Yine O Adam


Günde 12 maçın yapıldığı bir şampiyonada bir şeyler mutlaka kaçacak, yayıncı kuruluşun programına baktığımızda bunun ayırdına varmalıyız. Fakat Doğuş Yayın Grubu dahilindeki diğer kanalların varlığı da düşünüldüğünde, erken kopması olası Türkiye-Fildişi Sahili maçının bir alternatifi sunulmalıydı. Aynı zaman diliminde Almanya-Arjantin ve İspanya-Fransa gibi sert maçlar varken, basketbol izleyicisi üçüncü sınıf bir takıma mahkum edilmemeliydi, link peşinde koşturulmamalıydı. NTVSpor’da karşımıza Mehmet Topal’ın ilk maçı olması vesilesiyle değil, daha çok sattığı için orada olduğu açık olan Valencia-Malaga çıkmamalıydı.

Fakat yine de NTV’nin genel anlamda iyi iş çıkarabildiğini söyleyebiliriz. Kaan Kural’ın milli maçlarda tribüne gönderilme sebebini biliyoruz, yabancı kısıtlamasına takılıyor. Ama buna çok fazla takılıp kalmak istemiyorum. Murat Murathanoğlu ve İsmail Şenol sesini duymaktan zevk aldığım spikerler. Bugünkü son maçı Arjantin kanalından izledikten sonra, Osman Sakallıoğlu’na bile sıcak bakabilirim. Zira futbol formasyonundan geldiğini açığa vuran o “Hidayet -es- Hidayet -es- Top hala Hidayet’te” tarzının en uç noktasını sundu bugün bana. Serbest atış çizgisine yönelen bir Carlos Delfino’yu, penaltı öncesinde gerilen bir Gheorghe Hagi’ye dönüştürmeyi bildi. Her topu son topmuşçasına anlattı. Ağzından çıkan her kelimeyi sanki son nefesiyle birlikte salıveriyordu… Korkunçtu. Daha sonra Onur Erdem yerinden bildirdi, elemanla tanışma fırsatı bulmuş ve Matias Delgado sempatizanı olduğunu öğrenmiş. Çok zayıf noktamı buldu, tüm sözlerimi geri aldım…

Caner Eler’in rotasyona dahil olması normal olarak bizi de sevindirdi, umuyorum ki rolü acilen büyüyecektir. Doğan Hakyemez sonrası Murat Özyer de esaslı bir upgrade olmuş… Fakat benim için bugünün yıldızı –bundan sonra– Merih Ak idi. Kendisinin daha önce herhangi bir basketbol maçı izlediği şüpheli. (Geçmişte oynamamış olması cüssesine haksızlık olurdu, muhtemelen oynamıştır.) Bunu söylemek için bir cümlesini duymak yeterliydi. Ama gün boyu arkadaşlarla da konuştukça, Ak’ın özel bir izleyici kitlesi oluştu. İzmir’e bağlandıklarını duyduğum gibi açtım NTVSpor’u istisnasız olarak. İspanya-Fransa maçını ‘erken final’ olarak nitelemesini dalgaya almış, oyuncu telaffuzlarına dikkat kesilmiştik. Fransa’ya inancı çok desteksiz değilmiş galiba, saygı duyuyoruz. Ama kamera karşısındaki jestleriyle spor ekranlarına yabancı gelen bir adam. Muhtemelen çok uzun ömürlü de olmayacaktır, ama eğer ki olursa yeni bir akım yaratabilir bu ‘CNBC-e terk’ görünümlü Ege bölge temsilcisi. Her seferinde aklıma Cihan Ceylan’ın şu karakterini getiriyor baba.


Adidas Cup’takine benzer not defterleri oluşturabilirim. Takım profilleri bitmediği için sana karşı mahcubum okuyucu, gözlerim yere bakıyor.

P.S.: Sine Büyüka kadar overrated olmak için ne yapmalıyım? Tanrı vergisi bir şey de olabilir gerçi.

Ya da şey olabilir. “Kadın. Top. Basketbol topu. Kadın ve basketbol topu. Basketbol topu ve kadın. Basketbol konuşan kadın. Anlamlandıramıyorum, o zaman bayağı büyük bir güç ile karşı karşıyayım. Basketbol konuşan kadın. Power forvet diyor. Tapmalıyım.”

Bloguna arada sırada uğrar, radyo programını indie modundaysam kaçırmamaya çalışırım. Yanlış anlaşılmasın. Güzel müzik zevki var, playlistlere falan buradan ulaşabilirsiniz.

Mrs. Solis


Bu fotoğraftan sonra Knicks’in Tony Parker’dan da vazgeçmesi gerekebilir. New York Red Bulls forması giyen Thierry “Titi” Henry civarlardayken, Parker’ın Knicks’i seçebilmesi çok kolay değil. En azından Desperate Housewives ilk sezonunu izlediyse…

Blame Canada!

Vizeleri kısmen atlattık, March Madness geyikleri devam ederken yavaş yavaş play-off havasına da girilir. True Grand Slam blogunu götüren Mesut “Russell” Ulukök de daha geniş kitlelere ulaşmasını umduğu bazı yazılarını yayınlamamız yönünde bir ricada bulundu ve severek kabul ettik. Zaman zaman katkıları olacak, teşekkür ediyoruz. Kelt Açılımı böyle yapılır…

TBJ daha önce bahsettiğimiz bir olaydı, takip eyleyin. Artık The Score üzerinden yayındalar ve acayip işler yapıyor Skeets-Melas ikilisi…

Örnektir! Yalnız bağımlılık yapabiliyor…

More News from Nowhere #9

– Çocuklar iki haftadır yazı yazmamışız, konu eksiğimiz var, hemen başlayalım…


– Ne zamandır eve de uğramıyorum okulun yoğunluğundan, bugün hazır bir kaçamak yapmışken birkaç güzel maç izlemek istedi deli gönül. Ne yazık ki, Türk televizyonlarının hayattan soğutan ‘rakiplerimizi tanıyalım’ haftasına denk gelmişiz… Hayır, Atletico Madrid bilmediğimiz bir takım mıdır? Bilmeyen varsa da söyleyelim, Madrid’in diğer takımı top oynamıyor. Galatasaray’ın da iddia edilenin aksine iyi kura çektiğini düşünüyorum, bir sonraki tur daha düşündürücü olabilir ancak Everton’ın da bu sene pek havasında olduğunu söyleyemiyoruz. Yine de Sporting’i eleyeceklerdir, sonrasında da Galatasaray’a Atletico’dan fazla sorun çıkaracaklardır. Tabi bunlar benim düşüncelerim…

– Türk televizyonları demişken burada daha önce bahsetmiştim devlet kanalının Bundesliga’nın yayın haklarını almasının sonuçlarından. İlk aşamada Ramazan ayındaki iftar özel programları sebebiyle üçüncü kanala sürülen Alman liginin en önemli kapışmalarından olan Hamburg-Bremen maçı da TBMM engeline takıldı bugün. Nord-Süd Gipfel sonrası Nordderby de yalan oldu sayelerinde… Artık saçma sapan maçları Kerem Öncel anlatımıyla dinleyeceğim diye TRT’ye takılmayacağım. Bundesliga yazısı bekleyenler varsa kusura bakmasın…


– UK Championship üst düzey bir turnuva oldu, herhalde şampiyonanın kalitesine yakışmayan tek maç da ironik biçimde final oldu. Fikstürde heyecanın doruk yaptığı dönemlerden birindeyiz ve ocak ayındaki Masters da ilaç gibi gelecek. Bu arada veteran Jimmy White da heyecan yarattı Wembley buluşması öncesinde, wild card için Liang Wenbo çok daha güzel bir isim olurdu açıkçası. Gerçi bu verilen kararı da çok anlamsız bulmuyorum, Jungle Jimmy’nin malum yarışma sonrası yaptığı sükseyi de düşününce. Zaten Wenbo uzun yıllar Wembley’de olacaktır bundan sonra. Açılış gecesinde Mark King’i yenip yoluna devam edebilir her şeye rağmen… Onun için de çok hoş bir tecrübe olmaz öte yandan. İlk turdaki tüm eşleşmeler güzel doğal olarak da O’Sullivan-Robertson eşleşmesine dikkat!

Geride bıraktığımız turnuva hakkında ben bir yazı yazacaktım ama Higgins-O’Sullivan maçının sadece son bölümüne yetişebildiğim için pek de yeterli görmedim kendimi o açıdan. Maçı izledim ama araya da başka şeyler girdi sonra, İnan yazsa okurduk. Akılda kalanlar arasında en önde gelense 8-2’den geri geldiği bir günde son snooker için masaya dönmeyip rakibinin elini sıkmaya giden bir Ronnie O’Sullivan. 13. framedeki hadise sonrası bir John Higgins mağlubiyeti gelseydi en basit haliyle yazık olurdu, fakat Roket bir anlamda şampiyonluğunu engelledi o geri dönüşüyle büyük rakibinin… Zira finalde Ding Junhui karşısında en kötü oyunlarından birini sergiledi, genelde turnuvanın ortasında yaşadığı ve bir şekilde üstesinden gelebildiği mental düşüşlerini o büyük yarı final sonrası oynanan finale bırakınca beni çok şaşırtmayan bir yenilgi aldı Higgins. Ama o kahverengi de kaçmayacak artık…


– Lakers maçına baktık biraz, sezonun ilk toplu konuşması bir test yayını vazifesi gördü. Böyle başarılı kadrolar kurunca normal sezona odaklanmak taraftar için de pek kolay olmuyor açıkçası. Luke Walton’ın sakatlandığını, Ron Artest’in savunma katkısıyla play-off için umut verdiğini fakat üçgene tam olarak adapte olamadığını, Jordan Farmar’ın şut sokmaya ve daha aklı başında oynamaya başladığını, Pau Gasol’ün de rebound konusunda kendini aştığını duymuştum. Kontrat sezonunda yatışta hız kesmeyen Lamar Odom’ın yeni sözleşmeye imza attığı ve bir Kardashian ile evlendiği bir yazın üzerine sezona konsantre başlamasını bekleyen yoktu herhalde. Yanılmamışız… Andrew Bynum’ı bir de şu zorlu fikstürde görelim derim ben. Rakamları güzel ama iyi uzunun sayılı olduğu şu ligde kalbur üstü takımlara karşı verdiği performansı görmeden ikna olmam çok kolay değil.

Neyse ki böyle bir zamanda geliyor Christmas ve bizim için Starbucks’ta sınırsız toffee nut latte içebilmekle olduğu kadar, gecenin ana menüsü olan Lakers maçının heyecanıyla da güzelleşen bir dönem. Scrubs’ın dördüncü sezonundaki “My Hypocritical Oath” bölümünde Dr. Cox’ın Christmas gecesinde nöbeti boyunca eve gidip Lakers-Heat maçını izlemek dışında bir şey düşünmediğini hatırlıyoruz mesela, bizim için de böyle bir şey bu. Geçen seneki Celtics maçının tadı hala damağımızda. Artest’in de gerçek Laker olduğu gece anlamına gelebilir bu maç. Gelmeli de… Tophane’de 20-25 kişilik bir grup olarak buluşacağımızı tahmin ediyorum. Nedir, ne değildir bilmek isteyenler LakersTR forumlarına yönlenebilir. Gerçi şu anda işlevsel değil kendileri, ama kısa sürede düzelecektir. Sorusu olan buradan da yazabilir zaten, nedir ki…

“Listen up. I have been cursed to work the night shift with you chuckleheads, which means I have to tape the Lakers-Heat game. And seeing as no one in the history of this germ box has ever made it through a shift without saying “Oh my God, oh my God, did you see what happened last night on America’s Fattest Fatties? A 900 pound woman lost a pound and a half and cried for twenty minutes!” Be warned: If you utter a word about the score of the game, it will be your last.”


– Türk Telekom daha da kötü takım olmuş be… İzlemeyin!

Lamayn Wilson benim takımımın oyuncusu olsa sahaya yakın bir yerde konuşlanıp, suratına tükürürüm sanıyorum… Kenarda Galatasaray Cafe Crown döneminde de çok eleştirdiğimiz, ülke basketbolunun en aciz coachlarından Murat “Liselim” Özyer oturunca, Ercüment Sunter’in görev değişimine de sevinemiyorsun. Bu kadar kötü yönetilen bir şirket olsa bugüne kadar iflasını ilan ederdi… Türk Telekom arkanda olunca paranın çok da önemi yok belki ama yıllardır o bütçenin karşılığında kurulan takımlar, ısrarla Steve Nash diye yutturulmaya çalışılan Tutku “Tutku Açık Milli Takımda Neden Yok” Açık, kadroya alınıp benchin en sonunda oturmaktan öte bir misyon verilmeyen turşuluk guardlar ve her şeyden önce E-Sunt faktörüyle o kadar soğumuşuz ki yarın kapansa üzülmeyecek durumdayım… Zaten Türk Telekom markasına da kılım ne zamandır, isabet olur…


– Mark Hughes gitmiş, yerine gelen isim de Roberto Mancini olmuş… Craig Bellamy’nin liderlik ettiği bir oyuncu grubunun kararı protesto ettiği söyleniyor. Bellamy gelecek hocanın kendisine aynı şansı muhtemelen vermeyeceğinin farkında sanırım… Ben Hughes’a çok güvenen biriyimdir, burada birkaç kez bahsettim. Hatta ilk menajerlik yıllarında hep Alex Ferguson sonrası dönem için aday olarak gördüğüm bir adamın City ile imzalaması da hiç hoşuma gitmemişti. Bugünden sonra çok mümkün olacağını da sanmıyorum ama kendisine güvenimde bir azalma meydana gelmedi. Evet, kötü bir dönem geçirildi ve City’nin şu anda olması gerektiği yerden aşağıda konumlandığını söyleyenlere katılmamak mümkün değil. Fakat burada geçen senenin başındaki Robinho transferi yazmıştık, Hughes’un karakter olarak başkasının yaptığı bir plana uygulayıcı olarak dahil olup başarıya gitmesi mümkün değil. Yapılan transferlerde fikrinin alınmaması konusunda yöneltilen sorulara ılımlı cevaplar verip, bu seviyedeki oyuncuların transferine üzülecek değilim minvalinde açıklamalar yapmış olsa da karar ona bırakılsa Robinho gibi bir adamla çalışmak istemeyeceği o gün de bilinen bir durumdu. Sonrasında kovulacağını bildiği bir maçta Emmanuel Adebayor’u yanında oturtup, güvendiği Roque Santa Cruz ve -şimdi arkasından ağlayan- Bellamy gibi oyuncuları sahaya sürmesi beyhude bir hareket olmamalı.

Mancini, selefine oranla çok daha oportünist bir çizgi gösteriyor teknik direktörlük kariyeri boyunca. Ada’daki İtalyan modasının da asistiyle güzel yere kapak attı Mancini, Arsenal ve Liverpool bu haldeyken takımı üçüncü sıraya taşıması benim için büyük sürpriz olmaz. Ama Hughes’un başarısızlığını savunanlara bir argüman da olamaz…


– Sabah ders var, uyku trenini kaçırmışa benziyoruz. Serinin 2005 versiyonundan bu yana ara vermiştim Championship Manager/Football Manager sabahlamalarına… Oyun nerelerden nereye gelmiş, bir ‘maşallah’ çektikten sonra Ipswich Town’ı alarak Roy Keane’in menajerliğine meydan okuduk vakit kaybetmeden. Keane ile düşme hattının hemen üzerine zincir atmış takımı 23 maç sonunda dördüncü sıraya taşımakla övünmeyeceğim, zira hedefimiz büyük. Liam Trotter, Connor Wickham ve Zavon Hines gibi isimlerle sonraki 10 yılın takımını kuruyoruz. Go Tractor Boys!

TRT Gölgesinde Bundesliga


Tatil bitmeden önce son cumartesinin önemli bir kısmını futbola verdik. Şampiyonlar Ligi haftası içerisine gireceğimizdendir ki programda çok vaatkar maçlar vardı. Premier League’de ‘Big Four’ takımlarının karşısında onlara rakip olabilecek görüntüde birileri yoktu pek. La Liga’daki Valencia-Atletico Madrid maçını bir kenara koyacak olursak, futbolun merkezi Almanya idi bugün. Özellikle de Almanya’daki belki de en büyük rekabete sahne olan Ruhr derbisi gibi kaçırılmayacak bir klasik vardı. Hamburg deplasmanı da kötü başlangıcın ardından toparlanma emareleri gösteren Bayern München’ın genelde zorlandığı ve bu sebeple onlar için gerçek bir test olabilecek bir etaptı.

Peki TRT’nin bizim önümüze koyduğu şey neydi? Beşiktaş’ın rakibi Wolfsburg’u izlememizi sağlıyordu TRT… Güçlü Hannover önünde. Hayatımda izlediğim en kötü 4-2 biten maç olabilir, zaten çok da sadakat gösteremedim maça. Yahu, hangi devirde yaşıyoruz? Ben bu olayın haberini ilk aldığımda hiç düşünememiştim arkasında böyle bir mantık barındırdığını, düşünmek istememiştim diyelim. Ancak spikerin maç boyu yaptığı vurgulardan sonra hiçbir şüphemiz kalmadı. “Beşiktaş’ın bu futbolcuya dikkat etmesi gerekecek” buyurdu spiker Edin Dzeko topu ağlara yolladığında. Mustafa Denizli’nin bunu öğrendiği iyi oldu. Hatta Matteo Ferrari de eşi dostu toplayıp ekran başına geçmiş, o da çok müteşekkir olmuş, selam söylüyor. Ne yaptığınızı sanıyorsunuz arkadaşım? Amme hizmeti mi olmuş oluyor bu şimdi… Diğer tarafta Spormax de aslında çok ilginç olmayan bir tercih yapıyor, en azından artık ilginç gelmiyor bizlere. Ben şikayetçi olmam Manchester United’ı izlemekten… Ancak genelde Sky Sports’a sadık kalan kanalın Şampiyonlar Ligi’ndeki temsilcimiz Beşiktaş’ın rakibi -unvana bak, hizaya gel- Manchester United’ın Tuncaylı Stoke City karşısına çıktığı maç şeklinde pazarlanacak bir maçı kaçırmak istememesi onların da çok farklı olmadığının göstergesi. Yine de sınırları olan bir kuruluş… Tuncay Şanlı’nın oynamayacağı herkes tarafından bilinen dandik bir Middlesbrough maçı uğruna Kuzey Londra derbisini satabilecek seviyeye gelmeleri pek mümkün değil. FOX bunu yaptı.


Bundesliga’ya geri dönelim. İlk haftalarda birinci kanalından Bundesliga yayınlayan TRT, bir haftayı tek maçla geçtikten sonra bahane olarak Ramazan ayını ve iftar programlarını göstermişti. Ülkenin hassasiyetlerini iyi biliyorlar en azından. Ramazan bitti, hala birinci kanala geri dönmediler. Üçüncü kanalda da böyle yarım yamalak işliyor işte düzen. Reyting getirmediğini görmüş olabilirler mi diye düşünüyorum da… Öncelikle devlet kanalı olarak birincil amacın reyting toplamak değil sporu sevdirmek olmalı. Tabi bu spikerlerle olabilecek bir iş değil. Çok merak ediyorum memlekette geçen sezonki Bundesliga izlenme oranlarıyla, bu sezonkiler arasında nasıl bir fark var. Ülkenin en ücra köşesine elektrikten, sudan önce gitmiş TRT’nin burada da büyük bir fark yediğini tahmin etmek güç değil tüm avantajlarına rağmen. Kanal 24 bu işin tanrısı falan değildi, ancak lütfedip de her hafta 3-4 maç yayınlıyorlardı. Cuma gecesi oturup Karlsruhe-Bielefeld gibi absürd bir maçı izlediğimi hatırlarım. Çok gurur duyduğum bir karar değildi ama İstanbul’un göbeğindeki ben birçok alternatif arasından bu maçı seçiyorsam mutlaka alıcısı vardır bu ligin. Sadece hayattan bezdirmeyen bir çift spiker lazım bize, biraz da birikimi falan olsun. En azından izleyiciye saygısı olsun, Matthias Scherz’in jübilesinde söz konusu oyuncu saha kenarına gelince “Evet Köln’de erken bir oyuncu değişikliği hazırlığı var” demesin. Bu da oldu.

Belki ortalama bir spor adamından Ruhr derbisinin içeriği hakkında çok fazla şey bilmesini beklemek haksızlık olacaktır. Lisede arkadaşımın öğrenci değişimi programıyla Dortmund’dan getirdiği bir Alman bana Schalke 04 ile nasıl dalga geçtikleri konusunda uzunca bir nutukta bulunmasa ben de belki bu boyutta bir tepkiyi yersiz bulacaktım, ancak bu derbinin varlığından haberdar olur ve Wolfsburg-Hannover maçına her halükarda tercih ederdim yine de.


Nord-Süd Gipfel olarak bilinen ve mazisinde klasik olmuş maçları barındıran Hamburg-Bayern maçı yerine Türkiye’de buz hokeyi hakkında konuşan birkaç bıyıklı amcayı görmek de çok şaşırtmadı beni haliyle. Belki çok önemli yaralara parmak basıyorlardı, ama başka zaman mı yoktu. Ben izleyemedim evde bağlantı sorunları nedeniyle, fakat çok da sağlam maç olmuş yine. Bu rekabetin parçası olmuş Kevin Keegan’a, Franz Beckenbauer’e, Felix Magath’a ve belki de en kritik gole imza atan Patrik Andersson’a saygı duruşunda bulunmuş her iki taraftaki oyuncular da. Bavyeralılar üst üste altıncı kez bir Hamburg maçından galibiyetsiz ayrılmak durumunda kalmış Mladen Petric sahneye çıkınca. Petric-Zidan takası da bu ligin dengeleri için önemli bir takas oldu hakikaten, finansal bir hamle gibi gözüktüğünden Jürgen Klopp’u suçlayamıyorum burada da… Onlar da yüzüncü yıllarına kötü bir giriş yaptılar. Hertha Berlin’den sonraki en büyük düş kırıklığını onlar yarattı sanıyorum.

Hamburg-Bayern rekabeti için blog arşivine göz gezdirdiğimde de şurada yazılı aşağıdaki satırları gördüm. Olacaklar o kadar belliymiş ki aslında…

“Bundesliga bu akşam başlıyor. NTV’nin bu lige sahip çıkıp, Bundesliga’yı TRT’nin elinden kurtarmasına çok sevinmiştim. Biraz üvey evlat muamelesi gördü uzunca bir süre ama, NTVSpor’un yayın hayatına başlamasıyla her hafta en az iki maçı izleyebiliyorduk. Bu sene ise NTV eskilerinden Serkan Korkmaz’ın yönetimindeki Kanal 24 spor ekibi almış sanıyorum yayın haklarını. Yayın akışında herhangi bir maçı göremedim ama eğer doğruysa teşekkür etmek lazım, Bundesliga’yı öksüz bırakmadıkları için.”

Sözün bittiği yer. Diğer liglerde de güzel maçlar vardı ve bunlardan bahsetmek istiyordum zaman aşımına uğramadan. Ama keyif kaçıran bir durum. Önümüze koyulanı yemeye devam edeceksek ve “Erdoğan Arıkan çok sevimli adam, her e-postaya da cevap veriyor” mantığıyla hareket edeceksek durum kısa vadede değişmeyecek gibi. En azından hala birkaç kurtarılmış alan var medyada da. Roll kapanmasın!


Almanya’dan gitmişken Mısır’da U20 takımı ile dikkatimizi cezbeden iki Türk asıllı elemanın da adını geçirmiş olalım bu yazıda. Kayserispor’dan Semih Aydilek ABD maçına ilk onbirde başlarken, penaltıyı da gole çevirdi. Maç boyunca da averajın üstünde bir oyun ortaya koydu. Oyuna sonradan giren Bursaspor topçusu Cihan Kaptan daha da etkileyiciydi. Topla ilk buluşması aynı zamanda üçüncü golün asisti oldu, geri kalan 20 dakikada da fark yarattığını söyleyebiliriz. Ertuğrul Sağlam bu çocuğa daha fazla şans verecektir. Horst Hrubesch’in bu turnuva öncesi Bundesliga teknik adamlarından veto yediğini ve bu oyuncuların mevcut rollerini eksik bir Alman milli takımında alabildiğini de eklemek lazım. Mesut Özil seviyesinde falan oyuncular değiller kesinlikle.