Kobe Bryant’s My New BFF (Season 1)


Long time no see…

“Şunu belirtmek isterim ki birisi bundan 1 yıl kadar önce, bir blogda yazacağım ilk basketbol yazısının Vujacic hakkında olacağını söylese, vücudumun hangi uzvuyla güleceğimi şaşırırdım muhtemelen.”

Haziran 2008. Sasha Vujacic’in kariyeri inişler ve çıkışlar gördüyse, bir daha ulaşmayı bile hayal edemeyeceği zirvesine 2008 yılının play-off performansı denk geliyordu. Ortalama 21.7 dakika, 8.8 sayı, 2.2 rebound, 39% ile atılan maç başına 1.5 üçlük. Aynı zamanda bunların yanına eklenen ve tüm bu rakamların içinden sıyrılarak en beklenmedik parametre olmayı başaran bir savunma direnci. Hani NBA’deki çaylak sezonunu izledikten sonra hangi oyuncunun bir dönem boyunca istikrarlı olarak averaj üstü savunma yeterliği göstereceğini hiç düşünmezdin deseler, sayacağım ilk üç oyuncu arasında yerini alırdı Vujacic. (Belki buraya girecek isimlerden biri de J.J. Redick olurdu ki onun da beni yanılttığı çok verimli play-off dönemleri oldu. Hatta Vujacic’in aksine onun her zaman iyi bir savunma malzemesine sahip olduğunu, ancak kariyerini ayağa kaldırması için göstermek zorunda olduğu dönemde bunu gösterdiğini düşünüyorum şimdilerde.) Bu arkaplanda düşünecek olursak, o dönemde açtığımız blogun ilk cümlelerinden birinin yukarıda alıntıladığım şekilde kurulması çok büyük sürpriz olmamalı…


Fakat o 2008 baharında, özellikle de konferans finalinde Manu “King of the Flop” Ginobili’yi dahi deliye döndüren numaralarını cebinden çıkaran Vujacic tablosunu betimlerken yukarıda değindiğimiz ‘dönemsellik’ boyutunun altını bir kez daha çizmeliyiz. Anne karnında kazanılan yetilerden hırs etmenini Vujacic söz konusuysa hiçbir zaman bir kenara itemeyiz. Bana Vujacic’in oyununun en güçlü yönleri sorulduğunda a) hırs, b) özgüven diye maddeliyorum hemen. (Fakat devamını getirmek çok kolay olmuyor ve dönemsel olarak sunulan birtakım iyi performanslara rağmen onu külliyen “iyi savunmacı” olarak nitelemeye de dilimiz varmıyor.) Yani temelde sahaya konan şeye herhangi bir somutlukla dahil olamayacak iki nitelik oluyor saydıklarım. Elbette hırs ve özgüven bir sporcuyu yeteneklerinin taşıdığı noktada devralıp, yeni bir düzleme geçmesine hiç azımsanmayacak birer yardım eli olan kaldırıcı etkenlerdir. Fakat henüz oyuncu yapısı olarak sağlam bir temele oturamamış iseniz ve NBA kalitesi gösterecek kalifikasyonlara sahip değilseniz bunların pek bir anlamı olmaz. Yani size uzun süreli kontratlar sağlamaya yetmez. Yetmemeli… Vujacic bu önermeyi tekzip etme konusunda yeni bir çığır açan ve NBA şampiyonu takımdan 3 yıllığına 15 milyon dolar koparabilen bir adam. O kaliteyi iyi niyetle zorladığı tek sezonun üzerine hem de. (Kabul ediyorum, sahada gösterilen eforu taraftarı olduğum takımın oyuncusundan beklediklerim arasında ilk sıraya koyan biri olarak o gün bunları görmekte zorlanıyordum. Hatta verilen kontratta da Mitch Kupchak’in arkasında durmuştum. O günkü argümanlarımdan biri nispeten kısa süreli bir kontratın masaya gelmiş olmasıydı. Bugün bakınca halen anlamını koruyabilen tek argümanım da o gibi görünüyor.)

Nasıl olsa Vujacic’in takımın yakın geçmişindeki en kritik serbest atışlar olan ve bu özelliğini muhtemelen daha uzun bir süre koruyacak iki serbest atışı, kenardan çok soğuk bir şekilde gelmesine rağmen Celtics çemberinin göbeğine aşk eylediği O 7. MAÇ dışında hemen hemen hiç katkı vermediği iki şampiyonluğun rahatlığıyla konuşuyoruz. Vujacic 5 milyonluk adam kalıbında bir etkinlik göstermese de takıma pek köstek olmadığını da söyleyebiliriz. Elbette burada geçen sezon, vatandaşı Goran Dragic ile girdiği manasız horoz dövüşü sonrasında neredeyse bir mağlubiyete mal olacağını görmezden geliyoruz. O mağlubiyetin kolaylıkla Phoenix serisinin elden gitmesine, dolayısıyla efsanevi Boston finali sonrası ulaşılan Larry O’Brien kupasının da bir hayal olarak kalmasına yol açabileceği gerçeğini de yok sayıyoruz. Ortada bir ihanet yoksa, ayrılıklardan sonra böyle bir tutum sergilenir. En azından genel eğilim bu olur. İçinde bulunduğumuz durumda her şeyden biraz var ama ihanet? Brown-Blake-Barnes üçlüsü, nam-ı diğer Killa B’s sezona böyle başlamışken yedek sırasında hak ettiği bir koltukla ödüllendirilmiş Vujacic için bu takas bir fırsat aksine.

—– Kırmızı Çizginin Çok Ötesinde Konuşmalar ——

Slovenya’dan ABD’ye adım attığı günden beri kendisine ev olan, başka bir ortamda görmesi mümkün olmayan bir ilgi yumağı hazırlayan, bununla da kalmayıp iki şampiyonluk yüzüğü ve tüm erkek türünün en azından bir kez derin biçimde arzuladığı bir kadın hediye eden bir takımdan bahsediyoruz. Böyle bir şeyi terk edince, içinizden bir şeylerin koptuğunu hissetmemeniz düşünülemez. Vujacic’in bugün tüm ailesi ve ülkesi için yarattığı mirası, ancak Lakers camiasının büyüklüğünden güç alarak bugünkü boyutlarına ulaşabilirdi. Belki de sadece Lakers camiasının… Yine de profesyonel spor dünyasında tanımlaması ve sınırlarını çizmesi zaten güç olan ‘ihanet’ mefhumundan bahsedebileceğimiz son durumlardan biri budur. Her iki taraf adına da…


Fakat Lakers-Vujacic ikilisi arasında yukarıda kastettiğimiz kadar tek taraflı bir ilişki mi mevzubahisti gerçekten de? Yani Vujacic bugün olduğu oyuncuya dönüşürken Lakers’ın kudretini sınırsız biçimde kullandı ve birkaç üçlük, iki serbest atış ve sayısız yalancı pres dışında bunun karşılığını geri ödeyemedi diyebilir miyiz hocam? “Yani dersek, kimse de ağzını açıp bir şey söyleyemez Güntekin.” Ancak bu saha içindeki durum sadece. Hırs ve özgüven. Rakip takımda topa hükmetmeyi seven bir guard varsa, elinizde Vujacic gibi birisine sahip olmanın çok değerli olduğunu bugün dahi söyleyebilecek genel menajerler vardır muhtemelen ligde. Halbuki içten yanmalı bir savunmacı olan Vujacic’in bu ön alan baskılarından kazanılan top sayısı neyse, bu sayının iki katı kadar manasız faulün mevzubahis olduğunun garantisini verebilirim. Biraz Mert Nobre kuralı geçerli aslında savunmadaki Vujacic’i değerlendirirken. Staples Center’da en ateşli seyircinin bulunduğu kapalı tribün civarının önünde yaptığı topa baskıyla dikkatleri üzerine çeken Vujacic’in net kazanç tablosunu ele aldığımızda negatif değerleri gördüğümüz maçların sayısı az değildir. Hatta kimden çekiniyorum, çoğunluktadır yahu!

Şimdi ikinci maddeye atlayalım: Özgüven. Muhtemelen Maria Sharapova’yı tavlamasının arkasında yatan sebeplerin başında bu geliyordur. En azından erkek dergilerinde böyle şeylerin yazıldığından haberdarız, seksi olmanın yolu özgüvenden geçiyormuş. Fakat saha içine geldiğimizde bu özgüvenin Vujacic’in oyunculuğunu besleyen bir faktör olmak şöyle dursun, özellikle 2008 sezonuna kadar oyunculuğunu büyük sekteye uğratan bir bela olarak hayatında yer ettiğini söylemeliyiz. Shaquille O’Neal sonrası sancıları atlatamamış ve bir takım kimliği oluşturamamış kadroda aldığı sürelerde, şut atmaktan hiçbir zaman çekinmeyen bir adamdı. Oyunun -tırnak içinde- olgunluk dönemi hafızalarımızda tazeyken bu benzetmeye hak vermek zor olabilir, fakat Vujacic ilk senesinde bir Von Wafer ikinci senesinde ise bir Nick Young’dan halliceydi. Hücumda şut atmadan da bir değer yaratacağına basbayağı inanmıyordu. Uzunca bir süre de onu ikna edebilen birileri çıkmadı. Bunu savunmadaki ‘her topu çalabilirim’ ve ‘her oyuncuyu durdurabilir, Michael Jordan’ı ise en azından yavaşlatmayı umabilirim’ felsefesi takip ediyordu. Bu hırs ve özgüven bileşiminin takım için en tatsız halini aldığı maçtan bahsetmiştik. Kazanma derdinin olmadığı 2005-07 dönemindeki tüm saçmalıklar kabul edilebilirdi, fakat geçen sezonki o Phoenix serisinde her güzel şeyi berbat edebilecek bir noktada geldi Vujacic’in büyük burnu. Bahse konu maç farklı bir seyirde gelişse Vujacic’in Los Angeles’ta aynı ölçüde popüler bir figür olarak kalabileceğini ise hiç sanmıyorum. O gaflet anlarını gelin, hep birlikte tekrar izleyelim. Tık! (Uyarı: Eser miktarda Craig Sager Fail içerir.)

“We have something between us going, rivalry or something. Every game, he pressures me so hard and I try to penetrate. I would say it is personal. I don’t know why but maybe because last year we were together on the national team…” – Goran DRAGIC


Vujacic’in Lakers’a verdiklerinin büyük kısmı ise saha dışından kök alıyordu doğrusu. NBA’in en görkemli iki organizasyonundan biri olan takımın tarihinde Vujacic gibi oyunculardan yüzlerce bulabilirsiniz. İnanması güç ama Lakers tarihinden bir “yenge takımı”* oluşturacak olsak, Sharapova’nın listedeki yeri tartışılır. Küçük şehirden melekler şehrine adım attığı ilk günden itibaren, Magic Johnson’a yöredeki tüm doğal güzellikleri göstermek adına Jerry Buss’ın ne büyük çabalara girdiğini biyografilerden okuyoruz. (“Hergelelik, kumarbazlık, ahlaksızlık… Hepsini öğreneceğim.”) Sportif başarılar güzel de, bu renkler biraz da Lakers kültürünü yaşatan. Biz buradan “Kusur kalsın böyle renk, siyah beyaz izleyelim” diye söylensek de, bunlar olmasa bir takımı diğerinden ayıramayacağınız yavan bir lige dönüşürdü NBA de. Basketbolculuğun takım elbiseyle gidilen bir iş halini aldığı, hakeme mimik yapmanın cezasının 6 ay hak mahrumiyetinden başladığı, “Chris Andersen damat tıraşı olsun, o dövmeleri de sildirsin” diye Facebook gruplarının kurulduğu bir ortamda bazılarının bunu görmek istediğinin farkındayım. Fakat ben aynı isteği paylaşmıyorum. En çok da o yüzdendir belki tüm saydıklarıma rağmen Sasha’yı şimdiden özlemiş olmam. Çünkü bir Lakers duruşu varsa, kendimizi hiç kandırmayalım ki onu sendika başkanı Derek Fisher, basketbol kariyeri boyunca sevişmemiş A.C. Green veya -çok özür dileyerek- Ukrayna köylüsü Stanislav Medvedenko taşımıyor. Doğu Avrupa’dan gelip Amerikan Rüyası’nı yaşayan, Paris Hilton’la görüntülenip çok daha iyisini yavuklusu yapan bu kült adam onu yansıtan. Yüreğine sağlık. New Jersey’de, Brooklyn’de, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan aynı desteksiz özgüvenle devam et. (Kardeşim sanma ki yollarımız ayrılıyor tadında bitiriş.) O tribündeki yenge takımının da evelallah hepsini…


Blogger fotoğraf altı yazı konuda bir yeniliğe gitmiş aslında, ama biz çok uzak kaldık. Şu yukarıdaki fotoğraf da tek başına Lakers’ın Vujacic’e büyük bir katkısını belgeliyor aslında. Cristiano Ronaldo gibi Manchester’a ayak bastığında Almancı modasını takip eden bir adamı Oasis dinleyicisi olarak Madrid’e göndermek nasıl bir tedrisatın göstergesiyse, bu adama bu tişörtü giydirmek de öyle bir şey. Bir üstteki fotoğrafa iliştirilecek şeyse belli: Wedding Crashers!

Türübüt Şov (by ImadoggyDogg)

* Literatüre katkılarından dolayı hakem hocası, basketbol otoritesi, güzel insan Orkun Çolakoğlu’na minnet duyuyoruz.


Kobe Bryant yeni bir BFF (Best Friend Forever) arayadursun, Allen Iverson kendisininkini bulmuş gibi. Yalnız Iverson’ın sabahtan akşama Etiler TGI Friday’s’de cheese wrap yiyerek Philadelphia nostaljisi yaşattığı kulağımıza çalınıyor. Sen o adamı kolundan tutup Bambi’ye götüremiyorsan, kankalık meramına sığmaz bu sevgili Cüneyt Erden.

Free Agency 1: And We’re Off…


– Bunun için çok bekledik. Dürüst olalım, Lakers taraftarı olarak bugünleri iple çekmiyordum. Ama her gün, her yerde bir takımın kurtuluş planlarını 1 Temmuz 2010 tarihinin üzerine yapılandırdığını görmek ve şimdi nihayet o günün geldiğini fark etmek ilginç bir durum… Bu planları yapmak için boş zaman bulma konusunda en rahat kesim olan Knicks taraftarları ise şu anda forumlarda harcadıkları mesainin karşılığını alamayacak olmaktan korkuyor. Kamuoyundaki son rüzgarlar sahiden de Knicks taraftarlarına çok fazla merhamet göstermiyor. Ve görünen o ki, Knicks forumlarında uzunca bir süre daha kadrolar yazılacak, ideal forvet tipleri tasvir edilecek, boşluk olan yerler “Yabancı” şeklinde doldurulacak.


– İlk gün kötü genel menajerlerin birbirlerinin salaklıklarını görüp artırmasıyla geçti ve genel olarak birkaç vasat adam hiçbir zaman hak edemeyecekleri kontratlarla ödüllendirildiler. Fakat “Dumb & Dumber” bir kez daha sahneye koyulurken son haberini aldığımız hamle herkesin sesini kesmeye yetecektir:

“Toronto Raptors have reached agreement to sign center Amir Johnson to a five-year, $34 million deal, agent Kevin Bradbury tells Y! Sports.“

Amir Johnson’ın herhangi bir işte 5 yıllık 34 milyon dolar önerilecek kadar başarılı olduğu bir paralel evren varsa, ben şu anda oraya ışınlanmak istiyorum. Bundan sonra da kimse bizim çocuğumuzun aldığı paraya laf atmasın, taş olurlar… Bryan Colangelo, Hidayet Türkoğlu ve Andrea Bargnani’ye verdiği kontratların üzerine bitirişi çok iyi yaptı ve gittikçe uzayan bir listede kendisine saygın bir yer edindi. Hemen altında onun katettiği yollara daha kısa sürede ulaşan bir yetenek var, ona geçiyoruz…

Daha fazlası burada

– Kevin McHale’in genel menajerlik kariyeri NBA tarihinde tanık olunan en kötülerinden biriydi. Öyle bir takas düşünün ki, henüz üç sene önce bir franchise player gönderilirken karşılığında genç All-Star adayı etiketiyle alınan oyunculardan yalnızca bir tanesi halen takımda. O da ilk beşteki yerini Darko Milicic’e vermeye hazırlanıyor ve takımın acilen kurtulmak istediği bir kontratı elinde bulunduruyor. (Tabi buradaki çarpıklıkların farkındayız ama Al Jefferson’ın birinci ya da ikinci adam olarak hiç güven vermediğini kabul etmeliyiz.)

David Kahn’ın icraatlarını maddelendirmek istemiyorum, bir gün o sadist zevk için McHale dönemiyle birleştirip bir yazıyı tamamen buna ayırabilirim. Fakat draftin ilk turunda üç oyun kurucu seçip, bunlardan en işe yarar olanı Ty Lawson’ı takasla gönderen de Kahn’dı. Şu şekilde tekrarlayayım: Görece zengin bir draftin 5., 6. ve 18. sırasındaki haklarının hepsini oyun kurucudan yana kullanan bir takım, takip eden sezonu Flynn-Sessions ikilisi ile götürüyordu. Chalmers-Arroyo ve Fisher-Farmar ile birlikte ligin en kötü üç oyun kurucu rotasyonundan biri ve bana göre en kötüsüyle. Dünse Wolves için 4 yıl ve 13 milyon dolarlık Nikola Pekovic hamlesiyle başladı… Günün başında Rick Kamla’nın kulübe yakın kaynaklardan aldığı Milicic duyumlarından dolayı, bu habere “Kahn, Darko’yu mutlu etmek için hiçbir şeyden kaçınmıyor” yorumu yapmıştım ve hatta sevgili İsmail Şenol ile de şurada paylaşmıştım. Bu yorumu 4 yıllığına 20 milyon dolarlık bir teklifin takip etmesini ise hiçbirimiz beklemiyorduk… Bu free agent piyasasının aktörlerinden biri olabileceği konuşulan Minnesota, Kahn’ın geçen yaz ve bugün yaptığı anlamsız hamleler sonucu neredeyse lüks vergisi ödeyecek kıvama geldi. Ellerinde ise açık ara ligin en umutsuz oyuncu grubu var. Sevdiğim bir çocuk olan Wes Johnson’ın da ortama ayak uydurmasından korkuyorum. Böyle büyük çöplükler büyük lanetleri beraberinde taşır…


Rudy Gay ve David Lee’den görüşme için söz aldığını söylemişti Kahn. Elinde sadece Jefferson’ın kontratını sign-and-trade ile gönderme opsiyonu kaldı bu oyunculara ulaşabilmek için. Böyle buluşmalarda hesabı genel menajerler öder, Gay ve Lee’nin tek düşündüğü yemeği bedavaya getirmektir bundan sonra. Gay takımıyla anlaşmış olmasına rağmen gidip o yemeği yemeye çalışacaktır hatta…

Günün esprisi de burada gelsin: With Rudy Gay signing in Memphis, there won’t be any Gay/Love/Sessions in Minnesota.

– Gay’den bahsetmişken, onun alacağı rakamları da abartılı bulduğumu söylemeliyim. Bu başka bir gün olsa, tamamen bu teklif üzerine çok ağır bir yazı yazabilirdim. Ama günün neredeyse en iyi hareketiydi. En iyi hareket şu ana kadar bir takımı play-offa taşıma konusunda hiçbir şey ispat etmemiş bir oyuncuya, hatta bu ligin Andre Iguodala ile birlikte en kötü birinci adam rolü yapan oyuncusuna 5 yıl ve 82 milyonluk bir teklif yapmak. Yanlış okumadınız… Tüm bunlara bir de Gay’in sınırlı serbest oyuncu olmasını ekleyin. Piyasada büyük yıldızlar çekildikten sonra eli boş kalanların Gay’e olta atması ve bu rakamlara çıkması olasıydı. Ama elin bu kadar kuvvetliyken bu kadar aceleye gerek var mıydı, emin değilim. Gay’e daha fazla güvenen arkadaşlar vardır, onların bakışı farklı olabilir pek tabi. Tek gerçekçi şansı draft ettiği oyunculardan yıldız yaratmak olan bir küçük market takımı için Gay’in idare eder bir birinci adam olduğuna bile ikna edebilirsiniz herhangi birisini. Bu noktada Iggy’den ayrılıyor sanırım…

– Bucks olayına yarın değinmek istiyorum. Joe Johnson’ın da teklifi kabul etmesini bekleyelim yazmak için, neyi düşünüyorsa… Richard Jefferson da bekleyebilir, zaten telefon kayıtları ortaya çıkana kadar anlaşılır bir karar olmayacak. Şimdi kulaklıklarımız Inglewood’daki kulüp binasında.


– Mike Miller’a mid-level extensionın tamamını döktüğümüz söylenmekte. Uzun bir süre daha capin üzerinde seyredecek ve halihazırda kontratlı bir oyun kurucusu olmayan bir takım için gayet mantıksız buldum bu hamleyi. Üçgen hücum oynayan bir takım için eşsiz bir parça olarak gördüğüm ve uzun zamandır uzaktan kestiğim Steve “Soft Porn” Blake’in bile MLE‘nin tamamını kullanmaya değmeyebileceğini düşünüyordum. Bu parayı Miller’ın önüne dökmemize ise en başta NBA’in gerçekliklerinin izin vermeyeceğine inanıyorum. Geriye kullanabileceğimiz bir veteran minimum kalıyor. Onunla alabileceğimiz iş yapacak oyun kurucu görmekte zorlanıyorum. Bu paranın adresi Blake olsaydı, 2-3 numaradaki penetre yapan oyuncu sıkıntısına çare olmayacaksa da veteran minimumla Raja Bell bağlanabilirdi. Elbette Blake için piyasada daha fazlasını verebilecek takımlar var ve bundan çekinilmiş olabilir. Bell’in misyonunu bu sene seçtiğimiz delikanlılardan Devin Ebanks’in üstlenebileceği düşünülmüş olabilir… Yine de bu çekirdeği korumak için -anlaşılabilir şekilde- fazlasıyla overpay edilmiş oyunculardan oluşan dengesiz bir payroll için altından kalkılamayacak bir yük olabilir Miller’a verilecek olası 5 yıl ve 30 milyon dolarlık kontrat…

Eli boş kalan Knicks ve Heat’in Miller’a saldırması söz konusu olabilirdi ama buna imkan vermeyecek kadar erken davrandık. Düne kadar Johnson ile menajerleri ortak olan Miller, başka hesaplar nedeniyle de cazip görünüyordu. Ama buna imkan vermeyecek kadar da geç hareket ettik. Miller’ı almak için mükemmel zamanlama. Kazanıyormuş gibi görünürken kaybetmeyelim de… Şu anda olan tam olarak bu bence. Güvendiğim Lakers yazarlarının çoğu da bu haberi halaylarla karşıladı, kısmet.

– Okumaktan hoşlanmayanlar için günün özeti:

Drew Gooden (5 years – $ 32 million)
Amir Johnson (5 years – $ 34 million)
Darko Milicic (4 years – $ 20 million)
John Salmons (5 years – $ 39 million)
Rudy Gay (5 years – $ 82 million)
Joe Johnson (6 years – $ 119 million)

Şu ergenliğin tam sırası bence: “Afrika’da insanlar aç…”

– Uzun zamandır bloga dişe dokunur bir şeyler yazmıyordum. Uzun zamandır Oğuz Başkaya’yı görmüyorum. Bu yazıyı ona ithaf ettim…

Sendikacı 0.4

Kar yağıyor kör gecede
Kış ayları zorlu aylar.
Yoksul damlar buz pençede
Yoksul canlar düşüncede.

Grev çadırı önünde
Bir işçi dimdik duruyor.
Grev çadırı önünde
Kızıl bir ateş yanıyor.

Bir işçi on bin oluyor
Dalga dalga grevlerde.
Gürleşiyor çoğalıyor
Ateş söneceği yerde.

Kör gecenin çakalları
Ateş sönecek sanıyor.
Kış ayları zorlu aylar
Karanlık buza sarıyor.

Grev çadırı önünde
Bir işçi dimdik duruyor.
Grev çadırı önünde
Kızıl bir ateş yanıyor.

Bir işçi on bin oluyor
Dalga dalga grevlerde.
Gürleşiyor çoğalıyor
Ateş söneceği yerde.

Ammo!

Duvardakilere sözüm yok, saç-sakal yerinde. Kitaplar arasında Diana Hacker’dan “The Bedford Handbook” göze çarpıyor, muhtemelen final haftası kapıda. Ne güzel çocuktun sen Adam Morrison… Sanırım her şey bir UCLA maçıyla kötüye gitmeye başladı.

Foto: SI Vault

Defense Is The Backbone

– Sevgili okuyucular, bu blogda yapmayı çok sevdiğimiz bir şey değildir bu tarz açıklamalar fakat bir punduna getirip de yazamadığımız için en az sizin kadar üzgünüz. Kimisi üniversitelinin rutin yoğunluklarını tanıdı, kimisi bitirme tezi muhabbetiyle sabahları akşam etmekte. Biz de projeleri atlatıp final haftasına yelken açarken içiyoruz her gece, her gece başka bir alemde. Çelik’e selam, yola devam… Işık sizinle olsun.


– Dün basketbol neşriyatının kalmadığı bir ortamda amme hizmetini dokuz yıldır her şeye rağmen sürdürebilen BATUG.COM camiasının yeni yaşını kutladık. Hala da kendimize gelebilmiş değiliz. Çıkışta da -artık Celtics serisinin yıpratıcı etkisiyle midir- kova yapan 1 adet Cavs taraftarı, onun yanında ironinin dibine vururcasına uyuyan 1 adet Celtics taraftarı, mütemadiyen kusan 1 adet Rockets taraftarı ve ezeli rekabeti yaşatan 1 adet Suns taraftarının bulunduğu fıkra gibi bir ortamda gelen galibiyetle gurur duyduk. Lakers büyüklüğü böyle bir şeydir. İkinciliğe bile sevinirim gerekirse, nedir ki…

Atölye Kuledibi güzel mekan, kızla gelinir.

– Uzun uzadıya konuşamayacak kadar uykusuzum, muhtemelen sıkıcı bir şeyler olacak karaladıklarım da. Yine de deneyelim…


– Bu sene alışılagelenden farklı olarak normal sezondaki uykusunu play-off dönemine de taşıyan Lamar Odom, seri öncesinde kendisini yok sayanlara ilk tokatı indirdi. O tokatın adreslerinden biri de ben oldum, açıkçası John Hollinger tadında bir yorum olmuş benimki. “Lakers geçen sene de çok faza güven vermiyordu ama istedikleri zaman vites değiştirebileceğini göstermişlerdi, bu sene onu yapmak istediklerinde yetersiz kaldılar” gibi bir şeyler gevelemiş ve açıkça Lakers’ın konferans finali şansı olmadığını yazmıştı çok kez. Ben de Odom’ın karakter göstermekten hiç geri kalmadığı bu dönemleri boş geçmesini çok fazla yorumladım. Son büyük kontratının ilk yılını geçirdiğini de akla getirince çok mantıksız gelmiyordu. Fakat bu maçtan sonra Odom’ın ihtiyaç duyulmadığı için devreye girmediğini söyleyene de şiddetli bir itirazım olamaz, öyle özel bir gece geçirdi. Elbette bugünkü maçın temposunun, Odom’ın kendisini en rahat hissettiği tempo olduğunu da hesaba katmalıyız. Daha önce kötü geçen Suns serilerinde de Shawn Marion’a küfür niteliğinde performansları akıllarda. Artık hücumda baş aktörler sayıldığında adı eskisi kadar sık geçmiyor, fakat bu serideki x-factor Mr. Kardashian olacakmış gibi. Odom yanlış ata oynamaz, seneye yatay geçişle baldızı inşallah…

– Bir draft dergisi projesi var, tetikte olun…

– Serinin son maçı görebileceğini hala düşünüyorum, fakat Bryant-Bynum ikilisi sağlıklı olacaksa çok da kolay bir görev olmayacaktır seriyi oraya getirmek Suns için. Günler ilerledikçe bench faktörünün Suns lehine işlemesi beklenmeli, Robin Lopez de yine tahmin edildiği üzere bu serinin gidişatında etkili olabilecekmiş gibi görünüyor. Andrew Kamenetzky seri öncesinde yazdığı ve Jordan Farmar’ın bir Suns serisinde başlayan kariyeri üzerinden bugünlere geldiği yazısından çok gurur duyuyor olabilir dün gece yatarken fakat elemanı biraz tanıyan hiçbir Lakers taraftarı bu performansı yemeyecektir. Savunmada yine oluk oluk aktılar açtığı yerlerden zaten, özellikle de Goran Dragic ile… Korkutucu.


– Doğu yakasındaki seride de ilk maç fikrimi biraz sorgulamama yol açtı. Stan Van Gundy dünkü maçın kahramanı Ray Allen’ın savunmasında J.J. Redick’in rolünü genişletmek, Gortat-Howard ikilisini birlikte kullanmak gibi bazı ufak oynamalar yapacaktır, fakat orada da işlerin rengini belli edecek bir başka kritik maçta daha sinen Dwight Howard’ın reaksiyonu olacak. Kendrick Perkins’in bu adam için panzehir görevi yaptığını biliyorduk, açık ara karşısında en iyi duran isim. Fakat zaman zaman Glen Davis ve Rasheed Wallace karşısında bile zor anlar yaşadı D12 sakar top kayıpları ve zayıf bitirişleriyle… Sistemin merkezindeki isim ikili sıkıştırmalara gerek duyulmadan durdurulabilirse Magic’in o pas akışını aynı düzeyde yaparak boş adam üzerinden bulduğu dış şutlarla sonuca gitmesi de mümkün olmayacaktır. (İçimdeki İhsan Bayülken, dışarı çık.) Rakibin zaman zaman getirilecek yardımları kompanse edecek bir savunma yapısı da var bununla birlikte. 2008 final serisinde Kobe Bryant’a yapılan yardımların devamında dış oyuncular üzerindeki kaymayı nasıl becerdiğini hatırlayacaksınız Celtics’in. Belki savunmada aynı derecede korkutucu değiller, ancak Cavs serisiyle o günleri hatırlamaya başlayan takım Rasheed Wallace’ı da işin içine sokmayı başarınca hangimiz paniğe kapılmadık?


– Yukarıdaki fotoğrafların yuvası burada: Brain On Funk

More News from Nowhere #9

– Çocuklar iki haftadır yazı yazmamışız, konu eksiğimiz var, hemen başlayalım…


– Ne zamandır eve de uğramıyorum okulun yoğunluğundan, bugün hazır bir kaçamak yapmışken birkaç güzel maç izlemek istedi deli gönül. Ne yazık ki, Türk televizyonlarının hayattan soğutan ‘rakiplerimizi tanıyalım’ haftasına denk gelmişiz… Hayır, Atletico Madrid bilmediğimiz bir takım mıdır? Bilmeyen varsa da söyleyelim, Madrid’in diğer takımı top oynamıyor. Galatasaray’ın da iddia edilenin aksine iyi kura çektiğini düşünüyorum, bir sonraki tur daha düşündürücü olabilir ancak Everton’ın da bu sene pek havasında olduğunu söyleyemiyoruz. Yine de Sporting’i eleyeceklerdir, sonrasında da Galatasaray’a Atletico’dan fazla sorun çıkaracaklardır. Tabi bunlar benim düşüncelerim…

– Türk televizyonları demişken burada daha önce bahsetmiştim devlet kanalının Bundesliga’nın yayın haklarını almasının sonuçlarından. İlk aşamada Ramazan ayındaki iftar özel programları sebebiyle üçüncü kanala sürülen Alman liginin en önemli kapışmalarından olan Hamburg-Bremen maçı da TBMM engeline takıldı bugün. Nord-Süd Gipfel sonrası Nordderby de yalan oldu sayelerinde… Artık saçma sapan maçları Kerem Öncel anlatımıyla dinleyeceğim diye TRT’ye takılmayacağım. Bundesliga yazısı bekleyenler varsa kusura bakmasın…


– UK Championship üst düzey bir turnuva oldu, herhalde şampiyonanın kalitesine yakışmayan tek maç da ironik biçimde final oldu. Fikstürde heyecanın doruk yaptığı dönemlerden birindeyiz ve ocak ayındaki Masters da ilaç gibi gelecek. Bu arada veteran Jimmy White da heyecan yarattı Wembley buluşması öncesinde, wild card için Liang Wenbo çok daha güzel bir isim olurdu açıkçası. Gerçi bu verilen kararı da çok anlamsız bulmuyorum, Jungle Jimmy’nin malum yarışma sonrası yaptığı sükseyi de düşününce. Zaten Wenbo uzun yıllar Wembley’de olacaktır bundan sonra. Açılış gecesinde Mark King’i yenip yoluna devam edebilir her şeye rağmen… Onun için de çok hoş bir tecrübe olmaz öte yandan. İlk turdaki tüm eşleşmeler güzel doğal olarak da O’Sullivan-Robertson eşleşmesine dikkat!

Geride bıraktığımız turnuva hakkında ben bir yazı yazacaktım ama Higgins-O’Sullivan maçının sadece son bölümüne yetişebildiğim için pek de yeterli görmedim kendimi o açıdan. Maçı izledim ama araya da başka şeyler girdi sonra, İnan yazsa okurduk. Akılda kalanlar arasında en önde gelense 8-2’den geri geldiği bir günde son snooker için masaya dönmeyip rakibinin elini sıkmaya giden bir Ronnie O’Sullivan. 13. framedeki hadise sonrası bir John Higgins mağlubiyeti gelseydi en basit haliyle yazık olurdu, fakat Roket bir anlamda şampiyonluğunu engelledi o geri dönüşüyle büyük rakibinin… Zira finalde Ding Junhui karşısında en kötü oyunlarından birini sergiledi, genelde turnuvanın ortasında yaşadığı ve bir şekilde üstesinden gelebildiği mental düşüşlerini o büyük yarı final sonrası oynanan finale bırakınca beni çok şaşırtmayan bir yenilgi aldı Higgins. Ama o kahverengi de kaçmayacak artık…


– Lakers maçına baktık biraz, sezonun ilk toplu konuşması bir test yayını vazifesi gördü. Böyle başarılı kadrolar kurunca normal sezona odaklanmak taraftar için de pek kolay olmuyor açıkçası. Luke Walton’ın sakatlandığını, Ron Artest’in savunma katkısıyla play-off için umut verdiğini fakat üçgene tam olarak adapte olamadığını, Jordan Farmar’ın şut sokmaya ve daha aklı başında oynamaya başladığını, Pau Gasol’ün de rebound konusunda kendini aştığını duymuştum. Kontrat sezonunda yatışta hız kesmeyen Lamar Odom’ın yeni sözleşmeye imza attığı ve bir Kardashian ile evlendiği bir yazın üzerine sezona konsantre başlamasını bekleyen yoktu herhalde. Yanılmamışız… Andrew Bynum’ı bir de şu zorlu fikstürde görelim derim ben. Rakamları güzel ama iyi uzunun sayılı olduğu şu ligde kalbur üstü takımlara karşı verdiği performansı görmeden ikna olmam çok kolay değil.

Neyse ki böyle bir zamanda geliyor Christmas ve bizim için Starbucks’ta sınırsız toffee nut latte içebilmekle olduğu kadar, gecenin ana menüsü olan Lakers maçının heyecanıyla da güzelleşen bir dönem. Scrubs’ın dördüncü sezonundaki “My Hypocritical Oath” bölümünde Dr. Cox’ın Christmas gecesinde nöbeti boyunca eve gidip Lakers-Heat maçını izlemek dışında bir şey düşünmediğini hatırlıyoruz mesela, bizim için de böyle bir şey bu. Geçen seneki Celtics maçının tadı hala damağımızda. Artest’in de gerçek Laker olduğu gece anlamına gelebilir bu maç. Gelmeli de… Tophane’de 20-25 kişilik bir grup olarak buluşacağımızı tahmin ediyorum. Nedir, ne değildir bilmek isteyenler LakersTR forumlarına yönlenebilir. Gerçi şu anda işlevsel değil kendileri, ama kısa sürede düzelecektir. Sorusu olan buradan da yazabilir zaten, nedir ki…

“Listen up. I have been cursed to work the night shift with you chuckleheads, which means I have to tape the Lakers-Heat game. And seeing as no one in the history of this germ box has ever made it through a shift without saying “Oh my God, oh my God, did you see what happened last night on America’s Fattest Fatties? A 900 pound woman lost a pound and a half and cried for twenty minutes!” Be warned: If you utter a word about the score of the game, it will be your last.”


– Türk Telekom daha da kötü takım olmuş be… İzlemeyin!

Lamayn Wilson benim takımımın oyuncusu olsa sahaya yakın bir yerde konuşlanıp, suratına tükürürüm sanıyorum… Kenarda Galatasaray Cafe Crown döneminde de çok eleştirdiğimiz, ülke basketbolunun en aciz coachlarından Murat “Liselim” Özyer oturunca, Ercüment Sunter’in görev değişimine de sevinemiyorsun. Bu kadar kötü yönetilen bir şirket olsa bugüne kadar iflasını ilan ederdi… Türk Telekom arkanda olunca paranın çok da önemi yok belki ama yıllardır o bütçenin karşılığında kurulan takımlar, ısrarla Steve Nash diye yutturulmaya çalışılan Tutku “Tutku Açık Milli Takımda Neden Yok” Açık, kadroya alınıp benchin en sonunda oturmaktan öte bir misyon verilmeyen turşuluk guardlar ve her şeyden önce E-Sunt faktörüyle o kadar soğumuşuz ki yarın kapansa üzülmeyecek durumdayım… Zaten Türk Telekom markasına da kılım ne zamandır, isabet olur…


– Mark Hughes gitmiş, yerine gelen isim de Roberto Mancini olmuş… Craig Bellamy’nin liderlik ettiği bir oyuncu grubunun kararı protesto ettiği söyleniyor. Bellamy gelecek hocanın kendisine aynı şansı muhtemelen vermeyeceğinin farkında sanırım… Ben Hughes’a çok güvenen biriyimdir, burada birkaç kez bahsettim. Hatta ilk menajerlik yıllarında hep Alex Ferguson sonrası dönem için aday olarak gördüğüm bir adamın City ile imzalaması da hiç hoşuma gitmemişti. Bugünden sonra çok mümkün olacağını da sanmıyorum ama kendisine güvenimde bir azalma meydana gelmedi. Evet, kötü bir dönem geçirildi ve City’nin şu anda olması gerektiği yerden aşağıda konumlandığını söyleyenlere katılmamak mümkün değil. Fakat burada geçen senenin başındaki Robinho transferi yazmıştık, Hughes’un karakter olarak başkasının yaptığı bir plana uygulayıcı olarak dahil olup başarıya gitmesi mümkün değil. Yapılan transferlerde fikrinin alınmaması konusunda yöneltilen sorulara ılımlı cevaplar verip, bu seviyedeki oyuncuların transferine üzülecek değilim minvalinde açıklamalar yapmış olsa da karar ona bırakılsa Robinho gibi bir adamla çalışmak istemeyeceği o gün de bilinen bir durumdu. Sonrasında kovulacağını bildiği bir maçta Emmanuel Adebayor’u yanında oturtup, güvendiği Roque Santa Cruz ve -şimdi arkasından ağlayan- Bellamy gibi oyuncuları sahaya sürmesi beyhude bir hareket olmamalı.

Mancini, selefine oranla çok daha oportünist bir çizgi gösteriyor teknik direktörlük kariyeri boyunca. Ada’daki İtalyan modasının da asistiyle güzel yere kapak attı Mancini, Arsenal ve Liverpool bu haldeyken takımı üçüncü sıraya taşıması benim için büyük sürpriz olmaz. Ama Hughes’un başarısızlığını savunanlara bir argüman da olamaz…


– Sabah ders var, uyku trenini kaçırmışa benziyoruz. Serinin 2005 versiyonundan bu yana ara vermiştim Championship Manager/Football Manager sabahlamalarına… Oyun nerelerden nereye gelmiş, bir ‘maşallah’ çektikten sonra Ipswich Town’ı alarak Roy Keane’in menajerliğine meydan okuduk vakit kaybetmeden. Keane ile düşme hattının hemen üzerine zincir atmış takımı 23 maç sonunda dördüncü sıraya taşımakla övünmeyeceğim, zira hedefimiz büyük. Liam Trotter, Connor Wickham ve Zavon Hines gibi isimlerle sonraki 10 yılın takımını kuruyoruz. Go Tractor Boys!