Young Folks 2011: Jan VESELY

Partizan
6′ 11”, SF/PF
Moravska Ostrava, Çek Cumhuriyeti (1990)

Yıllardır eski kıtadan bir sürü cılız çocuk, lige menajerlerinin üzerlerine yapıştırdığı “Nowitzki 2.0” yaftasıyla pazarlanmaya çalışıldı. Fakat bir dönem özellikle istatistik kağıdının her yerini doldurduğu oyunuyla tarihin tozlu sayfalarındaki rekorları yeniden gündeme getiren ünik bir yetenek demeti sunan ve bu sayede 2004 yılında All-Star unvanıyla da onurlandırılan Andrei Kirilenko’nun yeni sürümü olma iddiasını çok oyuncudan duymamıştık. Karşımızda böyle bir örnek var ve bazı temel noksanlarını kapattığı takdirde bu iddiasının içini doldurmaması için hiçbir sebep yok.

Bir diğer üst düzey Amerikan ligi NHL’e yetenek ihraç etmekte başarılı bir ülke olan Çek Cumhuriyeti’nin Jiri Zidek ve Jiri Welsch sonrasında NBA için pişirdiği en yeni isim Jan Vesely. Babadan basketbolcu Zidek, lokavt senesinde Avrupa basketboluyla tanışıp Zalgiris ile Avrupa şampiyonluğuna uzandıktan sonra bir daha arkasına bile bakmadı. Welsch ise şansını beş farklı takımda denese de, fazlasıyla tek yönlü bir şutör guard olarak bir noktadan sonra popüler bir capfiller kariyerinden öteye gidemedi ve o da acı vatana kesin dönüş yaptı. Vesely ise tanrı vergisi atletik yetenekleri sayesinde, iki vatandaşının ayak izlerini takip etmek durumunda değil. Vesely buradaki erken kariyerinde bile oyunu her zaman bir Amerikalı gibi oynadı. Savunmada her zaman aktif olan, fiziğine bakınca akıl sır erdiremeyeceğiniz bir lateral çabukluğa sahip, skora belli yollardan giden ancak savunmacıları için zor bir eşleşme olduğu tartışılmayacak bir kısa forvetti. Fakat lige giren Avrupalılar’ın derdi olmaktan çok, kolejden NBA’e geçişteki en yaygın doğal seleksiyon alanlarından biri olarak göze çarpan ballhandling onun ABD macerasının uzamını da büyük oranda etkileyebilir.


Vesely son yıllarda Avrupa’dan çıkan en sıradışı atletlerden biri kesinlikle. Ölçümlerini yaptırmaması bence önemli bir stratejik hata. (Gerçi Draft Combine ile lig finalleri çakıştığı için böyle oldu.) Kanat genişliğinin ya da erişme mesafesinin ne kadar etkileyici olduğu zaten aşikar, ancak bunu resmiyete dökerken de kimseyi hayal kırıklığına uğratacak sonuçlar vermeyecekti eminim ki. Bu acayip atletizminin sağladığı avantajların büyük bir bölümü, onu savunma sahasında bir canavara dönüştüren unsurlar. Vesely de bu yaşta bir oyuncuda her zaman göremeyeceğiniz kadar kendisinin farkında. Bu yüzden savunmada hiçbir zaman motoru soğutmamaya özen gösteriyor. Bu bazen alınan gereksiz faullerle oynama süresini kısıtlayabiliyor, ancak savunmada konsantrasyonunun düşmesine izin verirse onu diğerlerinden ayıran özelliğini öldüreceğini çok iyi biliyor. Bir sezon önce, bu sıkça yaşadığı faul problemleriyle Dusko Vujosevic’i çileden çıkardığı çok fazla maç hatırlıyorum. Dule’yi anlamak çok güç değildi, zira tüm beklentileri aşıp Final-Four yapan o takımda bu genç çocuğun +/- istatistiği sadece Lawrence Roberts’ın gerisinde kalıyordu. Yani Dule başarı için ayağını pedaldan çekmeyen bir Vesely’ye ihtiyaç duyuyordu, ancak bunu yaparken maç sonlarına birkaç faul hakkı bırakması da şarttı. Vesely o sezon bunu yapmakta çok zorlandı, ancak kesinlikle kariyerinin patlama sezonunu geçirmişti. Çeyrek finaldeki kritik Maccabi serisinde 4 maçta kısa forvet pozisyonundan 38 sayı, 19 rebound, 5 top çalma, 3 blok katkısı sağlıyordu. Ancak yukarıda bahsettiğimiz faul problemleri oyununu kısıtlamaya devam ediyordu, 4 maçta aldığı 17 faul ile savunma yoğunluğunu maç sonlarına taşımakta zorlanıyordu.


Geçen sezon o sakar faullerini daha az yapmaya başladı Vesely. Ancak belki ona çok şey katan koçunun da ayrılmasıyla, oyunundaki bazı şeyler eksikti. 10.1 sayı, 3.6 rebound, 1.3 top çalma ve 0.9 blok ile önceki senenin üzerine çıkmayı başarmıştı. Ancak gelişimi beklenen düzeyde miydi? Benim bakış açıma göre bu soruya verilecek yanıt olumsuz… Özellikle transition sonunda yaptığı bitirişler dışında, hala güvenilir bir skor paterni geliştirebilmiş değil. Curtis Jerrells gibi aklı başında bir oyun kurucuya kavuştuğu sezonun ikinci yarısında, bunu yapabilmek için uygun koşullara da sahipti oysa. Şut mekaniği biraz tembel bir görüntüde (TBL benzetmelerine devam: Caner Öner) ve o şutör hissiyatına belki de hiçbir zaman sahip olamayacak. Bununla beraber geride bıraktığımız Euroleague sezonunda tüm atışlarının %60 gibi büyük bir bölümünün yakın mesafeden gelmesi oldukça sorunlu. (ABD’de kimse Vesely hakkında gelişmiş istatistikler ortaya koyamıyor, bu konuda in-the-game.org büyük bir hazine. Tık!) Hızlı tempo oynamayan bir takım tarafından seçilirse savunmada önemli bir faktör olabilir, ancak hücumda ‘bak şu silahını kullanır, oradan ekmek yer’ diyebileceğim tek bir şey gelmiyor aklıma. Zayıf top hakimiyeti, potaya kadar gidip bitirdiği pozisyonları Euroleague seviyesinde dahi sınırlarken NBA’de bu deneysel çalışmaların bol bol top kaybı getireceğini öngörmek çok zor değil.

Video: VESELY vs BOGDANOVIC
Video: The Offspring – Pretty Fly (For A White Guy)

Diğer lotarya adayı Avrupalılar Enes Kanter, Jonas Valanciunas, Bismack Biyombo ve Donatas Motiejunas ile kıyaslandığında Czech Mate’in daha hazır bir parça olduğu ve ilk günden itibaren katkı koyabileceği gibi bir algı var NBA kulislerinde. Buradaki tek dayanak noktaları da Final-Four seviyesine çıkmış bir Euroleague takımında önemli dakikalar alabilmesi. Fakat oyununun NBA basketboluna adapte etmesi gereken yanları, diğerlerinden daha fazla olabilir. Belki sayıca daha fazla değildir ama daha fazla mesai isteyen şeyler olduğu açık. Sözgelimi Enes ve Jonas’ın post hareketleri şimdiden NBA’de de kullanılabilecek düzeyi bulmuş gibi gözüküyor. Biyombo hücum anlamında Vesely’den de sıkıntılı, doğrudur ama bir uzun yedeği olabilmesi için bu alanda bir gelişim sağlaması çok da elzem değil. Eğer savunmada Hoop Summit’te vadettiği oyuncu olmayı başarabilirse, çember altındaki boş pozisyonları bitirebilmesi yani ortalama bir süpürücü işlevi görmesi bile yeterli olabilir. Dünya üzerindeki en elit lig olsa da, finalinde Joel Anthony’nin ilk beş çıkabildiği bir ligden bahsediyoruz en nihayetinde. Fakat 3 numara pozisyonunda oynayıp da “Ben sadece hızlı hücum sonunda bitiririm, ama savunmam çok iyi, yeminle” diyorsan çok fazla kişiyi ikna edemezsin.


Geçen sene sevgili Can İşbakan’a zaman zaman eşlik ettiğim Euroleague TV programında, sıra haftanın en iyi hareketlerine geldiğinde Jeremy Pargo ve James Gist ile birlikte her hafta ağzımızı açık bırakan bir elemandı Veysel. Sahada birkaç dakika bile izleseniz, yeteneğin orada olduğunu kolaylıkla görebiliyorsunuz. Fakat bu her zaman sizi bir NBA veteranı yapmıyor, sayısız örneği var. Saha içinde yüzde yüzünü verme konusunda çok sıkıntı yaşamayan -yine de hücumda topsuz oyunda daha aktif olabilir- bir oyuncu olarak, iş ahlakı konusunda o kadar kesin konuşamıyoruz. Vujosevic’in ayrılmasının ardından, özellikle 2010-11 sezonunun başında net biçimde vites düşüren bir adam. Onun için çok değerli iki sezonu geride bıraktı, ancak bugün baktığımızda 2009 sonbaharındaki Vesely’nin çok üzerinde bir oyuncu görmüyoruz. 21 yaşında bir oyuncunun şimdiden gelişiminde doygunluk noktasına ulaştığını hissettirmesi hiç hoş değil. Oyununda birçok gelişim alanı olmasına rağmen, bu esnekliği kullanabileceğinden emin olamıyorsunuz. NBA TV için görüşleri sorulduğunda David Blatt’i, zamanını hoş sözlerle doldurmaktan alıkoyan şey de buydu. Umarım aldığımız bu izlenim çok sağlıklı değildir de rekabet düzeyi arttığında ve oyununa yeni silahlar eklemesinin şart olduğunu gördüğünde kafa yapısını değiştirir. Yukarıda bahsettiğim gibi farkındalık düzeyi hayli yüksek ve umutlu olabiliriz. O zaman ne duruyorsun. Çek bir Vesely!

Kimseyi tanımadım ben senden daha güzel: Andrei Kirilenko, Nicolas Batum, Omri Casspi
Tepegöz: #6, Washington*

* Ne kadar zayıf bir sınıf olursa olsun ben Top 10 malzemesi görmüyorum, orası ayrı.

Akıcı Almanca: Jan Jagla Röportajı (sport1.de)


SPORT1: Bay Jagla, sezon öncesinde Gdynia’da çok mutlu olduğunuzu söylemiştiniz. Şimdiyse sezon bitmeden Asseco Prokom’dan ayrılmış bulunuyorsunuz. Neden?
Jan Jagla: Bu her şeyden önce Euroleague’de Son 16’da kendimize yer bulamamızla alakalı. Ve Polonya liginde de sahada en fazla üç yabancı bulundurmaya izin olması, benim işlerimi zorlaştıran bir durumdu. Kulüp bu şartlara adapte olabilmek için birkaç değişiklik yapmak zorundaydı, aynı dönemde ben de birkaç çok cazip teklif aldım. “Bu birkaç değişiklikten biri neden ben olmayayım” diye sordum kendime, öyle de oldu.

S1: Nasıl oldu da sezon başından bu yana yalnızca iki lig maçında sahaya çıkabildiniz?
JJ: Gdynia yerli kadrosunda başarılı bir Leh power forvet -Robert Witka- barındırıyordu. Ben Euroleague’de uzun süreler sahada kaldığım için, coach yerel ligde beni dinlendirmeyi tercih ediyordu. Genelde şöyle söyleyerek: “Kendini Euroleague için sakla. Bu maçı nasılsa sen olmadan da kazanacağız.”

S1: Sen olmadan çıktıkları beş maçın ikisini kazanamadılar ama?
JJ: Evet, kazanamadılar…

S1: Kulüp sizin üzerinizde daha ısrarlı olmadığı için hayal kırıklığına uğradınız mı?
JJ: Hayır, aslında durum bu değil. Açıkça söylemeliyim ki yüksek bir seviyede oynayan mükemmel bir kulüpte çok mutlu bir dönem geçirdim. Beni hayal kırıklığına uğratan tek şey, aksine Euroleague’de sonraki tura kalifiye olamamamızdı. Geçen sezon çeyrek final oynadıktan sonra, gruptan çıkmak kesin olarak hedefimizdi.

S1: Birden fazla tekliften bahsettiniz, Beko BBL’den de sizinle ilgilenenler var mıydı?
JJ: Evet, Bundesliga’dan da birkaç ilgi çekici teklif geldi.

S1: İlgi çekici? 2009’da bu ligi nasıl eleştirdiğinizi düşününce, bakışınızda bir değişim olduğunu söyleyebiliriz heralde. Artık Bundesliga’dan gelen teklifler de ciddiye alınıyor demek?
JJ: Kesinlikle ciddiye alınıyor. Bundesliga gelişimini sürdürüyor. Alman oyuncuların git gide Avrupa basketboluna daha iyi entegre olduğunu ve yöneticiler tarafından da desteklendiğini gözlemliyorum. Örneğin Ulm, Trier gibi takımlar sürekli iyi Alman oyuncuları ssahneye çıkıyor ve ortaya iyi şeyler çıkıyor. Öte yandan o gün söylediklerimi hatırlıyorum ve o sözlerin de arkasındayım. En azından o dönem için doğru şeylerdi. Buna rağmen son iki yıldaki gelişimi görmezden gelemem, BBL artık oyuncular için çok daha cazip bir adres.

S1: Türk Telekom ile anlaşmanız ne zamana dek geçerli?
JJ: Şimdilik yalnızca sezon sonuna kadar.

S1: Uzatmaya yönelik bir opsiyonunuz var mı?
JJ: Hayır, ilk olarak sezonu sonuna kadar götürüp nasıl devam edeceğime bakacağım. Euroleague elbette benim için bir hedef, fakat Bundesliga da öyle. Gelecek sene için somut planlamalara henüz girişmediğimi de itiraf etmeliyim.

S1: Türk Telekom sizden ne bekliyor?
JJ: Takım şimdiye kadar iki kez coach değiştirdi. Sezon başında da burada birkaç problem vardı, fakat bu tablo değişti. Gelen giden oyuncular oldu. Ve takım olarak ilk aşamada play-off oynamayı hedefimiz olarak belirlemeliyiz.

S1: Yeni kulübünüzle uluslararası arenada da devam edemiyorsunuz. Sizi oraya çeken neydi öyleyse?
JJ: Türkiye ligi şu anda Avrupa’nı nen iyi iki ya da üç liginden biri olarak anılıyor. Öte yandan Fenerbahçe, Efes ve Galatasaray gibi takımlara karşı oynamak bir oyuncu için her zaman büyük
birer meydan okuma.


S1: Heiko Schaffartzik’in transferde nasıl bir etkisi oldu?*
JJ: Heiko uzun zamandır tanıdığım iyi bir arkadaşım. Onun orada oynayıp oynamaması benim için karar verici bir etken değildi doğrusu. Yine de takımda eski bir tanıdık olması her zaman adaptasyonu kolaylaştırmak adına iyi bir şeydir.

S1: Transfer öncesinde kendisiyle konuştunuz mu?
JJ: Elbette. Aslında sezon boyunca temas halindeydik ve daha adım Türk Telekom için anılmaya başlamadan da fazlasıyla konuştuk.

S1: Sizin adınızı Ankara ekibinin gündemine getiren ne oldu?
JJ: Yeni başantrenör -Timuçin Meriç- beni buradaki ilk dönemimden de tanıyordu. Onunla o zamanlarda da iyi anlaşırdık. Bireysel olarak da bolca birlikte çalıştığım bir antrenördü. Sezonun ortasında ondan böyle bir teklif alınca detayları konuştuk ve geri dönüşüm için bir yol bulmayı başardık.

S1: FC Bayern çalıştırıcısı Dirk Bauermann da sizi arayanlardan biri miydi?
JJ: Hayır, Dirk Bauermann şu anda ikinci ligde görev yapıyor. Sanırım, müthiş bir futbol geleneğinden gelen kulübünü üst lige taşıdıktan sonra benimle ilgilenmeyi düşünebilir. Şimdiden geleceğe yönelik bu denli büyük planlar içine girdiğini sanmıyorum aynı zamanda.

S1: Önümüzdeki yaz Litvanya’da düzenlenecek Avrupa Şampiyonası’nı da düşünmeye başladınız mı?
JJ: O da benim için henüz uzakta sayılır. Hangi oyuncuların orada olacağıyla ilgili bile net bir şey söyleyemiyorsunuz. Aynı zamanda bildiğiniz gibi federasyon milli takım antrenörünün, aynı anda bir kulüple ilişikte bulunmasını da istemiyor. Bu yüzden yakın zamanda çalıştırıcı konusunda da bazı kararlar alınabilir gibime geliyor. O güne kadar tamamıyla takımıma odaklanmak istiyorum.


S1: Dirk Nowitzki ve Chris Kaman’ın tekrar kadroya dahil olması halinde yeniden yedeğe çekilme ihtimali sizi rahatsız ediyor mu?
JJ: Hayır ben her zaman takım için verebileceği ne varsa masaya koymayı deneyen bir oyuncu oldum. Yaza nasıl bir form durumuyla gireceğimi de şu anda ancak tahmin edebilirim. Bu konular hakkında henüz uzun uzadıya düşünmedim açıkçası.

S1: Planlarınızı Ankara’daki takımınızda ilk beşte çıkacağınzı üzerine mi kuruyorsunuz?
JJ: Türkiye’de de yabancılar konusunda belli sınırlamalar var. Orada da 12 kişilik kadroda yalnızca beş yabancıya izin var ve sahada her an iki Türk bulunmak zorunda. Ama ben ilk günden itibaren takımın önemli bir parçası olacağıma ve maçlara da ilk beş çıkacağıma inanıyorum.

* Heiko’nun haberlerini en son Ankara’nın renkli(!) gece hayatından alıyorduk İsmail Özkısaoğlu vasıtasıyla. Fakat takımla yollarını ayırıp ülkesine geri döndü. ALBA Berlin forması giyecek. Türkiye’de kız düşüremeden ayrılıyor olması bizi de üzdü ama…

Bunu neden çevirdiğimi bilmiyorum. En son bu zahmete geçen sene Jürgen Klopp röportajı için girmiştim. Ve her satırına değmişti. Bu yukarıdaki ise pek bir şey söylemiyor. Sanırım yapabildiğimi kendime göstermek içindi. Bir de dün yine Elias Harris’i izledim… Kapıları tutun, Alman basketbolu geliyor!

Michael Spandern sormuş soruları. Michael, du bist mein Lokomotiv!

HEDİYE PAKETİ YAPALIM MI?


Bu yılbaşında en güzel hediyeyi Fenerbahçe Ülker taraftarı alıyor gibi.

Panathinaikos’ta özellikle son senesinde kısıtlı sürelere verdiği reaksiyon soru işaretlerine yol açmış olabilir ama büyük sahneye yeniden çıkmak için son fırsatını burada elde edeceğinin farkında gözüküyor. Yani doğru kafa yapısıyla burada olacaktır. Bizim için de onun gibi bir virtüözü izlemek için son fırsatlar, orada olacağız.

Foto: rewixas.deviantart.com

Numaraiki’de Yazıyorum, Manipülatif Yazıyorum


Dersi yarıda kestim, daha iyi bir işim olmadığına kanaat getirip bloga bir şeyler karalamaya karar verdim. Orlando’nun yeni yapısı hakkında sadeleştirilmiş bir formatta olsa da Salsa Basket’e yazmıştım yazacağımı genel hatlarıyla. Biraz da sıktı zaten muhabbet. Farklı bir kafada yaşayan John Hollinger’ın bile ikinci takas daha kesinleşmeden sorguladığı bir şeydi Ajan Zero’nun ne kadar elzem olduğu. En azından NBA’in açık ara en berbat kontratının talibiysen bir aciliyetten bahsetmek güçtü, bunu irdelemek de çok radikal bir bakış açısının sonucu değil. Öte yandan olaya çok fazla sayılarla bakıp rasyonalize etme çabası da her zaman iyi sonuç vermez. Sakatlıklar sonrası hız kesmiş olsa da ona çizilen sınırlar dahilinde yaşamayı kabul eden bir Gilbert Arenas’ın, o gece takım değiştiren oyuncular arasında bir takımı tek başına -gerçekten- şampiyonluk adayı haline getirebilecek kudretteki yegane isim olduğu gerçeği biraz fazla kulak arkası ediliyor bu bakışın kaçınılmaz sonucu olarak. Evet, 2009 ile kıyasladığımızda daha palazlanmış ve işin içine entegre olmuş bir oyun kurucu zaten Hidayet Türkoğlu’nun eski rolünü üstlenmesinin önünde bir engel olarak duruyorken Rashard Lewis gibi kendi şutunu bekleyerek de mutlu olabilen birinin yerine böyle bir azgın tekenin eklenmesi işleri daha da zorlaştıracak. Fakat Shard’ın 1.5 senedir ne oynadığının biraz farkındaysanız ve yine de Hedo’nun geri dönüşüyle tekrar eski güzel günlerine depar atacağını umuyorsanız, kıskanılacak bir hayat yaşıyorsunuz. Öte yandan Stan Van Gundy’nin 4 şutör ve 1 bekçiye dayalı sisteminden vazgeçişi de sezon başına kadar uzanıyor. Takas sonrası Lewis ile çalışmayı hayatının fırsatı olarak gördüğüne dair açıklamalarını gereğinden fazla yorumlamanın manası yok. Zira SVG kendisinin eski rolünde eski etkinliğini göstereceğine artık inanmadığını sene başında yaptığı oynamalarla açık etmişti. O yüzden Arenas’ın buradaki kimyayı nasıl bozacağından bahsetmeyelim şimdiden, ya da ‘oysa ki Lewis olsa böyle mi olurdu’ muhabbetlerine yeltenmek için de erken. Biliyorum birçoğunuz Peja Stojakovic, Carlos Boozer, Jameer Nelson ve Jose Calderon diye uzayıp giden listeye yeni birisini eklemek istiyorsunuz ve Ajan Zero da özgeçmişiyle buna en yatkın isimlerden. But still…

Bir de Phil Jackson’ın Christmas yorumlarına değinecektim, özellikle ESPN’den çıkan şu İlker Acun niteliğindeki yazıya kafayı taktım da 140 karakterle mikro bir iç dökmede bulunuverdim. Bu sözden yola çıkıp David Stern dönemini ele alacak esaslı bir makale de yazılabilir ama gece için planlarım var.


Taslaklarda şunu buldum bu düşünceler içinde boğulmuşken. 6 Ekim itibarıyla Euroleague’deki en iyi transferleri dizmişim kendimce. Şimdi bakınca Marko Keselj konusunda nasıl bu kadar ümitli olduğuma biraz şaşırıyorum, sonuçta favori oyuncularımdan biri sayılmaz. Ama onun dışındakilerin birçoğunu isabetli buluyorum, en azından arkasındaki düşünüşü takip edebiliyorum. Marko Tomas pek uymadı ama ya, Top 16 da çok büyük bir çıkış getirmeyecek gibi gözüküyor…

1. Vassilis Spanoulis, Olympiakos

2. Romain Sato, Panathinaikos

3. Aleks Maric, Panathinaikos

4. Jamont Gordon, CSKA Moskva

5. Marko Keselj, Olympiakos

6. Marko Tomas, Fenerbahçe Ülker

7. D’or Fischer, Real Madrid

8. Terrell McIntyre, Unicaja Malaga

9. Brad Newley, Lietuvos Rytas

10. Bo McCalebb, Montepaschi Siena

We Are Globally Yours: Who’s Hot, Who’s Not?

Her maçı izleyemiyorum, o yüzden buraya sadece geride bıraktığımız hafta özelinden bir şeyler yazabilmem pek mümkün değil. Yapmaya çalışacağım, ama mutlaka idealden uzak bir liste olacaktır servise sunulan. Periyodik bir şeyler yaratma arzusundayım, belki başlangıç olur…


HOT

Nathan JAWAI (Partizan):

Aborijin asıllı oyuncu için ortaya ilk çıkışından bu yana söylenegelen “Baby Shaq” tanımlaması çok şaşırtıcı değil. Öte yandan ilginç ya da rastlanılmayan bir lakap da değil. Fakat bu bebeklerin NBA’de başarılı olmasının çok kolay olmadığını gösteren örneklerden sonuncusu olmuştu Jawai, Toronto’da ve Minnesota’da bulduğu şansları çok da iyi kullanamayarak. D-League yerine Avrupa’yı tercih etmesine çok sevinmiştim, burada özellikle size konusunda sıkıntılı pota altı rotasyonlarını yakaladığında çok etkili olacaktır.

İlk hafta Zalgiris deplasmanında onun için ideale yakın bir ortam vardı aslında. Fakat ancak 6 sayı ve 5 reboundla bitirebilmiş maçı. Bu hafta ise Khimki önünde 15 sayı ve 8 reboundla seyircisine güzel bir selam çaktı. Euroleague’in resmi sitesindeki yazısında Jiri Zidek, kilo vermesini öğütlemiş Nathan’a. Kendisi büyük bir pivottu, düşüncesine saygı duyuyorum ama bana kalırsa kilo vermesi oyununun en güçlü yanını zayıflatacak bir gelişme olabilir. İlk iki haftada 10 kez faul alan bir oyuncudan bahsediyoruz, Yıldıray Baştürk görse kıskanır. Partizan’a son maçtakine benzer katkılar vermeye devam edecektir, haftaya ise karşısında Sofoklis Schortsanitis olacak. Sadece bu eşleşme için bile izlemek isterim o maçı…

Bootsy THORNTON (Efes Pilsen):

Çarşamba gecesi Sinan Erdem’e gittiğimde şu mevcut kadroda içimi ferahlatabilen tek oyuncuydu. Kendisine meydan okuyan birileri varsa, oyununun nasıl boyut değiştirebildiğini en iyi gördüğümüz seri 2-0 geriden gelerek kazanılan Fenerbahçe Ülker serisiydi kuşkusuz. Çarşamba gecesi ilk çeyreğin sonlarında sanırım Omar Cook’la bir gerginlik yaşadı ve o challenge maçı Power Electronics Valencia’dan Efes Pilsen’e çeviren andı sanırım. Elbette kimseden destek almasaydı bu kadar kolay olmazdı, fakat Kerem Tunçeri’nin Euroleague kariyerindeki en iyi 7-8 maçından birini sergilemesi yeterli oldu.

Şimdi Efes Pilsen’in Kutsi’ye bir galibiyet borcu var. Üçüncülük yolundaki diğer rakip Armani Jeans Milano ile oynanacak kritik iç saha maçı öncesinde rollerin Velimir Perasovic tarafından yeniden belirlenmesi ve Igor Rakocevic’in şutlarına bir ket vurması şart. Efes Pilsen mevcut sistemde volume shooter tanımının Sırpça’daki karşılığına katlanması mümkün değil. Tempoyu hızlandırma ve top adedini yükseltmeye yönelik ayarlamalarsa kısa vadede Rakocevic’in hasarını azaltabilir belki. Ama o sistemle sene sonunu ne biz görebiliriz, ne de Perasovic görebilir gibime geliyor.

Andrea CROSARIOL (Virtus Roma):

Ben bu çocuğun yeteneklerine hiçbir zaman güvenmemiştim. Benetton altyapısından yetiştiği günlerden sonra bir ABD seyahati de olmuştu yanlış hatırlamıyorsam. Tam ümidi kesmişken, Air Avellino’daki kiralık sezonunda bir çıkış gösterip tekrar gündeme geldi. Bu seneyse 26 yaşında nihayet beklentilere cevap verebileceği bir sezon kapıda anlaşılan. İlk iki haftadaki 12 sayı-7 rebound ortalamalarını sürdürmesi çok olurlu değil belki, zira Brose Baskets ve Spirou Charleroi gibi takımlar pek de büyük baş belası sayılmaz. Fakat bu gidişle 20-25 dakika gibi süreler alıp, Ali Traore’yi de hayli zorlayacaktır.

Sofoklis SCHORTSANITIS (Maccabi Electra):

Jawai’den bahsederken adını anmıştık ama Schortsanitis’in bu haftaki performansına da ayrı bir parantez açalım. David Blatt’in sistemine ne kadar uyum gösterebileceği bir endişe konusuydu, fakat özellikle Zalgiris gibi yumuşak pota altına sahip takımlarla karşılaşırken ne olursa olsun hücumu Big Sofo üzerine temellendirmeli. Perşembe akşamı Blatt’in yaptığı da buydu. Lior Eliyahu’nun iyi gününde olmasına ve Richard Hendrix sürprizine rağmen Schortsanitis sahada kaldığı 22 dakikaya 13 şut denemesini sıkıştırabildi. Aynı zamanda rakip uzunlara 7 faul aldırdı ve bunun neticesinde 9 kere faul çizgisine gitti. Euroleague seviyesinde ancak istisnai isimlerde bulabileceğiniz bir dominasyon gücü. Belki mevcut sisteme Eliyahu kadar, ya da kısalardan Doron Perkins kadar uygunluk göstermeyebilir ancak iş skor bulmaya geldiğinde takımdaki en güvenilir adresin Big Sofo olacağı kesin.


Leon RADOSEVIC (Cibona Zagreb):

Sonunda Radosevic büyük sahnede ilk beş oyuncusu olarak ilk gösterimini vermeye başladı. Takım adına defterde üzeri çoktan çizilmiş Barcelona deplasmanındaki etkileyici 15 sayı, 9 rebound, 5 top çalmalık performansının devamını bu sefer oyununun gerçekten fark ettiği bir maçta Fenerbahçe Ülker’e karşı ortaya koyduğu 8/13 şut isabetiyle 16 sayılık elit bir hücumla getirdi. 1990 doğumlu yıldızı zaten takip etmeye çalışıyorduk, artık fazla çaba sarf etmemize de gerek yok.

Jonas VALANCIUNAS (Lietuvos Rytas):

Burada daha önce gerek benim tarafımdan, gerekse de Oktay -neredesin- tarafından sıkça dile getirildiği üzere jenerasyonunun Enes Kanter’le birlikte en güçlü parlayan cevheriydi Valanciunas. Hala da öyle, bilmiyorum nereden geldi hikaye geçmiş zaman kipi? Hazır şimdiki zamandan bahsetmişken, geçen hafta Montepaschi Siena’ya beklenilenden daha fazla zorluk çıkaran Litvanya temsilcisinde ilk kez ilk beş çıktı ve güçlü bir istatistik kağıdı elde etti. Ben maçın tamamını izleyemedim, fakat ilk haftaki performansıyla da birleştirince işler onun adına çok iyi gidiyor. Türk basını da bunu keşfettiği takdirde “İşte bak, Enes yanlış yaptı demiştik” üzerine kurulu milyonlarca makale yazılabilir…

NOT

Oliver LAFAYETTE (Partizan)

David LOGAN (Caja Laboral)

Igor RAKOCEVIC (Efes Pilsen)

Bobby BROWN (Asseco Prokom)

Milos TEODOSIC (Olympiakos)

Marko TOMAS (Fenerbahçe Ülker)

Bertomeu Akıllı Ol – Top 16 Grupları #2


Şaka gibi bir grup babalar bu G Grubu, dün de bu olay canımı sıktığı için yazıyı ortada kesmiş ve dünün yarınına bırakmıştım. Onu bıraktıktan sonra site için bir Efes Pilsen yazısına oturdum, yine beni hafakanlar bastı ve ilk paragraftan sonra sağlığımı ön planda tutmaya karar verdim, özellikle de kafa sağlığımı. CSKA Moskva grubun ağababası, fakat onlar da eski havalarında değiller açık biçimde… Onlar da tıpkı grubun ikinci torba takımı gibi güzel bir sezon ortası eklemesi yaptılar. Sasha Kaun ve Eurobasket 2009’un balonlarından Dmitri Sokolov ile yürümeyeceği belliydi. Bir diğer şişirilmekte olan arkadaş Ivan Radenovic de ilk fırsatta geri gönderildi zaten. Böyle bir pota altına Matjaz Smodis’ten yana beklentiler içerisine girmektense, Pops Mensah-Bonsu gibi güzel bir ismi eklemek aklıselim gerektiriyordu. Bu yüzden ayakları çabuk tek bir uzun bulundurmayan Efes Pilsen James Gist’le falan uğraşırken Ruslar oldu bu transferi bitiren. Mensah-Bonsu sezon öncesinde baş altı takımlardan biri olarak göreceğimizi tahmin ettiğim CSKA’yı kura şansının da yardımıyla Paris’e götürecek tamamlayıcı parça olabilir. Holden-Planinic guard ikilisi pek istikrarlı performans vermiyorlar son iki yılda, fakat yine de büyük maçlarda ikisinden averaj bir katkı geleceği aşikar. Ramunas Siskauskas, Trajan Langdon ve bugünkü maç da gösterdi ki Viktor Khryapa yine takımı sırtına alacak isimler olmaya namzet. Fakat Pops hakikaten güzel ekleme…


Unicaja Malaga’da Juan Dixon’ı gayet iyi bulduk. Maçı birlikte takip ettiğim sevgili Kubilay Kahveci son çeyrekteki birkaç sakarlığı sonrasında geçmişin 17 numaralı seçiminin o ana kadar yaptığı her şeyi sıfırladığını düşünse de cefakar Malaga halkının (Dario Silva unutulmamalı) o bölgede normal sezon boyu Taquan Dean’e sabrettiğini bilen bendeniz için gayet tatminkar bir performanstı NBA eskisinin dün ortaya koyduğu. Pooh Jeter ve Shammond Williams ile kaybedilen zamanlardan sonra Omar Cook’un arkasına getirilen Zabian Dowdell da doğru seçim gibi gözüküyor… En azından Shamu’nun aksine Avrupa basketbolundaki rolünün farkında olan ve bunu kabul etmiş, haddini bilerek takımı yönlendiren bir oyun kurucu. Yetenekleri sizi ilk görüşte çarpmıyor ama bir Jeter’ın savunma konsantrasyonuna bakıyorum, bir de bugün Dowdell’ın sahaya koyduğuna. Her zaman Dowdell olur benim tercihim… Jeter-Williams ikilisinin sunacağı hız, penetre kabiliyeti, skora gidebilme gibi spesifikasyonlar da yakın zamanda sakatlığı atlatması beklenen Joseph Gomis’de bulunabilir gayet… Yarın bir Asseco Prokom-Zalgiris maçı izleyeceğiz, adeta gruplardan kalma bir akşam olacak Polonya’da. Zalgiris’in kadro kalitesi ve derinliği, Prokom’un da genel olarak sahaya koyduğu şey Top 16 kalibresinden uzak geliyor bana… Prokom gibi her şeyini birkaç Amerikalı’nın performansına bağlayan takımlar olmuştu geçmişte de, hatta Prokom daha önce de bu formülle başarıya gitmeyi defaatle denedi. Daniel Ewing, Ronnie Burrell, Junior Harrington gibi Amerikan basketbolunu belli bir süredir takip eden sıradan insanlara tanıdık gelecek isimler barındırıyor Prokom kadrosu. Bu isimlerin kendilerini Euroleague seviyesinde test ettikleri ilk adresleri ise Gdynia oluyor. Fakat günün sonunda iş yine David Logan ve Qyntel Woods ikilisinin sahaya koyduklarına kalıyor. Az önce bahsettiğim Amerikan basketbolu takipçilerine sorduğunuzda teyit alacağınız bir şey varsa, o da bu iki oyuncunun eline bakmanın o taraflarda iyi bir şey olarak kabul görmeyeceğidir. Martynas Pocius, Dainius Salenga ve Tadas Klimavicius hep yörenin yetenekli çocukları, 6 maç daha izlemek güzel olacaktır kendilerini. Mario Delas’ı bir gün bir yerde izlemeye başlayacağız, Oktay da hakkında birçok yazı yazmıştı altyapı etiketi altında ki gerçekten beklentilerin üzerinde çok yoğunlaştığı bir velet. Marcus Brown geldiği zaman hava çok soğuk falan değilse, her zaman özel seyircisi olarak Abdi İpekçi’de olurum. Yani Zalgiris’in burada olmasından şikayetçi olacak son insanlardan biriyim belki de. Ama hepsi de birarada olmasın birader. Birader-Meinhof…

Kötü grup ama bayağı da malzeme çıktı. Hatta CSKA-Unicaja maçı sırasında 2003 draftini eşelemiştik biraz, oraya da girsem hiç çıkamayacakmışım… Birinci turdan seçilip şu anda Avrupa’da para kazanan elemanların sayısı, ikinci tura düşüp NBA’de basbayağı rol oyuncusu olabilen elemanlardan daha fazla gibi gözüküyor.


H Grubu desen, burada da Caja Laboral’in takım kimyasını ne derece oturtabileceği önemli. Bunu yaparken çok süre kaybetmemeleri de gerekiyor. Taquan Dean iyi bir başlangıç noktası değil, yapbozda birçok eksik veya doğruluğu sorgulanabilir parça varken daha iyi ince ayarlar yapılabilirdi bu geçiş döneminde… Walter Herrmann’ın rolü ne olacak? Eliyahu-Teletovic ikilisi hücumda tamamen dışa dönük oynarken, içerideki Brezilyalı yeterli hakimiyeti kurabilecek mi? Onun yokluğunda kalan süreleri Stanko Barac’ın uzun süreli sakatlığında kim işler hale getirecek? Carl English gibi istikrarsız bir dış skorerin varken en az onun kadar istikrarsız ve kesinlikle daha başına buyruk yeni bir Amerikalı getirmek neden? (Bu arada kendisi Olympiakos maçı öncesinde gayet kendini bilen açıklamalar yapıp bir ters köşe durumu yaratmış, takıma savunma özellikleri için alındığından dem vuruyor resmi sitede.) Huertas-Ribas-Singletary üçlüsü tek tek bakıldığında ifade ettikleri anlamı, takım o pozisyonda bir lidere ihtiyaç duyduğunda yine karşılayabilecekler mi? Vitoria temsilcisi için kritik sorular bence bunlar ve bu soruların cevabı sadece Caja Laboral’in değil grubun da haritasını çizecektir. Cibona’nın 1 galibiyetin üzerini görmesi gruptaki diğer takımların ayıbı olur benim nazarımda. Caja Laboral sorulara doğru cevaplar verirse istikrarsız ve takım olmaktan uzak görünen Olympiakos’u altına alabilir. Ancak dediğim gibi bu kısa transfer döneminde yararlı parçalar alamayıp sınavdan önceki son geceye bıraktılar her şeyi. Büyük oranda sınav günü psikolojisine kaldı iş ve soruların altı “optimizasyon”, “sürdürülebilir gelişim”, “misyon-vizyon” gibi kelimelerle doldurulursa BC Khimki’nin affı olmaz. Çok seviyorum o takımın yapısını da, iyi yatırım yaptılar tabi. Bununla birlikte coachları sevdiğim bir herif oldu her zaman. Keith Langford gibi kontrol edilmesi çok kolay olmayan bir Amerikalı guarddan alabileceği verimin maksimumunu alıyor. Raul-Cabezas ikilisini guarda yazdıysan sezon boyu rahat edeceğin çok belli de Javtokas-Mozgov ikilisinin günleri birbirini tutmuyor pek… Kelly McCarty her geçen gün takdirimi kazanıyor, bu zamana kadar nerelerdeydin sen?

Bir yazı da bu cümleyle bitmemeli ama hayatta böyle şeyler oluyor…

Bertomeu Akıllı Ol – Top 16 Grupları #1


Son sözümüzü başlıkta kullandık, aslında Jordi Bertomeu’nun yapacağı pek bir şey de yok… Şikayetimizin sebebi Euroleague Top 16 gruplarında ortaya çıkan ağır dengesizlik. İlk tur gruplarında karşı karşıya gelen takımların yollarının bu kadar kısa süre içerisinde bir kez daha kesişmesi istenmiyor. Mantığını çözebilmiş değilim… İlk tur sırasında grupta işini sağlama almış takımların son maçlarda farklı hesaplar içine girmesi engellenmek isteniyor olabilir. Fakat ileriyi düşünmek, mutlaka hemen bir sonraki kademeyi düşünmek anlamına gelmeyebilir. Zaten eğer bu takım böyle bir maça çıkmadan önce karar verici psikolojisine girecekse, yarışmadan güçlü olan tarafı elemek her zaman o takımın işine gelecektir. Böyle aslında pek de fayda getirmeyen ve kura olayının esprisinin ortadan kalkmasına yol açan düzenlemeler yumurtlayacağına, Top 16 dışında kalan takımların yıldızlarının üzerine akbaba gibi üşüşen büyük takımlar için bir çözüm bulmalı sevgili Bertomeu.

Kura öncesinde tek soru işareti, Maccabi Tel Aviv-Efes Pilsen ikilisinin mümkün olan iki gruptan hangisine gideceğiydi. Yani klasik anlamda bir kuradan söz edemiyoruz işin doğrusu. Sevinen tarafın Partizan-Maroussi ikilisini gruplarına buyur eden Barcelona-Panathinaikos ikilisi olduğunu tahmin edebiliriz. Fakirle zengin arasında diğer gruplarda olmayan geniş bir uçurum oluştu E Grubu’nda ve Maroussi’nin o uçurumun kenarındaki takım olup kaçınılmaz sonunu beklediğini söyleyebiliriz daha maçlar başlamadan. Maroussi’nin buraya gelişi başlı başına bir Cinderella hikayesiydi ve kimsenin onların yüksek bütçeli Lottomatica Roma’yı safdışı bırakmasını öngördüğünü sanmıyorum. Fakat bu özel duruma rağmen, bugünkü durumlarının Partizan’dan çok da farklı olduğunu söyleyemeyiz. Barcelona açık biçimde grup maçlarının ortaya çıkardığı favori iken, grubun ikinci torbadan gelen takımı da son şampiyon ve dolayısıyla doğal favori olan Panathinaikos. Montepaschi Siena’yı kendi evinde dahi küçük durumlara düşürebilen ve gruptaki en yakın rakibiyle oynadığı iki maçta ortalama 17 sayı fark yapan bu takımı son şampiyonun alt etmesi bile kolay değilken, Partizan ve Maroussi’nin bu beklenti içine girmeleri fazlasıyla iyimserlik olur.


Maroussi’nin bu gruptaki tek misyonu Zeljko Obradovic’e kolay bir deplasman sunmak olacakmış gibi gözüküyor. Partizan ise gruptan çıkması için Panathinaikos’u en az bir maçta yenmesi gerektiğinin farkında. 2008’de PAO’yu son maçta Pionir Arena’da mağlup ederek, Final-Eight kapısını rakipleri için kapamalarının üzerinden çok fazla zaman geçmedi. Fakat Partizan için zamanın biraz daha hızlı işlediğini söylemek yanlış olmaz. Aynı zamanda o günlerde Nikola Pekovic’in takımdaki ağırlığının bir benzerine bugünkü takımda sahip olan Aleks Maric, yarın Panathinaikos karşısında takımını sakatlığı nedeniyle yalnız bırakacak. Bu aşamada fikstürün de Dusko Vujosevic’e yardımcı olmadığı açık… Panathinaikos o günden bu yana sürekli güçlendi ve Mike Batiste’in yokluğunda gelen Marcus Haislip katkısı çok yerinde gözüküyor. Grup aşamasında eksikliği hissedilen Dimitris Diamantidis de sahaya indi. Üstüne üstlük bu sefer Pekovic yeşil formayı giyiyor. Partizan’a ve Vujosevic’e saygılarımızı sunuyoruz, fakat bu sene çok iyi top oynamasa da Panathinaikos’un bu kadro derinliğiyle bu grupta Barcelona dışında bir tehdit görmesi mümkün değil. Hatta Euroleague’in tamamında bir ikinci takımdan bahsedebilmek kolay değil.

İşte burada baş gösteren çarpıklık, F Grubu’nun yapısını görünce daha büyük boyutlara ulaşıyor. Bu gruptaki Real Madrid ve Montepaschi Siena, muhtemelen yukarıdaki gruptaki ikiliyle birlikte Euroleague’in en büyük beş güç merkezinden dördü anlamına geliyor. Fakat oluşan bu gruplar, bu dört süper güçten sadece ikisinin Final-Four biletini alacağına işaret ediyor. Grubu dörtleyen takımlardan yukarıda bahsetmiştik. Maccabi Tel Aviv, Maciej Lampe’den istediği katkıyı alamadıktan sonra kendisiyle yollarını ayırmıştı. Yerine bir ekleme yapmak için çabalıyorlardı, fakat bugüne kadar bu yönde bir imzanın haberini okumadım. The Magic Lamp sahada o kadar isteksiz ve yeteneklerine ihanet eder bir görüntüdeydi ki veteran David Bluthenthal’in sezon başında çok da hesapta olmayan katkısını tercih eder duruma gelmiş Pini Gershon. Kısıtlı dakikalar bulan Yaniv Green’i dışarıda tutarsak Stephane Lasme ve D’or Fischer ile iyi bir pota altı potansiyeli var takımın halen. Fakat Lasme ile ‘istikrar’ kelimesini yan yana getirmek her zaman zor olmuştur. Efes Pilsen bu ligin en ‘underachiever’ takımlarından biri. Aynı zamanda gruplardan çıkmayı en az hak edeni de… Bu konuda batug.com için bir yazı yazacağım Real Madrid maçında ilk izlenimleri aldıktan sonra. Aslında Top 16 öncesinde yayınlama niyetindeydim, fakat gelmeyen 4 numara transferini beklerken maç günü gelip çatmış. Çok acayip şeyler olmazsa gruptan çıkabileceğini sanmıyorum Efes Pilsen’in. Alınacak 2 galibiyet kulübün çizgisine leke sürmeyecek bir tablo oluşması adına anlamlı olacaktır. Daha fazlasını hedeflemek de şu an için kimsenin işine yaramayacak. Yine de maçları takip edecek, en kötü döneminde de olsa ülkeye bu heyecanı getirebilen takıma vefa örneği göstereceğiz. Diğer tarafta sürekli ortaya konan 2010 hedefiyle günlük başarısızlıklarına göz yumduğumuz bir takımın çöküşünü seyrettik biliyorsunuz. Sanıyorum ki hedeflenen bu değildi…


Real Madrid henüz Ettore Messina’nın oyun alanı görünümünden öteye gidemedi. Marko Jaric yeni bir oyuncak, çok da parıltılı bir oyuncak. Fakat sahaya yansıması bu ölçüde pozitif olacak mı, bu sorunun cevabını alana kadar birkaç maça daha ihtiyacımız olacak. Açıkçası şu anda grubun en sağlam takımı olarak, ilk aşamada Barcelona’nın altında kalmış olması çok da fazla anlam ifade edemeyen Montepaschi Siena gibi görünüyor. 2003-04 sezonunda Siena’dan gelen Ergin Ataman sonrası güç kaybetmesi beklenen bir takım, ilk tur gruplarını 7-7 gibi bir dereceyle dördüncü sırada tamamladıktan sonra Benetton Treviso, Barcelona ve Panathinaikos ile bir Top 16 grubu oluşturuyordu. Buraya kadar durumun çok da altı çizilir bir yanı yok. Fakat son maçta OAKA’da alınan galibiyet sonucu gelen Final-Four başarısının da pek bir açıklaması yok. O gün Carlo Recalcati’nin asistanı olan Simone Pianigiani çoğu otoritenin inancına göre aslında o takımın gerçek coachuydu. Bugün Bootsy Thornton Euroleague resmi sitesi için yazdığı blog yazısında bu başarıyı bir motivasyon unsuru olarak kullanabiliyor. Fakat Bootsy’nin unuttuğu bir şey var ki bizim öyle bir asistan coachumuz yok… Gerçi Emir Alkaş’ın basketbol bilgisine güvenirim geçmişten beri, fakat Pianigiani etkinliğinde olmasına izin vermeyecek bir egonun altında çalıştığı da açık.

G ve H gruplarına daha sonra bakalım. NBA TV’de Orkun Çolakoğlu-Kaan Kural ikilisi Milwaukee maçı anlatıyorlar ve “Yalnız Skiles Ersan’ı kenarda unuttu” adlı hiç bitmeyen şarkıyı dinlemeyeceğimden çok eminim. Hakeza İsmail Şenol’un yorumcu koltuklarından birinde Engin Atsür varken, sahada da Tar Heels-Wolfpack rekabeti var. If you can’t go to college, go to State!

Blogu da aksatıyoruz ama hayatı aksatmaktan iyidir…