Anket Durumları #7 – Bracket 2010


Şuradaki benim hazırladığım, değerlendirmeler daha sonra gelir kendimi yeterli görürsem… Komite de Duke için öyle bir yol haritası çizdi ki, gece en rahat uyuyan Coach K olmuştur.

Ortabatı (St. Louis)

Biraz dengesiz bir dağılım olduğunu kabul etmek gerekiyor. Duke’un olası rakiplerinden ilerleyen kısımlarda bahsedeceğiz, fakat bu dengesizliği sağlayan bölgelerden biri de Ortabatı bölgesi. Kansas şu andaki tüm anketlerde ağır favori olarak ön plana çıkıyor. Geçen sene şimdiki gibi büyük bir ağırlıkları olmasa da birçoklarının kafasında Final-Four oynayabilecek bir takım gibi gözüküyorlardı. Bu sene ise ülkenin en yetenekli oyuncu grubundan oluşan dengeli ve derin bir rotasyona sahip oldukları hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Bunu garantilemeleri için sezon boyunca istikrarlı bir grafik çizmeleri gerekti ve iyi yönetilen bu takım sezon boyunca sadece Oklahoma State ve Tennessee deplasmanlarından mağlup ayrılarak bunu başardı. Big 12 turnuvasında da Texas A&M ve Kansas State gibi NCAA turnuvasında sürprize imza atabilecek takımlar karşısında zorlanmadan şampiyonluğa koştular. Bill Self yönetiminde çok sınırlı kadrolarla dahi başarıya koşabildiler. Takımın başında bulunduğu dönemde 201-42 gibi muazzam bir dereceye sahip olan Self, bu sezon ikinci NCAA şampiyonluğunu kazanırsa okul tarihinde Roy Williams düzeyinde bir efsane olma yolunda büyük bir adım atacak. Raef LaFrentz ve sınıfındaki diğer elemanları iç saha maçı kaybetmeden mezun eden bir coachun mirasından bahsediyoruz, Self’e saygı duymamak imkansız.


Fakat Ortabatı bölgesi açık ara en çok prospecti içinde barındıran ve gelenek sahibi okullarla dolu bir bölge oldu. Ülkenin dört bir yanından scoutların da şimdiden St. Louis’de kendilerine uygun otel arayışında olduğunu tahmin etmek güç değil. Bu noktada Chad Ford’un Twitter üzerinden açıkladığı teorisini hatırlatmak lazım:

“Did David Stern make the brackets? NBA GMs and scouts can camp out in two regions (East and Midwest). Committee did them big favor.”

Burası öyle bir oyuncu cenneti ki 13 numaralı seribaşı bile kadrosunda eyaletin sayı kralını barındırıyor. Houston, guardı Aubrey Coleman’ın önderliğinde Conference-USA’de Memphis ve UTEP’yi geride bırakarak şampiyonluğu kazandı. İlk turda buradaki en büyük yeteneklerden biri olan Greivis Vasquez’i zor bir görev bekliyor. Fakat bugüne kadar savunmada geri adım atmamasıyla dikkatimi çekmiş karakterli Venezuelalı’nın takımı Maryland’in ilk turu zorlanmadan geçeceğini ve hatta yarı finaldeki Kansas maçına kadar yoluna devam edeceğini düşünüyorum. İkinci turda büyük bir sürpriz olmazsa izleyeceğimiz Ohio State-Oklahoma State kapışmasında geçtiğimiz haftasonunda bolca bahsettiğim Evan Turner’ın karşısında 2010 draftinin bir diğer lotarya adayı James Anderson olacak mesela. Anderson büyük maçlarda sinebilen bir yapıya sahip -ya da haksızlık etmeyelim, bu yönden Turner kadar kuvvetli değil diyelim- fakat buradaki hiçbir sonuç da kimseyi şaşırtmamalı. Turner’ın takımı kısalarına fazlasıyla bağımlı ve ben Sweet Sixteen’i bile bu kadro için başarı olarak görürüm. Fakat bu sınıfta en beğendiğim elemanlardan olan Greg Monroe ve Georgetown -tıpkı Batı bölgesindeki Pittsburgh gibi- birçok 2 numaralı seribaşından daha iyi durumda gözüken bir 3 numaralı seribaşı anlamına geliyor. İkinci turdaki Northern Iowa maçı bile büyük bir test olacaktır Self’in öğrencileri için. Turnuvanın en büyük iki favorisi Kansas ve Kentucky’yi sezon içinde mağlup eden Tennessee’den, güç kaybetse ve kötü bir sezonu geride bırakmış olsa da Tom Izzo’nun yönetiminde her zaman potansiyel tehlike olan son finalist Michigan State’ten daha bahsetmedim bile… Bahsetmeyelim de zaten.

My Pick: Georgetown Hoyas
My Watch List: Evan TURNER (Ohio State), Greg MONROE (Georgetown), Xavier HENRY (Kansas)

Batı (Salt Lake City)

Buranın 1 numaralı seribaşı ise iyi götürdükleri sezonun sonunda önce Louisville’e, sonra da konferans turnuvasının ilk turunda Georgetown’a kaybettikten sonra birçoklarının güvenini kaybeden Syracuse. Bu takım iyi basketbol da oynayınca çok desteklenesi bir takım oluyor hakikaten, belki Gürkan Menteş’in sürüklediği turuncu sempatisinin de payı vardır bunda. 2003 şampiyonu olan Carmelo Anthony ve Hakim Warrick takımı böyle bir takımdı, bazılarına göre finalde Kansas’ı yenerek şampiyon olan o kadrodan bu yana yakalanan en iyi Orangemen kadrosu burada. Fakat otoriteler korkunun kokusunu aldı mı onları ikna etmek zordur, bu konferansın Amerikalılar’ın deyimiyle birçok ‘upset’ hadisesine sahne olacağı konuşuluyor. Henüz ilk turda özellikle yeni yüzyılda çıkışa geçmiş ve bu turnuvaya bir ayak alışkanlığı geliştirmiş Vermont’la eşleşmek de Orangemen camiasını çok mutlu etmedi. 1 numaralı seribaşı oldukları bir sezonda daha kolay bir ilk tur eşleşmesi bekliyor olmaları anlaşılabilir, özellikle de Vermont’ın okul tarihindeki tek NCAA galibiyetini Syracuse’a karşı yine bir ilk tur mücadelesinde aldığı gerçeği düşünülürse… Marqus Blakely diye ismini çok duyduğumuz bir eleman var mesela, savunmadaki bloğun üzerine tam saha koşup üzerinden vurur, ne olduğunu anlayamazsın. Takımın pota altında önemli bir role sahip olan senior Arinze Onuaku’nun son maçta dizinden bir sakatlık geçirip oyuna geri dönmediğini ve bu maç için ne derece hazır olduğunun bilinmediğini de ekleyelim. NBA basketbolunun aksine genellikle daha dar rotasyonlarla oynayan takımlar için bu ölçüdeki sakatlıklar gerçekten çok yıpratıcı oluyor.


Andy Rautins benim beğendiğim, fakat zayıf fiziği ve yavaş ayakları nedeniyle NBA için ne kadar uygunluk gösterdiğinden emin olmadığım güzel bir adam. Aynı zamanda 2 numara oynamak için boyu da sıkıntı yaratacaktır NBA’de. Fakat bunları bir kenara koyarsak bu takımda liderliğini -skor liderliğinden bahsetmiyorum- kabul ettirmiş durumda ve takımı iyi yönetiyor. Jim Boeheim’in kenardaki varlığı, önümüzdeki draftte ilk 5 sıradan gitmesi beklenen junior Wesley Johnson’ın yeteneği ve ilk turda kardeşine karşı mücadele edecek Kris Joseph, Scoop Jardine, Rick Jackson, Brandon Triche gibi rol oyuncularıyla ben bu takımın sonuna kadar gidip, bu bölgeyi kazanacağını düşünüyorum. Sağlıklı kalabildikleri takdirde pek tabi…

Vanderbilt’e 4 numaralı seribaşı koltuğunu yakıştırabilen pek fazla kimse yok. Aşağıdan gelen 3 numaralı seribaşı Pittsburgh’ün Syracuse’a göre daha başarıya yakın bir kadro olduğunu savunanların sayısı ise oldukça fazla… Kansas ile Big 12 finalinde başa baş mücadele eden Kansas State, Jimmer Fredette’i kadrosunda bulunduran Brigham Young, ‘kolej takımı hüviyetindeki’ Butler ve hatta Gonzaga buradan çıkacak takım olma noktasında birtakım otoritelerden geçer not almış. Dick Vitale Kansas State demiş mesela, bir köşeye not etmek lazım…

My Pick: Syracuse Orangemen
My Watch List: Wesley JOHNSON (Syracuse), Matt BOULDIN (Gonzaga), Jimmer FREDETTE (BYU)

Doğu (Syracuse)

Burayı kimin kazanacağını tahmin etmek çok kolay değil, özellikle Kentucky -benim de dahil olduğum bir çoğunluğa göre- ülkenin en yetenekli oyuncu grubuna sahip, fakat bu oyuncuların yeterli tecrübeye sahip olup olmadığı tartışmaya fazlasıyla açık. Fakat sizi temin ederim ki tüm bölgelerdeki en zevkli ilk tur maçlarından biri Temple ile Cornell arasında olacak. Geçmiş yıllardaki veriler incelendiğinde 5-12 eşleşmelerinin istatistik bilimini küçük düşürecek bir seyir gösterdiğini fark ediyoruz. Son yıllarda 5-12 eşleşmelerinden çıkan sürpriz sayısı, 8-9 eşleşmelerinden çıkanları geride bırakıyor ki biz onları sürpriz diye bile nitelendirmiyoruz aslında. Tam çözemiyorum bu 5-12 olayındaki gizemi, biraz efsane pokerci Sammy Farha’nın eline her 2-6 geldiğinde istisnasız olarak pota girmesine benzetiyorum. Bu seneki 12 numaralardan sadece UTEP’ye Butler önünde şans tanımışım kendi hazırladığım bracket için, fakat buradan gelecek bir sürpriz de aslında pek fazla kimse için sürpriz olmayacaktır. Pota altında Jeff Foote adında, çok sık rastlanmayan aktiflikte bir 7-footer bulunduruyorlar. Oyun kurucuları Louis Dale ve dışarıdan skor yaratırken hiç zorlanmayan Randy Wittman ile birlikte bir 12 numaradan beklenmeyecek kadar güvenilir silahla buraya geliyorlar. Fakat Jeff Van Gundy’nin Final-Four adayı olan bu takımın avantajlarından bahsederken söylememiz gereken ilk şeyi sona sakladık: Takım kimyası.


Ivy League’de Penn ve Princeton’ın dominasyonunu kırmayı başaran ve geçtiğimiz ocak ayında Kansas’ı yenerek sükse yapan Cornell’in kadrosunda sekiz adet son sınıf öğrencisi bulunuyor ve bu oyuncular dört yıldır kampüs yakınlarında “The Dog Pound” olarak anılan 14 yatak odalı bir evde birlikte yaşıyorlar. Yahoo! Sports yazarı Jeff Eisenberg’ün haberine göre 13 kişilik takım kadrosu ve head coach Steve Donahue böyle bir yaşam stilini benimsemişler. Düzenlenen LOST geceleriyle ve Nintendo turnuvalarıyla, koltuk üzerindeki boş pizza kutuları ve dolaptaki son kullanma tarihi geçmiş sütlerle İstanbul’daki herhangi bir öğrenci yurdundan çok farklılık göstermiyorlar. PES oynadıklarını sanmıyorum, fakat gündemin geri kalanı aşağı yukarı aynı… Bir deplasman turunda takım elemanlarının ‘doğruluk mu cesaret mi’ oynamış olmalarını ise pek tasvip etmiyorum, biz burada bile bu şebeklikleri lisede bıraktık ki kız bulundurmayan bir ortamda bu oyunun işlevsizliğine hiç girmiyorum.

“Geoff Reeves was picked on early and often: he was dared to simultaneously wear an article of clothing from each participating player until his next turn, then one turn later was required to give himself a toothpaste mustache. I was dared to let a blindfolded Ryan Wittman draw a highlighter mustache on my face. He didn’t do a terrible job either. (The color was green, if you were curious.)”

Forvet Jon Jaques’ın New York Times’daki bloguna yazdığı bu ibretlik satırların üzerine tekrar turnuva atmosferine giriyoruz ve bir gözünüzün hak ettiklerinin aşağısında sıralanarak bu eşleşmeye zorlanmış iki takımın maçında olmasını öneriyoruz… Kentucky’de John Calipari’nin ilk senesinde John Wall, DeMarcus Cousins ve Eric Bledsoe gibi ülkenin en önemli birkaç liselisinden üçüyle ihya edilmesi çıtayı da yukarı çekiyor ister istemez. Fakat ‘sekiz adet son sınıf öğrencisi’ dedik biraz yukarıda, genç uzun Cousins’ın da işler mental açıdan güçleştiği zaman takıma ne kadar zarar verebildiğini SEC turnuvasında tecrübe etmiş olduk. Bu noktada uzatmaya giden o finali kaybeden Mississippi State’i ve evladım Jarvis Varnado’yu dışarıda bırakan komiteye selamlarımı gönderiyorum. Kentucky’nin ikinci turda büyük bir hayal kırıklığı olmaktan öteye gitmeyen Wake Forest veya Doğuş Balbay’ın uzun süreli sakatlığıyla iyiden iyiye kaosa sürüklenen Texas ile eşleşecek olması bu genç takımın ritm bulması adına avantaj. Sweet Sixteen aşamasındaki olası Wisconsin maçını kazandıkları takdirde Final-Four’da olacaklarını düşünüyorum Wall ve çetesinin, açıkçası oradaki favorim de Kentucky olacak… Fakat Wisconsin ülkenin en iyi savunma yapan takımlarından biri ve bu genç oyuncuların karşısında görmeyi kesinlikle istemeyeceği bir oyun stiliyle başarıya gitmeyi biliyorlar. Aşağı tarafta Pac-10 şampiyonu Washington’ı ve Pondexter-Thomas ikilisini ayrı bir gözle izleyeceğiz. Bir başka gurbetçi topçunun takımı West Virginia da Big East turnuvasını kazanarak geçen haftanın en çok konuşulan takımlarından biri olmayı başarsa da o yolda son topların büyük bir katkısıyla ve biraz da ağır aksak ilerlemiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu bölge de bir prospect cenneti bu arada, yukarıda kaçırmış olanlar için bir kez daha hatırlatayım.

My Pick: Kentucky Wildcats
My Watch List: John WALL (Kentucky), Damion JAMES (Texas), Quincy PONDEXTER (Washington)

Güney (Houston)

Şu bölge ile Ortabatı bölgesine arka arkaya bakıp da komitenin aslında ağır saçmalamadığını savunabilecek biri olduğunu düşünmüyorum. Burada dengesiz dağılımdan çok, bu dengesizlikten en büyük yararı görenin Mike Krzyzewski ve Duke olmasına takılıyor Amerikalılar. Ülke çapındaki en büyük rakibi UCLA’in ve bölgesel kanlısı North Carolina’nın olmadığı bir turnuvada seyirciyi ekran başına çekmek için eldeki reytingi en yüksek okula olabildiğince fazla maç oynatmak istemiş olmaları kulağa en makul gelen komplo teorisi durumunda… Aslında komplo teorisi demek bile haksızlık olabilir, biraz görünen köy durumu söz konusu. Lafı Coach K’in milli takımdaki statüsüne getirenler de var ki biz bu muhabbete ülkemizden de aşinayız, o biraz daha sığ bir eleştiri gibi sanki…

“But let’s deal with the reality of why Duke was given a favorable draw. The NCAA is desperate for television ratings. The $6 billion CBS paid over 11 years financed a lot of things the NCAA likes to do – stuff like propping up nonrevenue sports.

Honestly, it wouldn’t surprise me if the NCAA mandated that Christian Laettner, Grant Hill and Shane Battier referee all of the Blue Devils’ tournament games.”

Fakat basında herkes söz birliğine varmışçasına Final-Four gelene kadar turnuvanın Duke için zorlayıcı olmaktan çok uzak olacağını ve Duke’un elini kolunu sallaya sallaya son dört içine kendisini atacağını yazıyor ki bunu biraz anlamsız buluyorum. 1 numaralı seribaşları arasında da birinci muamelesi gördükleri bir kuranın sonrasında dahi asıl mesele Duke’un 1 numarayı gerçekten hak edip hak etmediğiydi. Bu düşünceye sahip adamlar, yazının sonunda da bu konferansta Blue Devils için tehdit unsuru olabilecek tek takım bile olmadığını iddia ediyorlar. Garip… Duke’un ihtimaller dahilinde en rahat rakiplerle çevrelendiği açık, fakat Duke için hiçbir grubun walk-over anlamına gelmesi de mümkün değil. Benim tahminlerimde bir ‘early upset’ söz konusu hatta Coach K için, burada o tahminlerin henüz kuranın dumanı üzerindeyken yapılmış olmasının da payı büyüktür. Tim Montgomery ve Rick Pitino gibi NBA seviyesinde de çok başarısız olmamış, fakat kolej basketbolunda çok daha değerli iki coachu karşı karşıya getirecek California-Louisville eşleşmesinden gelen takım, Blue Devils’ın ikinci turdaki rakibi olacak ve kamuoyunun takım hakkındaki şüpheleri oyuncular üzerinde bir güvensizlik yaratacaktır. Aslında ilk tur bu güvensizliği ortadan kaldırmak için var, fakat play-in galibiyle oynanacak ilk tur maçı kaç farkla kazanılırsa kazanılsın o soru işaretlerini dağıtmaya yetmeyecektir.


Son yıllardaki en zayıf Pac-10 oynandı bu sezon, orada parlayan tek takımdı belki de California. NBA’de Jerome Randle tarzında birçok oyuncu kontrat buluyor. Jannero Pargo’yu örnek gösterebilirim mesela dün geceden anıları tazeyken… Fakat Pargo’nun türünün şanslı bir örneği olduğunu kabul etmek gerek, daha ziyade Avrupa için spesifikasyon gösteren bir guard. Yalnız yanında yıllardır birlikte oynadığı Patrick Christopher ve takımın mental lideri Theo Robertson ile çok tehlikeli bir dış üçlü oluşturuyorlar. Randle tam bir catch-and-shoot adamı, buna karşın Robertson ise pozisyonu hazırladığınızda setin bitiminde cezayı kesen adam konumunda. Christopher’ın ise bu üçlü arasında yapıştırıcı görevini layıkıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Fakat pota altında ilk maçta Samardo Samuels bile büyük sıkıntı yaratacaktır, bu yetersizliğin bedelini çapsız UCLA kadrosuna karşı bile ödediler ilk yarıda. Purdue’da Robbie Hummel’ın sakatlığı çok büyük bir sıkıntı yaratacaktır ki ilk turda Siena’yı daha şanslı gördüğümü söylemeliyim. Daha önce de bahsettiğim gibi dar rotasyonlarla oynamaya alışık takımlarda bu ölçüde sakatlıklara sağlıklı reaksiyonlar verilemiyor. Geçen sene drafte katılacağı söylenen fakat istediği garantileri alamayınca geri çekilen Luke Harangody’nin takımı Notre Dame da burada konuşulmaya değer takımlardan biri olacaktır. Geçen sene Lakers için de adı geçen 2008 Big East Player of the Year, sezon sonuna doğru beş maç kaçırmasına yol açan bir sakatlık geçirmişti ve bu sakatlık sırasında takımın rol oyuncuları büyük gelişme gösterdiler. Pittsburgh’ü yenerek Big East turnuvası finaline çıkarken, fiziken hazır olmayan Harangody’den sadece 20-25 dakikalık bölümlerde faydalanabildiler. O dakikalar da takım adına en güzel dakikalar olmadı doğrusu. Harangody sezon başındaki görüntüsüne dönerse hem Irish tarihinde Pat Garrity ve Troy Murphy ile birlikte çok büyük bir yere sahip bu adamın draft sırası artacaktır, hem de takım bir sürprize imza atacaktır. Ülkenin en iyi pota altı silahlarından junior Ekpe Idoh’a sahip savunmacı Baylor, Donald Sloan’un takımı Texas A&M ve birçok otoritenin Final-Four adayı durumundaki Reynolds-Fisher ikilisiyle bölgenin en sağlam backcourtuna sahip Villanova sürprize imza atabilecek takımlar. Villanova’nın geçen seneki yapısını bulabileceğini düşünmüyorum, Richmond maçı bile yolun sonu anlamına gelebilir. Turnuvadaki en iddialı seçimim, bir başka deyişle dark horse adayım California.

My Pick: California Golden Bears
My Watch List: Jon SCHEYER (Duke), Theo ROBERTSON (California), Ekpe UDOH (Baylor)

Anket Durumları #5


Zayıf gruptaki galibiyetler cidden bu kadar göz boyadı mı, yoksa biz mi her gördüğümüz galibiyetten sonra şampiyonluk nidalarına başlamaya çok meraklıyız anlamadım ama anketlerden birisi doğru olmaktan çok uzak bir sonuç verdi. Belki de insanların olmasını düşündükleri değil, olmasını istedikleri şeye yönelik oy kullanmasından ileri geliyordur bu durum.

Geçerliliği turnuva öncesi ve grup maçları sürecini kapsayan ilk anketimizde Türkiye’nin ideal sıralaması olan 5-8 basamaklarında yoğunlaştığını görüyoruz oyların. Grafiğe dökecek olursak da güzel bir eğri vardı ortada. Grup maçları iyi gidince “şampiyon” seçeneğine gerçeküstü oylar gelmeye başladı ama bunları kategori dışı tutabiliriz belki. Ergonomi dersinde de yaptığımız bir olaydır, standartlar belirlenirken en uçtaki yüzde beşerlik iki dilim görmezden gelinir ve bu ekstrem durumlardan arındırılmış yüzde doksan hesaba katılır. O yüzde beşteki ekstrem insanları attığımızda anlaşılır bir anket oldu ilk anketimiz.


İkinci anketse tarafımdan bilinçli olarak daha uzun vadeye taşınmış bir anketti. Yoğun fikstürde ilk üç gün içinde diğer takımları izlemek kolay iş değildi. Bu sebeple de diğer favoriler hakkında daha net bir fikir oluşması için ikinci tur gruplarını da kapsayacak bir sürece yaydım o anketi. Ama henüz turnuvaya başladığı viteste devam eden İspanya’ya karşı alınan galibiyetle birlikte ilginç şeylerden bahsedilir oldu. Turnuva başında normal karşılanabilecek bir derece de şişirilen beklentiler sonucunda hayal kırıklığı olarak lanse edilmeye başlandı.

Ben 12 Dev Adam için oyumu 9-12 şıkkı için kullanmıştım. Ama beklenenin üzerinde bir savunma direnci koydular sahaya… Kısa süre önce Ankara’daki görüntüden bu kadar çabuk sıyrılabilmiş olmalarını takdir ediyorum, fakat ne yazık ki her Türk takımı gibi psikolojisi gelen tepkilere göre değişiklik gösteren bir takım oldu onlar da. Kitleler tarafından yerin dibine sokulduklarında kim olduklarını göstermek için bilenen, fakat birkaç iyi skor sonrasında da hemen işin tadını çıkarmaya başlayan bir takım. Turnuva takımı diyemiyoruz böylelerine. Bizim takıma çok benzettiğim Slovenya da aynı şeyi yaşadı kısmen. Sırplar karşısında favorim değillerdi kesinlikle. Ama ikinci gruptan lider çıkmalarına rağmen aldıkları dördüncülük kimseyi tatmin etmemiştir herhalde. Üçüncülük maçında kime kaybettiler? Bir başka turnuva takımı Yunanistan’a…


Harun Erdenay’ın turnuva sonrası açıklamalarından birine denk geldim. Özetle şunları söylüyor: “Bizim için turnuva Yunanistan maçından sonra bitmişti. Zaten Dünya Şampiyonası için ev sahibi biletimiz varken klasman maçlarının bizim takımımız için bir anlamı kalmamıştı.” Üç sene önce altıncılık üzerinden kahramanlık hikayeleri yazan bir oluşumun parçası olarak bu konuşmalar samimi olmaktan çok uzak açıkçası. Dün Kaan Kural, batug.com forumlarında güzel bir şey yazdı. Herkes takip etmiyor orayı, Erdenay’ın yukarıdaki açıklamaları üzerine güzel gidecektir paylaşırsak:

“Maçtan sonra Kelly McCarty “Koç Blatt’e bana bu şansı verdiği için çok teşekkür ederim. Kaç kişi çocuklarına, arkadaşlarına ‘Ben Eurobasket 2009’da oynadım. Şöyle maç kazandık, şöyle kaybettik’ diye anlatabilir ki? Kaç kişiye gelir böyle bir şans” dedi.

Bu adam siyah bir Amerikalı. Rus Milli Takımı’nda oynadığı için minnettar.

Bizimkilerin ne yaptıkları işe, ne giydikleri forma vasıtasıyla temsil ettikleri şeylere aynı derecede saygısı yok. Konsantre olmak için illa maddi bir neden mi lazım? Maalesef bizimkilere lazım işte. Manevi değer bilmeyen, onlara değer vermeyen, onlara saygısı olmayan takımlar yarattık.

Pek çok nedenden kızıyorum Tanjevic’e ama en en en çok bu nedenden. Milli Takım’ı bir ödül, orada oynamayı bir onur olmaktan çıkardı. Prensleri var. Kadro zaten belli. Kadroya kimin seçileceği belli olunca bizim insanımıza sanki görevmiş hatta angaryaymış gibi geliyor. O formayı giymek için büyük bir mücadele vermeyince değerini de bilmiyorlar, anlamını da. Zaten giydikleri forma o. Hatta o hale gelmiş ki bazılarına zul geliyor bu maçları oynamak. Mehmet Okur çıkıp “Ben bu yapıda oynayamam” diyebiliyor.

İddia ediyorum FIBA maçtan önce “İsterseniz bu maçı oynamayın” dese bizimkiler istisnasız kabul ederdi.”

Evet, muhtemelen ederlerdi. Erdenay da farklı bir şey söylemiyor…

Diğer ankette de İspanya’ya oy veren 17 kişiden biriyim. Yüzde yirmiye denk geliyor bu oy sayısı. Aslında İspanya’nın ne kadar büyük bir favori olduğunu göstermekten uzak bir nicelik. Her üç oydan biri ise devlere gitmiş. Benim gümüş için aday gösterdiğim Fransa çöldeki Bedevi olarak, turnuvanın ağır favorisi ama aynı zamanda karşı grubun dördüncüsü İspanya ile çeyrek final oynadı. Tek mağlubiyetle beşinci olabilen bir garip takım… Öne çıkan iki “dark horse” adayım vardı. Bunlardan Hırvatistan genel olarak kötü geçirdikleri bir turnuvada Dünya Şampiyonası biletini cebe atmayı başardı. Yine de bu altıncılık ideal sıraları gibi gözükse de oyun olarak bir hayal kırıklığından fazlası olamadılar. Diğer adayım Sırbistan ise Dusan Ivkovic yönetiminde ön incelemede de değindiğim o “kolej havası” görünümünü tam anlamıyla sergiledi. Tek endişe duyduğum nokta takım içinde bir adım öne atabilecek oyuncu sıkıntısıydı, fakat Milos Teodosic o işin üstesinden gelebileceğini gösterdi çeyrek ve yarı finallerdeki büyük performanslarıyla. Bahis oynasam zengin olabileceğim bir turnuvaydı herhalde…


Haftasonu fazlasıyla yoğun geçti. (İhsan Bayülken program yapsa ya: Fazlasıyla Basketbol!) Dersler başlamadan kalan şu son bir haftayı rejenerasyon idmanlarına ayırma arzusundayım. Ama turnuvaya genel bir bakış atmak için arada sırada uğrarım buraya yine. Zaten Avrupa basketbolu için yeni şeyler söyleyen, yıllar sonra hatırlanacak bir turnuva falan değildi. Oldukça tahmin edilir bir turnuva olarak akıllarda kalacak.

Kanye West adam olsa Toni Collette’ten de alırdı mikrofonu. Ama olmadığını biliyoruz… Jimmy Fallon’ın güldürdüğü gece olarak tarihe geçecektir 61. Emmy Ödülleri. Ama yine en klas espriyi en kısıtlı sürede Conan O’Brien patlattı. Helal olsun!

Bayram falan…

Anket Durumları #4


Uzun süredir anketler için ayrıca yazı yazmıyordum. Böyle bir başlığı Manchester United forumlarından birinde gördüm, muhtemelen de RedCafe idi. Kendime söz verdim, bu karşılaştırmadan yola çıkıp bir anda sezon öncesi değerlendirmeye çevirmeyeceğim yazıyı. Zaten tek bir hazırlık maçı izlemişliğim yok, Audi Cup’ın da sınav fikstürüyle çakışması bunu gerektirdi. Bayern München maçında Edwin Van Der Sar parmağından sakatlanmış penaltı atışları sırasında ki çok büyük bir sürpriz değil benim için. Bir dönem basında yer bulan Iker Casillas söylentileri üzerine böyle bir şeyler yazmıştım, bu söylentilerin gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu da ekleyerek. VDS bize çok büyük bir katkı sağladı, Sir Alex Ferguson’ın istediği tarzda bir kaleci oldu. Hatta direkt Ali Ece’nin yazısından alıntı bir kıyaslamadır ki Massimo Taibi gibi tek görevinin iki direk arasına gelen topları kurtarmak olduğunu sanan bir kaleci modeli değil, aksine Peter Schmeichel gibi takımını arkadan iten, hücuma çıkarken dahi 11. oyuncu olarak katkı veren bir adamdır. Herkesin güvendiği, her anlamda arkasını emanet edebileceği bir profil çizmiştir kariyeri boyunca. United’da da bu değişmemiştir ve Schmeichel sonrası dönemde oradaki sancılara en etkili ilaç olmuştur Hollandalı kaleci. Geldiğinde yaşı üzerinden eleştiri yapanlar, Fergie’yi çarmıha gerenler Laurent Blanc olayında olduğu gibi yere çakılmışlardır bir kez daha.

Fabien Barthez’in United kariyeri malum. Massimo Taibi dedik az önce, Mark Bosnich vardı, en kötüsü de Roy Carroll’dı belki de. Tim Howard iyi bir seçimdi, ama o da rüşdünü ispat edemedi o dönemlerde. Yarın gelse üzülmem. Premier League’e bakınca, onun dışında içten içe istediğim tek adam da Robert Green. Ben bu adama Norwich City sezonundan beri güveniyorum. David Bentley, Darren Huckerby, Dean Ashton, Thomas Helveg gibi isimlerden oluşan eğlenceli bir kadro ile güzel bir sezon geçirseler de küme düşmekten kurtulamamışlardı. Ama Green o kötü sezonda bile kumaşını göstermeyi başardı. Gerçi farazi konuşuyoruz bayağı. Ben Foster varken bir Green transferinin olası olduğunu pek sanmıyorum, United geleneklerini göz önüne alınca… Foster için önemli bir fırsat olacak, geçen sezonki penaltı kurtarışlarıyla güzel hatırlanıyor Tottenham karşısındaki. Ama bundan fazlasına ihtiyacı olacak Van Der Sar’ın üç aylık yokluğunda. Ben Tomasz Kuszczak’ı da severim aslında ama Neco Martinez’den yediği o jeneriklik golden sonra Kuszczak da eski Kuszczak değil sanki… Bu olaydan tamamen bağımsız da olabilir, ama 27 yaşındaki bir adamın kariyeri hakkında oldukça az bilinmeyen vardır, her ne kadar mevkii kaleci olsa da. Ferguson’ın Foster hakkında birçok övgü dolu açıklaması oldu son zamanlarda, kaleyi ona emanet etmemesi de ihtimal dışı görünüyor…


Yine saptık… Anderson hakkında oraya buraya çok fazla yazdım. Yolda görsem Taksim’de birkaç yerde “zenci örgüsü” olarak adlandırıldığını acıyla tecrübe ettiğim o saçlarından tutar, bir daha da bırakmazdım. Adamın yetenekli olduğu ilk günden beri apaçık görülebilen bir şey. Ancak Fergie’nin orta sahanın ortasında kullandığı oyuncularından beklentisi hem savunmayı, hem de hücumu aynı seviyede yapabilmesi ve bir United oyuncusu olarak bu görevlerinde mükemmeliyete ulaşmasıdır. Mükemmeliyete giden yol, pek tabi sadelikten geçer. Kusursuz olmak istiyorsan, öncelikle basit şeyleri yapabilmen gerekir. Anderson’un geldiği günden bu yana, bu sadeliği ne zaman gösterdiğini hep beraber sorgulayalım. Özellikle geçen sezon onu ne zaman sahada görsem, maçın sonucu ile ilgili endişeler sardı dört bir yanımı. 4 dedik, 1 dedik, Liverpool maçında kullandığı ilk pas tercihlerinin aklımıza gelmemesi zor United sempatizanları olarak. Hatta bu maç sonunda, gerçekten de standartlarının altında bir gün geçiren Michael Carrick olmuştu eleştirilerin en azından orta saha için odak noktası. Halbuki partnerinin dikine ve riskli ilk pas tercihleri, onu oyunun dışında bırakmış ve savunma alanında etki gösterememesinin müsebbibi olmuştu açık biçimde. Bu sene James Joyce Pub ziyaretlerini sıklaştıracaksak eğer, ben bu arkadaşı görmek istemiyorum sahada. Şimdiden söylemiş olayım da sağdan soldan “Aslında iyi oyuncu abi be” gibi sataşmalara maruz kalmayayım…


Taraftarlar bu soruya ortak bir cevap verememiş. Ferguson’ın Anderson konusundaki sabrının selametle sonlanacağını düşünenler var halen. Daha yetenekli adam, o oynasın diyenler de. Saf yetenekten bahsediyorsak, kapasitesinin Darron Gibson’ın üzerinde olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu kapasiteyi kullanma noktasında da başka bir yeteneğin devreye girdiğini çoğu kişi göz ardı etmekte… İşte bu noktada, bugüne kadar mental olarak daha kararlı bir portre çizdiğini gerek gözlemlediğimiz, gerekse de bu yönde duyumlar aldığımız Gibson tercihi bana daha akıl karı geliyor. Bu genç adamı 4-5 kere izledim ve her defasında minimum hatayla çok güzel işler yaptı. Pas organizasyonlarının çıkış noktasında hep o vardı ve bu işi Carrick düzeyinde yaptığı maçlar da oldu. Foster mevzuunda bahsettiğimiz Tottenham maçı ilk aklıma gelen örnek… Ben şans verildiği takdirde en az Darren Fletcher kadar katkı verebileceğini ve gelecek kaygılarıyla rotasyonda Fletcher’ın da önüne geçirilebileceğini düşünüyorum. Altyapı yıllarında bir forvet adayı olarak ortaya çıkan Paul Scholes’ün Ferguson’ın ellerinde komple bir orta sahaya nasıl dönüştüğünü bizzat görebilmiş değilim, ama ortaya çıkan ürüne bakınca üstün İskoç teknolojisine hayran kalmamak elde değil. Anderson için de ümidimi canlı tutmamı sağlayan bir örnek olarak hizmet etti Scholes örneği uzunca bir süre. Ancak geçtiğimiz sezonun başında o ümitler yavaş yavaş yok olmaya başladı ve ne yazık ki şu anda bir kırıntı bile kalmadı içimde… RedCafe’de yalnız olmadığımı gösteren, hatta bir ara ulan ben mi yazmıştım bunu diye düşündüren bir yorumla bitirelim ve sağ tarafa alalım sizi… Benim cevabım açık olsa gerek.


“Gibson deserve a chance really. And not just because he’s more ‘solid’ (a phrase that usually gets assigned to Brits/Irish), but because I think he is technically and mentally a very good player. Fantastic shot on him and he’s starting to show an eye for the killer ball.

Think Anderson needs a kick up the arse in all honesty!”

Anket Durumları #3


Bu anket sonuçlarını toparlama işini de sürekli erteledik. Halbuki sizin fikirleriniz bizim için çok değerli… Neyse, bir mini anketi sağ tarafa aşk ettim. Bilindiği üzere kediler dama çıktı, March Madness adı verilen NCAA şenlikleri de kapıda. Turnuvaya son bilet de şu sıralarda sahibini buluyor. Muhtemelen de 64. takım Morehead State Eagles olacak gibi bitime 15 dakika kala. Neyse canlı skor işlevimizi de yerine getirdikten sonra soruya geçelim:


Bilindiği veya bilinmediği üzere, NCAA Turnuvası dört adet konferans şeklinde düzenleniyor. Doğunun bağrından kopup gelmiş bir Pittsburgh Panthers var elde, kendileri naçizane favorim de olurlar… Louisville Cardinals, Connecticut Huskies, North Carolina Tar Heels diğer seribaşı okullar. Bunlardan hangisini mutlu sona daha yakın gördüğünüzü bir yoklayalım dedim. Kısa bir süre yayında kalacak anket… Final-Four zamanı gelince bir daha sorarız belki…

Yarın ya da ertesi gün bu mesajı düzenleyip eski sonuçları vermek üzere ayrılmaktayım…

Anket Durumları #2


İkinci anketi de geride bıraktık. 10 günlük bir süreçti ve açıkçası blog açısından çok zengin bir dönem değildi. Her şeyden önce tembel insanlarız. Bir de genel olarak monoton seyreden hayatımız alışılmadık tempolar içerisine girince eli ayağı çekiyoruz buralardan. Oktay ile çok haberleşemedim ama benim için böyle bir dönemdi, bayram tatilinde affettirmeye çalışacağız kendimizi… Yine de bu nispeten kısa süreli ankette 40 oyu gördük, teşekkür ederiz ilgilenenlere. Klişe bir anketti aslında, ama ilk seferkinin aksine futbol ile içli dışlı hemen herkesin bir fikir sahibi olabileceği bir konu seçmekti zaten amacımız. Premier League’de yapılan yaz transferleri arasında takımında en büyük etkiyi yaratacak ismi aradık, ön plana çıkan Dimitar Berbatov oldu. Gole ulaşması için biraz beklemek zorunda kaldık ama takıma geç katılan bir isim olarak çok iyi bir performans koydu bence de. Bu gece de coşageldiği haberini aldık zaten. Bizim 2 oyumuz ise Deco’ya gitti, eğer Oktay oyunu değiştirmediyse tabi. En az bu saydıklarım kadar rağbet gören bir diğer isimse Robinho olmuş. Anketin oylamaya açık olduğu dönem içerisinde en büyük performansı o gösterdi diyebiliriz. Bunun da etkisi vardır mutlaka. Yüzde vermek biraz abes olabilir ama biz sonuçları verelim yine de:


Dimitar BERBATOV – 1127%
DECO – 8 20%
ROBINHO – 717%
Albert RIERA – 3 7%
Roman PAVLYUCHENKO – 37%
Samir NASRI – 2 5%
Luka MODRIC – 2 5%
Peter CROUCH – 25%


Sıradaki anketin ise daha uzun soluklu olmasını amaçlıyorum. Muhtemelen de NBA konulu olacaktır. Takımların medya günlerinden gelen fotoğraflarla iyiden iyiye ‘Countdown to Tip-Off’ havasına girdik. Phil Jackson’ın sakalı kesmesi, Andrew Bynum’ın hayvani boyutlara ulaşmış trisepsi falan derken en büyük değişimin Los Angeles yöresinden geldiğini söyleyebiliriz. Greg Oden’a nihayet kavuşmuş ve Kevin Pritchard ile imrenilecek bir yeniden yapılanmanın altından kalkmış Blazers en çok merak ettiğim takımlardan. Ve tabi Ron Ron’ın Toyota Center’da yaratacağı etkiyi çok merak ediyorum, çok da büyük boyutlara ulaşmamasını umarak…

Güncelleme: Anketleri sağ sütuna ekledim. Normal sezonun sonuna yaklaşırken aynı soruları bir kez daha sorup, köprünün altından geçen suları daha yakından görmek gibi bir düşüncem var. Şampiyonluk ve ödüller konusundaki tahminleriniz yanında bu yaz takım değiştirenler hakkında görüşlerinize de başvurduk. “ESPN yapmış, bizim ne eksiğimiz var” diyerek… Her ankette seçenekleri beşe kadar indirmeye çalıştım, bir önceki anketteki gibi bir Jose Bosingwa şıkkı olmasın diye. Bu konuda objektif olmak çok güç, bu yüzden de benim beş seçeneğim yeterli olmuyorsa esprili(!) altıncı seçeneğe de bekleriz. Yalnız Kevin Love patlarsa yatacak yerim yok…

Anket Durumları #1


Abdi İpekçi’den geldim, üzerine gelen futbol maçı kesmedi pek. Aslında iki maçtan da bahsetmek lazım bir ara, Oktay’la paslaşıp yazarız muhtemelen… Ama öncesinde anketimizden bahsedelim dedik. Ayakların alıştığını fark etmiştik bir şekilde fakat ben bu kadar katılım beklemiyordum. Oylayan 51 kişiye de, eğer varsa kendini oylayacak yeterlilikte hissetmeyip oylamamayı seçen doğuştan agnostik o güzel insanlara da çok teşekkürler.


“Pekin 2008’de sizde en büyük hayal kırıklığını hangi atlet yarattı?” diye sormuştuk. Yüzme ve jimnastik de baba dallarıdır olimpiyatın, ancak çoğu kişi için olimpiyat pist üzerinde atılan ilk deparla başlar. Ben de bu insanlardanım galiba biraz, bu ankette de atletizm sınırlarında kalmayı tercih ettim. Aslında Blanka Vlasic’in kazanması yönündeydi beklentim daha çok, bense Tyson Gay’i tercih ettim. Ama hayal kırıklıklarının odak noktasında olduğunu bilmiyordum, hatta “Belki de ben fazla şey bekliyorum bu adamdan” da diyordum kendime sık sık. Kendisi Maurice Greene’in yerine koymaya çalıştığım adamlardandır zira. Tabi Usain Bolt, Greene falan bırakmadı ortada da sempatiden bahsediyorum ben. Ama herkes bir şeyler bekliyormuş ondan, açık ara en büyük hayal kırıklığı seçildi Pekin’in. Çok fazla dağılmadı oylar, Liu Xiang da “Ben de az buz hayal kırıklığı değilim hani” dedi aldığı oylarla… Oktay’ın oyu da Stefan Holm’e gitmiş sanırım, bu yüce kariyeri bir altınla sonlandırmasını kim istemezdi? Özleyeceğiz bu büyük küçük adamı…


Ankette öne çıkan isimler şöyleydi:

Tyson GAY – 2243%
Blanka VLASIC – 1121%
Liu XIANG – 611%
Meseret DEFAR – 4 7%
Stefan HOLM – 35%


Premier League transferleri ile ilgili bir şeyler var kafamda. Sağ sütunda bulabilirsiniz onu da bugün yarın, anket halini almış bir şekilde. Bu aralar biraz ihmal ettim buraları. Staj ve ders kayıtları öldürücü bir ikili oluşturabiliyor eğer ‘asırlardır çağdaş’ bir eğitim yuvasında eğitiliyorsanız, bilen bilir… Yine de biraz biraz kaybolan güncelliği geri kazanma arzusundayız…