More News from Nowhere #10

– Digiturk’e bloga olan katkılarından dolayı teşekkürü borç biliyorum. Güzel maçlar vardı, Tracy McGrady’yi Knicks formasıyla izlemek bile bir şey olacaktı. Anfernee Hardaway, Stephon Marbury, Steve Francis gibi adamları o formayla gördüğümüz günlere dönecektik belki. Belki bu sefer tamamen farklı sonlanacak bir maceranın açılış sahnesine tanıklık edecektik. Thunder’ı izlemek için yeterince motivasyonu var zaten ortalama NBA seyircisinin… Güzel bir gece olabilirdi. Ancak Çapa’da rüzgar esmeye başladı ve kademeli olarak eldeki tüm kanallardan olduk. Yine şaşırmadık. Teşekkürler Digiturk!


– Takas dönemini kaçırdık blog olarak. Şu saatte de bu dönemin kazananlarını kaybedenlerini yazacak değilim, kusura bakılmasın. Zaten yarın da güzel film var, kara kara düşünüyorum kafeine doyduğum bir gecede nasıl olup da hem filmden, hem de derbiden verim alabileceğimi… O yüzden takas sonrası yeni görünümleriyle izleyebildiğim takımlara kısa bir bakış atayım.

Dün Bobcats-Cavs maçına denk geldim. Bobcats gölgede kalsa da son gecenin en olumlu hareketlerinden birkaçına imza attı. Tyrus Thomas’ı alırken sadece Flip Murray ile yeri kolaylıkla doldurulabilir bir rotasyon parçasından vazgeçtiler. Ve Larry Brown için pek bir değer arz etmeyen Acie Law IV’dan… Tyrus ve onun gibi adamları elemek için Kaan Kural’ın kullandığı bir oran vardı, sanırım Vertical Jump/Basketball IQ gibi bir nicelikten bahsediyordu. Gerçekten de bu oranda göstergeyi neredeyse Stromile Swift seviyelerine çıkarabilen bir arkadaşımız. Fakat bugün NBA’deki mevcut coachlar arasında muhtemelen en vasıfsız olanının altında hayatın ona pek cömert davranmadığını da söyleyebiliriz. Daha önceki takımlarında kariyeri serbest düşüşteki birçok sorunlu karakter sahibi oyuncuya yeniden doğuş imkanı tanıyan Brown yeni bir materyale sahip oldu bu takas yoluyla, fakat işi kesinlikle çok kolay olmayacak. İlk maçından kötü yüzdeyle atılmış 9 sayı, 12 rebound, 6 blokluk istatistiklerle çıktığı gibi soluğu yerel kanal mikrofonlarında alıp eski coachuna göndermeler yapması da Brown’ın nasıl bir enkazla karşı karşıya olduğunun göstergesi belki de… Fakat sahada gördüklerimiz takımda herkesin işini kolaylaştıracak bir eklemeyi işaret ediyor. Özellikle fantezi kadrolarımdan birinde bulunan ve benim seçimim olmasa da sene boyunca saç baş yolduran Boris Diaw, frontcourt rotasyonuna eklenmiş iki parçaya çok iyi reaksiyon verip sezonun en iyi 2-3 performansından birini verdi. Eklenen diğer parça da Theo Ratliff bu arada. Spurs’ün kendisiyle pek işi olmayacak gibi gözüküyordu, formalite icabı gönderilen draft hakkı da 2016 yılına aitmiş. Bu sezon ilk kez bu kadar ciddi bir play-off adayı konumundayken, kenardan gelecek tecrübelerin ne kadar önemli olduğunun Brown tarafından da vurgulanması sürpriz değil…


Bir de bu takasın yanında Charlotte kulislerinde bir hayli konuşulan bir Pacers takası vardı deadline öncesinde. D.J. Augustin, Nazr Mohammed, Gerald Henderson karşılığında T.J. Ford ve Brandon Rush’ın Bobcats forması giyeceği konuşuluyordu. Hatta Troy Murphy ismi de geçmişti birkaç dedikoduda ki, Murphy gelse Thomas hamlesi yapılmazdı büyük olasılıkla. Thomas’ın bu takıma Murphy’den daha iyi bir ekleme olarak öne çıkabileceğini düşünmekle birlikte, ilk bahsettiğim takasın Bobcats’e gerçekten seviye atlatacağına inanıyordum. Bu seviye Jalen Rose’un bugünkü Bobcats için iddia ettiği gibi ilk tur geçecek bir play-off takımı seviyesi midir, ondan çok emin değilim. Ama Bobcats’in geri çekilmesine yol açmış etkenler Ford’un sonunda doğru formülü bulmuşa benzeyen takımın kimyasında geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratma konusunda gösterdiği büyük potansiyel ve Henderson’dan olması beklenen oyuncu profilinin bu takımın orta ve uzun erimdeki ihtiyaçlarına hizmet edeceği yönündeki düşünce olabilir. Henüz yeteri kadar sahne alamamış bir çaylağı, değeri minimum noktasındayken alakasız bir takasta yan parça olarak elden bırakmak genel menajerlerce sıkça düşülen ve sonrasında çok acı veren hatalardandır. Elemanın Duke formasıyla gösterdiği NBA kumaşı şu an gerçek dünyada karşılık bulamamış olsa da, özellikle güvenilir bir şuta ulaşması halinde savunmadaki sertliğiyle çok kritik roller üstlenebilir birçok takımda. Bir de Ford’dan bahsetmişken, Alim Karasu efsanesinin Türkiye’ye “NBA’in üzerine doğan yeni güneş” olarak tanıttığı adamın bugün düştüğü hali biraz daha somutlaştıralım. Belirtilene göre, Ford Pacers idmanında menajerinden Bobcats’e takasının tamamlanmak üzere olduğunu duyuyor ve takım arkadaşlarının önünde dans etmeye başlıyor. Brown’ın yerinde olsam, son yıllardaki düşüşü de hesaba katarak Ford ölçeğinde bir oyuncu için bu riske girmek istemezdim ben de. Gayet anlaşılır…


Diaw-Thomas ikilisi dünkü maçtakine oranla daha uzun süreler sahada tutulabilir, tutulmalı. 3-4 pozisyonları arasına sıkışmış bir tweener nasıl 5 numaradan süre alsın diyorsunuz içinizden, duyuyorum. Fakat Diaw böyle partnerliklere ihtiyaç duyuyor kapasitesinin tamamına yakınını kullanmak için, birçok kez gördük. Pacers takası hem rotasyonda bu ikiliye daha fazla süre imkanı sağlar, hem de Murray’den boşalan sürelere Rush gibi esaslı bir elemanı katarak bu takımın çehresini değiştirirdi. Yine de play-off dışında kalma olasılıklarını pek yüksek görmüyorum, hatta Bulls’u da geride bırakıp Raptors-Heat ikilisiyle beşincilik için kapışmaları daha beklentilerim dahilinde olur… “Her şeye rağmen bu takımın en büyük transferi sağlıklı bir Tyson Chandler olacaktır” demek isterdim, ama elemanı çok sevsem de ben bile inanamıyorum bu ifadeye…

– Bulls’un takaslarını da beğendim yalnız, açtıkları cap space öyle kulak arkası edilecek bir meblağa denk düşmüyor. 6 milyonluk bir yer açtılar ve kenardan gelmeye -hatta gelememeye- başlamış bir John Salmons’ın yerini Murray aldı. Öte yandan bu coach ile verim veremeyeceği aşikar olan ve franchise için de artık unutulması gereken bir hata gibi görülmeye başlanan istikrarsız bir SF-PF yerinde de aynı sorunları yaşasa da en azından yeni bir başlangıç anlamına gelen bir SF-PF var… Joakim Noah da yakın zamanda dönebilirse kritik 2010 yazı öncesindeki bu cap rahatlamasını play-off resminden çıkmadan gerçekleştirmiş olacaklar. Zaten gidebilecekleri yerin de ilk tur olduğu aşağı yukarı belliydi sezon başından beri.


– PSG-Toulouse maçını izledim, onun hakkında da yazacağım bir ara. Digiturk geri döndü: T-Mac Alert!

Le Parisien


Paris Saint-Germain yine kederlere sürüklemişti beni Monaco maçı sonrası, hatta bloga dökmüştüm içimi… Aslında problem bir tane değil, ancak en çok bağıranı bu imzayla halledilmiş olabilir. Geçen hafta takım Bordeaux’yu yenerken tek gol Guillaume Hoarau’dan geldi. Ben önceki yazımda bayağı çemkirmiştim kendisine, haksız olmadığımı gol attığı maçta bile gösterebildi zaten bana. Olsun, Laurent Blanc’ı üzmesi artı bir not hanesinde… İlk maçta savunmada çok aksayan Mamadou Sakho biraz daha toparlanmış gözüktü. Peguy Luyindula muhtemelen Komşu’nun yolunu tutar artık, forveti de uzun vadede Kezman-Pancrate olarak göreceğiz bana kalırsa. Fenerbahçe’deyken her zaman istediği gibi çift forvet olarak sahaya çıkacak Batman. Bakalım işler açılacak mı onun adına?


Önce Chelsea, sonra Atletico Madrid derken Türkiye’de ayağa kaldırmayı amaçladığı kariyeri iyice dibe vurmuştu. Bu sırada bile İnönü’de attığı golle üzmeyi başardı milyonları. O andan sonra kendisini sevmem mümkün değil, dünya görüşü falan da antipatime antipati katıyor. Ama bizde birkaç gol atarsa da hoşuma gider hani. Pauleta’dan sonra taraftarın koyduğu çıta da hayli düşük, ne yapsa başarı olacak gibi. Şaka bir yana ben Mateja Kezman için doğru yerlerden biri olduğunu düşünüyorum Fransa Ligi’nin… Paris’te neden olmasın? 14 numaralı formayı giyecek Batman… Kulüpte de bir heyecana yol açmış. Fransa’da Turkcell Süper Lig pek izlenmiyor heralde. Resmi siteye tıkladığınızda da Kezman karşılıyor sizi, o derece… Eskiden Ronaldinho’yu alırdık, nereden nereye!


İngiliz Ligi’nin iki önemli takımı, Chelsea ve West Ham maçından bir ‘o an’. Chelseali oyuncu Mateja Kezman, attığı golün sevincini havaya sıçrayarak kutluyor. Ama sol alttaki iki seyirci hariç karşısında hiç coşku yok. Önünde zıpladığı hatta havada kötü manalara çekilebilecek bir hareket yaptığı seyirciler, rakip takım West Ham’in taraftarları…

Ve İnsan, 28 Ekim 2004

Fona da “Mumbai Theme Tune” koydun mu, tadından yenmez…

Bana Yine Hüsran, Bana Yine Hasret Var!


Kayahan’la açtık yazıyı, bunu da yaptık yani. Blogumuz için bir dönüm noktasıdır bu, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu şarkıyı hatırlama sebebim Beşiktaş da değil bu sefer, Paris Saint-Germain. Mis gibi cumartesi gecemi Monaco deplasmanındaki Paris Saint-Germain’i izlemeye ayırdım. BarışaRock için çadır arkadaşı bulamadığıma üzülürken Ligue 1’un başladığını öğrenmek, bu geceki maçı görmek biraz rahatlattı. Kanal A faktörüne rağmen sevinebildim, maçın adı da büyük sayılırdı, her şeyden önce yeni PSG’yi deli gibi merak ediyordum. Bir forvet takviyesi şarttı, biliyordum da tek eksik forvet değilmiş, onu gördüm ne yazık ki. Halbuki Ludovic Giuly ismini ilk duyduğumda ne kadar sevinmiştim. Her şeyden önce Manchester United taraftarıyım, yok pardon her şeyden önce insandım. Yine de PSG sempatizanı bir insanım, sadece bir yönüm bu tabi. Fransa ’98’de gidilecek maç olarak belki de tek golsüz maçı seçmiş dayım, bana sormadan PSG forması almış bir de üstüne. Çocuksan böyle şeylerin bağlayıcılığı oluyor ister istemez. Ama tabi sadece çocuksanız, yoksa gelecek sene Stuttgart’ı satıp Karlsruhe’yi tutacak olmamın nedeni Erasmus’la oraya giden arkadaşıma forma sipariş etmiş olmam değil. Her zaman sevmişimdir Karlsruhe’yi… Neyse. Jay Jay Okocha, Ronaldinho, Nicolas Anelka. Bu isimlerin PSG’ye gelmesi hep mutlu etti beni, ama hiçbir zaman o en üstleri zorlayamadılar. Hatta son yıllarda transferi de boşlayıp, bayağı ligden düşmemeye oynayan takım olmaya razı görünmüşlerdi. Sen Pauleta’nın yarısı penaltıdan gelecek 15 golünden medet umuyorsan, ben durumu böyle yorumlarım. Bir de G-14 üyesisin sen, neyse asabiyete gerek yok, senli benli de olmayalım koskoca kulüple. Bu yaz ise Giuly transferi acaba dedirtti bir kez daha. Claude Makelele değil ama…


Fransa’da liglerin neden bu kadar erken başladığını anlamak kolay değil. Altından kalkamayacaksan 20 takımlı lig oluşturmanın anlamı yok, 18 ile de tatmin olmak lazım. O yüzden ilk haftalarda ne futbol kalitesi oluyor, ne de belirlenmiş kadrolar. İnsanlar da Fransa Ligi’ni bu haftalarda takip ediyor en fazla, alternatifsizlikten ötürü. Haliyle de iyi bir tat bırakamıyorsun futbolseverin damağında. Neresinden bakarsanız bakın yanlış bir uygulama bence. Monaco karşısındaki PSG de “Forvete ihtiyacım var” diye bağıran bir şekilde çıktı sahaya. Fabrice Pancrate’ı beğendim açıkçası, tamamlayıcı bir isim olarak düşünülebilir, yedekten gelip katkı da koyabilir. Ama Paul Le Guen’in sürekli adını zikrettiği Guillaume Hoarau basbayağı enkaz. Kıyaslayabilecek adam arıyorum, en iyi ihtimalle bir Carlton Cole olur. Ama ben daha çok eski Fenerbahçe oyuncusu Souleymane Oulare’ye benzettim, fazlası da olmaz sanki. Sahada gördüğüm her an çıldırttı, yedek kulübesinde Peguy Luyindula’yı görmek de duruma yardımcı olmadı. Sürekli gülümseyen Le Guen Pancrate-Luyindula değişikliğini yaparken yine gülüyordu, bense aynı anlarda sahneye çıkan Harun Tekin’i falan düşünüp kendimi yargılıyordum muhtemelen. Ha bir de hakaret ediyordum Le Guen’e, küfür değil!


Maç bitti. 60. dakikada Giuly oyundan çıkınca yavaş yavaş Amsterdam Cup’a kaydım zaten ben, Monaco’ya galibiyeti getiren kafa golünü gördüm yine de. Zaten ikinci yarıda futbol oynayanlar sadece kırmızı formalılardı, golü de onlar hak ediyordu. Frederic Nimani de sekizinci net denemesinde golü attı. Hiç beğenmediğim bir kalecidir Mickael Landreau, yine de enteresan biçimde Pancrate ile birlikte takımın en iyisi gibiydi, golde de fazla hatası yoktu. Luyindula’nın gönderileceği söyleniyor, muhtemelen de Olympiakos’a. Pancrate da tek başına yeterli değil. Yine de öncelikli takviyenin stoper bölgesine gelmesi lazım. Takım Mario “Bülent Korkmaz” Yepes’i bile aramakta. Hele Mamadou Sakho adlı bir arkadaş var ki sormayın gitsin. Çok kötü stoper gördüm ama listemin zirvesine göz dikmiş durumda şimdiden. Sadece golü izlemeniz yeterli olabilir aslında bunu görmek için, maçı izlemek isterseniz de siz bilirsiniz ama ben pek tavsiye etmem.


Peki şimdi ne olacak? Hemen yukarıdaki adamın üzülmesini hiç istemem açıkçası. Bugün efsaneleştiği takıma karşı oynarken takımından hiç memnun olmadığı gözlerinden okunuyordu ama. Hoarau’ya gol attırmak için neler yapmıştı oysa ki. Fransa’ya dönüşü de erken oldu bence zaten, yine de bazı sözler verildi kendisine heralde. Giuly’yi ne kadar seviyor, bağrıma basıyorsam, Makelele de o kadar nefret bir adamdır gözümde. Futbolculuğuna da saygı duymam pek. Shawn Marion gibi biraz, underrated yaftası üzerine yapışmış ama belki bu yafta onu gerçekte olduğundan daha değerli gösteriyor. Yani kendisi bayağı bir overrated benim nazarımda. Bugün geri pas, yan pas yaptı. Ofsayt bozup, kendi kalesinde tehlike yarattı. Milyonlarca pas hatası yaptı. Sürekli kaptanlık bandını düzeltip ona buna bağırdı. Yıllardır bekliyoruz, “Yıldız getirdik” diye önümüze sunduğunuz adam bu mu, Sayın Başkan?


Forvet için Mateja Kezman’ın adı geçiyor, bizim basında da çok yankı buldu. Bugün Le Guen ve Kezman’ın menajeri ayrı telden çalmışlar. Le Guen’e göre transfer bitmiş, ama o hayata hep iyimser bakar zaten. Yararlı olabilir, ama adı geçen diğer isimlerden Claudio Pizarro efsaneleşir mesela bu forma ile. Gerçi o da Pancrate ile iyi bir ikili oluşturamaz ya neyse. Belki Giuly de forvet olarak düşünülebilir ileride. Yine de dediğim gibi en büyük sıkıntı stoper mevkiinde. Ve şu anki Paris Saint-Germain henüz hiçbir şey başarmaya hazır değil. Yeni forma güzel ama.

Cehennemden Fransa’ya


Bir gece bırakalım dedik spor alemini Aya İrini’deki Rufus Wainwright konseri için. Rufus iyiydi, hoştu ama transfer piyasasında da en hareketli günlerden biri yaşanmış. Dani Guiza’dan tutun da, Peter Crouch’a kadar. Phila’nın ağız sulandıran Elton Brand hamlesi, Warriors’ın Corey Maggette’yi bağlayıp, Ronny Turiaf’e sarkması, Magic’in takas habercisi olabilecek Mickael Pietrus transferi. Çok yani… Ama en büyük şaşkınlığı Ivan Klasnic’in Nantes yolunu tuttuğu haberini aldığımda yaşadım. Açıkçası onu İspanya’da görmeye hazırlamıştım kendimi, yakıştırmıştım da. Ligue 1 gibi stabil olmayan bir ligde ne yapacağını tahmin etmek kolay değil. Bu Nantes ile de ilintili, ama Nantes’ın ne yapacağını kestirmek de zor. Lige bu sene tekrar döndüler, ait oldukları yer de burası zaten. Gelecekte başarı getirebilecek iyi bir kadro kurabilirler ama Klasnic’in böbreklerinin durumu, ona uzun vadeli planlar yapma şansı tanımıyor.


Osasuna ve Real Mallorca ciddi bir şekilde ilgileniyordu. Ama kendisi başka birinin böbreğiyle futbol yaşamını sürdüren tek oyuncu olarak nam salmış vaziyette, bu da ilgilenen her takımı bir kez daha düşünmeye itti. Gerek geçen sezon Schalke 04 önündeki dönüşü, gerekse de şans bulamaması beklenen bir turnuvada kısıtlı dakikaya sığdırdığı 2 gol piyasasını hareketlendirir diye düşünmüştüm ben açıkçası. Ama ne İspanyol ekiplerini, ne de Wigan Athletic’i ikna etmeye yetmiş bu performanslar. Klasnic de ekonomik açıdan en uygun kontratın altına imza atmış muhtemelen.


Dilerim, onun adına en güzeli olur. Beşiktaş’a gelmesini istemezdim, Bobo-Holosko ikilisiyle devam edilmesi taraftarıyım. Galatasaray için uygun bir isim olabilirdi, ancak o kurşunu Harry Kewell için kullandılar herhalde. Dediğim gibi, onun adına en güzeli olmasını diliyorum. Bunun nedenleri de her şeyden önce Werder Bremen ile yaşadıkları. Bazı yerlerde okudum, Bremen’in büyük vefa örneği gösterdiği yönünde şeyler yazılmış. Ancak, kazın ayağı pek de öyle değil. Bremen’in Klasnic’in sözleşmesini hastane masrafları için aynı şartlarla uzatma teklifi bana da çok hoş bir jest gibi gelmişti. Beş sene boyunca birçok Alman ile de haşır neşir olmak durumunda kalmış biri olarak, pek Alman mentalitesine uymuyordu bu yaklaşım. Geçen Nisan ayında Der Spiegel’de uzunca bir dosya hazırlamışlar Klasnic hakkında, çok sık da almam dergiyi ama o sayıya denk geldim işte. Klasnic ve karısının açıklamalarını okuyunca, kulüp için düzdüğüm bütün methiyeleri geri almak durumunda hissettim kendimi. Tüm tıbbi veriler, Klasnic’in özel doktorlarının tedavi sonuçları kulüp sağlık ekibinin Klasnic’e yanlış teşhis koyduğunu gösteriyor. Vücudun ilk böbreği kabul etmeme sebebi de tam olarak bu. Bremen’in sözleşme uzatma teklifi de basbayağı bir sus payı. Doktor Götz Dimanski, Menajer Klaus Allofs ve Antrenör Thomas Schaaf biraraya gelip böyle bir karara varıyorlar. Tazminat davasıyla da alabileceği parayı öneriyorlar Klasnic’e kontratını uzatmak için aslında.


Sonrasında yaşananlar ise Show Ana Haber tabiriyle yürek burkan cinsten. Duygunun tavan yaptığı anlardan biri de 2007’nin Mart ayında bütün bir Weserstadion’un taraftarın hazırladığı 17 numaralı kartonlarla yeşile bürünmesi, hemen akabinde Ivan’ın aynı yılın Nisan ayında orta yuvarlağa gelip “Bana inandığınız için teşekkürler” yazılı bir pankartla buna cevap vermesi. Geçen sene NTV’de Bremen-Schalke maçında Klasnic’in attığı goller sonrası tribüne gidişi de çok etkilemişti beni, bunlar üzerine. Gösterdiği performansla Dimanski’ye, Allofs’a bıyık altından gülebileceği bir yere gitmesini isterdim en azından, bu yer Nantes değil gibi.


“Ich schlucke Tabletten wie ein Junkie.”