta toplam 66 dakika süre bulabilince gözünü bizim taraflara çevirdi, Khalid El-Amin’in sezonu kapatmasının ardından point guard arayan Rytas’a attı kapağı. Gelecek sezon kadroda olacak mı bilmiyorum ama konumuz da bu değil zaten. Kansas yazın üç starterını birden kaybedince -üzerine bir de liseden 2010 sınıfının en iyilerinden etiketiyle gelen Josh Selby fos çıkınca- takımın tüm yükü Morris Kardeşler’in omuzlarına bindi. Bir önceki sene de ilk beş çıkıp önemli süreler alan Marcus’un işi nispeten daha kolaydı belki ama Markieff’in bu yıl içinde gösterdiği gelişim ve el birliğiyle Kansas’ı turnuvaya tekrar seribaşı olarak sokmaları takdiri hak ediyor.

Draftteki uzunlar arasında hücumsal açıdan en kaliteli kumaşlardan birine sahip Marcus (Bir diğeri burada.) Kolejdeki ilk yıllarının aksine elini taşın altına sokması gerekti bu yıl ve ne kadar farklı silahı olduğunu gösterdi. Yayın içinden harika şut atıyor, üçlüğü de yavaş yavaş eklemeye başladı oyununa (bu yıl 38 maçta %34.2 ile 26 isabet). Çoğu uzunun aksine sadece sabit şutör değil, hareketli olarak da atabiliyor. Vücudunu iyi kontrol ediyor, sırtı dönük oyunu da çok etkili dolayısıyla. Post up hareketlerinden sonra geriye çekilerek attığı şutlarda biraz fazla zıpladığından şut biraz garip çıkıyor, ama sokuyor. Selçuk Ormancı’nın o ünlü sözünü hatırlayacaktır herkes: “Sokan her zaman haklıdır.” Alçak post oyununu NBA’e taşırken, fiziği nedeniyle karşılaşabileceği sorunlara ileride değinmek şartıyla bu yönüne de bir artı koyuyoruz. Elleri yumuşak, top hakimiyeti iyi. Ayakları yavaş uzunu yakalarsa potaya kadar rahat gidebiliyor, fakat kollarının kısalığından dolayı buraya da ufak bir soru işareti koyuyoruz.

Markieff ise kardeşine kıyasla biraz daha sınırlı bir hücumcu. Geçen yaz geliştirdiği şutunu bir düzene oturtmuş görünüyor, hatta yayın gerisinden daha yüzdeli atıyor Marcus’a göre (bu yıl 38 maçta .424 ile 25 isabet). Yayın içinde ya da dışında farketmez, boş bırakmaya gelmez. Pota altında Marcus’tan daha iyi bir bitirici. Ama Marcus potaya yüklenebilirken, Markieff biraz daha oyun kurucunun eline bakıyor. İkisi arasındaki en büyük fark ise sırtı dönük oyunları. Markieff oldukça kısıtlı o noktada, özel bir hareketi yok. Gücüyle itebildiğini itiyor, itemezse topun elinden çıkmasında yarar var. Kısacası Marcus bire bir kaldığı pozisyonlarda daha üretken, Markieff ise kendisini iyi besleyecek bir guarda ihtiyaç duyuyor. Ama dış şutları istikrarlı bir şekilde sokması kritik, iyi bir pick-and-roll oyuncusu olabilir. Ayrıca son yıl içerisinde gösterdiği gelişim ümit verici, aynı hızda devam ederse eksiklerini gidereceğinden şüphem yok.

İkisinin de topla oynama sürelerindeki artışa doğru şutları seçmeye devam ederek gösterdikleri reaksiyon aşağıda:

Marcus yumuşak elli ama üst düzey bir pasör değil. Alçak post oyunlarından dışarı çıkarabilecek kadar pasörlüğü. Markieff’te o kadarı da yok gibi. Topla arası daha iyi olan Marcus. Markieff’in top kayıpları sıkıntı yaratabiliyor, kesinlikle üzerine eğilmesi gereken bir konu.

Savunmaya geçmeden önce ölçümlere değinelim. İkisi de 6′ 9″ ölçülmüş ama Markieff 1-1.5 santimetre daha uzun. Tabii her power forward selvi boylu olmuyor, 2.05-2.06 da sıkıntılı bir sınırda. O boyda gayet rahat dört numara oynayan isimler var tabii ligde… David Lee, David West de drafte girerken 6′ 9″ ölçülmüş mesela. Ama asıl sorun, David West 2.24 wingspane sahipken Marcus Morris’inkinin sadece 2.08 olması. DX arşivlerine göre ilk turda seçilen uzunlar arasında en kısa kanat açıklığına sahip oyunculardan biri. Zaten çok uzun olmayan boyunun üzerine bir de böyle önemli bir dezavantaj binince, o yukarıda koyduğumuz soru işaretleri kafa kurcalıyor. Kolejde üstün fizikli oyunculara çok sık denk gelmediğinden enerjisiyle bu zaafını kapatabiliyordu Marcus. Fakat NBA’de karşısına çıkacak uzun dallar pota altı bitiriciliğini etkileyecektir. Ayrıca sırtı dönük oyunda da etkili olabilmek için kendisinden uzun oyunculara karşı vücudunu kalkan olarak kullanmayı çok daha iyi öğrenmesi lazım. Aksi takdirde, çok da iyi bir atlet olmadığı için savunulması kolay bir oyuncu olarak kalır.

Markieff’in kanat açıklığı da birkaç santim daha fazla, artı Marcus’a göre daha geniş bir oyuncu. Artı daha atletik. Bu yüzden benzer sıkıntıları daha az yaşayacaktır.

Şimdi işin savunma kısmına geçebiliriz. Marcus’un fiziği dört numaraları savunmada problem, ama bu sorunla bir şekilde başa çıkması gerekiyor. Kendisi üç numara oynayabileceğini iddia etse de ayakları çok hızlı değilken NBA’de o pozisyonda süre bulması çok zor görünüyor. Kolejde enerjisi ve sertliğiyle savunmada yaşadığı problemleri atlattı, bir üst seviyede de bu şekilde başa çıkmaya çalışacaktır. Zaten kendi adamını savunmak için bu kadar enerji harcarken arka alan oyuncularının içeride onun varlığına güvenmesi gerek. Kafaya koyduğunda iyi ribaund alıyor, ama biraz da kendini üç numara olarak gördüğünden olsa gerek ortalama bir ribaundcudan fazlası olamadı Kansas’ta. Artık ne kadar ekmek o kadar köfte, o ribaundlar a-lı-na-cak Marcus!

Markieff’in ağır bastığı nokta ise savunma. Marcus’a göre çok daha iyi bir ribaundcu ve blokçu. Bire birde nasıl savunma yapcağını iyi biliyor, aklı ve sertliğiyle kapatıyor açıklarını. Acayip bir fiziği olmamasına rağmen blok tehdidi yarattığı için yardım savunmalarında da gayet etkili. Marcus’un savunmada çekeceği sıkıntıları o çekmeyecektir. Ekmeğini nerden çıkaracağının farkında, ribaundları kesinlikle bırakmıyor.

Resmin tamamına baktığımızda, Marcus gelişimini tamamlamaya yakın, NBA’e daha hazır olan, direkt katkı vermesi beklenebilecek taraf. Can Biran’’ın Nisan-Mayıs ayları diye tanımladığı anlarda da eline daha rahat güvenebilirsiniz.

Markieff ise son sezon gösterdiği gelişimi devam ettirmesi halinde kardeşinden daha verimli bir oyuncuya dönüşebilir uzun vadede. Şu anda savunma konusunda çok sıkıntısı yok, ama hücumunda geliştirmesi gereken yönler var kesinlikle. Çalışkan çocuk, yatacağını sanmıyorum. Eller titrerken sorumluluk alacak düzeyde değil henüz, Virginia Commonwealth’e elendikleri maçta da en büyük sıkıntısı olan top kayıpları yine büyük sorun yaratmıştı.

Marcus ‘lağıripik’ olacak gibi görünüyor. 8. sıradan Pistons için kötü bir seçim olmaz aslında, Greg & Marcus güzel ikili olur, ama daha kaliteli oyuncular hala tabloda olabilir o sırada. Hala Kwame Brown’ın falan oynadığı Bobcats pota altına da hemen katkı verebilecek bir topçu güzel olur.

Markieff o kadar yukarı tırmanmaz, ama 20. sıranın altına düşmez. 16’dan Sixers pas geçerse, Washington ya da Charlotte olası duraklar. E ikizlere takkeyi taksın o zaman Jordan ya…

Young Folks 2011: Bir İstediniz İki Yazdık

Kentucky, Fr.
6′ 3”, PG/SG
Coral Springs, Florida (1991)

Bu sene Brandon Knight’ın kendi özel seyircisi vardı ve ben de onlardan biriydim. Akşam Knight’ın maçı varmış deyip de Kentucky maçlarını izlediğim çok olmuştur. Bizim kampüsteki 64-58 kaybettiğimiz maçta da 19 sayıyla maçın en skoreri olmuştu -ulan Hopson, o maçta da oynamadın ya- ve benim yine pür dikkatle izlediğim oyuncuların başında geliyordu. Sezon içinde izlemesi keyif veren bir oyuncuydu ve liseden gelirken (RSCI: 5) bu kadar çok konuşulan bir oyuncu olmanın hakkını büyük ölçüde veriyordu. Özellikle sezonun hemen başında bocaladığı dönemi atlattıktan sonra hayal kırıklığı yaratmamıştı.

1- Ölçümleri ne alemde?

Şaşırtmaç yapıp soruların yerini değiştirdim ki kopya çeken olmasın. Şaka şaka, sadece ölçümlerden başlamak daha mantıklı geldi. İki senedir bunu düşünememiş olmam da bayağı iyi. Boy 6′ 3”, kanat genişliği ise 6′ 7”. Yani NBA için ideal 1 numara uzunluğuna sahip ama 80 kiloyla tüy sıklette mücadele veriyor: Yağ oranı %4.2… O kadarı da uzun vadede sağlıksız be hocam. Brad Pitt bile “Fight Club”da %5 civarıydı. Konuyla alakasız ama bunun daha ekstrem örnekleri var mı diye merak ettim, Dahntay Jones zamanında %2.6 ölçülmüş. Oha! Daha da enteresanı Yi Jianlian %3.4 ölçülmüş, Çin hükümeti manipülasyon mu yaptı?


2- Yeni kategori açtım, yenilik iyidir…

Koç David Thorpe’a özenip bundan sonraki profilleri ‘4000 characters or less’ yapmayı planlıyordum ama illaki aşacak 4000’i… Öyleyse hiç vakit kaybetmeden diğer özelliklerine kısa kısa değinelim.

Knight’ın oyununa bakınca hemen her konuda ortalamanın üzerinde özelliklere sahip olduğunu görüyorsunuz. Tek istisna top hakimiyeti olabilir, zira yüksek sayılabilecek top kaybı rakamlarına dikkat diyoruz. Sol el meselesini sevgili Cem Pekdoğru çok güzel açıklamış, tekrarlamanın anlamı yok. (Yalnız sol eli sezon başındaki halinden çok daha iyi durumda şu an, çocuk çalışmış.)

Onun dışında atletizmi çok üst düzey olmasa da topla çabuk hareket edebiliyor. Tabi ki atletizmi John Wall, Derrick Rose gibi yıldızlarla aynı sınıfta değil. Pota dibinde daha bitirici olması lazım, bu konuda biraz sıkıntı yaşadığını gördük sezon içinde. Hatta sorunları daha pota dibine gelmeden başlıyor da diyebiliriz.

Şutunu biraz alçaktan çıkartsa da gayet iyi bir seviyede. Şutlarını hem dengeli, hem de çabuk çıkartıyor. Oyununda çok elzem –dealbreaker dedikleri cinsten- bir defo olmadığından bahsetmiştim, aynı şekilde çok ön plana çıkan bir özelliği de yok. Yine de az farkla da olsa şutunu ilk sıraya koyarım, en azından şutu NBA’e hazır…

Sezon içinde zaman zaman takımı oynatmak konusunda zorlandığına dair yazılar okusam da bu eleştiriye pek katılmıyorum. Özellikle sezonun ikinci yarısında hem hücumda hem de savunmada ipler onun elindeydi ve takımın geri kalanının üzerinde önemli kontrolü vardı. Knight’ın bir üst seviyede takımını sahada idare edebilecek pas görüşüne ve yeteneğine sahip olduğuna inanıyorum, dolayısıyla combo guard olacağına pek ihtimal vermiyorum.

Savunmasını da arada sırada pas geçtiği pozisyonlar dışında beğeniyorum. Demek ki bugün itibarıyla Kemba Walker’a göre 3 bariz üstünlüğü var: Şut, savunma ve size. (Black Kemba çok iyiymiş bu arada.)


3- Nisan Mayıs ayları gevşer gönül yayları…

Yeri ve zamanı değil belki ama hatırlatmakta fayda var: Ortalama bir draftta Knight gibi bir oyuncuya 6-10 gibi bir aralıkta bakmamız normalken, bu sene mecburen 3-5 aralığında bakıyoruz. En çok karşımıza çıkan benzetme Nisan Mayıs aylarının babası Chauncey Billups, ama o karşılaştırma biraz problemli gibime geliyor. Kolej rakamları benziyor, ona eyvallah. Genel özellikleri de benziyor, ona da eyvallah. Boyları da benziyor ama Billups kolejdeyken bile vücudu -bugünkü kadar olmasa da- kalındı ve o fiziği sayesinde senelerce pozisyonunun en iyi savunmacılarından biri olmuştu. (Ahmet Çakar: “Knight’ın vücut yapısı yıldız olmaya müsait değil.”) Ancak vücut yapısından daha da önemlisi Billups’ı Billups yapan o winner özellikleri Knight’ta ne kadar var veya ileride ne kadar olacak? Billups gibi en kritik anlarda sorumluluk alıp eli titremeden o şutları sokabilecek mi? Billups gibi lider karakterli bir oyuncu mu? Bunları değerlendirmek, her zaman için görünen basketbol vasıflarını değerlendirmekten daha zordur. Hayatının en kritik maçında (UConn’a karşı Final Four mücadelesi) 11 üçlük denedi ve toplamda saha içi isabeti sadece 6/23 idi. Veya ondan birkaç gün önceki Ohio State maçını hatırlayın, 3/10 isabetle 9 sayıda kalmıştı ve 6 top kaybıyla oynamıştı. Ancak son saniyede attığı sayıyla maçı kazandıran isim olmuştu. Hatta turnuvanın ilk ayağındaki Princeton maçında da 1/8 atıp maçı 2 sayıyla tamamlamıştı. Bunun yanında ikinci turda West Virginia’ya 30 attığı maç ve Elite 8’te North Carolina’ya 22 attığı maçlar var. Turnuvadaki performansı sabit bir trend izledi: Bir maç iyi, bir sonraki maç felaket. “Knight efendi kritik maçların yarısında kayboluyor” mu diyelim açık açık!


4- Kristal Küre

Biraz geçen bölümün devamı gibi olacak ama karakterinden de bahsedelim. Genç yaşına rağmen sahada inanılmaz olgun, sabırlı ve takımını kontrol altında tutan bir görüntüsü var. Kazanmayı çok önemsediği hal ve tavırlarından belli oluyor. Okuduklarıma bakılırsa çok da çalışıyormuş, bunları es geçmemek lazım. Önce küreyi ıslak mendille silip, sonra da tüm bunları alt alta eklediğimde Knight’ın kariyeri Billups’la Devin Harris arası bir yerlerde seyredecekmiş gibi bir intiba ediniyorum. Chauncey’nin intangibles denilen özellikleri çok üst seviye. Knight’ın da buna benzer özellikleri geliştireceğine inansam da, Billups seviyesine getiremeyeceğini düşünüyorum. Harris de fena bir karşılaştırma değil ama Harris’e göre daha istikrarlı katkı veren bir oyuncu olması muhtemel. Asıl ironik olan Chauncey’nin üçüncü, Devin’ın da beşinci sıralarda seçilmiş olması ve bu sene Brandon’ın da muhtemelen o aralıkta seçilecek olması. Dahası üçüncü sırada Utah tarafından seçilirse Harris’le aynı takımda olacak. Yazılanlar doğruysa Jazz organizasyonu Harris’i geleceğin franchise oyun kurucusu olarak görmediği için Knight’ı seçmeyi düşünüyormuş. Sorular sorular sorular…

Young Folks 2011: Brandon KNIGHT

Kentucky, Fr.
6′ 3”, PG/SG
Coral Springs, Florida (1991)

Brandon Knight’ı ilk kez daha ziyade Enes Kanter için ayakta olduğum bir Hoop Summit gecesinde izlemiştim. O gün itibarıyla rivals.com listesinde hem Kyrie Irving’in, hem de Harrison Barnes’ın üzerinde bulunuyordu. Doğrusu kendisinden oyun kuruculuk namına pek bir şey göremediğim gibi, pota altında Jared Sullinger gibi bir topçu varken ısrarla takımı satmasıyla bir antipatimi kazanmıştı. Kanıtları blog arşivinde var. Tık!

O gün acı konuşup “maçın boku” seçtiğim adamı sezon ilerledikçe tutmaya başladım aslında. Benim nazarımdaki değer artışının aksine, tahtalarda adı sezon ilerledikçe ve makyaj aktıkça aşağılara inmeye başladı. Neydi bunun sebepleri?


Brandon’ın mezun olduğu okul Florida’da akademik açıdan kalbur üstü sayılabilecek bir özel lise olarak anılagelen Pine Crest. Gerçi ben araştırdığımda önemli mezunları arasında, Mariah Carey’ye benzerliği üzerinden prim yapmaya çalışan -hatta bu yüzden bir ara mahkemeye çıkmış- porno yıldızı Mary Carey falan gözüme çarptı. Sasha Grey porno yıldızlarına bakışımızı değiştirmiş bir abla ama yine de bilemiyorum. Her neyse, sonuç olarak her eyalette en az birer tane olan ve yetenekli gençlerin toplandığı tarzda basketbol kültürü gelişmiş liselerden biri değil bu. Burada tamamen ‘at abinin kıllı göğsüne’ sistemini sahaya koyduğu sezonlarda 33 sayı, 9 rebound, 4 asist gibi lise düzeyinde olsa da etkileyici istatistikler yakaladı. Fakat katıldığı kampları bir kenara koyarsak, yıl boyunca oyunu öğrenme misyonunu yalnız başına yerine getirmek durumundaydı. Murat Murathanoğlu da bize katılacaktır ki, böyle bir oyuncunun yapacağı en iyi seçimlerden biri değildi John Calipari’nin koleji Kentucky’ye gitmek. Fakat bu seçimin hızlı bir getirisi de vardı. Birçok gözlemci refleks olarak koçun Derrick Rose, Tyreke Evans ve John Wall şeklinde devam eden oyun kurucu zincirine son halka olarak eklenen Knight’a farklı bir gözle bakıyordu. Bu sayede listelerde bir süre daha ilk üçten aşağıyı görmedi. Ta ki geçtiğimiz Kasım ayındaki Maui Invitational’a kadar…

Bu saygın turnuva sona erdiğinde ülkede tek bir isim konuşuluyordu: Kemba Walker. Tek başına takımına şampiyonluğu getirirken, tavanının kendisininkiden yüksek olduğu söylenen Knight’ı da net biçimde sahadan siliyordu. 3/15 şut isabeti ve 5 top kaybı. Fakat Knight’ın henüz dibi gördüğü söylenemezdi. Maui’den döndükten sonra da Kentucky’yi alışılmışın dışında zorlu bir konferans dışı fikstür bekliyordu ve bir Calipari takımının direksiyonunda oturmanın, Pine Crest günleriyle kıyas kabul etmediğini zor yoldan tecrübe ediyordu. İlk yedi maç sonunda top kaybı sayısı arşa yükselmişti (maç başına 4.7), oyun kuruculuk testinde açıkça sınıfta kalmıştı. Topu iyi paylaşamıyordu, çevresindekileri oyuna dahil etmek yerine çembere kötü seçilmiş şutlar yolluyordu ve saha görüşü de tartışmaya açıktı. Atletik olarak Wall ya da Rose’un klasmanında olmadığı zaten açıktı, ancak fiziğini de Evans’ın kullandığı ölçüde kullanmaktan çok uzaktı. NBA’de Reke düzeyinde bir combo guard olmak için ihtiyacı olan patlayıcılıktan da yoksundu. Bazen iyi şut performansları oluyordu ama içeri penetre etmekte pek istekli olmadığından tek yönlü bir hücumu olduğunu söylemek büyük haksızlık olmazdı. ESPN’in Chad Ford, David Thorpe ve Fran Fraschilla’dan oluşma Kurtlar Konseyi, yeni yılın başında kararı vermişti: “Most overrated player on our board!”


Fakat zamanla Coach Cal’in Vance Walberg’den çorduğu dribble-drive motion offense ile savaşında önemli yol katetti ve top kayıplarını kabul edilebilir düzeye çekip, şut ritmini bulduğu gecelerde epik performanslar sergilemeye başladı. Calipari’nin bu sistemiyle ilgili şurada gayet bilgilendirici bir yazı var. Görüleceği üzere Knight için ideal olmaktan uzak. (Rajon Rondo da dahil yukarıda ismini andığım tüm Calipari oyun kurucularının ekmeğine yağ süren bir düzen bilakis.) Alışkanlık olarak en iyi liselilerden 3-4 tanesini getirip, bunları bir sezon sonrasında NBA’e gelin yollayan Calipari’nin oyun kurucuları için bir zorluğu daha oluyor. Walker’ın çevresinde daha kötü oyuncular bulunmasına rağmen, Knight’a oranla topu daha fazla paylaştığı ve sonunda Kentucky’yi alt ettiği söyleniyor. Ancak Knight’ın topu paylaştığında, tıpkı kendisi gibi sisteme yeni yeni uyum sağlamaya çalışan birinci sınıf oyuncuları olduğu unutulmamalı. (Wall bu sistemdeki tek senesinde maç başına 4.0 top kaybıyla oynadı, felaket başlangıcına rağmen Knight’ın sezon ortalaması 3.2 idi.) Nitekim Terrence Jones’un sezonun ikinci yarısında nasıl ortadan kaybolduğunu hatırlıyoruz. Bir başka çaylak oyuncu Doron Lamb de ancak turnuva zamanı katkı vermeye başlayabilmişti.

Video: Brandon Knight Draft Combine Interview

Bu saydıklarım Knight’ı tam anlamıyla temize çıkaracak argümanlar değil. Böyle bir gizli amacım olmadığını da peşinen söyleyeyim. Zira bana kalırsa ortalama bir draft sınıfında lotaryanın ancak ikinci yarısında kendisine yer bulabilecek, iyimser bir Top 10 hedefi içinde olabilecek bir adam. Bugünse kendisini üçüncü sıradan seçme ihtimali -anlaşıldığı üzere- hayli yüksek olan Utah’ı fazla suçlayamıyorum. Kevin O’Connor’ın hem #3 hem de #12 için tercihleri büyük merak konusu, bunları sonra irdeleriz. Ancak Jefferson-Favors ikilisine güvenip oyun kurucu seçmeyi tercih edeceklerse -ki yeniden yapılanmaları daha süreceğe benziyor ve 2012 sınıfı uzun ağırlıklı- Knight’a gitmeleri bence doğru olan… Devin Harris ile bir yere gidemeyecekleri ortada ve yeni oyun kurucularını da ancak Deron Williams’ta olduğu gibi draft kanalıyla alabileceklerinin farkındalar. Üçüncü senesinde ne kadar yürekli bir oyuncu olduğunu gösteren, patlayıcı ve ilk günden itibaren katkı sağlama ihtimali olan Walker’ın ortaya atılmasını anlıyorum. Fakat Walker-Knight seçimini ‘proven or potential’ boyutuna indirgemek bence çok makul değil. Zira Walker’ın da oyununu NBA basketboluna tercüme edebileceği hususunda ispatlaması gereken çok şey var. Fiziksel dezavantajlarıyla oyun stilini harmanlayınca, onun sahip olduğu yetilerle NBA’de hayatta kalabilen son oyuncunun Allen Iverson olduğunu görüyoruz. Biraz özel bir oyuncuydu kendisi, takdir edersiniz ki. Ve ancak gerekli şartlar sağlandığı zaman yararlı bir parça olabildi. Şanı Büyük Kemba Paşa konusunda çok umutlu olmadığım gibi, Utah’ın durumuna özel olarak inecek olursak da sahada C.J. Miles’ın rolünü belki bir adım öteye taşıyabilecek Walker’ı seçmektense, yatırım yapıp orta vadede Harris’ten çok daha verimli bir oyun kurucuya evrilme şansı olan Knight zarını atmak daha mantıklı. Ve kamuoyuna yansıtılandan daha az risk taşıyor bana kalırsa. (Ben çok istisnai durumlar dışında, boştaki en iyi oyuncuyu alma yöntemine daha yakın durduğumdan büyük ihtimalle Enes’i seçerdim ama.)


Knight hakkında yazarken Walker’dan bahsetmemek çok kolay değil. Son olarak da Walker-Fredette kapışmasının yaşandığı Utah workoutu üzerine tesislere gelen Knight’ın onlarla bire bir oynamaktansa yeteneklerini bir sandalye etrafında sergilemesi eleştirildi. Çıkışta da “Bana Kyrie’yi getirin, bu sınıfta karşısına çıkacağım tek adam o” demesi… Son kısmı eğer tepeden bakan bir ifadeyle söylediyse savunulacak yanı yok elbette. Biraz maç bitiminde hakemleri etkilemek için kolllarını kaldıran boksör psikolojisi belki… Ancak genel işleyiş biraz bunu gerektiriyor. Örneğin Irving kimsenin karşısına çıkmayacak 23 Haziran gününe kadar. Zaten sadece Cleveland için sahaya inecek. Daha önce de #1 olacağının garantisini alan birçok gencin yaptığı gibi. Knight da büyük ölçüde 3. numaradan seçilmeyi bekliyor ve Irving haricinde kimin karşısına çıkarsa çıksın, bu onun değerini yükseltmeyecek. Ayrıca karşısında iki maçta 9/38 şut soktuğu bir adamla oynamaktan korktuğu için de suçlanamaz zaten. Birisi halen bu oyunun alfabesini öğrenmeye çalışan bir hazırlık talebesi, diğeriyse Connecticut’la geçirdiği üç sene sonunda gelişim eğrisinde hayli ilerlemiş bir kadayıf…

Daha önce 6-4 gösterilirken ölçümlerde biraz daha düşük çıktı. Ancak gerek boyu, gerekse de kanat genişliği ile fizikli guardların son dönem temsilcilerinden Deron’ı falan solluyor. Arşivlere göz gezdirildiğinde ölçümlerinin Jason Terry’nin verdikleriyle bire bir uyuştukları fark ediliyor. Bunun üzerine Jonathan Givony başta birçok otorite de onun kariyerinin JT’ninkine benzer bir grafik çizip çizemeyeceğini sorgulamaya başladı. Fiziğini oyun kurucularla kıyaslayıp bir avantaj olarak hanesine yazıyor olsak da, söz konusu isimlerin hiçbiriyle boy ölçüşemeyeceği bazı alanlar olduğunu vurgulamak gerek.


Bunların başında top hakimiyeti geliyor. Yukarıda içeriyi zorlamaktan imtina ettiğini söylemiştim. (Yarı sahada topla beş buluşmasının sadece birinde çembere gidiyor ve bu oranla 2011 oyun kurucu sınıfında sondan üçüncü sırada.) Bu eğilim uzunların arasında etkinlik gösterememesinden kaynaklanmıyor pek de. Asıl sorun trafiğe girdiğinde topun kontrolünü korumakta çoğu zaman zorlanması. Hele karşısına çıkan bütün oyuncular, sol elinin tahta olduğunu öğrenmişken… Brandon perdeden çıkıp şut sokuyor, köşelerde ayağını kurup şut sokuyor, isolation oynayıp yine şut sokuyor. Bunlar güzel şeyler. Ancak Calipari sisteminde içeriyi delemeyen bir guardın sadece bunlarla iyi izlenim vermesi mümkün olmuyor. NBA’de doğru takıma giderse işler bu kadar kötü gitmeyebilir. Sola penetrelerini bir noktaya kadar geliştirmesi ise bunun için olmazsa olmaz.

“Brandon would most like to be able to multi-task efficiently.”

Bu adamı al, üç sene meslek öğret ve yeni bir Chauncey Billups çıkmasını ümit et. Sabret, hatırlamalısın ki Chauncey için de ilk yıllar hiç kolay olmadı. Elemanın iş etiğinin yüksek olduğu ortada. Çaylak sezonunda uzun bir dönem bocalamasına rağmen mücadeleden hiç geri durmadı, örnekse Josh Selby gibi pes etmedi. Zeki bir çocuk gibi gözüküyor, yukarıdaki alıntıdan da göreceğiniz üzere acayip ilgi alanları var. Bugüne kadar çevresinde öğretici bir koç olmadığını hesaba katarsak, Aralık ayında 20 yaşına basacak bu derecede bir potansiyelin böyle düşük kalitedeki bir sınıfta ses getirmesi çok ilginç durmuyor. Üçüncü sıradan daha iyisinin bulunabileceğine katılıyorum ama doğru ellerde bu sınıfın en iyi 4-5 oyuncusundan birine dönüşmesi beni şaşırtmaz. (Jerry Sloan bırakmasaydı iyiydi.) Kötü ihtimalde ise birçoklarının beklediği gibi zamanla shooting guard pozisyonuna kayar, ancak orada bile uzun vadede Black Kemba’dan daha kötü iş çıkaracağını garanti edemezsiniz.

“Ali Demir’den aldığım bilgiler beni tatmin etti.”

Kimseyi tanımadım ben senden daha güzel: Chauncey Billups, Jrue Holiday, Rodney Stuckey
Tepegöz: #3, Utah

Young Folks 2011: Gülerce Ekürisi Tobias Harris ve Scotty Hopson

Tobias Harris
Fr., 6′ 8″, SF/PF
Brookville, New York (1992)
Scotty Hopson
Jr. 6′ 7″, SG
Hopkinsville, Kentucky (1989)
Tennessee

Scotty Hopson kampüse benden 1.5 sene önce geldi. rivals.com 2008 lise mezunları arasında Hopson’ı beşinci sırada gösteriyordu. Koç Bruce Pearl -sosyal ilişkileri kuvvetlidir- saha içinde olmayan sihrini saha dışında gösterdi ve herkesin peşinde koştuğu bu yetenekli lise oyuncusunu Knoxville gibi bir şehre getirmeyi başardı.

Asıl bomba ben Knoxville’e yerleştikten sonra patladı. 2010 lise sınıfında altıncı sırada gösterilen Tobias Harris’in de Tennessee’ye geleceği açıklandı. Üzerindeki beş sıra hep aşina olduğumuz isimler Harrison Barnes, Jared Sullinger, Kyrie Irving, Josh Selby ve Brandon Knight. Harris’in hemen arkasından da Perry Jones ve Enes Kanter. Bir hayal gerçek olmuştu ve bu iki yıldız adayı aynı takımda birleşmişlerdi. Artık bu iki oyuncuyu yakından izlemek için kombine almak kaçınılmazdı…

1- Şut tehdidi yaratır mı bu afacanlar?

Harris genelde her şeyi olması gerekenden bir kademe daha yavaş yaptığı için haliyle şutunu da biraz yavaş çıkartıyor. Düzgün, yumuşak bir bileği olsa da şutu gereken seviyede değil. Henüz 18 yaşında olduğunu hatırlatıyor ve şutunu geliştereceğini iddia ediyorum.

3 sene boyunca Hopson’ın şutunu izledik, bakalım gelişecek mi diye. Üçlük yüzdesini 35’ten 37’ye çıkardı. Serbest atış yüzdesini de 62’den 73’e… Buna rağmen kesinlikle güvenilir bir şutu yok. Form çirkin, stil bozuk, release yavaş, isabet oranı istikrarsız. Top elinden çıktığı anda otomatikman ‘girdi’ değil ‘eyvah girmedi’ dedirtiyor.

2- Top hakimiyetleri ne düzeyde, NBA’de potaya gidebilirler mi?

Tobias’ın en sevdiğim özelliklerinden biri, üçlüğün gerisinde topu eline alıp savunmasıyla adeta dalga -öbür kelimeyi kullanmak istemiyorum- geçmesiydi. Yalnız bunu 4 numara olarak yaptığını da hatırlatalım. Dolayısıyla kendisini savunan oyuncular da görece yavaş oyunculardı. Kısa forvet meziyetleri gösterebildiyse önemli bir sebebi de budur. Ölçümler ve savunma sorularına geçince pozisyon meselesine daha detaylı değineceğiz.

Scotty’den umudu kestim. Arkadaş 3 sene olmuş kampüse geleli, bir insan hiç mi ilerletemez top hakimiyetini? Afedersin eşşek geldin eşşek gidiyorsun sevgili Scotty! Yani tamam güzel anılar falan var da, o da bir yere kadar. Hala aynı savruk driplingler, nereye gideceğini bilemez haller, kendi etrafında anlamsız dönmeler, kendine vücut çalımı atmalar… Bruce efendiye bir çift lafım var. Sen bir koç olarak… Sana yakıştırmıyorum. İlk senesinde baktın top hakimiyeti sıfır, Hopson’dan saf şutör yaratmaya çalıştın ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Acı yazıyorum…


3- Beyler paslı oynayalım. Biz koşmayalım, topu koşturalım.

Harris’in basketbol zekası oldukça yüksek ama Bruce hoca bir kez olsun set mi çizdi? Ver Harris’e, ver Hopson’a, sonra kenardan seyret. Bu işler öyle kolay değil hoca. Harris daha iyi oyunculardan kurulu bir takıma gittiğinde ve daha iyi bir koçla çalıştığında pas özelliklerini mutlaka daha iyi sergileme fırsatı bulacaktır. Asist rakamlarına yansımasa da üst düzey bir saha görüşüne ve basketbol zekasına sahip. Hem hücumda hem de savunmada etrafında ne olup bittiğini çabucak süzebiliyor. Yalnız önceden de değindiğim gibi, vücut bir iki adım arkadan geliyor.

Hopson’ı yine eleştirmek durumundayım. Hatta senli benli konuşacağım… Eline gelen ortalama 100 toptan 8 asist çıkartabilmişsin. Futbol mu bu? Yaptığın her 1 asiste karşılık 10 topu kendin kullanmışsın. Pes! İnanmayacaksınız ama Hopson’a esas kızdığım noktalar bunlar değil, asıl şenlik Nisan Mayıs ayları sorusunda…

4- Defansa gelin beyler…

Harris’i sert bir uzunla pota altında pozisyon kavgası yaparken hayal etmek güç. Üstelik pota altı için boyu da kısa. Yavaş yavaş acı gerçekler su yüzüne çıkmaya başlıyor: Tobias sen tipik bir tweenersın evladım, artık bu gerçekle yüzleşmek zorundasın. Nereye gitsen bu etiket seninle birlikte gelecek.

Hopson’da ise ayak çabukluğu, boy, kol uzunluğu her şey var ama yine de olabileceği savunmacının yarısı bile değil. Sebebi mental. Konsantrasyon eksikliği. Oyuna küsme. Oyundan düşme. Bazı pozisyonları es geçme… Ne ararsan var. Zaman zaman neler yapabildiğini gösterdi göstermesine. Rakibine potayı göstermediği anları da izledik ama çoğu özelliğinde olduğu gibi burada da bir istikrarsızlık söz konusu. Hatta Hopson’ı tanımlayan en güzel kelime bu: İstikrarsız. Üçüncü çeyrekte crossoverla rakibini geçer, sağ sol yapıp üç kişinin üzerinden tomahawkı koyar. “E bunu yapabiliyordu da, bu zamana kadar neredeydi” diye kendi kendinize sorarsınız. Arkasından topu ayağına çarptırır, top kaybı yapar. Son çeyrekte şalteri indirir, ara ki bulasın. Bu taraftar 2010’da Michigan State’le oynadığımız Elite 8 maçını kolay kolay unutmaz beyler.


5- Uçarlar mı, kaçarlarlarlar mı?

Yapalla efendim yapalla! Onu da yapalla! Bizim millete müstahak diye de devam eder.

Harris efendi önceden de kısaca değindiğimiz gibi ortalama bir atlet.

Hopson gerçekten muazzam bir atlet. Hiç izlemedim ama YouTube’daki highlightları eminim çok yakışıklıdır. Ancak oyununa tam olarak yayabiliyor mu orası şüpheli. Takımda sistem falan olmadığı için ribaundu alan soluğu karşı potada alıyordu. Scotty de malum seri oyuncu, hızlı hücumlarda atletizmini kullanabiliyordu. Ancak yarı sahada aynı agresifliği görmek maalesef pek mümkün değildi. Maç başına bir iki spektaküler smaçla seyircinin ağzına bir parmak bal çalarken, işlerin kızıştığı anlarda yine kaybolup gidiyordu.

6- Ölçümleri ne alemde?

Tobayas kardeşimiz 6′ 8” ölçüldü ki bu beklenenin altında bir rakam. Yaşı henüz 18 aslında, 1-2 santim daha uzar mı diye umarsız beklentilerim var. Şutunu biraz geliştirirse ve ‘stretch 4’ gibi oynarsa hücumda daha verimli olur. Ancak savunmada her iki pozisyonda da çok zorlanacak.

Hopson’ın boyu 6′ 7” altı olarak ölçüldü. Kanat genişliği ise 6′ 11”. Lise yıllarında bu kadar büyütülmesinin başlıca sebeplerinden biri de buydu. Fizik olarak tipik bir NBA 2 numarası görüntüsü çiziyor (saç stili hariç).

7- Nisan Mayıs ayları gevşer gönül yayları…

Harris önemli yetenekleri olmasına rağmen oyunu sertliğe dayalı olan bir oyuncu değil. Oyun sertleşince temastan kaçar demek biraz ağır olur ama içeride didişmeyi çok sevmez diyelim. Ben buraya kırmızı kalemle bir soru işareti koyarım. Öte yandan şu da var, kampüsteydim biliyorum: Her sabah 6’da kalkıp idmanına gider miydi? Giderdi. Bireysel idmanını yapar mıydı? Yapardı. İşini ciddiye alır mıydı? Hem de nasıl. Karakteri düzgün müydü? Kesinlikle. Buraya da mavi tükenmezle bir yıldız koyarım.

Şöyle bir düşünüyorum da son birkaç senedir genç oyuncular arasında izlediğim en istikrarsız oyuncu Hopson olabilir. Her maç öncesi “Acaba bu maç hangi Skati çıkacak bahtımıza” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sadece oyunu değil, vücut dili, hal ve tavırları, benchteki tutumu vesaire hepsi bir acayip. Devamlı bir drama hali… Sanki Hopson başka bir gezegende yaşıyor gibi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de kendisini dev aynasında görmek gibi kötü bir alışkanlığı da vardır. Çalışmayı sevmez, eleştirilmekten pek hoşlanmaz. Pearl de iyi pışpışlardı bunu. Nisan’ı Mayıs’ı geçtim, Ekim’de Kasım’da nasıl güveneyim?


8- Kristal Küre

Harris’in eksileri şu şekilde özetlenebilir: Yumuşak, üst düzey bir atlet değil, 3 numara için yavaş, net bir pozisyonu yok ve pek de iyi bir savunmacı değil. Artıları ise hücumdaki akıcılığı, basketbol zekası, ellerinin yumuşaklığı, top hakimiyeti ve henüz 18 yaşında olması. Jared Dudley benzetmelerini okudum ama Dudley NBA’e geldiğinde 22 yaşındaydı. Bence NBA’de 3 sene geçirecek bir Harris, özellikle hücum konusunda Dudley’den iyi bir oyuncu olabilir. Esasında fena benzetme değil. Vücut yapıları benziyor, ikisi de çalışkan, efendi adamlar. Seçilecekleri yer de aşağı yukarı benzer olacak gibi gözüküyor şimdilik. Dudley 22’den gitmişti, Harris de 20-22 arası gözüküyor. Gerçi sene içinde maçları izlerken birçok kez Harris bu sene girerse banko lotarya olur diye aklımdan geçirdiğimi de hatırlıyorum. Önceki yazılarda da değindiğim gibi ben olsam bu draftta sürprize oynarım. 18 yaşında potansiyelli bir genç o kadar da kötü bir tercih olmayabilir.

Küreye turuncu gözlükleri çıkarıp baktığım zaman Hopson için yapabileceğim en iyi benzetme ise Gerald Green olurdu. İkinci turun ortalarında bu kumarı oynar mıydım? Seçeceğim organizasyona ve koça bağlı olarak 40-60 arası belki düşünebilirdim. Zamanında büyük umutlar vadeden bir oyuncu için üzücü bir tablo…

Young Folks 2011: Darius MORRIS

Michigan, So.
6′ 5”, PG
Los Angeles, California (1991)

Geçen sezon Fox Sports’un maç seçimlerinin de yardımıyla en yakından takip ettiğim Big Ten takımı oldu belki de Michigan. Aynı dönemde elimde dolaştırdığım “When the Game Was Ours” vesilesiyle de okula olan sempatim biraz artmıştı. O güne kadar oldukça zengin bir basketbol kültürü oluşturmuş programın, Magic Johnson’ın şehrin yeşil yakasını seçmesiyle kaderinde vuku bulan büyük atma üzücüymüş bayağı. “I understand Wolverines. They’re not what you would call good guys but…”

İzlediğim ilk maçlarına kadar takımda ilgimi çeken ilk şey, bir reality show için bir araya getirilmiş gibi duran kadroydu elbette. Tim Hardaway Jr., Jordan Dumars, Jon Horford. Evet nüfus cüzdanlarının Baba Adı kısmında sırasıyla Tim, Joe ve Tito yazıyor. Sonuncusu aynı zamanda All-Star bir erkek kardeşe de sahip. (Oyuncu ajanı Mark Bartelstein’ın oğlu da kadrodaydı hatta. Serbest ajan…) Fakat çok net hatırlıyorum ki, ilk 10 dakikanın ardından gözlerimi büyük ölçüde topu taşıyan 4 numaraya çevirmiştim. Küçüklüğümden beri maçı oyun kurucu merkezli seyretmişimdir, yeni yeni bu alışkanlığımdan kurtulmaya çalışıyorum fakat bu öyle bir şey değildi. Henüz konferans içi fikstüre geçilmemişti ve karşılarındaki takım bir sürü beyaz adamdan kurulu ortalama bir Amerikan üniversitesiydi. Fakat damağı kuvvetli genel menajerlerin de ilk olarak dikkat ettiği intangibles hususunda bayağı nadir görülen bir profil duruyordu karşımızda. Devre arasında istatistiklerini araştırmak için Darius Morris yazdım, adı buydu… 24.3 dakika, 4.4 sayı, 2.6 asist, 1.6 top kaybı. Dahası 63% ile faul, 18% ile üçlük atması. O sezonun başında dakikalarını artırmış, birkaç sağlam performans da ortaya koymuştu ama bunlar çaylak sezonunun izlerini atmasına yetecek rakamlar değildi yine de. “Galiba bu sefer yanıldım” dedim -maç da 20 farka gitmişti- televizyonu kapadım. Fakat sezon başında katılacaklarına dair pek de ümit taşımadıkları NCAA turnuvasında seribaşı Duke’a kaybettikleri -Morris’in kaçırdığı yakın mesafe atışla sonlanan- maça kadar uzanan bir sezonluk macerada mutlu anlar yaşattı bana eleman. Hatta bracket hazırlarken Final-Four’a kadar çıkarmıştım onları. Tennessee’yi eleyen ve Duke’a son topta kaybeden bir takımdan bahsediyoruz, canları sağolsun. (Sayın Birand, el falan sallıyorum.) Morris de dakikalarını 34.8’e çekerken 15 sayı, 6.7 asist ve 2.9 top kaybıyla iyi bir oyun kurucu kağıdı verdi. Daha gelişmiş istatistiklere bakınca da çaktığı çok fazla kategori yok, ama anahtar nokta tekrarlamak gerekirse -Türkçe’ye aynı etkinlikte çevirmenin mümkün gözükmediği- intangibles kelimesinde gizli. Yani John Hollinger da, Cengiz Kahraman da geliştirmiş olsa istatistiklerin ancak bir yere kadar yardımı dokunur bu oyuncunun tavanını kestirmeye çalışırken.


Sonuç olarak ben bu adamın altına imzamı atıyorum ve ileride birçok takım için ilk beş oyun kurucusu olabileceğini iddia ediyorum.

Yok ya, bu kadar da basit değil. Neleri iyi yapar bu çocuk? Sen kim terbiyesiz oluyorsun da “Genel menajer olsam bu adamı lotaryadan aşağı düşürmezdim” diyorsun? Onlara işini öğretmek sana mı kaldı? Kalmadı. Ama ligde ‘topu paylaşayım’ gayesi taşıyan old-school oyun kurucu da kalmadı. Trendin farkındasınız, blogun en tepesine bakarsanız göreceğiniz topçu da Russell Westbrook. Oyun stilinden çok karakteriyle, yüreğiyle favori topçum oldu belki ama bayağı seksi basketbol oynadığı ortada. Derrick Rose… Aynı şekilde. Fakat bunlar gerçekten özel adamlar ve her sınıfta göze çarpan yeni nesil bir oyun kurucu mantalitesi çizen bu tipte 4-5 topçu bulsanız da birçoğunun kontratı bittiğinde Eurocup’a yolcu olacağını tahmin etmek zor değil. Belki bu sınıfta lotaryadaki yerini sağlamlaştırmış adamlar da buna dahil. Fakat Morris gibi adamlar diğerleri kadar parıltılı top oynamasalar da hala bir NBA veteranı kariyerine sahip olmaları daha yüksek ihtimal. Belki 22-23 civarında seyreden kullanım oranı* benim tezimi pek desteklemeyecek. (Penn State’te kaç yıldır tek başına oynayan Talor Battle bile 24.2 yapabilmiş.) Fakat her zaman yanındakilerin pozisyonunu kollayan bir adam Morris. İstikbalini parlak gördüğüm gençlerden Hardaway Jr. da kolej kariyerinin devamında onun özlemini derinden yaşayabilir. Sonuçta Jordan Morgan’ı bile topçu gibi göstermiş bir adam bahse konu olan.

* Usage Rate = {[FGA + (FTA x 0.44) + (Ast x 0.33) + TO] x 40 x League Pace} / (Minutes x Team Pace)

Ölçümlere bakmaya bile gerek yok, karşımızda fizikli bir oyun kurucu var. Aslında Westbrook ya da Rose olmanız genetik olarak mümkün değilse, iyi bir fiziğe sahip olmayı umarsınız oyun kurucu olarak. Zira bundan 4-5 sene önce daha revaçta olsa da, hala Deron Williams ve Chauncey Billups’ın yarattıkları fizikli oyun kurucu trenine yeni vagonlar ekleniyor. Belki Kyle Lowry bir yenisi. (Onu da çok severim…) Oyununun en gelişmeye ihtiyaç duyan yanı şutları olan bir adam için önemli bir özellik. Bu sınıfta 6-5 üzerinde oyun kurucu yok, NBA’de de çok fazla sayılmazlar. Aynı zamanda Jimmer Fredette gibi ağır çekimde de oynamıyor basketbolu, testler sonucunda 3/4 sahayı 3.2 saniyede katetmesi de hiç fena değil. Aslında atletik olarak tek büyük sıkıntısı lateral çabukluğu olacak ki savunmada bir baş ağrısı yaratabilir. Bunu kompanse edebileceği alan elbette ki yine fiziği. Sadece ikinci senesini geride bıraktı ama omuzları falan NBA yeterliği gösteriyor şimdiden. Ortalama üstü bir savunmacıya dönüşmesi beni şaşırtmaz, zira oyunun hücum alanını olduğu kadar burayı da yoğun oynuyor ve dikkat aralığı çok küçük değil.


Kötü yanı bahsettiğim gibi şutu, sadece savunmacısını çembere kadar sürükledikten sonra bitirdiği turnikeler üzerinden sayı bulabiliyor. Bazen floaterlar da çıkarabiliyor, pull-up jumper tam olarak portföyünde yok. Fakat gerek kombine sonrası, gerekse de bazı takımlarla çıktığı workoutlarda yapılan röportajlarda söyledikleriyle oyununun gelişim alanlarının farkında olduğunu gösteriyor. Hatta sanırım iyi dış şut attığı workoutlar da geçirmiş. Mekaniği falan son bıraktığımda bayağı kötüydü, herhangi bir workoutundan düşmüş bir videoya da ulaşamadım fakat kötü çaylak sezonundan sonra geçtiğimiz sezonun belki tüm ABD çapında en çok gelişme gösteren oyuncusundan bahsediyoruz. Oyununun bazı bölgelerinde dramatik sıçramalar yaşaması çok şaşırtıcı olmamalı. Örneğin soluna hala iyi penetre edemiyor, genelde sağına vurup geçme eğiliminde bu yüzden. Zaten etkileyici bir ilk adımdan yoksunken burada da zayıf kalırsa, skor konusunda büyük kabızlık çekecek… Bir de lakabı değiştirmeli, D-Mo ne ya?

Gözlemciler ve çevresindekilerin birçoğu üçüncü sezonu için Michigan’a dönmesini ve iyi bir patlama sezonunu takip eden etkileyici bir sezon sonrası şansını denemesini tavsiye ediyorlardı. Böylece lotarya için adı geçebilirdi. Fakat nabız yokladı ve bu sene okula geri dönüş kararı almış bir sürü baba prospect rekabete dahil olduktan sonra değil, hemen şimdi drafte girme kararı aldı. Kendisinden hemen katkı koymasını beklemeyecek, ancak belki sezonun bir bölümünden sonra en azından 15-16 dakika süreler verebilecek bir takımda yakışıklı bir çaylak sezonu geçirebilir. Şut atamayan iyi bir dağıtıcı. Skorunu penetre üzerinden buluyor, ortalama üstü bir savunmacı kumaşında. Oyuncuyu hiç izlemediyseniz bile bu tanımlarla size Andre Miller’ı hatırlatabilir. İzleyince de durum pek değişmiyor. Zaten ortaya atılan en popüler comparison da bu yönde. Olur da kontratında son sezonunu yaşayacak Miller’ın yanına gidecek olursa güzel bir mentörlük hizmeti alması da mümkün olabilir. 20. sıra çok da ihtimal dışı değil. Belki bu seneliğine Miller’ı genç bir Miller ile yedeklemek çok verimli olmayabilir Portland adına. Fakat tutarsa da yaşı geçkin Miller ile yenilememek için güzel bir bahane olur. Patty Mills gibi at hırsızlarından yeğdir zaten her halükarda… Mike D’Antoni altında oynarken şut sokamaması sorun olacaktır ama New York ile çıktığı antrenmanlarda Fredette’in kafasına kafasına vurduğu haberlerini de düşünürsek adres orası da olabilir. Bibibibillups da çıraklık dönemini yanında geçirmek isteyeceğin bir usta kesinlikle.

“Some guys get thrown into the fire in their first year, others get time to develop. I’m ready for whatever comes my way. I’ve put in the work. I’m prepared. I can’t wait for my name to be called.”


Kyrie Irving, Brandon Knight ve Kemba Walker’dan sonra gelen oyun kurucusu benim adıma bu sınıfın. Hatta bunların oyun yapısını düşünecek olursak tek oyun kurucu gibi oyun kurucusu. Reggie Jackson geçen sene kalp problemlerinden önce dahi kimsenin ilk tura layık görmediği Mikhail Torrance’ten iyi oyuncu değil bence mesela. Los Angeles çocuğu olduğunu da çok sonraları öğrenmiş olmama rağmen bu kadar yüksekten uçuyorum. (Miller ile benzerlikler burada devam ediyor. Liseyi birisi Verbum Dei’de, diğeri Windward’da okumuş. Araları 25 kilometreymiş.) Zaten bunun üzerine UCLA’in son Larry Drew II transferini de düşünüp bir sigara yaktım. Gel be sarı…

Kimseyi tanımadım ben senden daha güzel: Andre Miller, Eric Snow, Chris Duhon
Tepegöz: 15-20

Not: Grafikte bu sefer benzettiğim bir NBA oyuncusuyla karşılaşmaya gitmedim. Zaten Miller’ın kolej yıllarında istatistiklerin güvenilirliği batug.com turnuvalarındakine eşdeğerdi. Bu kıyaslama Nolan Smith, Shelvin Mack, Kalin Lucas gibi kolej yıldızlarının NBA konjonktüründe nasıl olup da bu adamın ya da Jackson gibilerinin gerisinde kaldığını anlamak isteyenlere. (Renkler çok yardımcı olmaz, üzerinde gezdir! Gece gece tehlikeli laflar…)