Rookie Rankings (25 Aralık – 14 Ocak)

Can Birand Ankara gecelerine hareketli bir geri dönüş yaptı. Kubilay Kahveci’nin dikkatini NBA’e çekmek içinse şu sahneyi yeniden canlandırmamız gerekebilir. Ama saatlerce kod yazmanın yanı sıra, siz basketbolseverler için çalışıp VGM’i yeniden hayata geçirmek için uğraştığını da belirteyim. Hal böyle olunca, bizim 2011 sınıfının neler yaptığını takip edip notlar düşme işi de yine bana kaldı.

Oyuncuları sıralamaya geçmeden önce NBA’de olağandan biraz farklı seyreden bu sezonda tüm çaylakların sıkışık fikstürü bir avantaja çevirip ligin kodamanlarından dakika çalma konusunda birkaç fırsat elde etmesine rağmen, geride kalan 20 günlük sürenin sağlıklı veriler sunmaktan uzak olduğunu hatırlatalım. Standart bir NBA normal sezonuna göre 16 maç fireyle başlayan ve yayıldığı zaman dilimi nedeniyle de yaşlı kadroları -ki bunlar genelde ligin oturmuş kadrolarına tekabül ediyor- daha kötü etkileyen mevcut sezonda, yeniden yapılanma sürecinin başında gözüken takımlar bile gerçekçi olduğunu düşündükleri play-off hedeflerine sıkı sıkıya tutunmuş durumda. Kötü takımlardan gelen, normalde şüpheyle bakılacak 5-6 maçlık seriler bile o play-off yarışı için her zamankinden daha önemli oluyor. Paralel olarak normalde hasarsız kapatılabilecek 1-2 aylık sakatlık süreçleri, artık sezon planlarını tümüyle değiştirebilecek kudrette. Bu dinamiklerin çaylak oyuncuların lehine işlediği söylenemez belki. Ama bu oyuncu grubu geri dönülmez bir yola girildiğini düşündüğümüz lokavt sürecinde, NBA tarihinin en talihsiz çaylak sınıfı olduklarına kendilerini öylesine inandırmışlardı ki bugün eşofman giyip antrenmana çıkabildikleri için bile şükrediyor olmalılar.
İlk 20 gün içerisindeki performanslara bakarken istatistiklerin ışıltısına kapılmamaya ve izleyebildiğim maçlarda -maç seçerken çaylakları izleme gibi bir motivasyonum olduğundan, her oyuncuyu sahada en azından 30-35 dakika görmüşümdür- elemanların kendilerine sunulan fırsatlara ne ölçüde cevap verebildiğine göre sıralama yapmaya çalıştım.
Dünya üzerindeki bu en egosantrik listeyi her ay güncelleyebilmeyi umuyorum. Evet…


1
Kyrie IRVING

11 maç, 27.1 dakika
17 sayı, 3.1 rebound, 5.1 asist, 1.1 üçlük, 0.5 blok, 47.3% şut yüzdesi, 40% üçlük yüzdesi
Bu draft sınıfını katmanlara ayırırken herkesin farklı bir fikri vardı, benim kafamdaki tabloda ise hala koruduğum birinci katmanı Kyrie Irving ve yanında küçük bir yıldızla Enes Kanter oluşturuyordu. Normalde birinci sıra seçimlerinden temel beklenti, onu seçen takımın her şeyi bu oyuncunun etrafına yapılandırmasına imkan tanımasıdır. Bunun kazanan bir takıma, ya da daha ötesi şampiyonluğa oynayan bir takıma dönüşmesi ise yöneticilerin işidir. Bugüne kadar geçen sürede Ricky Rubio kadar parıltılı işler yapmadı ve etrafında All-Star oylamasında 150 bin oy almasını sağlayacak bir sevgi çemberi de oluşturmadı. Ancak birçok top pickin içinde kaybolduğu o beklenti bombardımanına doğru reaksiyonu gösterdi ve ilk günden itibaren doğru yaptığı işleri sırasıyla sahaya koydu.
Irving’in geçen sezon Duke’taki ilk yılında sakatlıklar nedeniyle yalnızca 11 maça çıkabildiğini, yani pratik olarak buraya bir lise oyuncusunun tecrübesiyle geldiğini de hesaba katınca yaptıkları bana yıllardır Euroleague’de, olimpiyatlarda üst düzey takımların oyun kuruculuğunu üstlenmiş Rubio’nun yaptıklarından daha etkileyici geliyor. Kayra’nın en iyi yönünün şimdiden şut istikrarını sağlayabilmiş olması olduğu düşünülüyordu, o ise tek yönlü bir oyun kurucuya dönüşmesinin sonunu hazırlayacağının bilincinde. Hem bu takımı Ramon Sessions’ın sahada kaldığı sürelerle kıyaslandığında bariz bir farkı gözleyebileceğimiz kadar iyi yönetiyor, hem de kendi pozisyonundaki yeni nesil süperyıldızların hepsinde ortak olan çembere gitme özelliğini sınamaya çalışıyor. Maç başına kullandığı şutların 5 tanesi yakın atışlardan geliyor ki bu alanda o süperyıldızlardan belki de en patlayıcısı olan Derrick Rose’un çaylak sezonundaki 5.9 ortalamasından çok geride sayılmaz. Şimdilik Rose kadar iyi bitiremese de, gün geçtikçe penetrelerinde daha kararlı gözüküyor ve bloğa daha az yakalanıyor. Eğer dribblingi doğru zamanda kesmeyi becerip, portföyüne istikrarlı bir floater da katarsa Westbrook-Rose-Wall üçlüsünün fiziğine ve atletizmine sahip olmamasına rağmen onlarla aşık atmaya yeltenebilir.
Altyapılardaki namına lige girişinin alışılmışın dışında bir çizgi izlemesi de eklenince, Avrupa’da kaldığı seneler boyu büyütülen Rubio fenomeni herkesin listelerinin tepesinde doğal olarak. Irving ise daha gözden uzakta olmasına rağmen, geçen sezonu 19-63 bitiren takımının 5-6’lık başlangıcındaki başrollerden birine oturmuş vaziyette. Benzersiz yetenekler taşımaması ve hiçbir şeyi elit seviyede yapmaması, oyununun hiçbir zaman diğer guardlar kadar etkileyici olmaması anlamına gelebilir. Fakat komple bir oyun kurucunun emarelerini şimdiden fazlasıyla gösterdi.
2 Ricky RUBIO
11 maç, 30.4 dakika
10.4 sayı, 4.1 rebound, 8 asist, 1.7 top çalma, 46% şut yüzdesi, 42.1% üçlük yüzdesi

Rubio’nun oyununun NBA’e ne kadar uyum gösterebileceğiyle ilgili yorumlarımı burada paylaştığımdan emin değilim. Ama kesin olan şu ki bir noktada olası tepki ‘ya onu bunu bırak da, bu istatistikleri bekliyor muydun’ olacaktır. 42.1% üçlük yüzdesi? Beklemiyordum. Asıl etkileyici gözüken asist ortalamaları ise, aslında önceki kadar beklenmedik sayılmaz. Rubio da benzer yapıdaki tüm oyun kurucular gibi, takımının sisteminden ve dolayısıyla birlikte çalıştığı koçlardan çok fazla etkileniyor. Bu sezona da Kurt Rambis’le girecek bir Minnesota’da, Rubio ile ilgili tüm felaket senaryolarının hayat bulması mümkün olabilirdi. Kadronun sunduklarına göre esaslı dokunuşlar yapmaktan hiçbir zaman çekinmese de, Rick Adelman’ın oynatmaktan en çok hoşlandığı ve bu yüzyılın başında Sacramento’daki o nevi şahsına münhasır takımla tavan yaptırdığı açık saha basketbolu Rubio’nun yeteneklerinin su yüzüne çıkması için ideal ortamı hazırlıyor.

Etraflarındaki oyuncu grubunun bu sisteme sağladığı uyum hakkında henüz çok olumlu konuşamayabiliriz, ancak Adelman-Rubio ikilisinin şimdilik anahtar-kilit ilişkisiyle çalıştığını söylemek lazım. NBA’in belki de şu ana kadar hiç görmediği bir karakter, Minnesota’da ise salonu yeniden tıka basa dolduran mesih. Bu anlamda yukarıda afişini gördüğünüz -kötü- François Ozon filmindeki Ricky kadar ilgiye değer, ana haberlere konu olabilecek bir figür. Verdiği paslardan, oyun görüşünden haz duymamak mümkün değil. Belki de Nash’e iki sene üst üste MVP ödülünü getiren yanlış algının, Rubio’yu da aslında bir istatistik suistimalinden ibaret olan ‘çevresindekileri yukarı çekiyor’ argümanı üzerinden yılın çaylağı yapması ihtimalinden korkum nedeniyle hak ettiği ilk sıradan alıkoyuyorum. Bunun ötesinde 10 maç geride kalırken maçları en yüksek tempoyla oynanan 8. takım olan Minnesota’dan daha farklı bir çevrede, yarı saha basketboluyla daha çok yüzleşmesi gerekirken bunları yapabileceğinden hala kuşkuluyum. Bu bölümde bile trafik sıkıştığında uzunlardan gelen yalancı perdelere takılması, yardımları çözememesi gibi sıkıntılarla karşılaşabiliyor. Bir çaylaktan bahsettiğimizi unutmamak gerekir, ancak beraberinde taşıdığı tecrübeyle sıradan bir çaylak muamelesini de hak etmiyor. Avrupa basketboluna göre stiline daha uygun bir basketbol ortamında oynadığını da düşünecek olursak, bu ayarlamaları bir an önce yapmasını beklemek çok acımasız olmayacaktır. Ama oyununun çok konuşulmayan sahasında fiziğinin getirdiği handikaplara rağmen, özellikle uzun kollarını çalıştırarak en azından top çalma üzerinden bir savunma katkısı koyarak beni şaşırttığını kabul etmeliyim. Bir de ceza şutlarını sokarak elbette…

Tüm planlarını Rubio’nun etkinliği üzerine kuran bir takımın da, başa güreşecek formülü elde etmesi zor olacaktır. Ama bunlar bugünün tartışması değil ve Rubio’nun en iyi performans veren iki çaylaktan biri olduğu -sıralamaya fazla takılmadan- su götürmez bir gerçek. Yine de şu anda oynanmakta olan Broncos-Patriots maçı da destekliyor ki söz konusu Amerikan medyası iken, çabuk gaza gelmemek yerinde olur.

3 Kawhi LEONARD
12 maç, 23.2 dakika
7.9 sayı, 5.1 rebound, 1.3 top çalma, 50.6% şut yüzdesi

Oyunun gördüğü memnun edilmesi en zor koçlardan olan Gregg Popovich, sezona son beş yılda ezber haline getirdiği bazı kalıplarla girmişti. Elindeki kadro son yıllarda bu takımda gördüğü en kötü savunmayı yapıyordu, oyuncular yeteri kadar çabalamıyordu, bazı radikal değişiklikler yapmak zorunda kalabilirdi… Zaten Tim Duncan’ın aksamaya başladığı birkaç sezondur, takımı savunma takımı kimliğinden arındırması bilinçli bir hareket değilmişçesine bugünkü savunma performansını yermeye devam etmesi biraz can sıkıcıydı. Belki de Phil Jackson’ın her açıklaması ‘akıl oyunları’ başlığıyla servis edilirken, büyük basketbol düşünürü, İstanbul aşığı Pop’ın dünyanın en iyi yönetilen organizasyonu Spurs’ü konu alan her sözünün çerçevelettirilip duvara asıldığı bir coğrafyada yaşadığımızdan. O da yersiz laf ebeliklerine başvurup, takım üzerindeki baskıyı azaltmaya çalışabiliyordu işte. Fakat son Houston maçından sonra dayanamadı ve bir çaylak için onca zamanlık ezberi bir kenara bırakmak zorunda kaldı:

“It’s huge for us to have a guy on the team that can do similar things to what Bruce [Bowen] did in the past. This young man’s got a lot to learn, but he’s very willing, very versatile, and I think he’s got the ability to be one heck of a player.”


Bu cümlelerin devamında kritik savunma istatistiklerinde ligin en kötü on takımı arasında yer alırken bir şey başarmayı bekleyemeyeceklerinden dem vuran Popovich, Kawhi Leonard’ın sahanın diğer tarafında olan biteni gerçekten umursayan tek parça olduğunu dile getirdi. Ama herhalde konuşmanın en vurucu yanı, Spurs taraftarı için çok popüler olmayan bir yoldan efsane mertebesine erişmiş Bowen’ın isminin anılmasıydı. Manu Ginobili’nin sakatlığı sonrasında süreleri artış gösteren ve rakiplerin en iyi oyuncusunu savunmakla görevlendirilen Leonard’ın, tam mesaideki ilk gününde karşısında Kevin Durant’i bulması umut kırıcı bir şekilde sonuçlanabilirdi. Bir gün sonra bu sefer Stephen Jackson, sezonun kendi adına en iyi hücum performansını Leonard önünde gösteriyordu. Ancak 20 yaşındaki oyuncunun kendine güveni, bu darbelerle sarsılmayacak kadar yüksekti. Sahada kalmak için ilk maçlarda yaptığı gibi zorlama şutlar atmak yerine, kendisini özel kılan yanları ortaya çıkarması gerektiğinin artık bilincindeydi ve son çeyrekte Kevin Martin’e kelepçeyi vurarak takıma bir galibiyet hediye etti. Sonrasındaki övgü dolu sözlerse sürpriz değildi.


Sürpriz olan, draft gecesinde onun için George Hill’in feda edilmesiydi. Ancak hocaların hocasının da işaret ettiği üzere, Spurs’ün başlangıçta şüphe uyandıran birçok hamlesinde gördüğümüz gibi nihai kazanan Popovich olmuş gibi. Geçen seneki üç guardlı beşin hiç çıkamadığı yerlere tek başına taşıyor Spurs’ü Kawhi zaman zaman. Büyük elleri, uzun kollarıyla doğal bir savunma ucubesi olduğunu gösterse de San Diego State forması ile oyunu yeteri kadar test edilememişti. Bugüne kadar gördüklerimse kesinlikle etkileyici. Yaz liglerinin iptal edildiği, hazırlık maçlarının ve kamp döneminin kısıtlandığı bir ortamda oturmuş bir sistemdeki rolünü birkaç maç gecikmeyle kavraması ve bu misyonu kucaklaması takdire değer.


4 Brandon KNIGHT
12 maç, 29.8 dakika
12.3 sayı, 3.9 rebound, 2.8 asist, 1.8 üçlük, 45% şut yüzdesi, 42.3% üçlük yüzdesi

Brandon Knight’ın Detroit’i yeniden şahlandıracak esas oğlan olmadığı açıktı. Bu adam olmak için ciddi bir adayı iki sene önceki seçimleriyle bünyelerine katmışlardı zaten. Ancak Rodney Stuckey’ye üç yıllığına 26 milyon bağlama eşiğindeki bir takımın Knight seçimini de fazla anlayamıyorum. Hani Andre Miller, Chauncey Billups gibi bu çocuk için mentör olabilecek bir oyuncudan bahsediyor olsak, özel hoca niyetine kadroda tutarsın. Ama Knight’ın Stuckey’den ne gibi şeyler öğrenmesini bekliyor olabilirler? Austin Daye’e yaz liginde, hazırlık kampında güveni dayayıp sonra motor şehrinde tespihle dolanan Tayshaun Prince’e boş mukavele uzatıp ‘maaş kısmını sen doldur’ diyen de bu takım gerçi…

Knight şu anda NBA için hazır bir oyuncu değil. NBA için hazır bir oyun kurucu ise hiç değil. Doğruya doğru, henüz bir oyun kurucu da değil. Belki bir gün Jason Terry’ninkine benzer bir evrimle 2 numaraya geçiş yapması bile çok şaşırtıcı olmaz. Oyun kurucu pozisyonunda ona güvenilerek yola çıkılacak bir sezonda play-off kovalamak bir alternatif olmazdı, ama eğer bu delikanlı yeni yapının temel parçalarından biri olacağına inanılarak seçildiyse daha sağlıklı bir tasarruf olurdu. Knight’ın olumlu istatistiklerini yazdık ama 1’in altında seyreden asist/top kaybı oranını da saklamış olmayalım. Stuckey’nin sakatlığı sonrasında direksiyonu ele geçirse de, sahada ne olup bittiğinden en ufak bir fikri olmadığı her halinden belli. 20 yaşındaki en yeni John Calipari ürününden beklentilerimiz bundan da farklı değildi. Sancılı bir öğrenme süreci olacak, Lawrence Frank de kendisi için büyük bir fırsat sayılmaz. Detroit sabretmeyip siktir çekmeyi tercih ederse elemana yazık olur, Stuckey hamlesiyle de sanki böyle bir senaryo için ellerini güçlendirmeye baktılar gibi. Ancak belli şeyleri iyi yaptığını şimdiden gösterdiğini söyleyebiliriz. Daha önce söylediklerimde en ufak bir değişiklik yok aslında, umarım kariyeri Billups’ınkine benzer bir rota izler. Önündeki şaklabanınkine değil.

“Bu adamı al, üç sene meslek öğret ve yeni bir Chauncey Billups çıkmasını ümit et. Sabret, hatırlamalısın ki Chauncey için de ilk yıllar hiç kolay olmadı. Elemanın iş etiğinin yüksek olduğu ortada. Çaylak sezonunda uzun bir dönem bocalamasına rağmen mücadeleden hiç geri durmadı, örnekse Josh Selby gibi pes etmedi. Zeki bir çocuk gibi gözüküyor, yukarıdaki alıntıdan da göreceğiniz üzere acayip ilgi alanları var. Bugüne kadar çevresinde öğretici bir koç olmadığını hesaba katarsak, Aralık ayında 20 yaşına basacak bu derecede bir potansiyelin böyle düşük kalitedeki bir sınıfta ses getirmesi çok ilginç durmuyor. Üçüncü sıradan daha iyisinin bulunabileceğine katılıyorum ama doğru ellerde bu sınıfın en iyi 4-5 oyuncusundan birine dönüşmesi beni şaşırtmaz. (Jerry Sloan bırakmasaydı iyiydi.) Kötü ihtimalde ise birçoklarının beklediği gibi zamanla shooting guard pozisyonuna kayar, ancak orada bile uzun vadede Black Kemba’dan daha kötü iş çıkaracağını garanti edemezsiniz.”



5 Iman SHUMPERT
7 maç, 31.1 dakika
12.6 sayı, 3.7 rebound, 3.4 asist, 2.4 top çalma, 0.6 blok
Spike Lee’nin yeni favori oyuncusu Iman Shumpert, açılış gecesinin Norris Cole ile birlikte en büyük sürpriziydi. New York gazetelerinin merkezlerine yuvarlak masalar kuruldu, manşet fikirleri gözden geçirildi. (Şu ana kadar çıkan en iyi şey I-Man. Türkçe kadar zengin bir dil olmadığından olsa gerek.) Knicks’te oynamanın güzel yanlarından biri şu ki eğer Shumpert gibi kolej boyunca radar altında dolaşmış biriyseniz, bunun bir özgüven patlamasıyla sonuçlanmaması düşünülemez. Herkese nasip olmasını umduğumuz bu ilk gece performansı bir sakatlıkla noktalansa da, New York medyasını tatmin etmek dünyanın en zor işi değildi. Savunmaya getirdiği hustle ile, istatistiklere yansımayan katkılarıyla ve olgunluğuyla övüldü. Geçen sezon Landry Fields için söylenen sözlerden pek farklı değildi bunlar aslında, fazla yaratıcılık da gerekmemişti.

Geri dönen Shumpert ise “Mike Bibby evine dön”, “Baron Davis iyileşmese de olur” gibi sözlerin biraz abartılı olduğunu gösteriyor. Hücumunun henüz ‘work in progress’ olduğu herkesçe kabul ediliyor olsa da, özellikle son birkaç maçta çok kötü şut seçimleri yapıyor. Son Memphis maçındaki gibi umarsızca şut kullanmaya devam etmesi, onu ilk beşteki statüsüne yükselten şeyleri düşünürsek pek hayrına olmaz. Zira bunlar Toney Douglas’ın yaptığı şeyler. Öte yandan Tyson Chandler transferi sonrası yarı saha basketboluna yaklaşan Knicks’te Mike D’Antoni’nin -veya Mike Woodson’ın- vazgeçemeyeceği bir savunma parçası olduğu ortada. Hele Fields da kaybolmuş gözükürken…

6 MarShon BROOKS
11 maç, 26.7 dakika
14.5 sayı, 3.9 rebound, 1 asist, 1.1 top çalma, 46.2% şut yüzdesi, 40% üçlük yüzdesi
Jordan Crawford’ı seçmiş takımın Nick Young’a yeni kontrat vermesi ve Anthony Morrow varken MarShon Brooks’un seçilmesi. Genelde kadroda farklı alanlara katkı yapan adamlarla çeşitlilik sağlamak iyidir, ancak Nets ve Wizards da yaptıkları uzun uzadıya sorgulanacak organizasyonlar sayılmazlar değil mi? Bu sene bizi Jordan Farmar-Sundiata Gaines-Damion James-Shelden Williams-Johan Petro beşi ile sınayan bir takım için yine de kenarda oturtulması lüks bir eleman olduğunu biliyorduk. Brooks da bu ligde kalıcı olabilecek bir skorer olduğunu her gün yeniden gösteriyor. (batug.com Primera’da Nikola Vucevic sevdasıyla ligin başlamasına bir gün kala bırakmış olmam da acıtıyor, neyse ki LakersTR liglerinden birinde kaptım yumurcağı.)

Bir süreliğine Deron Williams’ın topu -kendisi de dahil- kafasında en az soru işaretiyle teslim ettiği oyuncu statüsüne yükseldikten sonra, bir sakatlıkla hırpalandı ancak Atlanta önündeki 19-10 ile bunun tesirlerinden kurtulduğunu gösterdi. Bu takımda savunma konsantrasyonunu yukarıda tutmak pek kolay değil, ancak uzun kolları fena bir savunma materyali sunmuyor. Bu alanda da katkı vermesi onu bu ligde kalıcı olmaktan da öteye götürüp, bir ilk beş oyuncusu yapabilir. Bunun yanında reboundlardaki etkinliğinin beni net biçimde ters köşeye yatırdığını itiraf etmeliyim. Çaylak bir kısadan maç başına 1.9 hücum reboundu katkısı alıyorsan, öpüp başına koyacaksın.

Sevgili nüfus memuru, ‘caps lock’ açık mı kaldı orada?

7 Chandler PARSONS
10 maç, 21 dakika
7.6 sayı, 5.1 rebound, 1.1 asist, 1.2 top çalma, 47.9% şut yüzdesi
Florida çocuğu için bir profil yazma fırsatımız olmamıştı ama “The Outsiders” başlıklı makalemde Malcolm Lee ve E’Twaun Moore ile birlikte Chandler Parsons’ı özellikle vurgulamış, ‘bu çocuklara dikkat’ demiştim. Tık! Lee sakatlık nedeniyle oynayamıyor, ancak üç yıllık garanti kontrat alan ilk ikinci tur seçimi olarak NBA tarihine geçti yanılmıyorsam. Bu kontratı David Kahn’ın vermiş olması, değerini azaltmıyor. Moore içinse Doc Rivers’ın bir bildiği vardır diyelim. O kadar da kredimiz olsun…

Terrence Williams’ın kaç numara olduğuna kimse karar veremedi, bu soruyu İsmet Badem’e bırakıyoruz. Ama elinde halihazırda yeterince 3 numara bulunduran Houston’ın, üst üste Marcus Morris ve Chandler Parsons seçimlerini biraz garipsemiştim. Açıkçası Parsons sezon başında gittiği Cholet’de dikiş tutturabilse, Houston’ın onu geri çağırmayacağını düşünüyordum. Camianın önde gelen isimlerinden Mehmet Emir Çağan ile yaptığım fikir alış verişlerinde ise Daryl “Moreyball” Morey’nin bu işin şifrelerini çözdüğünü, ancak Morris’ten ziyade Parsons’ı tuttuğumu dile getirmiştim. Bir kez daha haklı çıkmam onu şaşırtmadı.

Lakers’ın onu seçebilecekken haklarını takasla gönderdiği için karalar bağladığım Chase Budinger, son yıllardaki önemli hayal kırıklıklarımdan. Dış şut, savunma ve pas yetenekleriyle hayli versatil bir NBA kısa forveti olmasını beklerken, bu sene köşede dizlerini kurup top bekleyen adama dönüşmesi beni olduğu kadar Kevin McHale’i de rahatsız etti. O an için sakinleşmesi mümkün gözükmüyordu ve The Chandler Parsons Project’i devreye soktu. Önce ilk maçında Durant’i yavaşlatma konusunda beklenenin çok üzerinde bir iş yaptı. Sonra da sadece spesifik savunma görevleri için başvurulacak bir oyuncu olmadığını, rakiplere 48 dakikalık cehennemi verecek kadar inatçı olabileceğini gösterdi. Leonard’ınki gibi tanrı vergisi bir savunma harcı yok belki. En fazla Chandler Bing kadar atlet. Evet, 6-9 fiziğe sahip olması işleri biraz kolaylaştırıyor. Ama sahadaki her sahipsiz topu, en çok isteyenin o olması bunlarla açıklanabilir bir yeti değil. Dün Sacramento maçını özellikle onun için izledim, gördüklerimden de memnun kaldım. Hücumdaki limitleri belli olsa da, süre almaya devam ettikçe buralardan çok aşağıya düşmez. 38. sıradan seçilmiş ve arkasında hayal kırıklıklarıyla dolu bir kolej kariyeri geçirmiş Parsons için güzel yerler.

8 Markieff MORRIS
11 maç, 21.3 dakika
8.6 sayı, 5.7 rebound, 1.2 asist, 0.6 blok, 1.3 üçlük, 48.6% şut yüzdesi, 56% üçlük yüzdesi
Kansas çıkışlı biraderlerden Marcus’un yıllar sonra ‘iyi bir kolej oyuncusu’ olarak anılacağını, ama onun aksine bu oyunun oynandığı her yerde para edecek bazı özelliklere sahip Markieff’in her zaman bir iş bulacağını düşünüyordum. Markieff Morris o özelliklerin ikisini de şimdiden NBA kariyerine tercüme etmiş gözüküyor. Maç başına 21 dakikaya 1.3 üçlük sığdırıyor ve 5.7 rebound çekiyor. Channing Frye’ın olduğu bir takımda değerinden biraz kaybediyor olsa da, kalıcı olmak için kararlı olduğunu her fırsatta gösteriyor. 56% civarında gezinen üçlük yüzdesinin tesadüf olmadığını, kolej basketbolunu takip eden hemen herkes garanti edecektir. Buna Lakers maçında 16 dakikaya sığdırdığı 4 top çalma ile sonuçlanan tipte bir savunma direnci de eşlik ederse, kariyeri boyunca ideal pick-and-pop adamı olarak birkaç takımı mutlu edecektir. Belki bir genel menajer de onu hak ettiğinden fazla mutlu eder… Çok fazla Suns maçı izlemediğim için, kısa kesmem daha doğru olacak.

9 Chris SINGLETON
11 maç, 22.8 dakika
5.4 sayı, 3.8 rebound, 1.4 top çalma, 0.5 blok, 46.2% şut yüzdesi, 42.1% üçlük yüzdesi

ESPN’in ileri istatistiklere dayalı listesinde 26. sırada olan Chris Singleton’ın buradaki yerine şüpheyle yaklaşabilirsiniz. Fakat ilk beşe yerleşmeden önce de, sahaya savunma namına bir şeyler koyma arzusu gösteren tek oyuncuydu Singleton. Bugünkü Wizards kadrosunda benzer karakteri taşıyan kimse yok. Hatta kadroda toplanmış elemanları düşününce, Ernie Grunfeld’in bu seçimi yapması da bayağı gerçek dışı geliyor. Hücumda katetmesi gereken hayli yol var, öncelikle dış şut istikrarını sağlamakla başlayabilir. Yazın Josh Smith, James Posey ve Renaldo Balkman benzetmeleri yapmışım. Bunların ilkinin tavanı, üçüncüsünün de tabanı işaret etmesi planlanmıştı ve şimdilerde bende Posey’den bir şeyleri çağırıyor zaman zaman. Yine de bu takımın içindeki herhangi bir oyuncu için heyecanlanmak çok kolay değil. Üç sezonluk kolej tecrübesine rağmen hala ham duruyor, biraz daha beklemek gerek…

10 Tristan THOMPSON
11 maç, 17.8 dakika
8.1 sayı, 5 rebound, 1.3 blok, 51.4% şut yüzdesi
Draft gecesi kimsenin beklemediği kadar yükselip ismi #4 seçimi olarak okunduğunda, Tristan Thompson konusundaki en büyük endişelerimden biri beklentilerle başa çıkamama ihtimaliydi. Fakat Cleveland’da gözlerin öncelikli olarak Irving’e dönmüş olması, Anderson Varejao’nun da sezona sağlıklı ve verimli bir giriş yapmasıyla gelişimini gözlerden nispeten uzak biçimde sürdürme fırsatı elde etti. Bunun gol makinesi Tristan için ne kadar değerli olduğu noktasında sözü Birand’a bırakıyorum.

“Demek ki 4 numarayı ve belli bölümlerde 5 numarayı yedekleyecek, benchten gelip savunma sertliği, enerji, hustle getirecek bir oyuncu var elimizde. Bir kere seçen takım Tristan’ın proje olduğunu bilerek seçecek. Henüz 20 yaşında ve NBA’deki rolü hücumdaki gelişimine bağlı. Kristal kürenin tozunu aldıktan sonra gördüğüm tablo şu: 2-3 sene adını pek fazla duymayız, o süre zarfında oyununa orta mesafe ‘cemşat’ eklerse benchten gelip tribünleri coşturan oyuncu olur. Yok eğer kazma gelir kazma giderse, sonu Pops Mensah-Bonsu’ya benzer.”

Geçer akçe gördüğümüz özelliklerinde pek yanılmadık, yine de Cleveland’ın beklenenden iyi girişi bu sene alacağı süreleri bu düzeylere çivileyebilir. Yazın Hakeem Olajuwon Dersanesi’ne kayıt yaptırsa çok iyi olur, ama onlar da çok para istiyor. Cleveland efsanesi olarak da aklıma Zydrunas Ilgauskas’tan başka birisi gelmedi, evde kendisi de çalışabilir…

11 Kemba WALKER
12 maç, 20.7 dakika
10.1 sayı, 2.7 rebound, 2.8 asist
Charlotte adına sezonun ilk gecesindeki Milwaukee maçı, bench yanındaki yerini almış Michael Jordan dahil birçok seyirci için “Hep adını duyuyorduk ama, kim bu Kemba” sorusuna cevap arayarak geçti. Shaun Livingston üzerinde berbat bir savunma yaptı, birkaç orta mesafe şutla ritme girdi, MJ ayağa kalktı falan derken zaman içinde D.J. Augustin’in çaylak sezonunda masaya koyduklarının yarısını bile getirmedi Vaşaklar’a. Kolej yıllarında Sports Illustrated kapaklarını süsleyen bir önceki Charlotte seçiminin bugün Beşiktaş Milangaz’da ilk maçına çıktığını düşünmek, Carolina halkına iyi gelmeyecektir. Ancak Kemba Walker’dan umudu kesmek için biraz erken olabilir.

Bugüne kadar gösterdikleriyle Sedat Koç’tan (Sedat Koç > Koç Thorpe) gelen Yalan Rüzgarı lakabını sonuna kadar hak etti. Ancak 20 dakikalık rollerle barışık kalmasını bekleyemeyeceğiniz bir karakter Kemba. Oyuna girdiği gibi bir şeyler gösterme derdine düşüyor ve ‘maçı nerede aldım, nerede bıraktım’ sorusuyla kesinlikle ilgilenmiyor. Savunmadaki hatalar için diğer tarafta telafi avına çıkıyor ve işler daha da kötüye gidiyor. Bu dakikaları tam anlamıyla bir gözü kenarda oynuyor. Bu cümlelerin hiçbirini sahadaki görüntüsünü meşrulaştırmak adına saymadım. Fakat Kemba’yı sınırlı bir bench oyuncusu olarak tanımlamak ve o role sıkıştırmak -en azından şimdilik- mümkün değil. Ben açıkçası ileride de böyle bir oyuncuya evrilebileceğine pek ihtimal vermiyorum. Ya tepeye çıkacak ve bir takımda maç başına 9-10 şut kullanma özgürlüğüne haiz bir ilk beş oyuncusu olacak, ya da tasını tarağını toplayıp başka yerlerde var olma mücadelesine girişecek. Bu yol ayrımına bugünlerde girmeyecektir, ancak bugün Paul Silas’tan gelen açıklama sonrası kazandığı yeni statüye nasıl vereceği cevap hayli belirleyici olacak. Birkaç maçtır takım için el freni olan Boris Diaw’un yerine Augustin-Henderson-Thomas-Mullens dörtlüsüyle birlikte ilk beşe yerleşen Kemba’nın ilk sınavı 40 dakikada 8/15 ile 23 sayı, 4 rebound, 5 asist, 2 top çalma, 1 blok, 0 top kaybı ile noktalandı. Fena başlangıç değil…

12 Norris COLE
12 maç, 22.2 dakika
9.8 sayı, 1.8 rebound, 3.3 asist, 1.3 top çalma

Sezon açılışında Miami, pişmanlıklarla dolu yazlarının müsebbibi olan takımı bozguna uğratırken Cleveland State’ten gelen Christmas hediyesinden de önemli bir yardım aldı. İlk turdan seçilen ender son sınıf öğrencilerindendi Cole. Ve kısa zamanda Erik Spoelstra’ya verdiği güvenle Eddie House’un takımdan kesilmesine önayak olmuştu. Mario Chalmers’ın bu ligin elit oyun kurucuları arasına adını yazdıramamasındaki temel etken olduğunu düşündüğüm öz güven problemleri yeniden devreye girince, ilk beşteki pozisyonun her an el değiştirebileceği yönünde haberler çıktı. Fakat son maçlarda Cole meşhur çaylak duvarına çarpmışken, Chalmers da Dwyane Wade’in yokluğunda öne çıkan oyuncu olarak oradaki hakimiyetini güvenli hale getirmiş gözüküyor.

Cole konusundaki yanılsamalardan biri, asist rakamlarının ilk maçlarda 4-5 seviyesinde seyretmesi (hatta Charlotte önünde 9 asiste çıkması) ile birlikte elemana ‘bu Miami kadrosunun gördüğü en iyi facilitator‘ gibi saçma sapan bir etiket yapıştırılmasıydı. Oysa ki Spo için House’u salıverme ve Mike Bibby’den gelen hücum katkısına savunmada o denli bariz defektler oluşturmadan ve daha az paraya sahip olma imkanı demekti Cole muhtemelen. Piyasa değeri o sıralar ikinci turu işaret ederken, ilk tur sonundan atılan zarın arkasında da bu vardı. Böylelikle esasen oyuncular tarafından draftin en tehlikeli yeri olarak gözüken bir sıradan seçilmesine rağmen ilk günden kendisi için tanımlanmış bir role oturdu. Fakat Miami’nin şampiyonluk şansına daha çok hizmet edecek, Cole’un bir patlama yapıp ilk beşteki egemenliğini ilan etmesindense Chalmers’ın her sezon 7-8 maçta ışıklarını gösterdiği o oyuncu olmaya daha çok yaklaşması olacaktır…

Bir de kimin yazdığını hatırlamıyorum, ama oyunundaki bir zayıflık hakkında çok iyi bir tespit okumuştum. Cole’un bulduğu saha içi isabetlerden çoğu çizginin bir adım içerisinden gelen şutlar üzerinden… Üçlük çizgisinin gerisinden çıkardığı şutlardaki rahatsızlığını hissedebiliyorsunuz. O menzili birkaç adım daha dışarı taşıması çok kritik. Zira o bir adım içeriden gelen şutlarla bir kariyer inşa edebilmiş tek üst düzey guard Derek Fisher olmalı.

13 Derrick WILLIAMS
11 maç, 20.8 dakika
8.3 sayı, 4.5 rebound

Derrick Williams’a fazla güvenmediğimi zaten hepiniz biliyorsunuz. (Egosantrizm konusunda baştan uyarmıştım.) #2 seçimiyle bu yeni takım için daha iyi bir parça koparabilmeleri mümkündü. Hatta temelin Rubio-Love ile atıldığı düşünülüyorsa, bir draft gecesi takasıyla alınabilecek çok iyi parçalar vardı. Fakat Kahn’ın son iki yıldaki Top 5 seçimleriyle iyi iş çıkardığını söylemek mümkün değil.

İlk üç maçta 18-23 dakika aralığında süre alan Williams pek çoklarınca Michael Beasley’nin sakatlığından faydalanacak ilk isim olarak görülüyordu. Aksine Kevin Love’ın yanında ortayı kapatma açısından daha işlevsel gözüken Sırplar ve Rubio’nun savurduğu toplar için Çakma D-Will’e göre daha iyi bir bitirici olan Anthony Randolph rotasyonda dakikalar çalmaya devam etti. Az önce sona eren Atlanta maçında ise Williams’ın süreleri 8 dakika ile tamamen dibe vurdu. Minnesota 4-7 derecesinin de ötesinde vaatkar bir sezon başlangıcı yaparken, Adelman’ın da bu karambol sezondan bir play-off çıkarma iddiasını hala koruduğunu söyleyebiliriz. Doğru formülü ararken bir süreliğine oyuncu gelişimlerini göz ardı edebilir. Fakat havlu atması gereken zaman geldiğinde, Williams için yeni fırsatlar gelecektir ve günün sonunda bir çaylak olarak Adelman’dan çok daha kötü koçlarla sınanabileceğini fark edecektir. Et dı end of dı dey.

14 Jon LEUER
11 maç, 19 dakika
7 sayı, 4.3 rebound, 1.1 asist, 0.7 blok

Sezona girerken kadrosunda Ersan İlyasova, Luc Richard Mbah a Moute, Larry Sanders, Andrew Bogut, Drew Gooden ve Jon Brockman ile 4-5 pozisyonunu kotarabilecek altı oyuncuyu barındıran Milwaukee’nin, Tobias Harris ve Jon Leuer seçimlerinin arkasında elbette ki mantık hüzmeleri aramadık. Fakat Wisconsin’de sevilen bir figürü draft ederek, birkaç sezonluk bilet daha satmanın temel motivasyon olduğu yönünde bir şüphem var. Çok da haksız bir şüphe olduğunu sanmıyorum. Ancak geçen maç sürpriz bir kararla Ersan’ın ilk beşteki yerine oturdu ve 15 sayı, 6 rebound, 5 asist ve 2 blokluk performansıyla fantezi liglerde kapış kapış gitti. Sezon bitene kadar buna benzer bir kağıt daha verip vermeyeceği tartışılır, özellikle 5 asistin hayli ekstrem olduğunu düşünüyorum. Fakat Mbah a Moute bu sezonu kayıp geçecek gibi gözüküyor ve gerek yardım savunmasında, gerekse de reboundlarda güvenebileceğiniz bir oyuncu Leuer. Scott Skiles da bu güvenini son dönemde daha belirgin biçimde gösterse de, ilk beşe yerleşmesinin arkasında çok uzun bir düşünce yatmıyordu muhtemelen. Sezona yapılan 4-7’lik başlangıç, kulüp sahibine ve John Hammond’a onca harcamaya rağmen ellerinde vasatlığın bir adım ötesine geçemeyecek bir takım olduğunu bir kez daha hatırlattı. Skiles da langırt masasını bir kez daha sallayıp, güzel şeyler olmasını umdu. Onun için zaman daralıyor.

Milwaukee’de oynuyorsanız fırsat kapınıza en az bir kere geliyor, Leuer da bunu geri çevirmeye pek niyetli değil. Yine de hayli sınırlı bir oyuncu ve gelecek ay onu burada göreceğimden emin değilim. Geçen sezonun sonunda iyice ayarını kaçırdığı dış şut denemelerini buraya taşımaması olumlu. 2010-11 sezonunda maç başına 4.3 üç sayı denemesinde bulunan (yalnızca 37% isabetle) ve lokavt süresince oynadığı Fraport Skyliners’a da oyununun bu yönünü maç başına 2.2 denemeyle yansıtan Leuer’ın nasıl bir aydınlanma yaşadığını merak ediyorum. Hipnoz ile falan bırakılabiliyorsa, ne kariyerler kurtulur.

15 Enes KANTER
10 maç, 13.2 dakika
4.2 sayı, 5.1 rebound, 0.6 blok
Takasla gönderilen Mehmet Okur’a rağmen, halihazırda Jefferson-Millsap-Favors üçlüsüyle ligin en ağır pota altı rotasyonlarından birine sahip Utah’ta Enes’in ilk aşamada yaşayabileceği sıkıntıları hepimiz aşağı yukarı öngörebiliyorduk. Kendi adıma öngöremediğimse, Utah’ın aynı oranda kötü kısa rotasyonuyla -iç saha ağırlıklı bir fikstürden yardım almış olsa da- 6-4’lük bir başlangıç yapması oldu. Kanat rotasyonunda patlama yapmış bir oyuncudan bahsedemiyoruz, hatta bu sene her nedense üzerindeki beklentilerin 1-2 kademe yukarı çekildiği C.J. Miles da sezona 30% ile şut sokarak başladı. Devin Harris de birkaç sezondur alıştırdığı düşük standartlarını yeniden gözden geçirecekmişe benzemiyor. “Mark Cuban’ı şimdiden pişman etmiş midir Kaan?” Beklentilerin üzerine çıkan tek oyuncu galiba Josh Howard. Onun sırtında play-off yapacaklarsa, buyursunlar yapsınlar. Kısacası bunun gelip geçici bir ivme olması bana daha inandırıcı geliyor. Sezonun son birkaç ayında Enes istediği dakikaları alma fırsatı yakalayabilir.

Yazıya başlarken bahsettiğim o 30-35 dakika kotasını aşamayan tek oyuncu olabilir Enes. Yukarıda sunduğum tablo paralelinde, beni Utah maçlarına çekebilen pek bir şey yok. Ne yapmaya çalıştıklarını bilmiyorum ve bu yarım yamalak takımla tepeye oynamaları biraz garip geliyor. Enes’in bu kısıtlı dakikalarda yaptıkları, kısa bir süre sonra bir rebound spesiyalisti muamelesi görmeye başlamasıyla sonuçlanacaktır. Kenardan gelen oyuncular için genelde işleyen bir kural vardır. Belli bir şeyi çok iyi yapmak, her şeyden azar azar yapmaktan mübahtır. Enes henüz geçen yaz Eurobasket gibi üst düzey bir rekabet ortamındaki hücum gücünden hiçbir şey gösteremedi, ama bu da dakikaların ona gelmesiyle ve kendine güvenini kazanmasıyla mümkün olacaktır. İki sezondur rekabetçi ortamda çıktığı maç sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen bir oyuncu için, bu yavaş geçiş daha hayırlı bile olabilir.

“Gelecek ay uğra, bir bakalım.”
Isaiah THOMAS:
Son yıllarda çaptan düşmüş, sözde elit bir konferanstan 60. sırada seçilen bir oyuncuysanız NBA rüyalarına fazla kapılmamanız yerinde olur. Hele bunun gibi yaz liglerinin, kampların iptal edildiği bir sezonda lige giriş yaptıysanız. Isaiah Thomas iyi bir skorer ve geçmişte Pooh Jeter’dan katkı almış bir takımda iş yapması çok garip değil. Eğer Mormon ya da tutkulu bir Hıristiyan olsaydı, Jimmer Fredette’in dakikalarının yarısına göz dikmişti bile.
Nikola VUCEVIC:
Bu ligin en abartılan uzunlarından biri olduğunu düşündüğüm Spencer Hawes, acayip istatistiklerle başladı sezona. İstatistiklerin işaret ettiği kadar top oynadığını düşünmüyorum gerçi. Son sakatlık da hararetini biraz olsun almışa benziyor. Bu beklenmedik başlangıcın en büyük mağduru Karadağlı oldu. Genel olarak zayıf bir sınıf olan, ama hiçbir pozisyonda 5 numaralardaki kadar zayıf olmayan 2011 sınıfında hak ettiğinden yukarıda seçildi Vucevic. Yine de Hawes’un sakatlığında ilk beşte çıkmayı hak edecek birkaç performansı oldu. Hafta boyunca oyuncularla birlikte olan biz değiliz elbette ama Tony Battie nereden çıktı hocam? 14 dakikaya sığdırılan 4.8 sayı, 4.6 rebound, 0.6 blok da hiç fena değil. John Hollinger hesabıyla bayağı bir PER ediyor.
Josh HARRELLSON:
Enes geçen sezon cezası nedeniyle kenarda oturmaya zorlanmasa, Josh Harrellson şu anda basketboldan para kazanıyor olmayabilirdi. Ama geçen sezonun en büyük sürprizlerinden biri olup, ikinci tura da kapağı attı. Rupp Arena’dan Madison Square Garden’a taşınan bu adam, yarın Sinan Erdem Dome’a gelse otelde bilekleri kesilmiş halde bulunur mu? Bir de maç başına 2.7 üçlük nereden çıktı? Çok da iyi yüzdeyle atmadığını düşünürsek, galiba blöf yapıyor.
Jeremy PARGO:
Mike Conley’nin sakatlığında çıkardığı birkaç güzel maça hürmeten buraya aldık. Klay Thompson, Alec Burks ya da Fredette’ten de fazla hak ediyordur muhtemelen ama 25 yaşında çaylak olmaz.
Darius MORRIS:
Takımın nokta şutör ihtiyacı vardı ama oyunun diğer alanlarında beş para etmeyen adamlara gidilmesi gerekmiyordu. O delik kapatılırken, bu sefer de geçen sezon Shannon Brown’la iyi kötü doldurulan penetreci kısa boşluğu yeniden göze çarpar hale gelmişti. Darius Morris şimdilik burayı kapatabiliyor, ancak yetersiz Fisher-Blake ikilisine gerçek bir rakip olması için kontrolü kaybettiği dakikaları kısmalı. Şut sokmaya başlamasını istemeyeceğim, o biraz daha mesai gerektirecek.

Pac-10’in Çoğalmaya İhtiyacı Var #3


4) UCLA Bruins:

Medya gününde basının verdiği oylar, konferans şampiyonluğu için UCLA’i işaret ediyordu. İsabet yüzdeleri de bayağı iyi seyretmiş son 10 yıl içerisinde. Böyle bir ortamda beni desteklediğim takımı dördüncü sıraya koymaya iten şeyi basite indirgeyemiyorum. Programın son birkaç yılı hayal kırıklığıyla geçirmesinin kümülatif bir etki yarattığını yadsıyamam, fakat enseyi karartmak için çok fazla sebep var mı? Ben saymış olayım, kararı siz verin.
UCLA’i sezon öncesinde 17 numaralı seribaşı olarak gösterilmeye taşıyan şey, ülkenin en iyi ön alan kombinasyonlarından birine sahip olması. 2008’deki Final-Four’dan bu yana takımın başına gelen en iyi şey olan savaşçı power forvet Reeves Nelson üçüncü sezonuna giriyor ve mezun olduğunda adının kampüstekilere başarısızlıktan başka şeyler de çağrıştırmasını isteyecektir. Sağlıklı kaldığında o 2008 takımındaki Kevin Love için yeterli bir dublör olabilecek Nelson’ın yanında, geldiğinde büyük bir istihdam başarısı olarak lanse edilen Joshua Smith yer alacak. Bu özelliğini NBA’e ne ölçüde taşıyabileceği muamma, fakat bu seviyede arkasında durabilecek fiziğe sahip çok fazla uzunla karşılaşmadığını söylemeliyiz. Sezon içerisinde geliştirdiği alçak post oyunu ve beraberinde getirdiği 140 kilonun nüfuzuyla önemli bir silah olduğunu kabul etmeliyiz. Fakat geçen sezonu faul problemleri nedeniyle sadece 22 dakika ortalamayla kapattığını hatırlatmak gerek. Daha uzun süreler sahada kaldığında da, kondisyonunun bir kırmızı alarm haline geldiğini ve bunun da yine nihai olarak anlamsız faulleri karşımıza çıkardığını gördük. Oyununu tercüme edebilirse bir gün NBA’de bir takımı mutlu edeceği kesin, fakat yazın kampüsten ayrıldığında geride pek bir şey bırakmayacak yeni bir isim gibi geliyor.

UCLA’in yakın tarihinde bu çok alışılmadık bir durum değil. 2006’da Jordan Farmar’ın takımı sophomore senesinin arkasından bırakması bir başlangıç oldu, 2007’de Arron Afflalo son senesi için geri dönmemeyi tercih etti ve NBA’in draft için koyduğu yaş sınırlaması işleri daha da kötüleştirdi. 2008’de Love ve ertesi sezon da Jrue Holiday one-and-done kavramı ile tanıştırdılar Westwood’u. Russell Westbrook da yine 2008’deki başarılı Final-Four performansı sonrası henüz bir sophomore iken dümeni NBA’e kırdı. Fakat bunlardan hiçbiri -belki Holiday’i dışarıda tutabiliriz- Ben Howland’ın üzerinde geçen yaz gelen ayrılıkların yarattığı şok etkisine yaklaşamadı. Erken profesyonel olma kararı alan Tyler Honeycutt ve Malcolm Lee, kimseden birinci tur garantisi almamışlardı. Dahası bir sonraki NBA sezonunun zamanında başlayacağı o günlerde de hayli şüpheliydi. Smith takımın beklentilerini karşılayıp bir patlama sezonu geçirdiği takdirde bu ön alanla konferansı kazanmamaları düşünülemezdi. Dolayısıyla genel menajerlerin gözündeki değerlerini yukarı çıkarabilirlerdi. Ama geri dönmediler.
“I just get so frustrated thinking about them. It really makes me sick to think about Tyler and Malcolm.”

Günümüzde kolej koçlarının değerlerini takdir ederken iki sezon göz önüne alınıyor. Birincisi Kasım-Mart ayları arasındaki normal sezonda takımı nasıl yönettiğiyle ilgili klasik değerlendirmeleri içeriyor. Fakat son yıllarda daha fazla önem atfedilense, geri kalan yedi ay içerisindeki istihdam faaliyetlerinde kudretini ne kadar gösterebildiği, bağlantılarının ne kadar güçlü olduğu ya da iyi bir ‘iş bitirici’ olup olmadığıyla ilgili değerlendirmeler. UCLA gibi repütasyonu yüksek bir programa gelmek için özellikle California çevresindeki oyuncuları ikna etmek çok zor değil ve buna paralel olarak Howland yüksek beklentilerle mücadele etmekte. Oyuncu seçerken pür yeteneği değil karakteri ön plana koyduğu söylenegelen, hatta zaman zaman yeni dünyada bunun geçerli olmadığı tezi üzerinden eleştirilen bir koç için yüzleşmesi zor bir gerçekti Lee ile Honeycutt’ın ayrılma haberleri.
Şu anda takım kanat pozisyonlarındaki bu boşluğu dolduracak mürettebata sahip gözükmüyor. (Bugün uçak gemisinde maç var, kelime seçimimi mazur görün.) North Carolina’daki sönük çaylak sezonlarını takiben transfer edilen David Wear ve Travis Wear cezalarını doldurdular ve 6-10 boyundaki biraderlerden adı David olanını 3 numarada başlatma planları söz konusu. UNC’de beklentilere cevap vermekte zorlanan elemanlar için ben de çok iyi şeyler düşünmüyorum. Bunlar yetmezmiş gibi geçen sezonun ortasında UNC’yi terk eden Larry Drew II da transfer edildi ve iş Yıldırım Demirören’in ilk yıllarında Fenerbahçe’nin eskileri için sıraya giren Beşiktaş’ı hatırlatmaya başladı. Saha içine dönersek, hikayesine daha önce değindiğim bir başka yeni transfer De’End Parker da 3 numara için alternatif.

2 numarada bir savunma spesiyalistine dönüşme sürecinde bu yaz hayli yol katettiği söylenen Tyler Lamb ve atletik çaylak Norman Powell ile durum biraz daha iyi. Fakat Lamb’in geçen sene çizginin gerisinden yalnızca 8/39 ile attığını ve dış üretimin Powell’ın da iyi bilinen özeliklerinden biri olmadığını belirtmek lazım… 1 numarada ise liseyi Derrick Rose’un yedeği olarak geçiren, Illinois’da vasat bir Division II okulundan transfer Lazeric Jones’un çabuk bir adaptasyon sonrası geçen sezonun ikinci yarısında iyi bir guarda dönüştüğünü söyleyebiliriz. Lee ve Honeycutt’ın yeteneklerini ancak uzaktan izleyebilir, fakat iyi bir takım oyuncusu ve etrafındakileri yukarı çekme konusunda hayli başarılı. Dış şutu riske edilir düzeyde değildi, ancak bu sene daha istikrarlı bir tehdit haline getirmeli. Yoksa kenarda bekleyenin Jerime “Cereme” Anderson olduğunu unutmamalı. UCLA’e geldiğinde belki Holiday ve Lee’den daha iyi oyuncu olması beklenen Anderson, ülke çapında tanınırlığı geçen yaz bir MacBook çaldığında yakalayabildi. Aslında iş görebilecek bir adam, takım içinde havayı bozan biri de olmadığından Howland bu kafasızlığını iki maç cezayla geçiştirdi. Ama hiçbir zaman hakkında beklentiyi yukarı çekmemeye söz verdiğim adamlardan, tıpkı Manchester United’da top tepen adaşı gibi.
Kısaların domine ettiği bir oyun olan kolej basketbolunda bu yetersiz alternatiflerin su yüzüne çıkması çok fazla zaman almayacaktır. Daha önce mercek altına aldığım takımların da güçlü birer guard rotasyonu var. Aynı zamanda 1-2 numaradan alamadığımız dış şut üretimini, 3 numaradan da verebilecek birisi kampüse henüz gelmedi. Belki önümüzdeki sene takıma katılacak Kyle Anderson (ESPNU 100 sıralamasında 5. sırada) ve hala peşinden koştuğumuz Shabazz Muhammad (ESPNU 100 sıralamasının tepesinde) o oyuncu olabilecekler. Fakat bu yazıda bunun bir yeri yok.

Howland’ın getirdiği savunma formasyonuyla hiçbir takım için kolay lokma olmayacağımız kesin. Özellikle Smith merkezli bir motion offense ile üretimi yukarı çekmeyi düşünecek Howland’ın dış şutuna en çok güvendiği ismin de yine pota altı rotasyonunda olması (Brendan Lane) ise esas problem noktası. Bunun yanında direksiyon da henüz çok az şey ispat etmiş bir guard rotasyonunun elinde. Bir de Pauley Pavilion’ın yenileme faaliyetleri nedeniyle sezon boyunca tadilatta olacağını ve onun yerine maçların USC kampüsüne, UCLA kampüsüne olduğundan daha yakın bir salonda oynanacağını ekleyin. Kolay bir sezon olmayacak…
Head Coach: Ben HOWLAND (UCLA ile 189-83, toplamda 357-182)
İlk Beş:
PG Lazeric Jones (SR) – SG Tyler Lamb (SO)
SF David Wear (SO) – PF Reeves Nelson (JR)
C Joshua Smith (SO)
Kritik Yedekler:
PF Brendan Lane (JR)
SG Norman Powell (FR)
C Travis Wear (SO)
5) Oregon
6) Stanford
7) USC
8) Arizona State
9) Oregon State
10) Washington State
11) Colorado
12) Utah
Sezonun Beşi:
Tony Wroten Jr. (Washington), Jorge Gutierrez (California)
Allen Crabbe (California), Terrence Ross (Washington)
Reeves Nelson (UCLA)

Pac-10’in Çoğalmaya İhtiyacı Var #2


2) California Golden Bears:

Kariyeri boyunca normal sezonda takımlarına beklentilerin üstünde bir basketbol oynatıp, bunu sonuca dökmeyi başarabilmiş bir koçun kontrolü hakim Berkeley kampüsünde. Bu sezona girerken çok az kişi Cal’in konferansı götürmesini bekliyor olsa da, herkesin bir gözünün onları kestiği aşikar.
Mike Montgomery ilk cümlede vurguladığım repütasyonunu çok kolay kazanmadı. Birçok kez yeteneği sınırlı gözüken birtakım gençlerden adeta taşı sıkıp suyunu çıkarıyormuşçasına yararlandı. Golden State ile pek başarılı geçmeyen bir NBA macerasını geride bıraktıktan sonra adım attığı takıma yaptığı ilk ekleme Jorge Gutierrez adında Meksikalı bir gençti. Kenardan gelip savunmanın dozajını artırmanın ötesinde beklentiler yüklenmemişti Gutierrez’e. Üç sezonun ardından iki kez konferansın en iyi savunma beşine seçilip bu birincil beklentiyi boşa çıkarmamış bir oyuncunun yanında, kolej basketbolundaki en all-around isimlerinden birini de selamlıyoruz. Hücumda bir oyun kurucunun görüş açısına sahipken, savunmaya gelince bu sefer eli çabuk bir top hırsızına dönüşebiliyor 15 yaşında sınırın diğer ucuna geçtikten sonra yasa dışı göçmen statüsünden birkaç sene önce kurtulabilen Gutierrez. Montgomery’nin takımın zayıf noktalarından biri olarak gösterdiği hücum ribolarında da yeri geliyor, pota altı oyuncularından gelmeyen katkıyı yapıyor. Geçen sezon çizgi gerisinden kullandığı üç şutun yalnızca birini isabet ettirebilse de, 2008’de kampüse gelen Hispanik kökenli guardın bir gün maç başına 3.3 üçlük deneyeceğini çok az kişi kestirebilmiştir. Gutierrez’in oyuncu olarak gösterdiği bu gelişim, sanki Montgomery’nin kampüse getirdiklerinin mikro bir temsili gibi.
“He’s just a winner. Jorge gets about all the mileage out of himself that he can. He does so many things to help you win.”

Takım hem ruhani düzeyde, hem de oyun anlamında Gutierrez’in etrafında toplanacak bu sezon da. Fakat Minnesota’dan transfer edilen ve şu anda Brandon Smith’in doldurduğu oyun kurucu pozisyonunu er ya da geç devralması muhtemel Justin Cobbs’ı da dahil edersek konferansın en yetenekli sophomore grubu da Berkeley’de. Allen Crabbe geçen sezonun ortasından itibaren takımda rüşdünü ispatlamış, sezon sonunda da konferansın çaylağı ödülüyle onurlandırılmıştı. 13.4 sayı, 5.6 rebound ve 40% üç sayı yüzdesi gibi katkılarını ne kadar yukarı çekebileceği, sezon ortasında hala takımın konferans şampiyonluğu hedefinden bahsedip bahsedemeyeceğimizi de belirleyecektir. Küçüklüğünden beri rüyalarını süsleyen takımın UCLA olduğunu bilmek, Ben Howland kısa forvet pozisyonuna 2.10 boyunda tuhaf adamları devşirmeye çalışırken biraz zorlayıcı oluyor.

Lise üçüncü sınıfta mortgage piyasasındaki babası iflas edince, Crabbe’nin lisesine geçen ve o takımda bölgesel şampiyonluk kazanan Richard Solomon da gelişme göstermesi beklenen diğer bir sophomore. Bu arka planda Crabbe’nin en yakın arkadaşı olması çok garip karşılanmayabilir. Ancak çocukluk hikayelerini okuduğunuzda durum değişebiliyor. Bahse konu lisenin de kurucusu olan rahibin torunu olan Crabbe, lisedeyken babasıyla olan antrenmanlarını 1000 şut atmadan kesmeyen, kimilerinin yaptığı işe kendisini adamasını takdir edeceği, kimilerininse bunu saplantılı bir teslimiyet olarak tanımlayıp fazla muhatap olmayacağı bir adam. Ama gerçek spor kahramanlarının büyük çoğunluğunun arkasında bu türden bir kişiliğin yattığını biliyoruz. Crabbe bugünlerde idmandan sonraki tarifesini 200 şuta çekmiş, ancak asıl gelişimi göstermesi için zamanın geldiğinin o da farkında. Solomon ise küçüklüğünü karate kurslarında geçirdikten sonra sadece altı sene önce basketbol topuyla tanışmış, buraya gelmeden önce sadece topu sürmeyi ve şuta kalkmayı bildiğini itiraf eden kendiyle barışık ve nispeten daha rahat bir eleman. (Yazı Ahmet Çakar’ın kişisel tahlilleri gibi bir hal aldı, Yadigar Güner’den bahsediyoruz sanki…) Savunmada iyi bir kesici olduğunu çaylak sezonunda da gösterdi, ancak rebound konusunda dizleri her an iflas edebilecek senior Harper Kamp’e vereceği destek üst düzeyde olmalı. Ayrıca geçen sezon boyalı alanda rakibini ekarte ettikten sonra becermekte zorlandığı kolay bitirişler konusunda yol katetmesi de gerekiyor.


Takımdaki en önemli soru işaretlerinden biri Kamp’in dizleri, evet. Onun sahaya çıkmadan önce geçirdiği süreç, biraz Ledley King’in Tottenham maçlarından önceki bilim kurgu filmlerini hatırlatan ritüeline benziyor. 2009-10 sezonunun tamamını kaçırdıktan sonra, geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında da sürekli ağrılarla oynadığı sır değil. Takımın pota altı rotasyonundan herhangi birinin, onun sakatlığını unutturacak bir adım atması ufak çaplı bir mucize olur. Pasaport sorunları nedeniyle bir aydan uzun süre Kenya’da mahsur kalan Bak Bak, fizik olarak takımın geri kalanına yetişse bile çapını aşağı yukarı bildiğimiz bir topçu. Eski walk-on Robert Thurman, takımın Avrupa turunda gösterdiği gelişimle rotasyonun bir parçası olacağa benziyor. İki uzun çaylak Christian Behrens ve David Kravish de bu sezon öncesi turda Kamp ve Bak’ın eksikliklerinde zaman zaman forma şansı bulmuş oyuncular olsa da onların katkısından konuşmak için daha çok erken.

Cobbs’ın hem açık alanda, hem de yarı saha basketbolunda getireceği yükseltgenmeyle 1-2-3 pozisyonlarında konferansta ancak Washington’ın zorlayabileceği bir yere ulaşan Cal’in de zayıf noktası, yine Washington ile benzer olarak pota altı rotasyonu. Ayrıca birçok önemli oyuncusunu kaybeden Arizona ve Washington, güçlü bir istihdam süreci sonrasında yine 9-10 kişilik sağlam bir çekirdek oluşturmuşken Cal’in kenardan alacağı katkı muhtemelen var ile yok arasında seyredecek. Ancak daha önce Randle-Christopher-Robertson üçlüsü önderliğinde kurulan takım kimyasının bir benzeri, bu oyuncularla da yakalanmış gibi gözüküyor. Bu da Montgomery’den yine beklentiler üzerinde bir normal sezon beklememi sağlıyor. Konferansta dört takımın birbirine çok yakın olduğundan bahsetmiştim, ancak muhtemelen büyük dansa bilet alacaklardır.


Head Coach:
Mike MONTGOMERY (California ile 64-37, toplamda 611-281)
İlk Beş:
PG Justin Cobbs (SO) – SG Jorge Gutierrez (SR)
SF Allen Crabbe (SO) – PF Harper Kamp (SR)
C Richard Solomon (SO)
Kritik Yedekler:
PG Brandon Smith (JR)
PF Robert Thurman (JR)
PF Bak Bak (JR)

3) Arizona Wildcats:
Kolej basketbolunda geçen sezonun en güvenilir sırtı dönük skorerini #2 seçimi olarak NBA’e yolcu eden, bununla birlikte onun hücumdaki en büyük yardımcısı MoMo Jones’u da kaybeden takımın birçoklarınca konferansın favorisi gösterilmesi belki yalnız ve güzel konferansımın zayıflığını yansıtıyor. Ya da bu program basketbolun güç merkezlerinden biri olduğunu ispat edecek bir yazı geride bıraktı. Aslında bunlardan yalnızca biri doğru olmak zorunda değil, ve biz de o durumdayız galiba.
Geçen sezon McKale Center’da hiç mağlubiyet almayan ve bunu 1998-99 sezonundan bu yana ilk kez başararak Lute Olson günlerini hatırlatan Arizona, aynı zamanda Final Four’un da kapısına dayanmıştı. Elite Eight eşleşmesindeki rakipleri UConn idi, kaybettikleri isimse Kemba Walker’dan ziyade rüya gibi bir ay geçiren Jeremy Lamb. Elbette Derrick Williams merkezli bir takım olduğunu inkar edemeyiz o takımın, hatta belki de yukarıdakiler içinde bir oyuncuya en çok bağlı olanıydı. Bu yeni takım ise enerjisini dört çaylaktan alacak. Oyun kurucu pozisyonunda Jones’un yerini almak üzere Tucson’a gelen iki çaylak Josiah Turner (Kansas ve UCLA’in elinden kaptıklarında batı yakasının en iyi oyun kurucusu olarak gösteriliyordu) ve Nick Johnson’ın üzerinde büyük bir yük var kuşkusuz. Ancak böyle bir ayrılık sonrasında direksiyonun Jones gibi bir skorerden, daha çok dağıtıcılığıyla bilinen Turner’a geçmesi makul gözüküyor. NBA efsanelerinden Dennis “DJ Shadow” Johnson’ın yeğeni olan yedeği Nick ise, şutunu istikrara oturtabilirse Turner’ın yanındaki guard pozisyonunu kapatabilir. Sudanlı uzun Angelo Chol ve özellikle rebound yeteneğiyle nam salmış Sidiki Johnson rotasyona ilk günden yazılacak diğer freshman eklemeleri.

İlk gün demişken, Arizona’nın sezon için erken bir start verdiğini ve ilk maçında Valparaiso önünde iç sahadaki yenilmezlik serisini sürdürdüğünü belirtelim. Maçı da izlediğim için, belki de gerçek anlamda bir ön değerlendirme yazıyor değilim. Fakat Valpo -sporculuk dönemlerine de yetiştiğimiz- Bryce Drew yönetimindeki ilk maçında, Arizona’ya kafa tutacak bir görüntü çizmekten uzaktı. Son dakika içindeki iki üçlüğü hesaba katmazsak, 3/18 ile dış şut kullandılar. Buna rağmen ilk yarıda iki beyaz uzunun potalı alanda çılgın atmasına izin veren bir Arizona izledik. Tıpkı daha önce incelediğimiz Washington ve California gibi guard merkezli bir takım var önümüzde. Fakat uzun rotasyonu da diğerlerine oranla daha zengin. Hem nitel, hem de nicel yönden. Dün 14 sayı-10 rebound ile kolej kariyerindeki ilk double-doubleı yapan Jesse Perry, bu seneki yeni rolünü kucaklayacağının sinyallerini verdi. Gelişimine göre Sidiki’nin de ona önemli bir yardımcı olabileceği konuşuluyor. Pota altındaki diğer pozisyonda ilk beş çıkmaya en yakın isim Ukraynalı Kyryl Natyazhko. Fakat bu elemanın maç başında yaptığı birkaç faulle, boyalı alana yalandan bir sertlik getirmekten fazlasını yaptığına henüz tanık olmadım. Bu seneki ilk maçında da öyle bir gelişim göstereceği yönünde ışık vermedi. Fakat sezon öncesinde de kimse Natyazhko’nun maç başına verdiği 1.9 sayılık katkıyı aşmasını beklemiyordu zaten. Ya da geçen sezon rotasyonda onun arkasından gelen Alex Jacobson’ın bir hücum opsiyonu haline gelmesini. Ancak yukarıda ismini andığımız Sudanlı’dan da sadece bir defansif silah olmasını ve maç başına 1-2 tane top kesmesini bekliyorlardı. Zeki Çol ise ilk maçında 3/5 ile 6 sayı bulurken hücumda çok rahat gözüktü, savunmada da 6 ribonun yanına 4 top çalma ekleyerek ‘ben bu Ukraynalı’yı keserim’ mesajını verdi. 23 dakikada aldığı 5 faul ise bir nevi ‘reality check’ işlevi gördü.

Sean Miller’ın takımlarında yer vermekten her zaman hoşlandığı iki forvet pozisyonu arasında sıkışmış isimler, bu sezonki kadroda dikkatimizi çekmiyor. Yazı birlikte çalışarak geçiren Solomon Hill ve Kevin Parrom, SF pozisyonu için yeterli bir kombinasyon gibi duruyordu. Geçen sezon maç başına 20 dakikaya 7.6 sayı, 3.4 rebound ve 2 asist sığdırırken, her maç 42% gibi bir yüzdeyle 1 üçlüğü de çembere gönderen Parrom’ın yaz boyunca kilo aldığı ve hücum repertuarını genişlettiği konuşuluyordu. Fakat 24 Eylül gecesi Bronx’taki ailesini ziyarete giderken iki kurşunun adresi olacaktı. Bir tanesi sağ dizindeki sinirleri mahvettikten sonra dışarı çıktı, diğeri de sol elindeki üç parmağında hasar bıraktı. Geçen ay annesini kaybetmesi işleri biraz daha tatsızlaştırdı ve Parrom’ın bunca şeyin ardından basketbola dönüp dönmeyeceği belirsizliğini koruyor.
Çaylakların hepsi istidadı yüksek gençlere benziyor. Ancak her biri henüz öğrenme sürecinin başında olan çocuklar. Valparaiso önünde Nick ve Chol için yakışıklı bir başlangıçtan bahsedebiliyoruz ama maçı kazandıranların veteran Perry ve kenardan gelip diğer şöhretli guardların yapamadığı skor katkısını yapan sophomore Jordin Mayes olduğunu unutmayalım. Ancak gençler bu yeni basketbol ortamına alışırken, Arizona’nın her gün yeni bir oyuncudan dün Mayes’ten aldığına benzer sürpriz katkılar alabileceğini de hesaba katalım. Kadro konferanstaki açık ara en geniş kadro ve maçları geçen sezonki gibi 10 kişilik bir rotasyonla götürmeleri mümkün. Fakat rollerin paylaşımı hususunda büyük belirsizlikler hakim ve yazı yetenek avında geçiren Miller’ın bu konuda çok az şeyi halletmiş olduğunu gösteren bir açılış maçını geride bıraktık. 4. sıraya düşme ihtimallerini zayıf görüyorum, ancak Turner’ın bekledikleri oyuncuya dönüşmesi zaman alırsa benim öngördüğüm bu sırayla yetinmek zorunda kalabilirler. Kendilerini de şanslı addederler…

Head Coach: Sean MILLER (Arizona ile 46-23, toplamda 166-70)

İlk Beş:
PG Josiah Turner (FR) – SG Kyle Fogg (SR)
SF Solomon Hill (JR) – PF Jesse Perry (SR)
C Angelo Chol (FR)
Kritik Yedekler:
PG Nick Johnson (FR)
PG Jordin Mayes (SO)
C Kyryl Natyazhko (JR)
NCAA Sözlüğü:
walk-on:
Takımın geniş kadrosunda bulunan, rotasyondaki oyunculara antrenman veren, ancak ekstrem durumlar dışında süre almayan oyunculara verilen addır. (Bu ekstrem durumlara örnek olarak John Wooden’ın torunu Tyler Trapani’nin, geçen sezon Pauley Pavilion’daki son basketi atması için oyuna alınması verilebilir.) Basketbolcu olmak gibi bir hayalleri olmasa da hem yoklamadan yırtarlar, hem de kampüste formalarıyla dolaşıp 7.5-8 ayarında kızların radarına girebilirler.

Pac-10’in Çoğalmaya İhtiyacı Var #1


Gökmen Özdenak’ın gündem yaratan bu cümleleri karşılık buldu ve Colorado ile Utah’ın eklenmesi sonrasında artık biricik konferansımızdan bahsederken Pac-12 demek zorundayız. Ağza eskisi kadar iyi oturmaması bir yana, dahil edilen programların düzeyi de tatmin edici olmaktan uzak. Hele geçtiğimiz iki senelik süre zarfı içerisinde adı geçen takımlardan sonra. Big 12’in parçası olan Texas, Texas Tech, Texas A&M, Oklahoma, Oklahoma State ve Baylor gibi programların ilavesi ile 16 takımlık bir süperkonferans oluşturma ütopyası sonuçsuz kaldıktan sonra, ‘pilavdan dönenin kaşığı kırılsın’ düşüncesiyle sarıldıkları Colorado ve Utah’ın konferansın standartlarını yakalaması belli bir zaman alacaktır. Futbolda işler çok kötü başladı, burada en azından Colorado deplasmanı beraberinde getirdiği coğrafi zorluklarla birlikte bir Bolivya etkisi yaratabilir. Kadroda da eli yüzü düzgün birkaç elemanın olduğu söyleniyor. Belki Klay Thompson ve DeAngelo Casto’nun gidişini izlerken, basında da geçen sezonki uyuşturucu haberlerinin işlenmesiyle zor bir ölü sezon geçiren Washington State’i altlarına alabilirler o potansiyel varsa.

Son birkaç yılda kolej basketbolunun güç merkezi olan altı elit konferansın en kötüsüne dönüşen Pac-12, gelecek sezondan itibaren Syracuse, Pittsburgh ve -büyük ihtimalle- West Virginia’yı kaybedecek Big East’i altına alacaktır. Ancak bu sezon için bir Final Four adayı çıkarması çok kolay gözükmeyen bir konferans ile karşı karşıyayız. Arizona, Washington, UCLA ve California geçen sezon olduğu gibi konferansın ağır topları. Önemli oyuncularını NBA’e gelin gönderen USC ve Washington State diplere sürüklenirken, onların yerini Oregon ve Stanford gibi takımların doldurması beklenebilir. Hatta freshman Jahii Carson’ın getirecekleri doğrultusunda Arizona State de yarışmacı bir takım olabilir. Bu gece Arizona’nın Valparaiso önüne çıkmasıyla start alacak sezonun en büyük albenisi, Big Four olarak nitelendirebileceğimiz takımlar arasındaki makasın geçen senelere oranla daha yakın gözükmesi. Şimdi bunları birer birer ele alalım…

1) Washington Huskies:

Tony Wroten Jr. hakkında sınırlı veriye dayanarak biraz fazla yüksekten uçuyorum muhtemelen. Brandon Roy’un da mezun olduğu Seattle’ın baba liselerinden birinden çıkma Wroten cozutmaya müsait bir fıtrata sahip gibi, ama medyanın her şeye aşırı reaksiyon verdiği bir çağda yaşıyoruz ve sarhoşken atılan birkaç tweet durumu krize çevirebiliyor. Geçtiğimiz mayıs ayında ülkemizde -Seattle Supersonics taraftarı olanları tenzih ediyorum- daha ziyade Richie Frahm hakkında yazdığı haberle –tık!– tanınan Steve Kelley’nin oğlunun ortaya çıkardığı ufak çaplı bir skandal başını belaya sokmuştu Wroten’ın. Lisedeki seksi bedencinin esrarengiz biçimde kovuluşunun altından, kahramanımızın Washington’a kabul edilebilmesi için vermesi gereken yabancı dil kalifikasyonunu sağlamak adına yaptığı usulsüzlük çıktı. Wroten’ın Twitter hesabındaki “İspanyolca dersinde sadece üç kişiyiz, oley be” mesajının da yazarın işini kolaylaştırdığını söylemek lazım. Zira İspanyolca sınıfının kontenjanının dolması üzerine, işi oluruna getirmek adına sadece üç kişinin kaydolduğu (diğerleri de futbol takımının oyuncuları) böyle bir hayalet sınıf ayarlanıyor. Olay basına sızdıktan sonra Wroten’ın hala konu ile ilgili espriler yapması, mental olgunluğunun tartışılmasının çok da yersiz olmadığının göstergesi belki de. Ancak bu yaştaki adamların hepsinden Jimmer Fredette hayatı yaşamasını bekleyemezsiniz. Hücumda şutlarını doğru seçen, savunmada konsantrasyonunu kolay kolay kaybetmeyen bir adam gibi gözüktü ve bu oyuna kendini adamakta problem çekmeyen bir oyuncuyu gösterir. Böyle olduğu müddetçe Venoy Overton’dan sonra takımı yukarı taşıyacağını söylemek çok temelsiz olmaz. Eline geldiğinde Wroten’a oranla kendini bulmaktan daha uzak gözüken Nate Robinson ve Isaiah Thomas gibi oyuncuları idare etmiş Lorenzo Romar’ın burada da iyi iş çıkarabileceğine inanıyorum.


“If you go off how I play in the game, I’m very emotional. I’m always pumped. So I could get people thinking I’m a bad person. But those same people who call me a bad person, once they meet me, they’re like, ‘Man, that Tony Wroten, he’s a whole different person.'”
Thomas ve Overton’ın boşalttığı arka alanda görevi devralacak isimlerden biri muhtemelen üçüncü sınıf oyuncusu Abdul Gaddy olacak. Geçen sezonun büyük bölümünü diz sakatlığı nedeniyle oturarak geçen Gaddy, sakatlanmadan önce iyi bir dağıtıcı ve iyi bir savunmacı kumaşını göstermişti. Uzun süreli bir sakatlıktan sonra eski formunu yakalaması biraz zaman alabilir. Fakat tıpkı geçen sezonki Thomas-Overton tandeminde olduğu gibi, Romar’ın bu sezonu da çift oyun kuruculu beşle götüreceğine ve Gaddy-Wroten ikilisinde karar kılacağına inanıyorum. Bununla beraber Wroten’ı aslanların önüne atmak için biraz beklemesi ve ilk aşamada çaylak sezonunda 8.1 sayı ortalaması tutturan keskin şutör C.J. Wilcox’ı ilk beşte değerlendirmesi beklenebilir. Sağ ayak serçe parmağındaki sakatlık nedeniyle aralık ayından önce takıma katılamayacak senior Scott Suggs’ı ve 45% üçlük yüzdesini de hesaba katarsak takımın arka alandaki kayıpları kompanse etmesi çok zor olmayacak gibi.

3 numarada takımın kelepçesi Justin Holiday’in yokluğunda, daha ziyade hücumuyla tanınan ve patlama sezonuna hazırlandığı konuşulan Terrence Ross’ın burada da güç kaybına izin vermeyeceğini söyleyebiliriz. Fakat sıkıntının baş gösterdiği nokta, sezona ülkemizde Hacettepe Üniversitesi formasıyla giren Matthew Bryan-Amaning’in yerini doldurabilecek bir boyalı alan silahının göze çarpmaması. Aziz N’Diaye hücumda sınırlı silaha sahip olsa da iyi bir savunmacı, 4 numarada ise veteran Darnell Gant’in bir sıçrama yaratması gerekecek. İlk beşi tamamlaması beklenen bu ikiliden geçen sezon maç başına gelen skor toplamının 10 sayıyı bulmaması en büyük çekince. Yetenek olarak seleflerinin çok gerisinde gözükmeyen kısaların işinin zorlaşacağı nokta da bu. Savunmaların her zaman yayın gerisine odaklanacak olmaları ve Suggs, Wilcox gibi şutörlere eskisi kadar kolay pozisyonlar kalmayacak olması. Almanya’dan gelen ve programın gelecekteki pota altı skoreri olarak lanse edilen Martin Breunig’in süre alacak kadar hazır olmadığı söyleniyor. Bir diğer freshman Jernard Jarreau daha çabuk katkı verebilir. Shawn Kemp Jr. da muhtemelen bu sezon cezalı olacak. Tık!

Takım geçen sezon yalnızca 17 dakika süre alan ve 8 sayı, 3.8 rebound, 1 asist gibi rakamlarla sophomore sezonuna giren Ross’ın artacak rolünü bir an önce kucaklaması ve Wroten’ın lisede ışıklarını gösterdiği büyük yetenek olması gibi beklentiler üzerinden şekillendiriyor konferans şampiyonluğu şansını. Ancak belki de geçen sezonun en dominant kolej oyuncusu Derrick Williams’ı kaybeden Arizona, ya da Honeycutt-Lee ikilisinin ayrılması sonrasında kanat rotasyonu kuşa dönen UCLA de daha az bilinmeyene bel bağlıyor değil. Benim konferansı götürmeye en yakın gördüğüm takım Washington. Ancak Wroten’ın sezon öncesi freshman listelerinde Top 10 görmediği bir ortamda, benim kendisini All-American Team için aday gösterdiğimi de hesaba katın. Elemandan yana bu denli umutlu olan bir başkası var mı bilmiyorum, Eamonn Brennan genelde olumlu konuşuyor ama…
Head Coach: Lorenzo ROMAR (Washington ile 195-102, toplamda 288-190)
İlk Beş:
PG Abdul Gaddy (JR) – SG Tony Wroten Jr. (FR)
SF Terrence Ross (SO) – PF Darnell Gant (SR)
C Aziz N’Diaye (JR)
Kritik Yedekler:
SG C.J. Wilcox (SO)
SG Scott Suggs (SR)
PF Jernard Jarreau (FR)
Sıradaki yazıda California, Arizona ve UCLA bu şekilde masaya yatırılır. Diğer takımları da bir paragrafta toparlarım…

Wooden Award 2012 – Pivot Adayları

Biraz tembel davrandık, yeni sezon kapıyı çalmak üzereyken ilk beşimizi tamamlayan parçayı da takdim edelim.

Jared SULLINGER (Ohio State)
6-9, Sophomore
Geçen sezon öncesinde -tıpkı bugünlerdeki Tony Wroten Jr. seçimimde olduğu gibi- büyük oranda Hoop Summit performansı üzerinden All-American Team tahminlerime ilave ettiğim Jared Sullinger’ı bu sezon görmezden gelmem için pek bir sebep yok. Zira freshman sezonundaki 17.2 sayı ve 10.2 rebound ortalamalarının üstüne, henüz lokavt ihtimalinin boyutlarının tam olarak kestirilebilir olmadığı günlerde okula dönme kararı aldı. Son yıllarda one-and-done uzunlardan ötürü çok kan kaybetmiş (Greg Oden, Kosta Koufos ve Byron Mullens sırasıyla aklıma geliyor) Thad Matta için çok büyük bir ferahlamaydı. Her ne kadar onu bir sonraki Oden olabileceğini düşündüğü bir oyuncuyu istihdam ettiği için suçlamak adil gözükmese de, bu tip erken profesyonellik kararlarının dolaylı olarak okulun APR (akademik iyileşme oranı) puanlarına vurduğu darbe Matta’yı da rahatsız ediyordu. (Zira okullara verilen burs hakları bu puanlarla korelatif olarak belirleniyor ve Buckeyes cephesinde one-and-done modası uzunlarla sınırlı değildi.) Sullinger’ın lokavt hakkında sağlam tüyolar aldığına ya da kapıdaki tehlikeyi fark etmesine yarayacak çok güçlü hisleri olduğuna falan inanabilirsiniz. Ancak Kentucky karşısındaki mağlubiyet sonrası bu okula borcunu ödeyemediği ve kariyerinde bundan sonra çok büyük başarılar kazansa dahi bu eksikliğin onu yalnız bırakmayacağı yönündeki açıklamaları beni ikna etmeye yetti. Elemanın hikayesine aşinalığım ve çevresinde ona akıl verenlerin niyetine dair gözlemlerimin de bunda payı vardı mutlaka. Tık!
Madem okuyucuyu o yazıya bağladık, oradaki alıntıyı da yeri gelmişken tekrar edelim.
J.J.: Sana işini öğretecek değilim ama, kardeşime burs vermeyi cidden düşünmelisin.
Matta: Julian’dan mı bahsediyorsun? (Julian şu anda Kent State forması giyen ortanca kardeş.)
J.J.: Hayır, Jared.
Matta: Şu şişman kardeşin mi?
O şişman kardeş koleje gelene kadar verdiği kilolara bu yaz 7.5 kilo daha ekledi ve şu anda sadece 120 kilo. Fakat bunun geçen sezon akşam yemeklerini Big Ten uzunlarıyla geçiştirme alışkanlığını değiştireceğini pek sanmıyorum, zira üst yapısı hala korkutucu gözüküyor. Kendisi de hiç olmadığı kadar iyi hissettiğini söylüyor yazın yaptığı bu ince ayarlar sonrasında. Onun gelişimi ölçüsünde, şu an için daha önde gözüken North Carolina-Kentucky ikilisini de ülkenin en büyüğü olma yolunda ciddi olarak tehdit etmeye başlayabilirler.


Kaybedilen iki son sınıf oyuncusu, yerleri kolaylıkla doldurulabilecek türden isimler değil. Her ne kadar şu sıralarda ‘Neden geldim Cantu’ya, tutuldum kaldım avare’ adlı dizeleri mırıldanmakla meşgul olsa da David Lighty savunmada üstlendiği rol ve rakip arka alandan Sullinger’a kanalize olan yardımları cezalandırmakta gördüğü işle bu isimlerden daha önemlisi. Ancak ikinci olarak saydığım işte daha büyük bir usta olan Jon Diebler’ın yokluğunun yaratacağı sancıları da hafife almayın. Bu noktada geçen sezon 44% ile 51 adet üçlük bulan ve her iki kategoride de takım lideri Diebler’ı en yakından takip eden isim olan senior William Buford, rolünü skorda bazı maçlarda Sullinger’ı aşabilecek kadar ileri taşımalı. (Geçen sezon maç başına 11.3 sayı kaydediyordu.) Kaybedilen diğer son sınıf öğrencisi Dallas Lauderdale ise şatafatlı istatistiklerin adamı olmasa da, savunmaya koyduğu sertlik ve istikrarlı olarak ortaya koyduğu iş disipliniyle genç oyuncular için iyi bir örnek, takım kimyası için de önemli bir yapıştırıcı görevi görüyordu. Fakat işin manevi boyutunu bir kenara bırakırsak, yeni gelen gençlerin performansı sonrasında onu unutmak çok zor olmayacaktır. Açın gençlerin önünü!

Geçen sezon senior ağırlıklı yapıyla sonuna kadar gidemeyen takımın, bu sene 4 sophomore ve 1 seniordan oluşması muhtemel beşiyle şampiyonluk iddiası taşıması kimilerine hayalcilik gibi gelebilir. Fakat geçen sezon takım çok ihtiyaç duymadığı için Matta’nın pek başvurmadığı, 5 yıldızlı prospect, güzel insan Deshaun Thomas’ın esas oğlanın yanında çok daha iyi bir tamamlayıcı olması muhtemel. Jordan Sibert ve geçen sezon savunmasıyla da takdirimi kazanmış Aaron Craft’in -kelime oyunlarını ana dilde tercih ediyorum- bol bol gelecek boş şut fırsatlarını da değerlendirmesiyle en iyi hücum takımlarından birine dönüşebilirler. Boston ile şampiyonluk görmüş topçulardan Charlie Scott’ın oğlu Shannon Scott, pota altı rotasyonunda 8-10 dakikalık sürelerin peşinde koşacak Amir Williams ve Boston College’dan transferi sonrasında geçen seneyi oturarak geçen Evan Ravenel de Ohio State’in çabuk katkı almayı umduğu yeniler. Bu sene direkt katkı bekledikleri asıl eleman LaQuinton Ross’un akademik olarak geçer not alamaması ise herhalde bu yazın Matta adına en can sıkıcı gelişmesiydi.

Sullinger’ın sırtında yükselecek takımın, kocaoğlana All-American kemerini koruması için fırsat tanıyacağını düşünüyorum. Listedeki pozisyonları ESPN’den aldığımdan burası biraz güdük kaldı galiba, Tyler Zeller beklentileri çok aşar da bu takım için tartışılabilir biri haline gelirse gireceği yer 5 numara pozisyonu olacaktır mesela muhtemelen. Ama biz forvetlere dahil ettik, ESPN’in hikmetinden sual olunmaz diye düşünüp. Bu aşağıdakilerden de çok fazla rakip yok zaten. En iyileri bence Festus Ezeli. İsmi de güzel. Keşke bizim tosun Joshua “Bundan Sonra Senin Adın Joshua Smith Olsun” Smith de sahada kaldığı dakikaları artırıp bu muhabbetlerde ciddi bir aday olabilse. Fakat yine asıl ekmeği NBA takımları yiyecek gibi geliyor gelişim eğrisine bakıldığında. Jrue Holiday gibi hayırsız çıkmasa bari… Geçen gün Twitter hesabından “Eğer UCLA’i değil Washington’ı seçmiş olsaydım hala orada olurdum, orası aile gibi bir şeydi” yazmış. Sonra ‘neden bana Jrudas diyorlar ya’ diye dolaşıyorsun etrafta. İsmi güzel dedik, UCLA dedik, onuncu çocuk olarak ismini hak ederek alan De’End Parker da bulunsun. Kız çocuk mu deniyorlarmış acaba…
Diğer adaylar:

Festus EZELI (Vanderbilt)

6-11, Senior
Alex ORIAKHI (Connecticut)
6-9, Junior
Joshua SMITH (UCLA)
6-10, Sophomore
Patric YOUNG (Florida)
6-9, Sophomore

Belki Robert Sacre da aday listesinde yer almayı hak ediyormuş. Blame Canada!

Böylece beşimizi de tamamlamış olduk.

G Tu Holloway, Xavier, 6-0, Senior
G Tony Wroten Jr., Washington, 6-5, Freshman
F Harrison Barnes, North Carolina, 6-8, Sophomore
F Perry Jones III, Baylor, 6-11, Sophomore
C Jared Sullinger, Ohio State, 6-9, Sophomore

NCAA bayramınız kutlu olsun… “Kesin olan bir şey varsa bu sene oynanacak lig, en temiz lig olacak.” Bir de Pac-12 için ön bakış kabilinden bir şeyler karalayabilirim.

Wooden Award 2012 – Forvet Adayları

Uzun bekleyişin ardından bu hafta ABD sınırları içerisinde basketbol topu sekmeye başlayacak. Bazı NBA hayranları bu cümleyi dudak bükerek okumuş olabilir ama herkes için güzel bir haber olmalı. Sezon öncesi yapılan sıralamalarda büyük çaplı yeniden gözden geçirmelere yol açacak sonuçlar da izleyeceğiz muhtemelen. Ama Harrison Barnes ve arkadaşlarının pole-positiondaki yerini tehdit edecek bir takım ortaya çıkmayabilir. Geçen seneki hayal kırıklığı yaratan başlangıcının ardından, turnuva zamanı toparlanan Barnes bu sene de All-American olmaya en yakın gördüğüm iki forvet arasında yerini alıyor. Farklı olarak, bu sefer tahminimi üzerine inşa edebileceğim birkaç veri de var.

Harrison BARNES (North Carolina)
6-8, Sophomore
“İnşallah lokavt olur, biz de bu yıldızları doyasıya izleriz.”

Geçen sene genç nüvesiyle beklentileri aşıp Elite Eight oynayan UNC’de kampüsteki bu yakarışlar karşılığını buldu ve lokavt ihtimalinin ciddiyeti anlaşılmadan önce 2011-12 sezonunda bir NBA oyuncusu olmasına kesin gözüyle bakılan Barnes ve pota altı ikilisi (John Henson, Tyler Zeller) okula geri dönmeye karar verdi. Geçen sezonun ortasında direksiyonu Larry Drew II dengesizinden devralan Kendall Marshall ve ilk beşi tamamlayan Reggie Bullock da Chapel Hill’i terk etmek için doğru zamanı bekliyor. 2009 takımı gibi eksiksiz bir kadro yok belki önümüzde, fakat kesinlikle en büyük yetenek yığınlarından biri. Lisede iyi bir şutör olarak etiketlenen Bullock’un geçen sene çizgi gerisinde arıza yapmasından sonra, P.J. Hairston’ı ezeli rakip Duke’un elinden kaparak buradaki açığı kapatmayı planladılar. Bunun yanında Zeller-Henson ön alanı yeteri kadar korkutucu değilmiş gibi, Lakers ile iki şampiyonluk sahibi Bob McAdoo’nun blok ve rebound yeteneklerini irsi olarak almış yeğeni Michael McAdoo da takıma eklendi. Roy Williams hanedanlığını iki farklı takımla kurduğundan ve UNC’de Dean Smith’in halefi olmak gibi zor bir göreve kalkıştığından olsa gerek modern zamanın en iyi koçları sayılırken yeteri kadar saygı görmüyor. Fakat bu sezon sonunda bir Williams takımı 10. kez büyük dansa 1 numaralı seribaşı olarak katılacaksa, onu bu tartışmalarda görmezden gelmek hayli zor olacaktır.

Drew II sırra kadem bastıktan sonra sayı ortalaması istikrarlı olarak artan Barnes’ın, bu sezon şut seçerken de tecrübesinin getirisiyle daha özenli olması beklenebilir. Barnes sezon öncesi draft tahtalarında bu sezona da hemen herkesin ilk üçünde giriyor. Fakat geçen sezon da aynı yerde başladığı tahtalarda, hazırlık maçlarından itibaren nasıl düşüş gösterdiğini hepimiz biliyoruz. Hala o yeri hak ettiğini göstermek için bir şeyler yapması gerekiyor ve Clemson maçında doruk noktasına ulaşan form çizgisini kaldığı yerden devam ettirmek çok kolay bir iş değil.

Takımda onun skor liderliğini tehdit edecek birisi yok. Ancak bu Barnes için tahmin edildiğinin aksine, avantajlı bir durum oluşturmuyor. Geçen sezon takımdaki iç-dış dengesini sağlayabilmek için, dış şut merkezine oturttuğu hücum portföyünü biraz daha boyalı alan eksenine kaydırması şart. Burada Marshall-Bullock-Hairston üçlüsünün hücuma getireceği destek çok kritik olacak. Zira takımdaki rollerin öngördüğü şekilde Barnes, içeriden ana skor opsiyonu Zeller olan ve Henson’ın süpürücülüğüyle yeter pota altı üretimini sağlayan UNC’de takımın birincil dış opsiyonu. Bu da ona oyununun tamamlanmamış yönlerini geliştirmesi noktasında ket vurabiliyor. Bu sene içeriyi daha çok zorlayan, daha fazla fiziksel temasa giren ve faul çizgisini sık ziyaret eden bir Barnes görmek, tüm NBA gözlemcilerinin ortak beklentisi. Fakat bunun için Bullock’un tüm yazı bir savunma spesiyalistine dönüşmekle harcadığı bir ortamda, Marshall’ın yeni bir silkinme gösterip skorer kimliğini ortaya çıkarması gerekir. Bu gerçekleşirse Marshall’ın All-American unvanı hususundaki şansını da masaya yatırmamız gerekebilir elbette.

UNC beklendiği gibi ACC’de rakip tanımadan tepeye yerleşecekse, bunun Barnes’ın Wooden Award için şansıyla bir kaldıraç etkisi göstermesinin sonucunda olacağı aşikar. Sahada beklentilere cevap vermekte zorlandığı günlerde de dediğim gibi, Barnes büyük bir haber ve gelecek yaz adı Anthony Davis ile birlikte ilk iki sıradan okunmazsa çok şaşırırım. Fakat UNC sakinlerinin Harrison’ın NBA geleceğiyle çok ilgili olduklarını sanmıyorum.

Perry JONES III (Baylor)
6-11, Sophomore
Prospect yazarlarının kolları uzun, cılız ama iyi savunmacı her 3 numaraya Tayshaun Prince benzetmesi yapıştırmak kadar sevdiği bir şey varsa, son dönemde yetenekli gördükleri ama oyunu pek ipliyor gibi görünmeyen her kafası güzel adamı T-Mac klonu olarak takdim etmek. Bu Tracy McGrady’yi biraz hafife alır bir yaklaşım olmakla birlikte, henüz bu yaşta böyle çekinceleri önünüze getiren bir adamın T-Mac’in çıktığı yerlere çıkması da çok kolay gözükmüyor. İşte ‘T-Mac’s Lazy Eye’ teşhisi konan son adam da bu ve geçen sezonun en kritik yerlerini oynarken gösterdiği halet-i ruhiye de bu teşhisi haklı çıkarır nitelikte.

Geçen sezon pota altındaki Jones ikilisinin yeteneğine fazla güvenen Baylor, sezon içerisinde kolej basketbolunda tecrübenin ne kadar önemli bir faktör olduğunu zor yoldan öğrenen son takım olacaktı. Sezona Tweety Carter ve Ekpe Udoh gibi -her şeyden önce gerçek olamayacak kadar güzel- iki ismi kaybederek giren Bears, özellikle bu ikiliden ilkinin yerini doldurma konusunda çok kötü iş çıkardı. Oyun kurucu pozisyonunu sophomore A.J. Walton’a emanet etmek kesinlikle güvenli bir hareket değildi. Onu freshman Stargell Love ile yedeklemekse bir adım daha ileri atmak anlamına geliyordu. Sonuç: 23.4% ile tüm Division I takımları içinde South Florida’dan sonra en kötü top kaybı oranıyla oynayan takım, son altı maçının beşini kaybederek turnuvayı evden izliyordu. Sezon öncesinde onları şampiyonluğa götürecek mesih ilan edilen Perry ise son iki maçta toplam iki saha içi isabeti buluyordu.


Bu sezona girilirken acil müdahale gereken yerin kısa rotasyonu olduğu açıktı ve Scott Drew da ilk iş olarak geçen sene daha düşük seviye bir basketbolun oynandığı NJCAA turnuvasında MVP ödülünü kazanan Pierre Jackson’ı ilk beş oyun kurucusu olması için transfer etti. Geçen sezon kurallar gereği kenarda oturan Brady Heslip de, takımın skor yükünü çekmenin dışında 1 numaradaki sancılara da yardımcı olan LaceDarius Dunn’ın ayrılışını unutturmalı. Eğer kısa rotasyonundaki bu transferler -California’dan alınan Gary Franklin de sezonun ikinci yarısıyla birlikte oynamaya başlayabilecek- yerine oturursa bu yeteneklerin 7-9’luk son konferans derecelerini aşacağı ve geçen sezon öncesinde hak etmeden oturdukları Top 10 listesinin gerçek bir mensubu haline geleceği öngörülebilir. Waco’da her şey yolunda gitse ve Baylor bunu başarabilse dahi, sınıfının 5 numaralı yeteneği olarak gösterilen Quincy Miller’ın doğrudan katkı vermesi Perry’nin başını ağrıtabilir. Perry karakter konusunda şimdiden kendi sahip olduğu malzemeden fazlasını gösteren Miller’ı bir rakip olarak görmediğini, takım başarısı için onun yardımına ihtiyaç duyduğunu vurgulasa da bu takımın lideri olduğunu henüz kanıtlamadı. Ve söz verdiği üzere dramatik bir mantalite değişimiyle geri dönmeyecekse, bu takımın sezon içinde Miller’ın takımına dönüşmesi bile sürpriz olmaz.

Hem Perry de Harrison gibi sophomore, hem de bundan bağımsız olarak kariyeri boyunca her alanda riskli bir seçim olacak gibi görünüyor. Ama maksat muhabbet olsun. Geçen sezon turnuva zamanında silinip giden ve beni de büyük hayal kırıklığına uğratan Terrence Jones, geçenlerde John Calipari’nin ‘bu sezon ülkenin en iyi oyuncusu olabilir’ açıklamasının ertesi gününde takım içi maçta 52 sayı-16 rebound ile oynamış. Calipari’nin kontrolde olduğu bir yerde, meşruiyetine inanmayacağım bir performans. Kansas’ta Marcus Morris, Markieff Morris ve Josh Selby’nin ayrılmasından sonra alpha dog haline gelecek ve hiç sekmeyen bir başarı geleneği olan takımda parlaması sürpriz kabul edilmeyecek Thomas Robinson ise benim listemde T-Jones’un üzerinde yer alıyor. Geçen sene Morris Biraderler’in gölgesinde kalırken bile en iyi NBA kumaşına sahip olduğunu düşünüyordum Robinson’ın. Johnson-Taylor guard ikilisi de bir boyalı alan silahı için ideale oldukça yakın bir ikili, onu beslemekte tereddüt etmeyeceklerdir. O da ciddi bir aday haline gelebilir yani. Kris Joseph’ı, Khris Middleton’ı ve yukarıda bahsettiğimiz parlak Calipari çaylaklarından Davis’i de yakından takip edeceğiz. Elias Harris, kızımız olacaktı.


Kazananların sıralı listesi aşağıda:

Tim ABROMAITIS (Notre Dame)

6-8, Senior

Michael GLOVER (Iona)
6-7, Senior

Drew GORDON (New Mexico)
6-9, Senior

Draymond GREEN (Michigan State)
6-7, Senior

JaMychal GREEN (Alabama)
6-8, Senior

Elias HARRIS (Gonzaga)
6-7, Junior

John HENSON (North Carolina)
6-11, Junior

Robbie HUMMEL (Purdue)
6-8, Senior

Kevin JONES (West Virginia)
6-8, Senior

Terrence JONES (Kentucky)
6-8, Sophomore

Kris JOSEPH (Syracuse)
6-7, Senior

Trevor MBAKWE (Minnesota)
6-8, Senior

Doug McDERMOTT (Creighton)
6-7, Senior

Khris MIDDLETON (Texas A&M)
6-7, Junior

Reeves NELSON (UCLA)
6-8, Junior

Andrew NICHOLSON (St. Bonaventure)
6-9, Senior

Thomas ROBINSON (Kansas)
6-9, Junior

John SHURNA (Northwestern)
6-9, Senior

Jeffery TAYLOR (Vanderbilt)
6-7, Senior

Keith WRIGHT (Harvard)
6-8, Senior

Tyler ZELLER (North Carolina)
7-0, Senior

Nekst: Pivot Adayları

Wooden Award 2012 – Guard Adayları

Wooden Award aday listesinin açıklanmasıyla, NCAA’in en temel sezon öncesi ritüellerinden birini arkamızda bıraktık. Aslında neredeyse bir hafta geçti üzerinden. Lokavt görüşmeleri günlük hayatın bir parçası halini aldı ve Billy Hunter’ın falan artık masadan ‘hacılar yarın ne yapıyoruz’ diye kalktığını düşünmeye başladım. Odağımızı biraz daha NCAA tarafına kaydırabiliriz…

Listedeki guardların tamamını aşağıda sıraladım. NCAA basketbolunun bir guard oyunu olduğu söylenegelir, bu sözün Murat Murathanoğlu’nun ağzından çıkışına da mutlaka en az bir kez rastlamışsınızdır. Bu bağlamda 50 kişilik listeye tam 22 guard adını yazdırmayı başarmış. Bu listelerin sezon boyunca birkaç kere güncelleneceğini ve örneğin daha sonra konferanslarının en iyi oyuncusu seçilecek Ben Hansbrough ve Tu Holloway gibi isimlerin geçen sezonki orijinal liste hazırlanırken görmezden gelindiğini hatırlatalım. Tam isabet yapmanın çok kolay bir iş olmadığını kabul etmekle birlikte, ilk bakışta dikkatimi çeken birkaç eksiği de dile getireyim. Isaiah Thomas (onu hepimiz çok iyi tanıyoruz), Matthew Bryan-Amaning (bu sene Hacettepe Üniversitesi’nde izleyeceğiz) ve Justin Holiday*’in (bu arkadaşımız da nedense Belçika ligini tercih etmiş) ayrıldığı Washington takımında rolünde esaslı bir yükseltgenme ile karşılaşacak Terrence Ross’u burada görmeyi bekliyordum. Washington’ın geçen senelerdeki derecesinden uzak kalması öngörülmüş olabilir fakat Lorenzo Romar’ın yine sihrini konuşturacağına inanıyorum. Kentucky’den Doron Lamb, Miami’den Malcolm Grant ve Saint Mary’s’in çıkardığı yeni Patty Mills gibi gözüken Matthew Dellavedova da -bir ihtimal- komiteyi sezon sonunda mahcup edebilirler. John Calipari’ye kalsa o şimdiden Lamb’in bu ödülü alma ihtimalinden konuşacak gerçi…
Biz oyuncuları sıralamaya başlayalım.

Tu HOLLOWAY (Xavier)
6-0, Senior
Benim listemin tepesinde, bu sene nihayet komitenin radarına girebilmiş Holloway var. Fakat geçen sene de aynı listenin tepesine Jacob Pullen ve Kalin Lucas’ı oturttuğumu arşivlerimizde görebilirsiniz. Tık! Bu ikilinin sezon boyunca Kemba Walker ve Jimmer Fredette tarafından nasıl rencide edildiğini de hepiniz biliyorsunuz. Fakat Holloway’in yeteneklerine, en azından kolej seviyesinde fazlasıyla güveniyorum.
Zoraki bir 6-footer olarak geçen sene iki kere triple-double yaptığı gerçeğini öne sürelim her şeyden önce. Hocaların hocası Can Birand’la aynı masayı paylaştığımız gecenin ertesine düşen bu saatlerde, “yürek” parametresi konusunda özellikle hassas davranıyoruz ister istemez. Bu adamın da sezonu tüm fiziksel yetersizliklerini aşarak 5 rebound ortalamayla kapatması ve olayı Wake Forest’a karşı 10 rebound çekecek kadar ileri götürmesi tek başına o parametrede diğerlerini ekarte etmesi için yeterli veriyi sunuyor. Aslında geçen seneki Pullen seçimimle korkutucu bir benzerlik taşıyor gibi gözükmesine rağmen bu onun için kritik nokta olabilir hakikaten de. Yani ilk olarak söze buradan başlamış olmamı sadece dün geceki masaya bağlayamam.
Geçen sezon 20-5-5 çıtasının üzerine çıkan az sayıda oyun kurucudan biriydi Holloway. 20.2 sayı ortalamasını yakalarken bunu şut merkezli bir oyundan ziyade, deliciliğini kullanarak takımını canlandırdığı pozisyonların üzerine inşa etti. Ve bu enerjisinin ödülünü faul çizgisine yaptığı sık yolculuklarla alması da oyun akarken 15-16 civarında seyretmesini beklediğiniz skorunun, 4-5 birimlik bir kaldıraç etkisine uğramasını sağladı. Yine sezonun sonlarında ekrana gelen bu yönde bir istatistik olduğunu hatırlıyorum, kafamda çok net olmasa da… Çizgiye gitme alanında Rice’ın İranlı uzunu Arsalan Kazemi ve şu anda ismini hatırlamadığım bir diğer uzunla ilk üç sırayı oluşturuyordu. 87% ile faul atması hasebiyle üretimi de diğer ikilinin üzerindeydi. Özellikle sezon ilerledikçe savunmaların sertleştiği ve oyunun belli anlarda mutlaka tıkanma noktasına geldiği bir basketbol ikliminde, kesinlikle çok değerli bir şey bu özellik. Hele de topu kontrolünde bulunduran oyun kurucunuzdan böyle bir yardım alıyorsanız…

Elbette ödülü almak istiyorsanız takımınızı da bir noktaya çıkarmanız gerekiyor. Holloway’in rakamlarında geçen seneye göre bir gelişme olacağını beklerken, asıl çekincelerim de buradan kök alıyor. Zira zaten elit konferanslardan birinde bulunmayan Atlantic 10 temsilcisi Xavier’ın oyun kurucusu olan Holloway, geçen sene Marquette karşısındaki hayal kırıklığıyla biten sezonlarının ardından önemli yapı taşlarını kaybetmiş bir kadroyla yeni sezonu bekliyor. Konferanslarındaki Richmond ve Temple gibi rakiplerini yine aşağılarına alabileceklerini düşünsek de, şanssız bir konferans dışı fikstür çekmeleri panik havasını kampüse taşıdı. Memphis, Vanderbilt, Butler deplasmanlarına gidecekler, buradan üç mağlubiyetle dönseler pek fazla şaşıran çıkmaz. İçeride ise Purdue, Cincinnati, Gonzaga ve Georgia gibi turnuva adayı rakipler var… Buradan çıkaracakları derece hem büyük danstaki seri başı statülerini, hem de Holloway’in Wooden Award ve All-American Team gibi onurlar için şansını doğrudan etkileyebilecek kudrette. Arka alanda Mark Lyons gibi bir partnere sahip Holloway. Pota altında Kenny Frease gibi iyi bir bitirici de Chris Mack’in kolluk kuvvetlerinde olacak. Ancak Jamel McLean’in yokluğunda rebound konusunda yeni bir yardımcıya ihtiyaç var. Bunu sırasıyla Vandy’den ve isimsiz bir okuldan getirdikleri iki forvetten karşılamaya çalışacaklar: Andre Walker ve Travis Taylor. Bu oyuncuların katkısı Xavier’ın derecesinde ve dolayısıyla Holloway’in bu ödül için ciddi bir aday olma ihtimalinde belirleyici olabilir.

NBA’de varlığını sürdürmesini engelleyecek çok fazla defekt barındırıyor oyunu. Fakat bunları zamanı geldiğinde konuşuruz. Şimdilik -hala klasik bir oyun kurucu olmaktan çok uzak olsa da- yukarı çektiği organizasyon meziyetleri, 1.6 seviyesine getirdiği asist/top kaybı oranı ve maç başına 35% düzeyinde atmaya başladığı ve bir tehdit olarak oyununa kattığı üç sayılık atışlarıyla kolej basketbolu seviyesi için handikap olmayacak bir düzeye taşıdı tüm gediklerini. Enerjisi ve güçlü üst yapısının yardımıyla, kısa boyunun da sorun teşkil etmesine izin vermiyor.

Listenin geri kalanı şöyle:

Will BARTON (Memphis)
6-6, Sophomore

Dee BOST (Mississippi State)
6-2, Senior

William BUFORD (Ohio State)
6-5, Senior

Allen CRABBE (California)
6-6, Sophomore

Aaron CRAFT (Ohio State)
6-2, Sophomore

Marcus DENMON (Missouri)
6-3, Senior

Ashton GIBBS (Pittsburgh)
6-2, Senior

Jorge GUTIERREZ (California)
6-3, Senior

Tim HARDAWAY JR.** (Michigan)
6-5, Sophomore

Joe JACKSON (Memphis)
6-1, Sophomore

Scoop JARDINE (Syracuse)
6-2, Senior

John JENKINS (Vanderbilt)
6-3, Junior

Orlando JOHNSON (UC Santa Barbara)
6-5, Senior

Darius JOHNSON-ODOM (Marquette)
6-2, Senior

Jeremy LAMB (Connecticut)
6-5, Sophomore

Kendall MARSHALL (North Carolina)
6-4, Sophomore

Ray McCALLUM (Detroit)
6-1, Sophomore

Peyton SIVA (Louisville)
6-0, Junior

Jordan TAYLOR (Wisconsin)
6-1, Senior

Casper WARE (Long Beach State)
5-10, Senior

Maalik WAYNS (Villanova)
6-2, Junior

Bunlar içinden Hardaway Jr.’a olan sempatim zaten biliniyor. Onu gerçek bir aday olarak gördüğüm söylenemez ama Taylor, Lamb ve Jenkins’in All-American Team için ciddi birer aday haline gelmeleri beni şaşırtmaz. Bir de yeri gelmişken Jackson’ın olayını bir türlü anlamadığımı belirtmeliyim. Çok fazla süre almadığı geçen sezon bir şeyler kaçırmış olabilirim diye düşünüp, bu yaz ABD milli takımıyla da izledim ama…


İkinci guard pozisyonu için adayımsa, sezon öncesi listesinde kural gereği yer bulamayan çaylaklardan biri… Ve Austin Rivers*** değil… Bayağı bir dark horse seçimi olacağı açık, fakat Nike Hoop Summit’te vurulduğum yetenek Tony Wroten Jr.’a gidiyor benim diğer erken oyum. Onu da en azından listeye girdikten sonra konuşuruz, doğmamış çocuğa don biçmeyelim.

Her defasında bunlara harcamak istemiyorum elemanlar için kullanacağım kelimeleri ama merak eden çıkacaktır:
* Jrue Holiday’in kardeşi.
** Tim Hardaway’in oğlu.
*** Doc Rivers’ın oğlu.

Nekst: Forvet ve Pivot Adayları