Çembersiz Pota
Pazartesi günleri Evrensel’de, basketbol üzerine…
22 Ekim 2012 – Avrupa’da Nehir Kenarında, Şehirde Basketbol Kulüpleri Var
29 Ekim 2012 – Yüzler
5 Kasım 2012 – Disosya
12 Kasım 2012 – LeBron’ın Sesi
19 Kasım 2012 – Basketbol Eleştirisinin Bugünü
26 Kasım 2012 – Belleksiz Otlaklar Ülkesi
3 Aralık 2012 – Cennette Huzursuzluk
10 Aralık 2012 – Ev Dediği Ücra Adadan Uzakta
24 Aralık 2012 – Panoptikon
31 Aralık 2012 – Kötü Bir Tane
14 Ocak 2013 – Bizim Çocuklar Başardı
21 Ocak 2013 – Çamurun İçinde
11 Şubat 2013 – Gaipten Yeni Haberler
18 Şubat 2013 – Yıldızların Biraz Üzerinde
4 Mart 2013 – Kapıdan
8 Nisan 2013 – Kevin Ware’in Acısına Bakmak
27 Mayıs 2013 – Bir Çiçek, Kaç Bahar? (I)
Bonus:
19 Mart 2013 – Lew, Bill ve Shabazz
3 Temmuz 2013 – Kadehlerin Serinlemediği Bir Yaz
Euroleague Sezon Öncesi PR
Oh Hai!
Geçen seneki tahminler başarısız gibi duruyor (Tık!) ama düşününce City’nin Agüero-Nasri transferlerini patlatmasından önce yapıldığını hatırlıyorum. Bu da beni temkinli davranmaya itiyor ama bu sezon öncesi eğlencesinden de alıkoyamıyor. Swansea’yi düşürmemek için yaptığım Ali Cengiz oyunları posta kutumu öfkeli okuyuculardan gelen mektuplarla doldurmuştu, fakat Brendan Rodgers güvenimi boşa çıkarmadı. QPR’ın da Neil Warnock’ı kovacağı gün geldikten sonra neler yapacağını o gün de kestiremiyordum, bir de parayı buldular. Bahane bol… Alan Pardew’da nasıl yanıldığımı açıklayacak bahane yok. Blogger’ın yeni (benim için öyle en azından) arayüzünü beğenmedim, daha fazla uzatmıyorum. Gervinho, I’m looking at you!
1 Manchester City
2 Manchester United
3 Chelsea
4 Arsenal
5 Liverpool
6 Tottenham Hotspur
7 Newcastle United
8 Everton
9 Aston Villa
10 Sunderland
11 Queens Park Rangers
12 Stoke City
13 Swansea
14 Fulham
15 Wigan Athletic
16 West Ham United
17 Reading
18 Norwich City
19 West Bromwich Albion
20 Southampton
En iyi “yaz” transferleri?*
Eden Hazard
Robin van Persie
Joe Allen
Junior Hoilett
Santi Cazorla
* 18 Ağustos 2012 günlerden.
#17
Yazıhane
Rookie Rankings (25 Aralık – 14 Ocak)
1 Kyrie IRVING
Rubio’nun oyununun NBA’e ne kadar uyum gösterebileceğiyle ilgili yorumlarımı burada paylaştığımdan emin değilim. Ama kesin olan şu ki bir noktada olası tepki ‘ya onu bunu bırak da, bu istatistikleri bekliyor muydun’ olacaktır. 42.1% üçlük yüzdesi? Beklemiyordum. Asıl etkileyici gözüken asist ortalamaları ise, aslında önceki kadar beklenmedik sayılmaz. Rubio da benzer yapıdaki tüm oyun kurucular gibi, takımının sisteminden ve dolayısıyla birlikte çalıştığı koçlardan çok fazla etkileniyor. Bu sezona da Kurt Rambis’le girecek bir Minnesota’da, Rubio ile ilgili tüm felaket senaryolarının hayat bulması mümkün olabilirdi. Kadronun sunduklarına göre esaslı dokunuşlar yapmaktan hiçbir zaman çekinmese de, Rick Adelman’ın oynatmaktan en çok hoşlandığı ve bu yüzyılın başında Sacramento’daki o nevi şahsına münhasır takımla tavan yaptırdığı açık saha basketbolu Rubio’nun yeteneklerinin su yüzüne çıkması için ideal ortamı hazırlıyor.
Etraflarındaki oyuncu grubunun bu sisteme sağladığı uyum hakkında henüz çok olumlu konuşamayabiliriz, ancak Adelman-Rubio ikilisinin şimdilik anahtar-kilit ilişkisiyle çalıştığını söylemek lazım. NBA’in belki de şu ana kadar hiç görmediği bir karakter, Minnesota’da ise salonu yeniden tıka basa dolduran mesih. Bu anlamda yukarıda afişini gördüğünüz -kötü- François Ozon filmindeki Ricky kadar ilgiye değer, ana haberlere konu olabilecek bir figür. Verdiği paslardan, oyun görüşünden haz duymamak mümkün değil. Belki de Nash’e iki sene üst üste MVP ödülünü getiren yanlış algının, Rubio’yu da aslında bir istatistik suistimalinden ibaret olan ‘çevresindekileri yukarı çekiyor’ argümanı üzerinden yılın çaylağı yapması ihtimalinden korkum nedeniyle hak ettiği ilk sıradan alıkoyuyorum. Bunun ötesinde 10 maç geride kalırken maçları en yüksek tempoyla oynanan 8. takım olan Minnesota’dan daha farklı bir çevrede, yarı saha basketboluyla daha çok yüzleşmesi gerekirken bunları yapabileceğinden hala kuşkuluyum. Bu bölümde bile trafik sıkıştığında uzunlardan gelen yalancı perdelere takılması, yardımları çözememesi gibi sıkıntılarla karşılaşabiliyor. Bir çaylaktan bahsettiğimizi unutmamak gerekir, ancak beraberinde taşıdığı tecrübeyle sıradan bir çaylak muamelesini de hak etmiyor. Avrupa basketboluna göre stiline daha uygun bir basketbol ortamında oynadığını da düşünecek olursak, bu ayarlamaları bir an önce yapmasını beklemek çok acımasız olmayacaktır. Ama oyununun çok konuşulmayan sahasında fiziğinin getirdiği handikaplara rağmen, özellikle uzun kollarını çalıştırarak en azından top çalma üzerinden bir savunma katkısı koyarak beni şaşırttığını kabul etmeliyim. Bir de ceza şutlarını sokarak elbette…
Tüm planlarını Rubio’nun etkinliği üzerine kuran bir takımın da, başa güreşecek formülü elde etmesi zor olacaktır. Ama bunlar bugünün tartışması değil ve Rubio’nun en iyi performans veren iki çaylaktan biri olduğu -sıralamaya fazla takılmadan- su götürmez bir gerçek. Yine de şu anda oynanmakta olan Broncos-Patriots maçı da destekliyor ki söz konusu Amerikan medyası iken, çabuk gaza gelmemek yerinde olur.
Oyunun gördüğü memnun edilmesi en zor koçlardan olan Gregg Popovich, sezona son beş yılda ezber haline getirdiği bazı kalıplarla girmişti. Elindeki kadro son yıllarda bu takımda gördüğü en kötü savunmayı yapıyordu, oyuncular yeteri kadar çabalamıyordu, bazı radikal değişiklikler yapmak zorunda kalabilirdi… Zaten Tim Duncan’ın aksamaya başladığı birkaç sezondur, takımı savunma takımı kimliğinden arındırması bilinçli bir hareket değilmişçesine bugünkü savunma performansını yermeye devam etmesi biraz can sıkıcıydı. Belki de Phil Jackson’ın her açıklaması ‘akıl oyunları’ başlığıyla servis edilirken, büyük basketbol düşünürü, İstanbul aşığı Pop’ın dünyanın en iyi yönetilen organizasyonu Spurs’ü konu alan her sözünün çerçevelettirilip duvara asıldığı bir coğrafyada yaşadığımızdan. O da yersiz laf ebeliklerine başvurup, takım üzerindeki baskıyı azaltmaya çalışabiliyordu işte. Fakat son Houston maçından sonra dayanamadı ve bir çaylak için onca zamanlık ezberi bir kenara bırakmak zorunda kaldı:
“It’s huge for us to have a guy on the team that can do similar things to what Bruce [Bowen] did in the past. This young man’s got a lot to learn, but he’s very willing, very versatile, and I think he’s got the ability to be one heck of a player.”
Bu cümlelerin devamında kritik savunma istatistiklerinde ligin en kötü on takımı arasında yer alırken bir şey başarmayı bekleyemeyeceklerinden dem vuran Popovich, Kawhi Leonard’ın sahanın diğer tarafında olan biteni gerçekten umursayan tek parça olduğunu dile getirdi. Ama herhalde konuşmanın en vurucu yanı, Spurs taraftarı için çok popüler olmayan bir yoldan efsane mertebesine erişmiş Bowen’ın isminin anılmasıydı. Manu Ginobili’nin sakatlığı sonrasında süreleri artış gösteren ve rakiplerin en iyi oyuncusunu savunmakla görevlendirilen Leonard’ın, tam mesaideki ilk gününde karşısında Kevin Durant’i bulması umut kırıcı bir şekilde sonuçlanabilirdi. Bir gün sonra bu sefer Stephen Jackson, sezonun kendi adına en iyi hücum performansını Leonard önünde gösteriyordu. Ancak 20 yaşındaki oyuncunun kendine güveni, bu darbelerle sarsılmayacak kadar yüksekti. Sahada kalmak için ilk maçlarda yaptığı gibi zorlama şutlar atmak yerine, kendisini özel kılan yanları ortaya çıkarması gerektiğinin artık bilincindeydi ve son çeyrekte Kevin Martin’e kelepçeyi vurarak takıma bir galibiyet hediye etti. Sonrasındaki övgü dolu sözlerse sürpriz değildi.
Sürpriz olan, draft gecesinde onun için George Hill’in feda edilmesiydi. Ancak hocaların hocasının da işaret ettiği üzere, Spurs’ün başlangıçta şüphe uyandıran birçok hamlesinde gördüğümüz gibi nihai kazanan Popovich olmuş gibi. Geçen seneki üç guardlı beşin hiç çıkamadığı yerlere tek başına taşıyor Spurs’ü Kawhi zaman zaman. Büyük elleri, uzun kollarıyla doğal bir savunma ucubesi olduğunu gösterse de San Diego State forması ile oyunu yeteri kadar test edilememişti. Bugüne kadar gördüklerimse kesinlikle etkileyici. Yaz liglerinin iptal edildiği, hazırlık maçlarının ve kamp döneminin kısıtlandığı bir ortamda oturmuş bir sistemdeki rolünü birkaç maç gecikmeyle kavraması ve bu misyonu kucaklaması takdire değer.
Brandon Knight’ın Detroit’i yeniden şahlandıracak esas oğlan olmadığı açıktı. Bu adam olmak için ciddi bir adayı iki sene önceki seçimleriyle bünyelerine katmışlardı zaten. Ancak Rodney Stuckey’ye üç yıllığına 26 milyon bağlama eşiğindeki bir takımın Knight seçimini de fazla anlayamıyorum. Hani Andre Miller, Chauncey Billups gibi bu çocuk için mentör olabilecek bir oyuncudan bahsediyor olsak, özel hoca niyetine kadroda tutarsın. Ama Knight’ın Stuckey’den ne gibi şeyler öğrenmesini bekliyor olabilirler? Austin Daye’e yaz liginde, hazırlık kampında güveni dayayıp sonra motor şehrinde tespihle dolanan Tayshaun Prince’e boş mukavele uzatıp ‘maaş kısmını sen doldur’ diyen de bu takım gerçi…
Knight şu anda NBA için hazır bir oyuncu değil. NBA için hazır bir oyun kurucu ise hiç değil. Doğruya doğru, henüz bir oyun kurucu da değil. Belki bir gün Jason Terry’ninkine benzer bir evrimle 2 numaraya geçiş yapması bile çok şaşırtıcı olmaz. Oyun kurucu pozisyonunda ona güvenilerek yola çıkılacak bir sezonda play-off kovalamak bir alternatif olmazdı, ama eğer bu delikanlı yeni yapının temel parçalarından biri olacağına inanılarak seçildiyse daha sağlıklı bir tasarruf olurdu. Knight’ın olumlu istatistiklerini yazdık ama 1’in altında seyreden asist/top kaybı oranını da saklamış olmayalım. Stuckey’nin sakatlığı sonrasında direksiyonu ele geçirse de, sahada ne olup bittiğinden en ufak bir fikri olmadığı her halinden belli. 20 yaşındaki en yeni John Calipari ürününden beklentilerimiz bundan da farklı değildi. Sancılı bir öğrenme süreci olacak, Lawrence Frank de kendisi için büyük bir fırsat sayılmaz. Detroit sabretmeyip siktir çekmeyi tercih ederse elemana yazık olur, Stuckey hamlesiyle de sanki böyle bir senaryo için ellerini güçlendirmeye baktılar gibi. Ancak belli şeyleri iyi yaptığını şimdiden gösterdiğini söyleyebiliriz. Daha önce söylediklerimde en ufak bir değişiklik yok aslında, umarım kariyeri Billups’ınkine benzer bir rota izler. Önündeki şaklabanınkine değil.
“Bu adamı al, üç sene meslek öğret ve yeni bir Chauncey Billups çıkmasını ümit et. Sabret, hatırlamalısın ki Chauncey için de ilk yıllar hiç kolay olmadı. Elemanın iş etiğinin yüksek olduğu ortada. Çaylak sezonunda uzun bir dönem bocalamasına rağmen mücadeleden hiç geri durmadı, örnekse Josh Selby gibi pes etmedi. Zeki bir çocuk gibi gözüküyor, yukarıdaki alıntıdan da göreceğiniz üzere acayip ilgi alanları var. Bugüne kadar çevresinde öğretici bir koç olmadığını hesaba katarsak, Aralık ayında 20 yaşına basacak bu derecede bir potansiyelin böyle düşük kalitedeki bir sınıfta ses getirmesi çok ilginç durmuyor. Üçüncü sıradan daha iyisinin bulunabileceğine katılıyorum ama doğru ellerde bu sınıfın en iyi 4-5 oyuncusundan birine dönüşmesi beni şaşırtmaz. (Jerry Sloan bırakmasaydı iyiydi.) Kötü ihtimalde ise birçoklarının beklediği gibi zamanla shooting guard pozisyonuna kayar, ancak orada bile uzun vadede Black Kemba’dan daha kötü iş çıkaracağını garanti edemezsiniz.”
Geri dönen Shumpert ise “Mike Bibby evine dön”, “Baron Davis iyileşmese de olur” gibi sözlerin biraz abartılı olduğunu gösteriyor. Hücumunun henüz ‘work in progress’ olduğu herkesçe kabul ediliyor olsa da, özellikle son birkaç maçta çok kötü şut seçimleri yapıyor. Son Memphis maçındaki gibi umarsızca şut kullanmaya devam etmesi, onu ilk beşteki statüsüne yükselten şeyleri düşünürsek pek hayrına olmaz. Zira bunlar Toney Douglas’ın yaptığı şeyler. Öte yandan Tyson Chandler transferi sonrası yarı saha basketboluna yaklaşan Knicks’te Mike D’Antoni’nin -veya Mike Woodson’ın- vazgeçemeyeceği bir savunma parçası olduğu ortada. Hele Fields da kaybolmuş gözükürken…
Bir süreliğine Deron Williams’ın topu -kendisi de dahil- kafasında en az soru işaretiyle teslim ettiği oyuncu statüsüne yükseldikten sonra, bir sakatlıkla hırpalandı ancak Atlanta önündeki 19-10 ile bunun tesirlerinden kurtulduğunu gösterdi. Bu takımda savunma konsantrasyonunu yukarıda tutmak pek kolay değil, ancak uzun kolları fena bir savunma materyali sunmuyor. Bu alanda da katkı vermesi onu bu ligde kalıcı olmaktan da öteye götürüp, bir ilk beş oyuncusu yapabilir. Bunun yanında reboundlardaki etkinliğinin beni net biçimde ters köşeye yatırdığını itiraf etmeliyim. Çaylak bir kısadan maç başına 1.9 hücum reboundu katkısı alıyorsan, öpüp başına koyacaksın.
Sevgili nüfus memuru, ‘caps lock’ açık mı kaldı orada?
Terrence Williams’ın kaç numara olduğuna kimse karar veremedi, bu soruyu İsmet Badem’e bırakıyoruz. Ama elinde halihazırda yeterince 3 numara bulunduran Houston’ın, üst üste Marcus Morris ve Chandler Parsons seçimlerini biraz garipsemiştim. Açıkçası Parsons sezon başında gittiği Cholet’de dikiş tutturabilse, Houston’ın onu geri çağırmayacağını düşünüyordum. Camianın önde gelen isimlerinden Mehmet Emir Çağan ile yaptığım fikir alış verişlerinde ise Daryl “Moreyball” Morey’nin bu işin şifrelerini çözdüğünü, ancak Morris’ten ziyade Parsons’ı tuttuğumu dile getirmiştim. Bir kez daha haklı çıkmam onu şaşırtmadı.
Lakers’ın onu seçebilecekken haklarını takasla gönderdiği için karalar bağladığım Chase Budinger, son yıllardaki önemli hayal kırıklıklarımdan. Dış şut, savunma ve pas yetenekleriyle hayli versatil bir NBA kısa forveti olmasını beklerken, bu sene köşede dizlerini kurup top bekleyen adama dönüşmesi beni olduğu kadar Kevin McHale’i de rahatsız etti. O an için sakinleşmesi mümkün gözükmüyordu ve The Chandler Parsons Project’i devreye soktu. Önce ilk maçında Durant’i yavaşlatma konusunda beklenenin çok üzerinde bir iş yaptı. Sonra da sadece spesifik savunma görevleri için başvurulacak bir oyuncu olmadığını, rakiplere 48 dakikalık cehennemi verecek kadar inatçı olabileceğini gösterdi. Leonard’ınki gibi tanrı vergisi bir savunma harcı yok belki. En fazla Chandler Bing kadar atlet. Evet, 6-9 fiziğe sahip olması işleri biraz kolaylaştırıyor. Ama sahadaki her sahipsiz topu, en çok isteyenin o olması bunlarla açıklanabilir bir yeti değil. Dün Sacramento maçını özellikle onun için izledim, gördüklerimden de memnun kaldım. Hücumdaki limitleri belli olsa da, süre almaya devam ettikçe buralardan çok aşağıya düşmez. 38. sıradan seçilmiş ve arkasında hayal kırıklıklarıyla dolu bir kolej kariyeri geçirmiş Parsons için güzel yerler.
ESPN’in ileri istatistiklere dayalı listesinde 26. sırada olan Chris Singleton’ın buradaki yerine şüpheyle yaklaşabilirsiniz. Fakat ilk beşe yerleşmeden önce de, sahaya savunma namına bir şeyler koyma arzusu gösteren tek oyuncuydu Singleton. Bugünkü Wizards kadrosunda benzer karakteri taşıyan kimse yok. Hatta kadroda toplanmış elemanları düşününce, Ernie Grunfeld’in bu seçimi yapması da bayağı gerçek dışı geliyor. Hücumda katetmesi gereken hayli yol var, öncelikle dış şut istikrarını sağlamakla başlayabilir. Yazın Josh Smith, James Posey ve Renaldo Balkman benzetmeleri yapmışım. Bunların ilkinin tavanı, üçüncüsünün de tabanı işaret etmesi planlanmıştı ve şimdilerde bende Posey’den bir şeyleri çağırıyor zaman zaman. Yine de bu takımın içindeki herhangi bir oyuncu için heyecanlanmak çok kolay değil. Üç sezonluk kolej tecrübesine rağmen hala ham duruyor, biraz daha beklemek gerek…
“Demek ki 4 numarayı ve belli bölümlerde 5 numarayı yedekleyecek, benchten gelip savunma sertliği, enerji, hustle getirecek bir oyuncu var elimizde. Bir kere seçen takım Tristan’ın proje olduğunu bilerek seçecek. Henüz 20 yaşında ve NBA’deki rolü hücumdaki gelişimine bağlı. Kristal kürenin tozunu aldıktan sonra gördüğüm tablo şu: 2-3 sene adını pek fazla duymayız, o süre zarfında oyununa orta mesafe ‘cemşat’ eklerse benchten gelip tribünleri coşturan oyuncu olur. Yok eğer kazma gelir kazma giderse, sonu Pops Mensah-Bonsu’ya benzer.”
Geçer akçe gördüğümüz özelliklerinde pek yanılmadık, yine de Cleveland’ın beklenenden iyi girişi bu sene alacağı süreleri bu düzeylere çivileyebilir. Yazın Hakeem Olajuwon Dersanesi’ne kayıt yaptırsa çok iyi olur, ama onlar da çok para istiyor. Cleveland efsanesi olarak da aklıma Zydrunas Ilgauskas’tan başka birisi gelmedi, evde kendisi de çalışabilir…
Bugüne kadar gösterdikleriyle Sedat Koç’tan (Sedat Koç > Koç Thorpe) gelen Yalan Rüzgarı lakabını sonuna kadar hak etti. Ancak 20 dakikalık rollerle barışık kalmasını bekleyemeyeceğiniz bir karakter Kemba. Oyuna girdiği gibi bir şeyler gösterme derdine düşüyor ve ‘maçı nerede aldım, nerede bıraktım’ sorusuyla kesinlikle ilgilenmiyor. Savunmadaki hatalar için diğer tarafta telafi avına çıkıyor ve işler daha da kötüye gidiyor. Bu dakikaları tam anlamıyla bir gözü kenarda oynuyor. Bu cümlelerin hiçbirini sahadaki görüntüsünü meşrulaştırmak adına saymadım. Fakat Kemba’yı sınırlı bir bench oyuncusu olarak tanımlamak ve o role sıkıştırmak -en azından şimdilik- mümkün değil. Ben açıkçası ileride de böyle bir oyuncuya evrilebileceğine pek ihtimal vermiyorum. Ya tepeye çıkacak ve bir takımda maç başına 9-10 şut kullanma özgürlüğüne haiz bir ilk beş oyuncusu olacak, ya da tasını tarağını toplayıp başka yerlerde var olma mücadelesine girişecek. Bu yol ayrımına bugünlerde girmeyecektir, ancak bugün Paul Silas’tan gelen açıklama sonrası kazandığı yeni statüye nasıl vereceği cevap hayli belirleyici olacak. Birkaç maçtır takım için el freni olan Boris Diaw’un yerine Augustin-Henderson-Thomas-Mullens dörtlüsüyle birlikte ilk beşe yerleşen Kemba’nın ilk sınavı 40 dakikada 8/15 ile 23 sayı, 4 rebound, 5 asist, 2 top çalma, 1 blok, 0 top kaybı ile noktalandı. Fena başlangıç değil…
Sezon açılışında Miami, pişmanlıklarla dolu yazlarının müsebbibi olan takımı bozguna uğratırken Cleveland State’ten gelen Christmas hediyesinden de önemli bir yardım aldı. İlk turdan seçilen ender son sınıf öğrencilerindendi Cole. Ve kısa zamanda Erik Spoelstra’ya verdiği güvenle Eddie House’un takımdan kesilmesine önayak olmuştu. Mario Chalmers’ın bu ligin elit oyun kurucuları arasına adını yazdıramamasındaki temel etken olduğunu düşündüğüm öz güven problemleri yeniden devreye girince, ilk beşteki pozisyonun her an el değiştirebileceği yönünde haberler çıktı. Fakat son maçlarda Cole meşhur çaylak duvarına çarpmışken, Chalmers da Dwyane Wade’in yokluğunda öne çıkan oyuncu olarak oradaki hakimiyetini güvenli hale getirmiş gözüküyor.
Cole konusundaki yanılsamalardan biri, asist rakamlarının ilk maçlarda 4-5 seviyesinde seyretmesi (hatta Charlotte önünde 9 asiste çıkması) ile birlikte elemana ‘bu Miami kadrosunun gördüğü en iyi facilitator‘ gibi saçma sapan bir etiket yapıştırılmasıydı. Oysa ki Spo için House’u salıverme ve Mike Bibby’den gelen hücum katkısına savunmada o denli bariz defektler oluşturmadan ve daha az paraya sahip olma imkanı demekti Cole muhtemelen. Piyasa değeri o sıralar ikinci turu işaret ederken, ilk tur sonundan atılan zarın arkasında da bu vardı. Böylelikle esasen oyuncular tarafından draftin en tehlikeli yeri olarak gözüken bir sıradan seçilmesine rağmen ilk günden kendisi için tanımlanmış bir role oturdu. Fakat Miami’nin şampiyonluk şansına daha çok hizmet edecek, Cole’un bir patlama yapıp ilk beşteki egemenliğini ilan etmesindense Chalmers’ın her sezon 7-8 maçta ışıklarını gösterdiği o oyuncu olmaya daha çok yaklaşması olacaktır…
Bir de kimin yazdığını hatırlamıyorum, ama oyunundaki bir zayıflık hakkında çok iyi bir tespit okumuştum. Cole’un bulduğu saha içi isabetlerden çoğu çizginin bir adım içerisinden gelen şutlar üzerinden… Üçlük çizgisinin gerisinden çıkardığı şutlardaki rahatsızlığını hissedebiliyorsunuz. O menzili birkaç adım daha dışarı taşıması çok kritik. Zira o bir adım içeriden gelen şutlarla bir kariyer inşa edebilmiş tek üst düzey guard Derek Fisher olmalı.
Derrick Williams’a fazla güvenmediğimi zaten hepiniz biliyorsunuz. (Egosantrizm konusunda baştan uyarmıştım.) #2 seçimiyle bu yeni takım için daha iyi bir parça koparabilmeleri mümkündü. Hatta temelin Rubio-Love ile atıldığı düşünülüyorsa, bir draft gecesi takasıyla alınabilecek çok iyi parçalar vardı. Fakat Kahn’ın son iki yıldaki Top 5 seçimleriyle iyi iş çıkardığını söylemek mümkün değil.
İlk üç maçta 18-23 dakika aralığında süre alan Williams pek çoklarınca Michael Beasley’nin sakatlığından faydalanacak ilk isim olarak görülüyordu. Aksine Kevin Love’ın yanında ortayı kapatma açısından daha işlevsel gözüken Sırplar ve Rubio’nun savurduğu toplar için Çakma D-Will’e göre daha iyi bir bitirici olan Anthony Randolph rotasyonda dakikalar çalmaya devam etti. Az önce sona eren Atlanta maçında ise Williams’ın süreleri 8 dakika ile tamamen dibe vurdu. Minnesota 4-7 derecesinin de ötesinde vaatkar bir sezon başlangıcı yaparken, Adelman’ın da bu karambol sezondan bir play-off çıkarma iddiasını hala koruduğunu söyleyebiliriz. Doğru formülü ararken bir süreliğine oyuncu gelişimlerini göz ardı edebilir. Fakat havlu atması gereken zaman geldiğinde, Williams için yeni fırsatlar gelecektir ve günün sonunda bir çaylak olarak Adelman’dan çok daha kötü koçlarla sınanabileceğini fark edecektir. Et dı end of dı dey.
Sezona girerken kadrosunda Ersan İlyasova, Luc Richard Mbah a Moute, Larry Sanders, Andrew Bogut, Drew Gooden ve Jon Brockman ile 4-5 pozisyonunu kotarabilecek altı oyuncuyu barındıran Milwaukee’nin, Tobias Harris ve Jon Leuer seçimlerinin arkasında elbette ki mantık hüzmeleri aramadık. Fakat Wisconsin’de sevilen bir figürü draft ederek, birkaç sezonluk bilet daha satmanın temel motivasyon olduğu yönünde bir şüphem var. Çok da haksız bir şüphe olduğunu sanmıyorum. Ancak geçen maç sürpriz bir kararla Ersan’ın ilk beşteki yerine oturdu ve 15 sayı, 6 rebound, 5 asist ve 2 blokluk performansıyla fantezi liglerde kapış kapış gitti. Sezon bitene kadar buna benzer bir kağıt daha verip vermeyeceği tartışılır, özellikle 5 asistin hayli ekstrem olduğunu düşünüyorum. Fakat Mbah a Moute bu sezonu kayıp geçecek gibi gözüküyor ve gerek yardım savunmasında, gerekse de reboundlarda güvenebileceğiniz bir oyuncu Leuer. Scott Skiles da bu güvenini son dönemde daha belirgin biçimde gösterse de, ilk beşe yerleşmesinin arkasında çok uzun bir düşünce yatmıyordu muhtemelen. Sezona yapılan 4-7’lik başlangıç, kulüp sahibine ve John Hammond’a onca harcamaya rağmen ellerinde vasatlığın bir adım ötesine geçemeyecek bir takım olduğunu bir kez daha hatırlattı. Skiles da langırt masasını bir kez daha sallayıp, güzel şeyler olmasını umdu. Onun için zaman daralıyor.
Milwaukee’de oynuyorsanız fırsat kapınıza en az bir kere geliyor, Leuer da bunu geri çevirmeye pek niyetli değil. Yine de hayli sınırlı bir oyuncu ve gelecek ay onu burada göreceğimden emin değilim. Geçen sezonun sonunda iyice ayarını kaçırdığı dış şut denemelerini buraya taşımaması olumlu. 2010-11 sezonunda maç başına 4.3 üç sayı denemesinde bulunan (yalnızca 37% isabetle) ve lokavt süresince oynadığı Fraport Skyliners’a da oyununun bu yönünü maç başına 2.2 denemeyle yansıtan Leuer’ın nasıl bir aydınlanma yaşadığını merak ediyorum. Hipnoz ile falan bırakılabiliyorsa, ne kariyerler kurtulur.
Yazıya başlarken bahsettiğim o 30-35 dakika kotasını aşamayan tek oyuncu olabilir Enes. Yukarıda sunduğum tablo paralelinde, beni Utah maçlarına çekebilen pek bir şey yok. Ne yapmaya çalıştıklarını bilmiyorum ve bu yarım yamalak takımla tepeye oynamaları biraz garip geliyor. Enes’in bu kısıtlı dakikalarda yaptıkları, kısa bir süre sonra bir rebound spesiyalisti muamelesi görmeye başlamasıyla sonuçlanacaktır. Kenardan gelen oyuncular için genelde işleyen bir kural vardır. Belli bir şeyi çok iyi yapmak, her şeyden azar azar yapmaktan mübahtır. Enes henüz geçen yaz Eurobasket gibi üst düzey bir rekabet ortamındaki hücum gücünden hiçbir şey gösteremedi, ama bu da dakikaların ona gelmesiyle ve kendine güvenini kazanmasıyla mümkün olacaktır. İki sezondur rekabetçi ortamda çıktığı maç sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen bir oyuncu için, bu yavaş geçiş daha hayırlı bile olabilir.
Son yıllarda çaptan düşmüş, sözde elit bir konferanstan 60. sırada seçilen bir oyuncuysanız NBA rüyalarına fazla kapılmamanız yerinde olur. Hele bunun gibi yaz liglerinin, kampların iptal edildiği bir sezonda lige giriş yaptıysanız. Isaiah Thomas iyi bir skorer ve geçmişte Pooh Jeter’dan katkı almış bir takımda iş yapması çok garip değil. Eğer Mormon ya da tutkulu bir Hıristiyan olsaydı, Jimmer Fredette’in dakikalarının yarısına göz dikmişti bile.
Bu ligin en abartılan uzunlarından biri olduğunu düşündüğüm Spencer Hawes, acayip istatistiklerle başladı sezona. İstatistiklerin işaret ettiği kadar top oynadığını düşünmüyorum gerçi. Son sakatlık da hararetini biraz olsun almışa benziyor. Bu beklenmedik başlangıcın en büyük mağduru Karadağlı oldu. Genel olarak zayıf bir sınıf olan, ama hiçbir pozisyonda 5 numaralardaki kadar zayıf olmayan 2011 sınıfında hak ettiğinden yukarıda seçildi Vucevic. Yine de Hawes’un sakatlığında ilk beşte çıkmayı hak edecek birkaç performansı oldu. Hafta boyunca oyuncularla birlikte olan biz değiliz elbette ama Tony Battie nereden çıktı hocam? 14 dakikaya sığdırılan 4.8 sayı, 4.6 rebound, 0.6 blok da hiç fena değil. John Hollinger hesabıyla bayağı bir PER ediyor.
Enes geçen sezon cezası nedeniyle kenarda oturmaya zorlanmasa, Josh Harrellson şu anda basketboldan para kazanıyor olmayabilirdi. Ama geçen sezonun en büyük sürprizlerinden biri olup, ikinci tura da kapağı attı. Rupp Arena’dan Madison Square Garden’a taşınan bu adam, yarın Sinan Erdem Dome’a gelse otelde bilekleri kesilmiş halde bulunur mu? Bir de maç başına 2.7 üçlük nereden çıktı? Çok da iyi yüzdeyle atmadığını düşünürsek, galiba blöf yapıyor.
Mike Conley’nin sakatlığında çıkardığı birkaç güzel maça hürmeten buraya aldık. Klay Thompson, Alec Burks ya da Fredette’ten de fazla hak ediyordur muhtemelen ama 25 yaşında çaylak olmaz.
Takımın nokta şutör ihtiyacı vardı ama oyunun diğer alanlarında beş para etmeyen adamlara gidilmesi gerekmiyordu. O delik kapatılırken, bu sefer de geçen sezon Shannon Brown’la iyi kötü doldurulan penetreci kısa boşluğu yeniden göze çarpar hale gelmişti. Darius Morris şimdilik burayı kapatabiliyor, ancak yetersiz Fisher-Blake ikilisine gerçek bir rakip olması için kontrolü kaybettiği dakikaları kısmalı. Şut sokmaya başlamasını istemeyeceğim, o biraz daha mesai gerektirecek.
To the Wedding #1
Bir rebetiko şarkısı ile dans ederken, müziğin ve ritmin çemberine adım atar ve o demir parmaklıklı kafesin içinde bir zamanlar bu şarkıyı yaşamış adam ve kadının önünde dans edersiniz. Bu dans, müziğin yaydığı kederlerine bir saygı duruşudur.