Büyük Takımın Küçük Hocası!

Blog olarak kısır günleri geride bıraktığımız bu dönemde, Hürriyet yazarı Meriç Tunca’dan Miami Heat’i konu alan bir yazı istedim. Sağolsun, ricamızı geri çevirmedi. Şimdi sözü üstada bırakma vakti!


Dorell Wright’ı, Earl Barron’ı yönetmeye çalıştığın gibi, LeBron James’i, Chris Bosh’ı yönetmeye çalışırsan olacağı budur..

Neresinden başlayayım..

Sezon başında kurduğun, ya da kuramadığın takımdan mı?.

Bu takıma gelmiş geçmiş en iyi oyuncular arasında olan LeBron’ı bitirme planlarından mı?

Sahaya çıkardığın yanlış 5’lerden mi?.

Yaptığın hatalı değişikliklerden mi?..

Taktiksel hatalarından mı?..

Oyunu hiç okuyamamandan mı?

Basketbolu hiç bilmediğinden mi?..

Neresinden, evet neresinden..

Sakın ola ki, ”Sakatım çok, ben ne yapayım?” deme..

Sakın ola ki, ”Oyuncu kalitesi bu” deme..

Sakın ola ki, ”Daha yeni kurulmuş bir takımız” deme..

Sakın ola ki ”Buraya devrim yapmaya geldim.. İleride düzeleceğiz” falan deme.

Çünkü ne olursa olsun, bu takım, hiç bir zaman bu kadar rezil durumlara düşmedi..

Çünkü bu takım hiç bir zaman taraftarını bu kadar umutsuzluğa sevketmedi..

Çünkü bu takım, kendisine gönül verenleri, kendisinden bu kadar nefret ettirmedi..

Bu takımın senin yönetiminde düzeleceği falan da yok..

Bak arkadaş..

Senin yaptığını Van Gundy bile yapmadı.

Senin basketbol bilgin sıfır..

Senin saha kenarındaki duruşun rezalet.

Senin karizman falan da yok..

Sen en fazla ”Küçük” takımların, ”Küçük” hocası olabilirsin..

Lütfen bu büyük takımın yakasından düş!!!

Votre âme est un paysage choisi

Bazen kullandığım masum kelimelerin nelere yol açabildiğini gördükçe hayret ediyorum. Düşünceleri iki boyuttan çıkarırken, onlara zarar gelmemesini ya da gerçekten kastedilen şeyden başka anlam yüklenmemesini ancak umabiliyorsunuz elbette. Bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilerek. Yine de bugün lise döneminde Frau Fabian’ın tahtaya yazdığı aşağıdaki şiiri hatırlamadan edemedim. Orijinalini aktaracağım, zira bugünkü çeviri kotamı aşmış bulunuyorum. Zaten o yüzden çeviri ağzıyla yazdım sanırım buraya kadar da, kendimden tiksindim arkadaş.

Worte (Horst Bienek, 1974)

Worte
meine Fallschirme
mit euch
springe
ich
ab
wer euch richtig öffnet
schwebt


O derslerde arkaya geçip, sıra üzerine Beşiktaş onbiri falan çiziyorduk. Meğer önemliymiş… Sizi de fark etmeden kırabilirim, sebebi bu.

Yazıyor, Yazıyor!


Biraz reklam yapalım. Ama öncesinde bir zamanların ünlü bloggerı Oktay Akarsu’nun sessiz sedasız blog alemine veda edişinin haberini geçelim. Neydi peki bu iç burkan ayrılık hikayesinin arka planında yatanlar? Ben de tam bilmiyorum, jübile teklifimi de geri çevirdiği için hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ama günlük işlerin yoğunluğu ve isteksizlik sanıyorum temel etkenler. Yazmaya tekrar başlayınca, yuvası Numaraiki olacaktır adresi yine. Şöyle bir saygı duruşunda bulunalım. Tarih 18 Ocak 2009, yazı bu:

“Dün gece Orlando-Denver maçını izlerken kendimi bu takımın şampiyonluk şansı var mı acaba diye sorarken buldum bir an. Gerçi başlıkta da görüldüğü üzere soruma net bir cevap bulduğum söylenemez. Ama bir gerçek var ki, o da Orlando’nun her geçen yıl gelişim kaydettiği, hele de Jameer’ın…”


“Büyük bir sürpriz olmazsa ilk üçte bitirecekler konferanslarını… İlk turu kolay geçeceklerini düşünüyorum. Önemli olan o turdan sonra ne yapacakları ve Nelson’ın ne yapacağı. Şampiyonluk favorilerimi yazsam Orlando’yu ilk beşe koymam aslında ama oynadıkları oyun ve play-offlara katacakları heyecan oldukça üst seviyede olacak bence. Lakers ve Spurs’ü bu sezon süpürmüş olmaları, Hawks ve Hornets tecavüzleri… Bunlar da oldukça dikkat çekici. Magic şampiyon olursa Fotomaç modu açıp ‘biz demiştik’ haberlerine benzer bir yazı yazarım belki.”

Jameer Nelson’ın, Derek Fisher’ın malum şutunda yaptığı turnike savunmasıyla ayarcıya son bir ince ayar katkısında bulunması bu kadar tazeyken Jameer vurgusu biraz talihsiz olmuş, ama onun dışında harbiden helal olsun. Ben hiçbir zaman olasılıklar dahilinde görmemiştim finali bile. Neyse Oktay’ın da, Fish’in de elleri dert görmesin.


Erhan Leblebici transferimden sonra blog camiasından büyük tepkiler aldım, “Genel kurulda nasıl hesap vereceksin” dediler. Alın bakın, dediğimiz gibi aldığımız paranın 5 misline Avrupa’ya sattık. sporstudyosu.com adresindeki ikinci yazısı için tıkla gitsin. Diğer taze kanımız paint çok pro da İtalyan kulüplerinin kıskacında…

Biz de boş durmuyoruz, batug.com için bir ara toplam yaptık seri eşitlenmişken, şurada o da. Blog aleminde kendime rakip olarak gördüğüm tek GM Gürkan Menteş, son olarak da bonservisi elinde Şaban Işık’ı kaptı elimizden. Yeni mekanları burası, resim falan koymuştuk bir ara ama hatırlatalım yine de… Bir de İsmail Şenol’un, adeta Florentino Perez’e meydan okuyarak kurduğu bir kadro var ki sorma gitsin. Sorarsan söyleriz tabi, ahanda. Bu sabah da iyi link yaptı, hadi bakalım…

Ertelenmiş Sekmeler Vol. 1

PG: Prangstgrüp via I Found It on the Internets – Blogun takipçisi değilim, ama Northwestern’da okuyan bir arkadaşım paylaşmış linki sağolsun. “Osuruğundan Korkan Bebek” videosu da paylaşabilirdi mesela… Videoyu yukarıya koydum.

“Can I borrow your TI-83?”
Hahahahahahahaha…

SG: TORİNO – Siteye niyet, blog dünyasına kısmetmiş bu yazı. Babaya da PG pozisyonu yakışırdı ama ilgili videoyu yukarıya koyunca orayı da öyle şey ettik. Bir nevi Milan sendromu yaşayan Torino, genç kuvvet olarak Kubilay “Mark” Kahveci ile imzalamış transferin hareketli saatlerinde bu arada. Onu da tebrik ediyoruz…

“eksiklikler ortada, hatta ortada takım yok sadece eksiklik var. altı senede lebron’un üstüne anca gecekondu diktiniz be, yuh! sonra kevz başarısızmış, şanssızmış. drafttan allah’ı seçseler getirip bir dallamayı başına koç dikecekler. şimdi düşünüyorum da, lebron gibi bir cevher, deve taşağı iriliğinde bir ham elmas, nasıl olur da işlensin diye maykbravn’a emanet edilir? hu iz maykbravn? kafakoçluk tecrübesi lebron’un son dört sezonundan ibaret bi eleman. mj nasıl yetişti, bilrasıl’ın koçunu hatırlıyor musunuz, karim kolejden itibaren kimlerin tezgahından geçti, şak basketbolu nerde öğrendi? erman’ın, orhun’un, harun’un hocaları?.. dön konuya; peki ya lebron’un basketbol ustası kim? lise koçu? maykbravn? zydrunas? co-smit? yoksa deniferi mi? evet, cevap?.. hah. işte bu noktadan itibaren artık klivlınd ile ilgili gevelenip durulan soruların cevaplarına ulaşılabilir, ben çekiliyorum.”

SF: Flying Dutchman – Top 10 olayını hakkıyla yerine getirmek cidden zor iş. Öncü blog Vliegende Nederlander çıtayı çok çok yukarılara koymuş spor dışı bu listesiyle. Joe Jonese Ateşdağlı fiyaskosu sonrası blog kan kaybetmişe benzemiyor. Fiyasko miyasko diyorum ama özlemedim diyemem…

PF: Borges – Bundesliga’yı belli Alman kaynaklardan ve Borges’ten takip ediyorum. Türkçe biliyor olmanın avantajını yaşadığım zamanlardan biridir bu Uli Hoeness yazısını okuduğum gün de… Yalnız şaka maka adam 2.3 ile almış Abitur diplomasını, üzerine Bayern yapmış. Biz 2.9 ile yaptık, diploma evin hangi izbe köşesindedir hiçbir fikrim yok…

“Nach dem Besuch der gymnasialen Oberstufe hat er sich am Ende des Schuljahres 2006/2007 der Prüfung zur Erlangung der allgemeinen Hochschulreife für türkische Absolventen des Istanbul Lisesi unterzogen.”

Şimdi buldum, hayvan gibi de toz kalktı… Erhan, ne diyor?

C: Le Foot – İskoçya yazarı geldikten sonra adı Banlieue oldu ama eski alışkanlıklar kolay ölmüyor. Biz yine böyle yazalım… Aslında linkini verdiğim yazının sahibi blog ekibinin bir parçası değil. Ama Ali Ece’ye ve Le Foot’a saygı duruşunu tek pozisyonda bitirmek istedim, zira güzel yazı bol… İstanbul Lisesi’ndeki performanslarında Dinar Bandosu gitaristi olarak tanıdım kaç sene önce, Beşiktaş ve Liverpool aşığı F Dergi yazarı Ali Ece çıktı. Hayat…


G: Deuss Ex Machina – Evet, yaptıkları tam olarak bu:

“Sözcüklere itimat etmekte olduğumuz gibi bizim de bu günce aracılığıyla sunmaya, paylaşmaya yeri geldiği vakit sizlerle beraber öğrenmeye, keşfetmeye odaklandığımız müzik de aslolanı yansıtmakta, verimli bir sahayı bizlere sunmakta. Dinlediklerimiz ile ilintilemeye çabaladıklarımız birbirlerine de paralel güzergahlar ortaya çıkartmakta. Karaşınlığın esiri haline gelmiş tekdüzeliğin baskınlığına inat bi nebze olsun, farklı olana, meramını duyurmak isteyenlere yarenlik ve yaverlik etmekte. Düzensiz düşüncelerin derlenip toparlanabilmesini sağlamakta. Evelliyatın, ahir zamana ilintilenebilmesine de zemin teşkil etmekte. Onun içindir ki, 2003 Kasım’ından bu yana çarklarını çevirmeye çabaladığımız Deuss Ex Machina birgün nihayete erer ise, ürettiklerimiz ile başka gedikler açabilsin diyerek süresiz notlarımızı sizlerle paylaşıyoruz.”

F: Tardini Büfe – “Şampiyonlar Ligi finalini izledik, güzeldi tamam, ama ertesi gün gazeteyi açtık Aziz Yıldırım “How much is Ronaldinho” demiş, bunu okuyoruz” diye şikayet edenler şu linke gitsin, blogu da bir yerlere kaydetsin. Ama buraya girip de orayı keşfetmeyen kimse kalmış mıdır, pek sanmıyorum… Bu adam hangi konuda ne derse desin, kendi düşüncemmişçesine benimseme eğilimim var, Allah sonumu hayır etsin. Yalnız Cristiano Ronaldo başka bir şey abi, orada ayrılıyoruz… Şimdi Hakan Ünsal’a NTV gibi bir kanalda konuşsun diye para veriyorlar ve Emre Özcan hala blog aleminde. Hayır, böylesi daha hoşumuza gidiyor ama insan kendi kendine sormadan edemiyor: Neden?

C: Lakers Blog Yabancı sulara da yelken açmak lazım bazen. Kamenetzky Biraderler’in blogu gerçekten çok üst düzeyde. Espriler kaliteli, değinilen kilit noktalar çok yerinde… Hangi yazıyı koysam ufkunuzu genişletebilirdi yazıldığı konuda, ben en yenisini tercih ettim. Şu iki cümleyi arka arkaya görüyorsunuz, bütün ezberiniz bozuluyor. Helal olsun!

“Am I wrong, or is Marcin Gortat a pretty solid player? Maybe it’s just the kinship of Polish bald men.”

“If ever there was a matchup that demanded Lamar Odom’s versatility on both ends, it’s this one.”

WC: Dinleme Parkı – Ekşi Sözlük’te farkına varmıştım sanırım Sühan Gürer’in ilk kez… Sonra Proodos ile blog alemine de bomba gibi girdi, fakat numune olarak verdiği şarkı linkleri habersiz biçimde silinince Blogger ile yollarını ayırdı. Dinleme Parkı sitesinden devam ediyormuş üretime, benim yakın zamana kadar haberim yoktu. Sayesinde tanıştığım ve hayatıma bodoslama giren grubun haddi hesabı yok. Onun keşfi, bizim keşfimiz… Max Richter incelemesini koyarak selamı çakalım üstada.

WC: ESPN – Adande fena yazar değildir, ama ESPN’in en iyi yazarı da sayılmaz. Burada kendini aşmış, köşeyi güzel görmüş… Aslında bayağı zaman geçti üzerinden ama güncelliğini kaybedecek bir yazı da değil.

“Chris Andersen: Charlie, the former drug abuser turned hero. After a two-year ban for violating the NBA’s substance-abuse policy, Andersen is back to doing all the little things Denver needs, like rebounding and blocking shots. Not quite as valiant as sacrificing his life in an underwater communication station, but he gives the Nuggets everything he has on the court.”

“Allen Iverson: Michael, tended to do things on his own, and now isn’t around anymore.”

8+2 kontenjanına sadık kalarak paylaşma amacındayım zaman zaman bu tür yazıları. İlham kaynağım olan Ball Don’t Lie kadar sık olmaz bu paylaşımlar, ama ilki hoşuma gitti. Bakalım…