Young Folks 2011: Mangal Yürek Derrick

Arizona, So.
6′ 9″, SF/PF
La Miranda, California (1991)

Drafte çok vakit kalmadı, artık üst sıralardaki isimleri yazmak gerek. Serinin bu geceki konuğu Arizona’nın gülü Derrick Williams. Çok kötü geçmeyen bir freshman senesinin ardından hücum yelpazesini müthiş geliştirmiş şekilde bitirdi ikinci sezonunu ve şimdi top pick olabileceği bir drafti bekliyor…

Ben sporcunun zeki, çevik, ahlaklısını ama en çok zekisini severim. Williams’ı da bu yüzden evladım gibi seviyorum. Basketbol bilgisi yüksek, oyunu aklıyla oynayan bir adam. Bunun sayesinde hücum silahlarını çok efektif kullanıyor, sezonun savunulması en zor oyuncularından biriydi belki de.

Uzun oyunculara göre şutu çok iyi. Son sezonunda maç başına birden fazla isabet bularak %57 ile üçlük attı ki harika bir yüzde. Yüzdenin bu kadar yüksek olmasının sebebi o silahını çok fazla kullanmıyor olması olabilir, ama ihtiyaç olduğunda güveneceği bir yer. Sezonun en kritik maçlarından birinde, Sweet 16’de seribaşı Duke’u elerken gönderdiği 5 üçlük yeterli bir kanıt sanırım. Sport Science da incelemeye almış bu absürd üçlük yüzdesini: Tık!

Bu arada ikizlerden Markieff Morris, Williams’ı Duke’a karşı izlerken çok şaşırmış, “Derrick abartılıyor, bu hareketleri sıkıyorsa abim Marcus’a karşı yapsın” mealinde şeyler söylemiş. Kasım’daki Arizona maçını çabuk unutmuş anlaşılan Markieff Bey.

Yüzü dönük oynarken David West gibi şut mu sallıyor peki sadece? Hayır, bir diğer silahı çabuk ilk adımı ve güçlü fiziği sayesinde potaya rahat gidebilmesi. Faul çizgisine gayet sık gidiyor, NBA’de de bu yeteneğinin ekmeğini yiyecektir. Açık sahada ok gibi fırlayacak kadar hızlı bir adam değil, ama özellikle boyalı alanda çok çevik ve hızlı sıçrıyor. Yavaş kalan uzunları çok rahat cezalandırıyor.

Alçak postta çok iyi pozisyon alıyor, sırtı dönük oyunu da fena değil. En azından fiziksel üstünlük kurabildiği oyuncuların üzerinden oynayıp sonuca rahat gidebiliyor. Jason Kidd’e post-up oynayamayan LeBron James durumuna düşmez bu ligde.

Ölçümlere göz atalım biraz… Ayakkabılarla 2.05 ki en büyük sorunu bu. İki pozisyon arasında sıkışmış bir oyuncu. Dört numara için boyu biraz kısa, ama üç numara için de çok iri -neredeyse 115 kilo çekiyor. LeBron gibi insan dışı bir fiziğe sahip olmadığı sürece o kadar ağırlıkla devamlı olarak üç numara oynaması çok zor. 10.8 yağ oranı biraz fazla tabii o kiloda, onu azaltırsa özellikle kısa forvetleri savunurken rahatlar. Ama süresinin çoğunu dört numarada alacaksa kilo vermesine gerek yok, güçlü kalması gerek. Vücudunu iyi ayarlayabilirse dört numara oynaması çok daha mantıklı geliyor bana. Yetenekleri o pozisyonda fark yaratacak düzeyde, üç numarada sıradanlaşıyor. Hızlı ve yükseğe sıçrıyor, Blake Griffin kadar abartı boyutlarda olmasa da benzer patlayıcılıkta smaçları, blokları var. Yanlış hatırlamıyorsam Washington karşısında maç kazandıran bir bloğu var, topu arka sıralara tokatladığı. Tabii bir de turnuvanın ilk turundaki Memphis maçında…

Daha karanlık taraflara yönelelim…

Pas yeteneği çok kötü değil, ama saha görüşü çok da iyi değil. Alçak postta yakalandığı ikili-üçlü sıkıştırmalardan çok rahat kurtulamıyor, dolayısıyla top kayıpları artıyor. Etrafında olan bitenden biraz daha haberdar olması lazım. Oyun zekası yüksek demiştik, gelişebilir bu noktada.

Savunma, saha görüşünden daha büyük bir sorun şu anda. İki pozisyon arasında kalmasının nedeni savunma aslında. Dört numaralara karşı hücumda hiçbir sıkıntı çekmez, fakat savunmada kısa kalıyor. Üç numara olarak iyi bir ribaundcu olabilir ama dört numarada oynarken hücuma koşmadan önce yapması gereken işi unutuyor. Daha iyi box-out edebilmesi için biraz da güçlenmesi şart.

Turnuvada gösterdiği performanslar ortada, bu kadar yürekli ve sorumluluktan kaçmayan bir oyuncu için alt limiti çok düşük koymamak gerek. İş ahlakı, oyun bilgisi olarak tartışmasız ağır basan taraf Derrick, ama en kötü bir Michael Beasley çıkar gibi duruyor. Üst limiti ise kendisine ve oynamak istediği pozisyon için gerekli yeteneklerini öne çıkarabilmesine bağlı. Dört numarada geleceğinin çok daha parlak olacağını düşünüyorum ve hücum yelpazesi daha geniş bir David West ya da savunması törpülenmiş bir Kevin Garnett üst limit benim için.

Draft pozisyonu içinse tartışılacak bir durum yok pek. Zayıf draftte -Can hocam her yazıda hatırlatılmasını istedi, pas geçmeyelim- iş ahlakı yüksek, basketbol zekası yüksek, yürekli ve belli pozisyonlarda fark yaratabilecek özelliklere sahip bir adamın 3. sıradan aşağı düşeceğini sanmıyorum, ama ‘perfect fit’ bir takım da yok maalesef. Öyle bir takım olsaydı, ilk sıradan gitmesi de şaşırtmazdı.

Bu tablo işi hoşuma gitmeye başladı. Williams, Beasley ve Kevin Durant’in karşılaştırıldığı tablo aşağıda. Üçü de benzer pozisyonlarda oynadı kolejde. Williams’ın Durant’ten kaliteli oyuncu olduğunu iddia etmiyorum, ama onlara nazaran faul çizgisine ne kadar fazla gittiğine ve hücumunu ne kadar efektif kullandığına dikkat.

Young Folks 2011: Tristan, Menajerine Söyle Paraya Kıyıp Seni Bir Uzun Adam Kampına Yazdırsın


Texas, Fr.
6′ 9”, PF/C
Brampton, Ontario (1991)

Şu Texas’ın çaylaklarına bir bakalım deyip -yanılmıyorsam Kasım ayındaki Illinois maçıydı- kuruyemişimi, maden suyumu alıp başladım maçı izlemeye. İlk yarının ortalarına doğru Twitter’da ‘gördüğümü sen de görüyor musun’ dalgası başladı. Liseden gelirken tembel diye lanse edilen oyuncu bu maçta tazı gibi koşuyor, topa basıyor, rakibi ısırıyor, bir orada bir burada. Olacak şey değil sevgili Serhat! Tristan Thompson o maçı 20-7-4-5-3’le tamamladı ve radarıma kuvvetli bir giriş yaptı. Peki sene boyunca ne gördük, cevaplar aşağıda. (Hocam midtermde de aynı soruları sormuştunuz?)

1- Yüzü dönük top aldığında şut tehdidi yaratır mı?

1 metreden sonrası Tristan için uzak mesafe sayılıyor. Örneğin serbest atış yüzdesi %48 civarında. Bu demektir ki gelecekte de takır takır pick and pop falan oynaması hayal. Modern basketbolda böyle 4 numara olmaz Güntekin!

2- Elleri yumuşak mı? Dışarıda boş kalsam beni topla buluşturur mu?

Hücumda en çok ikili sıkıştırmalar karşısında zorlansa da boş adamı bulmaktan ziyade genelde zorlamayı tercih eden bir görüntü çizdi. (AST/POS: 0.10, AST/FGA: 0.14… İkisi de bir uzuna göre ortalama diyebileceğimiz rakamlar.) Öyle yüksek posta çekip oyun kurduramazsınız belki ama temel pasları yapar.

3- Alçak postta topla buluşsa nefeslerimizi tutar mıyız?

Alçak post hareketleri genelde bodoslama tabir ettiğimiz, içeri yüklenerek ya faul alma ya da rakibe fiziki üstünlük sağlayarak potaya sokma üzerine kurulu. Sola giderken topu iki kez yere vurup attığı ‘stop cemşat’ genelde potadan sert bir şekilde geri sekiyor. “Hah, işte bu NBA’de çok tehlikeli olur” diyebileceğim bir hareketi yok. Genelde takım arkadaşlarının ona pozisyon hazırlaması gerekiyor. Pick and rolllarda hızı ve gücü sayesinde fena değil. Onun dışında ya ‘lob pas’larla ya da alley-ooplarla pozisyon hazırlamanız lazım. Alçak postta top indireyim, arkama yaslanıp seyredeyim diyemezsiniz. Bu sene 1-2 go-to-move geliştirebilseydi iyiydi İsmet Abi.


4- Laga luga yapma da, bana savunmadan haber ver.

En cazip özelliği pota altını çok iyi savunabilmesi. Savunmasıyla NCAA turnuvasında Derrick Williams’a çok zor anlar yaşatmıştı ancak son saniyede Williams o mucizevi turnikeyle Texas’ı elemişti. Muhtemelen seneye drafta girecek olan Perry Jones’u da 2/6 isabetle 9 sayıda tutmuştu ve diğer sahada da 19 sayı-13 ribaundluk performansla maçı kazandıran oyuncu olmuştu. Tristan’ın şu an NBA seviyesinde diyebileceğim nadir özelliklerinden biri savunması. Bir diğeri de hemen alttaki soruyla bağlantılı: Atletizm.

5- Uçar mı kaçar mı?

En üst seviye atlet değil ama kesinlikle ortalamanın üzerinde bir atlet. Hücumunun önemli bir bölümü hücum ribaundlarından (maç başına 3.8 gibi hayvani bir ortalaması var), alley-ooplardan, hızlı hücumlardan ve ortadaki topları kovalamasından geliyor. Hızı ve atletizmi sayesinde faul çizgisine çok sık gidiyor. (FTA/POS: 0.60, FTA/FGA: 0.83… Korkunç rakamlardan bahsediyorsun.) Ama faul atışlarında pek başarılı olmadığını söylemiştik.

Video: Tristan Thompson in Sport Science (Tırıvırı program ama eğlenceli.)

6- Ölçümleri ne alemde?

Boyu bir 4 numara için bile biraz kısa, 6′ 9” biraz altında ölçüldü. Klasik bir 4-5 tweener vakasıyla karşı karşıyayız. 4 numara gibi gerektiğinde potadan uzaklaşamıyor ama pivot gibi de savunma ribaundu çekemiyor. Hele ki guardların bile kendi boyunda olduğu NBA’de işi daha da zor. Net bir pozisyonu olmaması güvenilir bir ilk beş oyuncusu olmasını zorlaştıracak.

7- Nisan Mayıs ayları gevşer gönül yayları…

Yürekli oyuncu benim mock draftımda otomatikman birkaç basamak atlar. Yazının girişinde de ilk dikkatimi çeken özelliğinin bu olduğundan bahsetmiştim. Demek ki daha bugünden NBA’de geçer akçe olacak 4 özelliği var: Üst düzey savunma, atletizm, hustle ve devamlı faul yaptırabilmesi. Bu kombinasyon benim gözümde Tristan’ı her draftta bulabileceğiniz standart 2-3 numaraların önüne koymaya yetiyor. Özellikle böylesine zayıf bir (bunu illa her yazıda belirtmemiz gerekiyor) draftta ben bu kumarı oynarım arkadaş!


8- Kristal Küre

Benim asıl ilgimi çeken soru şu: Tristan Thompson bu drafttaki Joakim Noah olabilir mi? ‘Baktığınız zaman’ Noah’nın Florida’daki ilk senesinde gösterdiği performans faciaydı. Hatta bazı scoutların “Bundan NBA oyuncusu falan olmaz” dediğini de hatırlıyorum. Ancak Noah, Kanadalı’nın aksine okula döndü, hücumunu geliştirdi, NCAA kupasını kazandı, ondan sonra NBA’e gitti. (Tabi Tristan’ın aksine boyu da 5 numaraya uygun.) Tristan da böyle bir yol izleyebilir miydi? Aslında bir sene daha kalsa kendisi için ideal bir ortam oluşabilirdi, çünkü Texas tüm ilk beşini kaybetti. Büyük ihtimalle 35 dakika civarı oynayıp hücumunu geliştirmeye odaklanabilirdi. Üstelik mecburi yeniden yapılanmaya gidildiği için, kazanma baskısı da o kadar fazla olmayacaktı. Çaylak sezonunda alacağı kısıtlı dakikalardan daha değerli olabilirdi. Ancak kendisinden yukarıda seçilmesi beklenen oyuncuların birer birer drafttan çekilmesi Tristan’a lotarya yolunu açmış oldu.

Demek ki 4 numarayı ve belli bölümlerde 5 numarayı yedekleyecek, benchten gelip savunma sertliği, enerji, hustle getirecek bir oyuncu var elimizde. Bir kere seçen takım Tristan’ın proje olduğunu bilerek seçecek. Henüz 20 yaşında ve NBA’deki rolü hücumdaki gelişimine bağlı. Kristal kürenin tozunu aldıktan sonra gördüğüm tablo şu: 2-3 sene adını pek fazla duymayız, o süre zarfında oyununa orta mesafe ‘cemşat’ eklerse benchten gelip tribünleri coşturan oyuncu olur. Yok eğer kazma gelir kazma giderse, sonu Pops Mensah-Bonsu’ya benzer. Dediğim gibi, fiziksel mücadele olarak Williams’a, Morris Kardeşler’e, Perry Jones’a bariz üstünlük kurmuş bir adamı her zaman bulabileceğiniz 2-3 numaralara tercih ederim.

Young Folks 2011: Homeless Man’s Kobe

Providence, Sr.
6′ 5″, SG
Stone Mountain, Georgia (1989)

Takımın isminden de anlaşılacağı üzere (Friars) Providence College, imam hatip lisesi tadında ufak bir Katolik koleji. Hayır, bu girişi ilerleyen satırlarda ‘unorthodox’ esprisini sağlam temellere oturtabilmek için yapmadım. Böyle ufak bir üniversitede oynamasına rağmen ismini ancak son yılındaki birkaç bireysel patlamayla duyurabilmiş bir oyuncu Marshon Brooks. Burada “rağmen” kelimesi yanlış seçim gibi duruyor, küçük okullarda, seni takip eden onlarca gözlemci/gazeteci yokken gündeme gelmenin zorluğunu düşünürsek. Fakat değinmek istediğim nokta, vasat oyuncuları olan bir takımda öne çıkmak için üç sene beklemesinin gerekmesi.

2011’in ilk aylarında ismi ikinci tura bile yazılmıyorken nereden ve nasıl çıktı peki bu çocuk? İlk sinyaller aralık ayı içinde art arda gelen 30+ performanslardı. İlk patlama ise G’Town deplasmanında geldi. Verizon Center’da ki önümüzdeki sezon o salonu çok sık ziyaret etme ihtimali var 17/28 şut isabetiyle 43-10 yaptı. Fakat skor 81-83 ve maç saatinde 2 saniye kalmış iken yaptığı top kaybı maça mal oldu, Frerler kaybetti. Aynı ay içinde Big East’te tepeye oynayan Notre Dame’e karşı tekrar patladı Marsh. 20/28 ile attığı 52 sayı Big East tarihinin en yükseği. Michael Wilbon’ın da dediği gibi: Pistolesque!

Mock draftlerdeki yükselişine daha sonra değiniriz, geçelim teknik özelliklere…

Draft Combine’da boyu 1.96 ölçülmüş. Daha da ilginç olanı ise en kibar tabirle hayvani boyuttaki wingspani (2.16). Boyu üç numaralarla, wingspani dört numaralarla kapışsa da oyunu şutör guard pozisyonu için ideal duruyor. Çok kuvvetli bir fiziği olmamasına rağmen, iki numarada görev aldığı sürece bu iki nokta büyük bir fiziksel avantaja dönüşecektir. Son yıllarda lige daha sık gelen, kısıtlı oyun kurucu yetenekleri dolayısıyla şutör guarda evrilmiş undersized combo guardların aksine pozisyonu için iyi bir fiziği var kısacası.

Pozisyonu için aranan en elzem özellik olan kendi şutunu yaratabilme, Brooks’un en kuvvetli silahı aynı zamanda. Notre Dame performansı da bu konudaki yeteneklerinin çeşitliliğini gösteren bir showcase. Bire birde bir iki ayak oyunuyla şut pozisyonunu yaratabiliyor, çok hızlı ilk adımı sayesinde adamını rahat geçebiliyor, yayın gerisinden riske edilmeyecek kadar atıyor… Potaya rahat gidebiliyor, ama yakın mesafede daha iyi bir bitirici olması şart. Yine de buradan çıkardığı faulleri iyi kullanıyor (%80 civarında).

Lise kariyeri boyunca ve kolejin ilk yıllarında point guard oynamasının getirdiği avantaj top hakimiyeti, penetre yeteneği ve ayak oyunlarındaki rahatlığı. Fakat o pozisyonda sık oynamasına rağmen saha görüşü ve oyun kurma yetenekleri oyununun en zayıf noktası. Zayıf hafif kalıyor açıkçası, kolej kariyeri boyunca hiçbir sezon yaptığı top kaybından fazla asist yapamamış bir adam. Top eline yapışsa da top elindeyken saniyeleri boşa harcayan bir eleman değil. Oyalanmadan çabuk oynuyor, ama pas verdikten sonra ribaunda koşsanız iyi edersiniz. Hızlı karar vermesinde Providence’ın ligin en hızlı oynayan takımlarından biri olmasının da payı çok tabii ki. NCAA-NBA geçişinde hücum süresi adaptasyonunda bir avantaj olabilir.

Yatay hızı ve sizeı gayet iyi olduğundan pozisyonundaki oyuncuları savunmak konusunda sıkıntı çekmiyor. Üst düzey bir savunmacı değil belki, ama savunmada defekt yaratacak bir oyuncu kesinlikle değil. Son yıldaki 1.5 top çalma ve 1.2 blok ortalamaları da hiç fena değil. Pozisyonuna göre çok iyi bir ribaundcu, son sezonda 7 ribaund ortalaması tutturdu. 2.16’lık wingspanin üzerine 90 santimetrelik dikey sıçramayı koyarsak (maksimum dikey sıçraması sınıfının en iyilerinden) daha mantıklı geliyor bu ribaund ortalaması.

Ocak ayında adı geçmezken sadece iki performansla ilk turun ortalarına kadar yükselmedi tabii ki Brooks. Draft öncesi ölçümlerde hemen hemen her kategoride kendi grubunun en iyilerindendi. Sahayı en iyi koşan, en çok zıplayan, en geniş kanat açıklığına sahip olan… Özel workoutlarda da çok iyi iş yaptı. Üst sıralardan gitmesi öngörülen birçok oyuncu draftten çekilirken sezon boyu pek göz önünde olmayan bir oyuncu için en kritik ayları çok iyi değerlendiriyor Marsh, hakkında da çok olumlu şeyler yazılıyor.

Kendisi hakkındaki en büyük endişe vasat bir kolej takımından NBA’e geçerken yaşayacağı sıkıntılar ve şu ana kadar oyununu baskı altında hemen hemen hiç izleyememiş olmamız. Takımın tek silahıyken yaptığı şut seçimlerini yargılamak çok doğru değil, ama sahada istediği gibi hareket edemediğinde nasıl reaksiyon göstereceği merak konusu. Hangi takıma giderse gitsin haddini bilip iyi yaptığı işleri öncelikli olarak yapmaya devam ederek katkı vermesi gerektiğinin, amaçsız takımlardaki rahatlığı bulamayacağının farkında olması gerek. NCAA’de oynaması gereken bir üst seviye basketbolla NBA’de karşılaşmış gibi olacak.

Marshon Brooks’un 25. sıradan aşağı düşmeyeceğini tahmin ediyorum ben, 13-14’e kadar tırmanırsa da şaşırmam. Pek mantıklı bir seçim değil, ama 18. sıradan Washington doğuyor içime… 11. sıradan Golden State Brooks’u seçerse de şaşırmayın yalnız. Nitekim Brooks’un menajeri Seth Cohen. 24 saatini sevgili Summer Roberts’la geçirmek varken kendisinin bu işlerle uğraşmasına anlam veremesem de, baba parası yemeyi bırakması güzel.

***

Adettendir, bunu beğenen bunu da beğendi: Oyununu izlerken ben Kobe Bryant’ı sıkça hatırladım. Kalite olarak değil elbette; ama post oyunu, şut mekaniği, ayak oyunları onu fazlasıyla andırıyor. Poor man’s Jamal Crawford, daha şutör bir Josh Howard, Nick Young’ın salak olmayanı…

Cem Pekdoğru’ya özendim, gerçi kendisi sistemi hunharca kullandıktan sonra bir süre bakıma almışlar, Nick Young-Marshon Brooks tablosu çıkardım. Neredeyse bire bir örtüştü; ama maalesef zeka seviyeleri yansımadı, olsun…

Young Folks 2011: Şanı Büyük Kemba Paşa, Plevne’den Çıkmam Diyor

Connecticut, Jr.
6′ 1″, PG
Bronx, New York (1990)

Henüz Kemba Walker lisedeyken ismini draft çevrelerinde duymaya başladık. Tepesini Brandon Jennings, Jrue Holiday, Tyreke Evans gibi guardların işgal ettiği 2008 lise klasmanında 16. sırada gösterilmişti. O zamanlardan aklımda kalan bazı yorumlar da one and done olabilir şeklindeydi ama UConn’daki ilk senesi beklentileri karşılamadı. A.J. Price’ın yedeğiydi ve benchten enerji ve skor katkısı getiren oyuncu kimliğindeydi. O sene içinde birkaç maçını hatırlıyorum. Elite 8‘te Missouri’ye 28 atması dışında çok bir özelliğini görmemiştim. İkinci senesinde Price’ın Indiana tarafından draft edilmesiyle Kemba ilk beşe yerleşip dağıtıcı görevini üstlendi. O takım fazla ileriye gidemeyince ben de yavaş yavaş umudumu yitirmeye ve yirmili sıralardan seçilecek alelade bir guard olacağını düşünmeye başlamıştım. Ta ki geçen sene bize yaşattığı efsane sezona şahit olana kadar…

1- Şut tehdidi yaratır mı?

Şu an için uzak mesafe şutu kabul edilebilir seviyede ancak gerçekten bir yıldız olacaksa kendini geliştirmeye buradan başlamalı. Koleje ilk geldiğinde ‘şutu hiç yok’ diye lanse edilen bir oyuncuyken ikinci sezonunda maç başına 3.3 denemeyle %34 üçlük attı. Son sezonunda iyice artan sorumluluğuyla beraber maç başına 5.5 üçlük deneyerek %33 isabet buldu. Bu yüzdelerin oluştuğu ortamı da göz ardı etmemek gerek; özellikle başa baş giden maçlarda genelde 2-3 savunmacıyla boğuştuğunu hatırlatalım. Şut formu da bana gayet güzel görünüyor, mekaniğinde herhangi bir problem yok. Dahası top elinde değilken screenleri okuyabilmesi ve etrafında neler olup bittiğini süzmesi de pastanın kreması. (Üzerindeki o krema da çok ağır olur halbuki, hiç sevmem.)

2- Topa bir Can Bartu edasıyla hükmedebilir mi, kaleye yani potaya penetre eder mi?

Top eline yakışıyor derler ya işte aynen öyle. Çabukluğu, slalom yapar gibi köşeleri dönmesi, aniden yön değiştirebilmesi, boşlukları savunmacısından önce görmesi bir üst seviye için çok önemli özellikler. Hayır, Ömer Üründül esprisini burada kullanmayacağım, daha önümüzde çok profil var.

3- Peki ya saha görüşü, pasları? Sen önce buna cevap ver.

Tek kelime: Keyif. Hep kendi oynuyor, pas vermiyor diyenlere tavsiyem kritik maçlardaki asist rakamlarına bakmaları. Kentucky ve Arizona maçlarında 7’şer asist. (Finalde 0 asist ve 5/19 FG’e rağmen kazandılar ama o finalden zaten kimse bir şey anlamadı.) Bencilliğini takımda kendisinden başka iyi denilebilecek hücumcu olmamasına -Lamb var ama o da bir ara çaylak duvarına öyle bir tosladı ki, uzun süre toparlayamadı- bağlanabilir. İkinci senesinde dağıtıcı rolünü üstlendiğinden bahsetmiştik, ama üçüncü senesinde hocası ona bambaşka bir görev verdi, o da bu işten alnının akıyla çıktı. Rererö olmasın.

İlk üç sorunun cevabını alt alta topladığımızda benim hastası olduğum bir durum çıkıyor ortaya: Triple-threat. Yani basketboldaki en temel konsept, üçlü tehdit. Benim hatırladığım Stephen Curry’den bu yana bir prospect hakkında bu kadar rahat kullanamıyorduk bu tabiri.


4- Laga luga yapma da, bana savunmadan haber ver.

Oyunun genelinde, özel bir savunma görevi olmadığında kerhen savunma yaptığı bir gerçek. Ancak hücumda her şeyi yaptığını göz önüne alınca daha fazlasını beklemek haksızlık olur. Boy olarak da NBA’deki kendisinden daha uzun ve kalıplı 1 numaraları savunurken zorlanacaktır. Çabukluğu sayesinde savunmada topa baskı yapmak için kullanılabilir ama genel itibarıyla sahadaki diğer dört oyuncunun Kemba’nın açıklarını kapatması gerekecek. Görünen tablo o.

5- Uçar mı kaçar mı?

Elit bir atlet diyemem. Atletizmi asla bir Alex… Aman işte Alex demişim, Derrick Rose veya John Wall sınıfında değil ama iyi bir atlet.

6- Ölçümleri ne alemde?

Boyu 6′ 1″ ölçüldü ki pozisyonu itibarıyla NBA’de 1-2 inch kısa kalıyor. Kolejde bile çember etrafında müthiş bir bitirici değilken NBA için mutlaka yeni yollar geliştirmesi gerekecek. Ancak en büyük özelliği yaratıcılık olan ve kendini geliştirebildiğini kolejdeki yıllarında ispatlayan bir oyuncu için dünyanın sonu olmaz. Kaldı ki, kalıp olarak bir T.J. Ford değil.


7- Nisan Mayıs ayları gevşer gönül yayları…

Baskı, stres arttıkça boyut değiştiren bir oyuncudan bahsediyoruz. Hırsı, liderliği, rekabet duygusu, şampiyonluk apoleti, oyunu sevmesi, yüreği ve doğal yetenekleri bir araya gelince ortaya sıra dışı bir oyuncu çıkıyor. Bunlar boyunun 1-2 santim kısa olmasıyla veya şut yüzdesinin istenenden %1-2 düşük olmasıyla çöpe atılacak özellikler değil. İyi bir koçun Jose Barea’yla, hem de play-offlarda neler yapabildiği ortada. Şahsi görüşüm 3. sıradan Utah’ı geçmemesi gerektiği yönünde. Kadronuzda Dwyane Wade, Kobe Bryant ayarında dinamik skoreriniz yoksa -ki birçok takımın yok haliyle- işe 1-5 numaralardan başlayacaksınız.

8- Kristal Küre

Scoutların ‘it factor’ diye tanımladıkları o tılsım Kemba’da var. Dallas’ın şampiyonluk maçı esnasında yaptığımız sohbette Kemba > Irving demiş bulundum ama bir sorun, neden öyle dedim? Argüman özetle şu şekilde: Turnuva öncesi sağlıklı bir Kyrie Irving’i alıp Kemba’nın yerine koysak UConn yine şampiyon olur muydu? Ben olamazdı diyorum. Başka herhangi bir oyuncuyu koysak olur muydu? Yine olmazdı. İşte o ‘it factor’ şampiyonluğu getirdi. Ha diyeceksiniz Irving daha 19 yaşında, 2 sene sonra Kemba’dan fersah fersah iyi olabilir. Mantıklı ama yürek işin içine girince yine Kemba’nın ağır basacağını düşünüyorum. Tabloyu hatırlayın: Kentucky ile Final Four maçına çıkılacak… Herkes Kentucky’yi favori görüyor, haksız da değiller; genel kanıya göre dört pozisyonda Kentucky üstün, point guardlar da hemen hemen eşit. (UConn da tecrübe ve bench olarak daha üstündü onu da söylemek lazım.) Buna rağmen UConn maçı alıyor ve sene başında kimsenin fazla bir şey beklemediği takım şampiyon oluyor. Sezon içinde ve özellikle NCAA turnuvasında hiç kimseden Kemba’nınkine benzer bir yük taşıması beklenmedi, zaten yerine kimi koysanız o boşluğu dolduramazdı ve bu isimlere Irving de dahil.

Video: Jim Calhoun on Kemba Walker

Tabi bir oyuncunun NBA potansiyeliyle NCAA performansı her zaman örtüşmeyebilir, bunu da aklımda tutarak kristal küreme bakıyorum ve kafaya oynayan takımda ilk beş oyuncusu, play-off takımında birinci veya -daha büyük olasılıkla- ikinci opsiyon olan bir oyuncu görüyorum.


Son sözüm de başlıkla ilgili… Walker şartlar ne olursa olsun kaybetmeyi kabul etmeyen bir oyuncu. Louisville maçında Preston Knowles’un UConn’u darmadağın etmesi ve Kemba’nın molada koç Jim Calhoun’a “Ben tutayım hoca, valla attırmam” demesi. Arkasından Knowles’a yapışarak airball attırması ve galibiyet basketinin pasını vermesi. Elite 8‘te Arizona maçının sonunda olanlar… Calhoun gibi tecrübeli bir hocanın gerektiğinde Kemba’nın tavsiyeleri doğrultusunda fikir değiştirmesi.

Muhtemelen gaza geldiğimden biraz abartıyorumdur ama siz yine de Kemba’nın NBA’de yıldız olma ihtimalini göz ardı etmeyin.

Young Folks 2011: Tyler HONEYCUTT

UCLA, So.
6′ 8”, SF
Sylamr, California (1990)

Serinin ikinci yazısına da bir California çocuğunu konuk ediyoruz. Bugün aldığım habere göre UCLA mezunu olmadığım için onları desteklemem caiz değilmiş, bu sayede ne mutlu ki tarafsız olacağımı size temin edebiliyorum.

Tyler Honeycutt yetiştiği bölgenin lisesindeyken dikkatleri üzerine çekip, UCLA-USC arasında -sanki bir yenisine ihtiyaç duyuluyormuş gibi- ufak çaplı bir savaşa yol açmıştı. Karşılarında çok sık görülmeyen bir atletizm vardı. Lateral hız, kanat genişliği ve bire bir savunma için gözlemcilerin çok önemsediği ikinci sıçrama noktalarında gelişkin bir profil çiziyordu. Tüm bunlar kusursuz bir savunma harcına işaret ediyordu. Hücumdaysa daha ziyade bir proje görünümündeydi, ancak bu çocuk hakkında en çok vurgulanan özellik oyunu biliyor olduğuydu. Ve ancak elit bir saha görüşüne sahip oyuncuların yapabileceği asistlerle de bazı gözlemcileri kendine hayran bırakmıştı. Bazıları bu adamda bir point-forward kumaşı görüyordu hatta. Dan Gilbert’ın mahdumuna soracak olsak, bir ‘what’s not to like’ durumu mevzubahisti yani.

Tüm bunları okumak o yaz en önemli iki oyuncusu Jrue Holiday ve Darren Collison’ı NBA’e yollayan takımı takip edenler için ümit vericiydi. Fakat bir stres kırığıyla hayli darbe alan sezonunda Honeycutt, takımda eksik olan yetenek portföyünü yukarı çeken fakat bunu potansiyel düzeyinden öteye pek de taşıyamayan bir oyuncu oldu. Takımın eline baktığı skorerin Michael Roll olduğu bir sezonda belki biraz daha bencil olması gerekiyordu. Fakat bunu yapamamasının ardında karakterinden ziyade, oyununun bazı bölgelerindeki büyük gedikler olduğunu maçları izlediğinizde görebiliyordunuz. Her şeyden önce lisedeyken atletizmi sebebiyle çoğu zaman göz ardı edilmiş top hakimiyeti sorunları, onun üzerinden isolation oynamayı namümkün kılıyordu. Lise seviyesindeki düşük rekabet ortamında ve genelde tam sahaya dönen basketbol yapısında skorunu kolay yoldan bulmakta hiç zorlanmayan Honeycutt, Ben Howland’ın kanat oyuncuları için pek cömert olmayan durağan hücumunun içinde bir işlev gösteremiyordu. Takımdaki en büyük yetenek olarak gösterilirken, en çok şut kullanan ancak altıncı oyuncusu olabiliyordu. Fakat savunma alanına konsantre oldukça, 28 dakikaya sığdırılan 1.5 top çalma ve 1.2 blok gibi katkılarla Howland takımlarının alametifarikası olan savunma aromasını yaratan 1 numaralı oyuncu konumunu alıyordu. İyi savunma yapan her cılız Amerikalı’nın bir gün tadacağı Tayshaun Prince benzetmeleriyle bir rüzgar almıştı, saç stili de ona benziyordu. Fakat gelişimi adına doğru kararla okulda kalmayı tercih etti.


İkinci senesinde bu sefer önce tedavisi en zor olan ve uzun bir rehabilitasyon süreci gerektiren sakatlıkla, omuz sakatlığıyla karşılaştı. Fakat bu ciddi sakatlık nedeniyle sadece 1 maç oturdu. Zamanının kısıtlı olduğunu düşünüyordu ve acı yüzde yüzünü vermesine engel olsa da oynamayı seçti. Elbette bunun sahaya yansıması gecikmedi. İlk 11 maçta 45.9% ile şut, 38.5% ile üçlük kullanarak takdir toplarken, sakatlıktan geri döndükten sonra her iki alanda da belirgin düşüşler yaşadı. Omuz sakatlığı öncesi 14.9 olan sayı ortalaması, ciddi bir de bilek sakatlığı geçirdiği sezonun geri kalanında 11.8’e çekilecekti ve buna bağlı olarak sezonu rookie yılına nispetle 9 birimlik bir kayıp göstererek 40.6% şut yüzdesiyle kapatacaktı. Fakat efektif şut yüzdeleri araştırıldığında, durumun göründüğü kadar kötü olmadığı ortaya çıkıyor. Sorumluluk almaktan kaçındığı ilk sezonunda sayılarını genelde hızlı hücum sonunda ya da ilk günden beri gösterdiği topsuz oyun becerileriyle yakaladığı yakın atışlarla bulurken, bu sene daha fazla jump-shot temelli bir hücum spektrumu çizdi. Faul çizgisinden 60% olan berbat isabet oranını da kabul edilebilir bir düzeye çekmesiyle gerçek şut yüzdesi* yalnızca 3 birimlik bir düşüş gösteriyordu. Aynı zamanda ilk sezonunda toplam 29 üç sayı denemişken, ikinci sezonunda kullandığı maç başına 4.5 üçlükle bunu bir tehdit haline getirmesi de iddiasına yardım ediyordu.

* True Shooting Percentage = (Total points x 50) / [(FGA + (FTA x 0.44)]


İkinci sezonunun sonunda erken profesyonellik kararı alırken, liseli kamplarında gösterdiği o parlak özellikleri hala beraberinde taşıyor Honeycutt. Fakat bir liselide tahammül edebileceğiniz gedikleri de büyük oranda baki ve kolej seviyesinde bile çoğu zaman rahatsız edici olabiliyor. Öncelikle o çok övülen atletizmini sahanın sadece bir yakasında kullanabilmesi, hücumunun ise hem sertlik hem de top hakimiyeti konularındaki zaaflarından içeriyi hiç zorlayamaması nedeniyle pek güvenilir olmayan jumperlardan ibaret olması büyük eksiklik. Fakat neyse ki hiçbir NBA takımı da hücumlarını Honeycutt üzerine kurmak için haber beklemiyor. NBA’de bir catch-and-shoot oyuncusu olarak -mükemmel verim sağlamasa da- iş görebileceği açık. Fakat gözüken o ki, ilk tur sonlarında bir takımdan şans alabilecek ve eğer ligin yukarıları hedefleyen nispeten hazır kadrolarından birine dahil olursa orada ihtiyaç duyduğu sabrı bulamayabilir.

Vücuduna biraz daha kütle kazandırması gerektiğinin altı çok sık çiziliyor ama çok ekstra bir efor sarfetmeden, her NBA oyuncusunun uyguladığı rutinlerle bile yeterli fiziğe ulaşacaktır. Bense aksine savunma adına şu an için en büyük noksanının çalışma salonlarının pek fayda etmeyeceği bir alanda olduğunu düşünüyorum. Birçok kaliteli kolej oyuncusunu, iyi NBA oyuncusu olmaktan alıkoyan ‘konsantre olduğunda iyi savunmacı’ etiketi Honeycutt için de büyük ölçüde geçerli. Maçın bazı anlarında tamamen uyuyabiliyor ve tüm o sahip olduğu savunma yetenekleri atıl kalıyor. İlk sezonunda takım uzun yıllardan sonra NCAA turnuvasına bilet alamama tehlikesi yaşarken bir başka çaylak oyuncu Reeves Nelson’ın tam tersi yönde gitmesi ve kritik maçlarla birlikte sinmeye başlaması da bu karaktere uyuyor. Fakat güçlü bitirişler yapamamasında her iki sezonu da sakatlıklarla geçirmesi ve bunlara rağmen sahada kalmak için ekstra enerji ortaya koyması da önemli faktörler. Üst düzey basketbol kariyerinin başındaki bir genç için sezonun ilerisini tam olarak öngörememesi ve bunun sonucunda bir noktada şalteri kapatmak durumunda kalması çok alışılmadık değil, haksızlık etmeyelim.


Honeycutt konusunda aslında çoğu otoritenin konsesüse vardığı bir nokta gelişkin saha görüşü. Fakat bazıları da geçen sezon 1’in de altına düşmüş feci asist-top kaybı oranını öne sürerek bunu geçersiz kılmaya çalışıyor. Bana kalırsa bu kötü oran geçen seneye kadar dile getirilen point-forward kumaşı muhabbetlerini bitirmeli, fakat saha görüşü konusunda çok fazla şey söylediğine inanmıyorum. Zira UCLA maçlarını izleyenler, bunların çoğunun içeriye penetreler sonrası trafik içinde kaybedilen toplar olduğunu görecektir. Konferansın en fazla blok yapan oyuncusu olması bir yardım savunması ustasıyla karşı karşıya olduğumuzu göstermediği gibi, maç başına 3 top kaybı yapması da üstün saha görüşünü yalanlamak zorunda değil. Sadece Houston’a transferi sonrası sorumlulukları artan ve kontratının hakkını vermek adına hiçbir zaman iyi yapamadığı ve yapamayacağı şeyleri yapmayı deneyen Trevor Ariza’yı gözünüzün önüne getirin. Honeycutt da benzer şekilde hücuma daha fazla dahil olmaya çalışırken, bu geçiş sürecinde şut yüzdesinde düşüşler yaşadı ve top kayıplarıyla birçok hücumu mahvetti. NBA’de bunu yapmak zorunda olmayacak. Ayrıca Lazeric Jones sonrası herhangi bir NBA oyun kurucusu ona Ariza’nın Brooks-Paul geçişi sonrası yaşadığı ferahlamayı yaşatacaktır. Fakat adaptasyonu sağlayamazsa da spot ışıklarını bu kadar yoğun hissettiği bir dönemden sonra, Josh Childress ayarında silik bir kariyerle yetinmek zorunda kalabilir. Takımınızda olursa “İyi işler yapıyor, aferin çocuğa” diyeceğiniz, ama olmazsa da eksikliğini şiddetle hissetmeyeceğiniz bir rotasyon parçası. Bu tanım bile bu sınıfta sizi ilk tura yerleştirmeye yetecektir aslında.

Kimseyi tanımadım ben senden daha güzel: Corey Brewer, Josh Childress, Trevor Ariza
Tepegöz: 15-20

Not: Grafikte Tyler Honeycutt’ın UCLA’deki sophomore sezonuyla, Corey Brewer’ın Florida’daki sophomore sezonu kıyaslanmıştır. (Brewer üçüncü sezonundan sonra erken profesyonel olma kararı aldı. Nereye varmak istediğim anlaşılmıştır sanırım.)

All Apologies


UCLA: Takvim Mart 7 oldu, hala Pac-10 konuşmadık. Konferans içi fikstür de noktalandı ve karşımızda en azından geçen seneki felaket görüntüyü unutturacak düzeyde bir basketbolun oynandığı konferansta ikinci sırayı almış bir UCLA var. Yandaş medyada dahi en iyimser olanın Washington, Arizona ve Washington State’in arkasına koyduğu takım, özellikle çaylak pivot Josh Smith’in faul problemine kendisini kenardan getirerek pratik bir çözüm bulduktan sonra arkasına bakmadı ve konferanstan 13-5 ile çıktı. Benim ve birçoklarının konferansı götürmesini beklediğimiz Washington’ın 2 maç önünde…

Maçlara başlamayan ama bitiren Jones-Lee-Honeycutt-Nelson-Smith beşi ülkedeki en dengeli beşlerden, ancak bu temel rotasyon dışında katkı beklenebilecek yegane oyuncu Jerime Anderson gibi gözükmekte. Şutör uzun Brendan Lane de savunmada yarattığı darboğaz nedeniyle, Ben Howland’ın sabırlarını zorladığı birkaç maçın ardından artık 5 dakikanın üzerini pek göremiyor. Maça başlayıp 10 dakika boyunca rakip uzunları ısıtmaktan öte bir misyonu olmayan Anthony Stover’ı da elersek, altı kişilik rotasyon kolej basketbolunda görülen bir durum olsa da turnuva döneminde mutlaka sıkıntıları beraberinde getirecektir. Özellikle de bu altılıda Reeves Nelson dışındakilerin hiçbirinden garanti bir katkı bekleyemezken. (Kenarda Detlef Schrempf’in oğlu Alex Schrempf ve John Wooden’ın büyük torunu Tyler Trapani var, fakat havlu sallama görevi için bile yeteri kadar kalifiye olmadıkları söyleniyor. Genetiğe inancım sarsıldı.)


Şu an itibarıyla baş gösteren en büyük sorun, özellikle son dönemde birçok yazar tarafından dillendirilen top kaybı problemi. Geçen seneki kadro üzerine açık olarak bir yükseltgeme olduğunu burada da yazmıştık, fakat kabul etmeliyiz ki Laz Jones bu seviye için ancak idare edebilecek konumda bir yetenek. Bazen çok kritik anlarda, o anlara ait olmayan top kayıplarıyla asap bozabiliyor. Kanatlarda da Malcolm Lee gibi tercihleriyle her zaman baş ağrısı olmuş bir skorer ve Tyler Honeycutt gibi hala handling sorunları yaşayan ve şutu kolaylıkla riske edilebilen bir ‘hala öğrenci’ varken top kayıpları kaçınılmaz. Bazen de çirkin görüntüler oluşuyor. (Bir kere oyuncularda çok fazla dövme var. Oyuncuların toplam oyun aklıyla, vücutlarında dövmelerin kapladığı yer arasında fena bir korelasyon bulunmadığına inanıyorum.) Ancak Lee ve Honeycutt’ın yataktan iyi kalktıkları bir günde, Nelson-Smith ile konferansın belki de en iyi pota altı kombinasyonunu sağlayan bu takımın ne kadar tehlikeli olduğunu söylemeye gerek yok. En son olarak Washington State maçını izledik ve takım için bu maç sıralamaya dair bir anlam taşımamasına rağmen, Laz-Malcolm-Tyler üçlüsünün toplamda 7/30 ile şut atarak basketbolu olduğundan daha zor bir oyun gibi gösterdiği bir günde salt içeriyi zorladığı birkaç pozisyonla momentumu lehine çevirebildi.

Klay Thompson: Elimin değdiği adamdan hayır gelmiyor. Young Folks serisine başlamak için seçtiğim -bugüne kadar hali vakti yerinde biri izlenimi vermiş- çocuk, arabasının arka koltuğunda marihuana (dile fajita girmemiş, bu böyle girmiş) ile yakalandı.

Karakoldaki çocuğuyla konuşmalarının bir özetini geçmiş eski 1. sıra seçimlerinden Mychal Thompson. Bildiğiniz gibi normalde babalar çocuklarının menajerleri gibi davranırlar ve bu paralelde “Bir hata yaptı ve şu anda çok pişman, kesinlikle bulunanlar ona ait değildi” gibi söylemleri okumayı bekliyordum doğrusu. Fakat şu anda Spero Dedes’in yanında Los Angeles radyosu için Lakers maçlarını yorumlayan Baba Thompson, çocuğuyla ilgili konuları konuşurken her zaman takındığı tavırla yine şeffaf açıklamalarda bulunmuş. Daha önce de Klay’e nereden ne zaman seçileceğini dert etmemesi gerektiğini ve bu yolculuktan zevk alarak kendisine bahşedilen yeteneklerin tadını çıkarmasını öğütlerken görmüştük onu. Onun bıraktığı dönemlerdekinden çok farklı bir basketbol dünyasına doğmuş Klay’i anlamakta güçlük çekse de empati kurmaya çalışan, zaman zaman kuşak çatışmasından kaçamayan tipik bir ‘Amerikan babası’ portresi sunuyordu her zaman Mychal. Bu bağlamda aktardıklarının samimiyetine inanmak istiyorum.


Klay’in babasına söylediği kadarıyla trafik çevirmesine yakalandığı gecenin öncesinde, arka koltukta ağır bir alem dönmüş fakat kendisi içenler arasında değilmiş. Babasının “Daha önce içtin mi” sorusunu ise, birkaç kez denediği itirafıyla karşılamış. Thompson’ın babasından maddi olarak büyük bir servet miras aldığını söylemek mümkün değil ve çevresinde bu projeden elde edeceği rantın yolunu gözleyen onlarca kişi olduğunu tahmin edebiliyorum. Fakat bu baba-oğul ilişkisi, bana hep saflığını yitirmemiş bir birliktelik gibi geliyor. Çocuğun da piyasasının düşmesini pek istemem. İkiyüzlülük uğruna kolay yolu seçenleri çok gördük, Klay ise yaptığını yüz kızartıcı bir suç olarak görmediğini açık ederken aynı zamanda normal sezonun son maçı öncesinde mikrofonu eline alıp tüm kampüsten özür diledi. Bence takımın lideriyken ve tüm okulun turnuva ümitlerinin merkezindeyken, olabilecek en yanlış zamanda yani konferans turnuvası ve March Madness kapıdayken yaptığının zamansız bir çılgınlık ve biraz da karnesine eklenecek bir sorumsuzluk örneği olduğunu kabul etmesi klas davranıştı. Hala öğrenmeye devam eden bu çocuklar için infaz gerektirecek bir suç olmadığı kesin. Aynı zamanda olay patlak verdikten sonraki süreci yönetmesi de bende sempati uyandırdı. Fakat draft zamanı geldiğinde, bu etiketten kurtulması şu anda mümkün gözükmüyor. Mümkün değil…

Young Folks 2011: Klay THOMPSON

Washington State, Jr.
6′ 6”, SG/SF
Ladera Ranch, California (1990)

Bu yeni ve uzun ömürlü olmasını dilediğim serinin ilk yazısına da yine “Devam et, sonra başlarsın” düsturuyla giriş yaptım. Bu sebepledir ki ilk ele aldığım oyuncunun, benim için çok özel olduğunu düşünme gibi bir hataya düşmeyin… (Zaten beni bilenler savunmaya böylesine takılmayan bir adamın favori oyuncum olamayacağını bilirler, Chad Ford bazı gözlemcilerin Stephen Curry kıyası yaptığından bile bahsetmiş. Aman!) Klay Thompson’ı tercih etmem takımının kötü bir döneme giriş yapması ve sezon öncesi konferansının en iyi üçüncü takımı olarak gösterilirken konferans içi fikstürde şu an itibarıyla 7-8 gibi hayal kırıklığı bir dereceyle devam ediyor olmaları. Son olarak ise konferansın en zayıf takımlarından Arizona State’e bu sezon evlerindeki ilk galibiyetlerini hediye ederlerken, çok kötü bir görüntü çizdiler. Yani eski bir top pick (Mychal Thompson, 1978) çocuğu olan bu delikanlıyı izlemek için çok az fırsatımız kaldı. Normal şartlarda… Washington State’in NCAA turnuvasına tek olası bileti, konferans turnuvasını kazanmaktan geçiyor ki Washington ve Arizona aynı anda sürpriz yaşasalar bile şu görüntüyle kafayı uzatan takım olmaları pek mümkün gözükmüyor. Bir diğer istisnai durumsa lokavt ihtimaliyle birlikte ortaya çıkabilir ve Thompson son senesi için kampüse dönebilir. Belki…

Birkaç sezondur tarihine yakışmayacak bir basketbola sahne olan, özellikle de geçen sene dip noktasını gören Pac-10 konferansındaki dark horse adaylarından biri olarak gözüküyordu bu senenin Cougars takımı belirttiğim üzere. Ülkenin elit altı konferansı arasında yer almasından mütevellit, geçen sezonki o çöp takımlarından bile iki tanesi komite tarafından büyük dansa kabul edilen konferansta bu sene kalite daha yukarı çıkmışken sezon başında evlerini Washington State’e basan eski mezunlar muhtemelen çok güvende hissediyorlardı. Bugünse yukarıda da bahsettiğim olumsuz tablo, Thompson’ın liderliğindeki bu averaj üstü yetenek grubunu mart ayında televizyon koltuklarına sürükleyebilir. Bu da ilk olarak Thompson’ın pazar değerine sekte vuracaktır elbette. Genel menajerlerin özellikle kolejde iki seneden fazla kalan oyunculardan yana bir başarı beklentisi içerisine girmesinde yadırganacak bir durum yok… 21 yaşına girmiş bir adamın, yine aynı tecrübedeki DeAngelo Casto gibi bir pota altı silahını da bulmuşken görece zayıf bir konferanstan turnuva biletiyle çıkamaması hoş değil. Peki bugünün artan bilgi kirliliğiyle birlikte gittikçe daha kolay mütereddit duruma düşebilen basketbol adamları, son üç yılda etrafına başarı tomurcuklarını saçamamış liderlere ne kadar ilgi göstermiş? Üçüncü veya dördüncü sınıfa kadar kolej takımıyla kalmayı seçmiş oyunculardan, takımıyla March Madness’a kapağı atamayıp yine de birinci turdan gidenlerin listesi ne yazık ki çok aşağılara kadar uzanmıyor: (Tüm junior ve seniorlar içinde oran yalnızca 4/36.)

  • Craig BRACKINS (Iowa State, 2010)
  • Dominique JONES (South Florida, 2010)
  • Jason THOMPSON (Rider, 2008)
  • George HILL (IUPUI, 2008)*

* Onun IUPUI gibi çok düşük ölçekte bir okulu seçmesinin hikayesi de zaten birçoklarınca biliniyor. Sıkı bir ilişki içinde olduğu büyük büyük babasını hastalığı ağırlaşırken yalnız bırakmak istemeyen Hill, bu yüzden Temple ve Indiana gibi daha iyi programlardan aldığı teklifleri geri çeviriyor. Dede ölüyor ama tıpkı ondan öğrendiği gibi verdiği söze sadık kalarak erdem gösteriyor ve IUPUI ile -bir yılı sakatlık nedeniyle kenarda olmak üzere- dört yıl geçiriyor ve son şansında da takımını ancak finale kadar taşıyabiliyor.

Bu kötü karnenin Thompson’ın birçok mock draftin ikinci turuna kaymasıyla noktalanacağını öngörmek çok zor değil. Bir Big Ten efsanesi olarak ilk sıradan adım attığı NBA’de hiçbir zaman beklentileri karşılayamayan, ancak Kareem Abdul-Jabbar’ın yedeği olduğu 1987 ve 1988 takımlarına önemli savunma katkıları vererek şampiyonluklarda pay sahibi olan Baba Thompson da Klay’e şimdilik kolej tecrübesinin tadını çıkarmasını, burada bırakabildiği izi bırakmasını öğütlüyor. Kendisi şu anda yerel radyo için Los Angeles Lakers maçlarını yorumluyor ve NBA kitaplarında ancak kötü bir ilk sıra seçimi olarak yer bulurken, Minnesota’da hala krallar gibi karşılanması da bu öğütlerinin başlıca motivasyonu olsa gerek. Yine de böyle ağır bir sporcu aileden gelmek, özgeçmişte altı çizilecek detaylardan biri olacaktır mutlaka. (Klay’in büyük kardeşi halen Pepperdine’da basketbol oynarken, küçük kardeşiyse UCLA tarafından burs önerilmesine rağmen erken draft kararı alan ama henüz MLB’de sağlam bir yer edinememiş bir beyzbol oyuncusu.)


Biraz da oyuncu özelliklerine geçelim. Bu noktada iyi bir comparison vermek, çoğu zaman onlarca cümleden daha değerli olabilir. Bu alanda her zaman çok başarılı olduğum söylenemez, ancak en ilkel Google aramalarım gösterdi ki Kevin Martin benzetmesini yapan tek insan değilmişim. Onun sahip olduğu katil içgüdülerine sahip değil, o denli yetenekli bir skorer değil ve ayakları çok yavaş. Bu son söylediğimin NBA’e entegrasyon sürecinde birçok oyuncunun canını sıktığını, hatta bir dolusunu da yeteneklerini eski kıtaya taşımaya zorladığını biliyoruz. Bu sıkıntıyı büyük ölçüde yaşayan isimlere yakın geçmişten, 2010 sınıfından bir örnek verecek olursak ilk akla gelen isimlerden biri Greivis Vasquez. Vasquez’in lateral hızının özellikle pozisyonundaki hareketli kısaları savunmasını namümkün kılacağını ve orta vadede başarısız bir deneme olarak kalacağını düşünüyordum. Yeteneğiyle NBA’in en sığ benchinde şans bulmaması mümkün değildi. Ancak günün sonunda Memphis, onun pozisyonunda kendisini Jason Williams’a sarılacak kadar çaresiz hissetti. Vasquez’e göre pozisyon itibarıyla daha şanslı gibi Thompson. Konferansının en skorer oyuncusu olması kesinlikle sürpriz değil, ilk iki senesinin ardından bu günlerin geleceğini göremediyseniz bir değerleme sıkıntısı yaşıyorsunuzdur. Ancak oyununa kattığı çeşitliliğin en büyük izdüşümü asist departmanında görülüyor. Konferansının asist krallığında üçüncü sırada ve oyununun üç sene içindeki evrimi eski bir Pac-10 oyuncusu olan Brandon Roy’u anımsatıyor. Ancak Thompson’ı salt bu veriler üzerinden Roy’a benzetmek, son tahlilde kolaycılıktan öteye gitmeyecektir. Zira okulda üç veya dört sene kalan, fiziksel olgunluğa erişmenin yanında oyun gelişiminde de belli bir yol kat etmiş oyuncuların böyle bir dönüşümü yapması çok büyük bir yetenek göstergesi olmak zorunda değil. Bu rolü NBA’e taşıyabilmek de tamamen farklı bir kalite düzeyi getiriyor. Örneğin Landry Fields başarılı bir çaylak sezonu geçirmesine rağmen, Madison Square Garden sakinlerine gösterdiği oyun Stanford kampüsündekilere gösterdiklerine tamamen aykırı bir çizgi izliyor. NBA’de yarattığı değeri ise belli konularda özelleşme göstererek yaptığını görüyoruz. Fields örneğinde bu spesifikasyon alanları rebound yeteneği ve doğru karar mekanizmasını her zaman işletebildiğine dair verdiği güven olurken, Thompson’ın oyununda gerçekten böyle alanlar var mı? Şut stili fazla defekt barındırmıyor ve NBA’de de doğru takımda pekala 8-10 sayılık katkı verebilir. Fakat bunları Morris Almond için de söyleyemez miydik? Asist, top çalma ve blok hanelerine verdiği katkı ise (şu anda 4 asist, 1.8 top çalma ve 1 blok civarında) NBA’e taşınabileceğinden emin olmadığımız temel yetiler… Özellikle artan asist rakamlarını ön plana çıkarırken ortalama 4 top kaybına neden olan savrukluktan bahsetmemek, üretim kapasitesi kuşa dönmüşken ve cari açık boyut tanımazken “Bakın enflasyonu nasıl da düşürdük” demekten çok farklı değil.


Thompson’ın oyununda bu sene gözlemlediğimiz bir diğer yetersizlikse, özel savunma tedbirlerine karşı doğru cevabı verebilmekten uzak oluşu. İyi bir şutör olarak ün yapmış olsa da, tam anlamıyla bir streak shooter görünümünde ve sezon içinde şutu çok fazla dalgalanma gösteriyor. Geçen sezona çok iyi başlayıp, mock draftlerde tırmandıktan sonra baharla birlikte yere çakılması da temelde kötüye giden dış şut yüzdesiyle alakalıydı. Bu sene de iyi başladığı dış şutlarda, son iki haftada ancak 7/22 gibi bir isabet tutturabildi ve konferansının açık ara en iyi dış şutörü kabul edilirken bugün yüzdesiyle ancak sekizinci sırada kendisine yer bulabiliyor. Cougars’ın son altı maçta aldığı dört mağlubiyetin arkasında da, Mike Montgomery ve Johnny Dawkins gibi ‘kurt hoca’ statüsündeki koçların Thompson’ın şutunu biraz olsun riske ettikleri alan savunmaları uygulamaları ve Thompson’ın bunu yeteri kadar cezalandıramaması yatıyor.

İlk iki senesinde de çok fazla Washington State maçı izlememe rağmen, Thompson’ın sıradışı bir yetenek olduğuna dair izlenimler edinmemiştim. Mesela Tyler Honeycutt’ın sahaya koyduklarını görünce, karşıda büyük bir haber durduğunu fark ediyorsunuz. Hiç olduramasa bile “Honeycutt diye bir oyuncu vardı, niye olmadı ki o adam” diye rakı masalarına girebilecek bir adam var diğer tarafta. Thompson ise iyi bir kolej skoreri görünümünde. Gerçekten de o şut mekaniğiyle NBA’de iş bulamayacağına inanmak istemiyorsunuz. Ama atletik handikapları ve skorer yönü dışında diğer alanlarda hiçbir şekilde özel olmaması, bugüne kadar vermediği kazanan görüntüsüyle birleşince çok da yukarıdan uçmaya gerek yok. “Böyle diyorsun ama Martin neredeyse All-Star seviyesini zorluyor” diyenleriniz olabilir, onlar için hatırlatıyorum: “Klay Thompson is homeless man’s Kevin Martin.” (Google Ödevi: “poor man’s kevin martin” yazın, sonuçlara inanamayacaksınız.)

Kimseyi tanımadım ben senden daha güzel: Kevin Martin, Anthony Parker, Morris Almond
Tepegöz: 31-40

THE SEASON WITHIN A SEASON: Hoşgeldin Pac-10


Geçen sezon büyük turnuvaya sadece iki takımla iştirak edebilen ve özellikle elinde bulundurduğu yetenek portföyü açısından tarihinin en kötü görüntülerinden birini veren Pac-10 bu sezon silkinmenin yollarını arıyor. Bahsettiğimiz iki biletten birinin sahibi olan Washington, bu yaz Quincy Pondexter’ı kaybetmiş olsa da konferansın en büyük güç merkezi görünümünü koruyor. Geçen sezon konferans turnuvası finalinde Washington’a kaybetmiş olmasına rağmen, komitenin davetiyle NCAA turnuvasına katılma şansı bulan Mike Montgomery yönetimindeki California ise onları konferans şampiyonluğu başarısına taşıyan iskeletin büyük bölümünü (Jerome Randle, Theo Robertson, Patrick Christopher) yaş haddinden emekli ettikten sonra epey irtifa kaybetmişe benziyor. Kolej seviyesindeki 28 sezonunda çalıştırdığı takımları tam 27 defa 50% üstü derecelere taşıyan Montgomery, Notre Dame karşısında bir devrede yalnızca 5 sayı üretebilen takımını izlerken o istisnai sezonlardan birine adım attıklarını düşünmüş olsa gerek… Bir diğer zorunlu inişe ise Stanford taraflarında rastlıyoruz. Bunun nedenini ise bu sezon herhangi bir New York Knicks maçına denk gelmiş olanlarınız çabucak fark edeceksiniz: Landry Fields!

Biz pusulayı esas odak noktamız olan UCLA’e çevirelim yavaş yavaş. Pac-10 bu sezon da şu anda ülke çapındaki mevcut Top 25 sıralamasında bir takım bulundurmuyor olmasına karşın, geçen sezonki o berbat görüntüyü biraz olsun aşmışa benziyor ve bunu sağlayan yükselişteki takımlardan biri de gerek saha üzerindeki vasat altı performansla, gerekse de sadece okulun değil kolej basketbolunun en büyük efsanesi John Wooden’ın vefatıyla unutmak istediği bir seneyi geride bırakmaya hazırlanan UCLA. O sezonla ilgili cesur kalemimden çıkmış son yazıyı hatırlayacaksınız. Tık! Orada da geride bırakılan sezonun beraberinde getirdiği buruk tada rağmen yeni sezondan daha büyük beklentiler içine girilebileceğinden bahsetmiştim. Zira kaybedilen oyuncuların hiçbiri -o günkü ifademe sadık kalarak- ‘arkasından ağıtlar yakılacak’ isimler değillerdi. Şu anda -eğer hala kovulmadıysa- eylemlerine Rusya’da Spartak St. Petersburg formasıyla devam eden Nikola Dragovic’ten kurtulduğuna sevinmeyen bir Westwood sakini olacağını sanmıyorum. Michael Roll son senesinde gösterdiği karakterle, son mağlubiyet sonrası duruşuyla falan beni kazanmıştı ama UCLA gibi bir takımın 1 numaralı silahı olmak için gerekli spesifikasyonları göstermediği de ortadaydı. Jason Keefe ise sadece bir isimdi zaten, hayatının geri kalanında başarılar.


Bu yeni takım eğer ortaya geçen senenin her türlü kalıntısını unutturacak şeyler koyacaksa, bunun iki sophomore Tyler Honeycutt ve Reeves Nelson’ın gösterecekleri gelişimle mümkün olabileceği ortadaydı. Konferans dışı fikstür geride kalırken, bu yaz lotaryadan seçilmesi sürpriz olmayacak Honeycutt takımın en iyisi görünümünde. Geçen sezon bana mental olarak çok kuvvetli gözüken Nelson’da ise oyun kimliğini oluşturması adına çok kritik olan bu sezonda bir kaybolmuşluk hakim. İki kez çok ciddi sakatlıklardan dönerek, hiçbir gelecek vadetmeyen sezonda büyük bir özveri göstererek genç kariyerini belki de riske atan Nelson portresine uygun olarak tekrar vites yükseltmesini ve konferans fikstüründe kendini bulmasını bekleyebiliriz. Bu paralelde ilk konferans maçında Washington State’e karşı oynadığı ikinci devre olumlu bir işaret.

Fakat eğer WSU maçından bahsetmeye başlayacaksak, Honeycutt-Nelson ikilisi kadar vurguyu hak eden iki oyuncu var. Bunlardan biri eski bir yüz. Ve açıkçası içimde Dragovic ölçüsünde nefret tohumlarına sebep olmasa da, geçen sezon Jerime Anderson’la birlikte her fırsatta bu formayı hak etmediğini söylediğim iki isimden biri: Malcolm Lee. Westwood’a Anderson’la kıyaslanmayacak bir beklentiyle adım atan Lee, iki hayal kırıklığı sezonun ardından NBA hayalleri için bu sene bir iddia göstermek zorundaydı. Sezona başlangıcı da bu paralelde kendisini motive ettiğinin göstergesi. Fakat dün 3/7 üçlükle 21 sayı attığı ve özellikle de rakibin hücumunun sürükleyicisi Klay Thompson üzerindeki savunmasıyla manşetleri süslediği bir karşılaşmada bile hayli tartışılır bazı tercihleri oldu. Üzerine fazla kafa yorulmadan yapılmış bu tercihler, muhtemelen oyun kimliğinin bir parçası olarak onu kariyerinin sonuna kadar takip edecek. Fakat sezon sonunda kritik konferans turnuvası maçları oynanırken, takımın kilit skorerlerinden birinin böyle bir özellikle bezenmiş olmasını yeğlemezsiniz. Bu beni Lee konusunda endişeye sevk eden hususlardan en önemlisi. Fakat özellikle Ben Howland, bu sezonki savunma prensiplerinde zone yerine adam adama merkezli bir savunma şablonuna geçiş yapmışken Lee’nin savunma yetenekleri de çok kritik olacak. Özellikle konferanstaki birçok takım hücumlarını 2-3 numaralı pozisyonlarındaki oyuncular üzerinden şekillendirirken, büyük bir savunma içgüdüsüne sahip olmayan fakat uzun kollarıyla doğal bir savunma tehdidi olan Honeycutt ile birlikte güzel bir ikili oluşturacakları kesin. Bitirim ikilinin diğer parçası Anderson ise her ne kadar Arsenal maçında çok büyük övgü almış olsa da… Pardon, bitirim ikililer karıştı. Buradaki Anderson da geçen sezon Jrue Holiday’in beklenenden erken ayrılma kararı üzerine, yeteneklerinin üzerinde bir yükü üstlenmek zorunda kalmıştı. O yükün altında kaldığı için onu da suçlamamak gerek, bu sezon yedek oyun kurucu olarak sınırlı da olsa katkılar verebileceğini Cougars’a karşı da gösterdi.


Adını anmamız gereken ikinci oyuncu ise, yazın yapılan iki şaşaalı recruitment hamlesinin gölgesinde kalan fakat ilk günden bu yana en sorunlu bölgeye zamanında bir takviye görüntüsü vermiş Lazeric Jones. Ona sezon boyunca “Laz” diye hitap edeceğim, yanlış anlaşılmalara mahal vermesin. Chicago doğumlu olan ve o civarda John A. Logan College’da geçirdiği iki yılın ardından takıma kazandırılan Laz, uzun süredir bir UCLA guardında göremediğimiz bir oyun zekasına haiz. (Darren Collison için ciddi argümanlar sunanlarınız olabilir. Fakat ne Jordan Farmar’ın, ne de The Jruth’un pür birer oyun kurucu gibi gözükmedikleri noktasında bana hak vereceksiniz.) Dün de 11 asist -ve yalnızca 1 top kaybıyla- oynayarak, ilk Pac-10 maçında müthiş bir ‘merhaba’ demiş oldu. Kerata çok da sevimli bir şey maşaallah. Yetenekleri parantez içinde saydığım oyuncular kadar gelişkin olmayabilir. Zor zamanlarda başvurduğu bir floater dışında güvenilir bir hücum silahından bahsetmemiz kolay değil örneğin. Fakat bu sezonun kanatlarda Lee, Honeycutt gibi zor oyuncuları, pota altında da uzun süre top almayınca soğuyan ve kontrolü kaybeden isimleri barındıran UCLA kadrosu için en uygun oyuncu prototipini alıp getirenlerin alnından öpüyorum.


O şaşaalı recruitment hamleleri ise geçen sezonki yazıda da bahsettiğim gibi Joshua Smith ve Tyler Lamb. Memeli çaylağımız Smith, dünkü WSU maçında da sezonun ilk bölümünü göz önüne alacak olursak olağan bir şekilde faul problemine girdi ve yalnızca 17 dakika sahada kalabildi. Bu sıkıntıya rağmen 3/3 ile bulduğu 8 sayı, 6 rebound, 2 top çalma ve 1 blok neden bu sezon Pac-10’deki en yetenekli freshman tartışmalarında hep uzak ara önde olduğunun göstergesi. Dragovic’in yerine geldiğini de hesaba katarsak 10.1 sayı, 6.8 rebound ve 1 top çalma ortalamalarıyla sezonun bu bölümüne kadar en az Laz’ın oyun kurucu bölgesinde sağladığı kadar büyük bir upgrade anlamına geldiği söylenebilir.

4 numaralı Kansas ve 7 numaralı Villanova’ya karşı dirense de kaybeden, All-American adayı Jimmer Fredette’in takımı BYU önünde önemli bir galibiyet alarak genel olarak başarılı bir konferans dışı fikstürü geride bırakan UCLA, Washington State sonrasında bu öğleden sonra da Washington’ı konuk edecek Pauley Pavilion’da. (Türkiye saatiyle 23:00 elbette onların öğleden sonrası, Digiturk sahipleri 70. kanaldan yani Fox Sports’dan canlı izleyebilir. Size mükemmel bir yılbaşı planı sunmadığımın farkındayım, fakat 2010’a nasıl girdiğimin anıları tazeyken bu hasta halimle benim için güzel bir plan.) Top 25 listesinde kendisine yer bulamasa da konferansın bu en büyük güç merkezine karşı verilecek sınav, sezonun geri kalanına da önemli derecede ışık tutacak. WSU önünde ilk yarıdaki 11 sayılık dezavantajı kapatacak müthiş bir hücum performansı ile geri döndü UCLA. Jones bulduğu üçlük sonrası, hızlı gelerek Lee ve Honeycutt’a yarattığı iki üçlük pozisyonuyla bu geri dönüşün baş tetikleyicisi olmuştu. Yani ikinci yarıdaki 4/7 üç sayı isabetini dışarıdan bakıp şans olarak yorumlamak yanlış olacaktır. Direkt olarak Laz’ın doğru oyun kuruculuğunun meyvesiydi o dört isabetin üçü.


Bugün de eğer kısa savunmasında bu düzey korunabilirse ve geçen sezon pek durdurulamayan Isaiah Thomas’ın hayatı zorlaştırılabilirse ‘neden olmasın’ diyorum. Bu anlamda da WSU maçının ikinci yarısında yine Laz merkezli başlayan yoğun perimetre savunması ve oyun kurucu Reggie Moore üzerinden oynanan transition hücumlarından gelen sayıların neredeyse sıfıra çekilmesi ümit verici. Zaten arka alan savunması Howland takımlarının hep en güçlü yanlarından biri olmuştur. Öte yandan konferansın en sert takımlarından bir diğeri olan ezeli rakibimiz U$C de, Washington için kolay bir fikstür başlangıcı olmadı. Vidaların sıkıldığı maçı Huskies ancak uzatmada 73-67 kazanabildi. Washington’ın en büyük sıkıntısı halen 5 numarayı doldurabilecek bir kütle yoksunluğu. Bunun için rotasyona dahil ettikleri Senegal boğası Aziz N’Diaye de çok ham bir oyuncu ve orayı dolduracak bir kütle olmaktan başka çok az şey yapıyor hakikaten. Yani Smith’in faullerden olabildiğince uzak durup sahada kalmaya çalışması ve Huskies’i içeriden işlemesi şart. Onlar adına ilk maçın yıldızı Matthew Bryan-Amaning ile de Nelson-Smith ikilisinin iyi derecede boğuşması gerekiyor.

Pac-10 bu sezon John Wooden’ın anısını yüceltmek adına oynanıyor ve bu sezonun konferans adına geçen sezonki kadar vasat geçmesi o anının koruyucusu olarak en çok UCLA’i üzer. O yüzden… Go Bruins!

Erken All-American Adayları

Ay lav mot à mot çeviri. Ay lav veri veri mot à mot çeviri. Sezon 25 saat aralıksız basketbolla başlamaktayken bundan da eksik kalmayalım istedik…

Jacob PULLEN (Kansas State, Sr.)
6-0, PG
Maywood, IL
2009-10: 31.6 dakika, 19.3 sayı, 2.6 rebound, 3.4 asist, 1.8 top çalma

Kalin LUCAS (Michigan State, Sr.)
6-1, PG
Detroit, MI
2009-10: 31.1 dakika, 14.8 sayı, 1.9 rebound, 4.0 asist, 1.2 top çalma

Harrison BARNES (North Carolina, Fr.)
6-7, SF
Ames, IA
2009-10: –

Kyle SINGLER (Duke, Sr.)
6-8, SF/PF
Medford, OR
2009-10: 35.9 dakika, 17.0 sayı, 7.0 rebound, 2.4 asist, 1.0 top çalma

Jared SULLINGER (Ohio State, Fr.)
6-9, PF
Columbus, OH
2009-10: –

LİSELİ VARDI YA, AH O LİSELİ!

Liseli yıldızların kendilerini göstermeye çalıştığı en büyük sahnelerden biri olan Boost Mobile Elite 24 kampı bu sene dördüncü kez düzenleniyor. Rucker Park’ın bu yaz yaşadığı uluslar arası yoğunluk nedeniyle ilk kez başka bir arena (Venice Beach) tercih edildi ve kampın ilk gününde -Doc Rivers’ın oğlu- Austin Rivers, 1 numara seçimi John Wall’a karşı yaptığı yukarıdaki hareketle şovu çaldı. Daha önce Florida’ya gideceği yazılan Rivers’ın, bahse konu takımın Rivers gibi 2 numara pozisyonunda oynayan Michael Frazier ile anlaşması sonrasında rotayı Duke, Kansas, North Carolina gibi takımlara çevirmesi bekleniyor.

Wall ile birlikte Brandon Jennings, Tyreke Evans, DeMar DeRozan, Bobby Brown gibi NBA yıldızları da liselilere karşı ter dökmekteler. Burada aynı zamanda asistan coach olarak da görev yapan Jennings-Wall ikilisi de boş durmamışlar tabi. Bu bağlantıyla gelen aşağıdaki alley-oop da bonus olsun.

İkilinin sokak basketbolu lakaplarını da hatırlatalım: Brandon “Doo Be Doo” Jennings ve John “Make ‘Em Fall” Wall.