Gelelim günün yazı konusu olması planlanan kısmına. Böyle bir gün daha güzel tamamlanabilirdi kuşkusuz. Benim seçimlerimin, aynı zamanda bir sürü vazgeçimlerimin de bunu önlemiş olabileceği aşikar, yine de içimdeki iflah olmaz United aşığına hayır demekte zorlanıp kendimi James Joyce Pub’da bulmam sürpriz olmadı. “The Irish Centre” olarak anılan bir yerde bulduğum Alman populasyonu ise esaslı bir sürpriz oldu. Mekana girdiğim gibi “Das Weisse Band” filmindeki küçük çocuk karşıladı beni… Almanca konuşmak istesem zaten diplomayı alır giderdim uzaklara, sözde İrlanda merkezinde konuşmak zorunda kaldığım dönemler oldu. Telefona sarılıp Şansal-Douglas-Svetlin üçlemesini aramak her zaman yeğdir böyle durumlarda. Douglas’ın maça “bu gece barda, gönlüm hovarda” yakalanması şaşırtmazken, bundan iki sene evvel Wigan önünde şampiyonluğa koşarken Scholes-Giggs ikilisine saygısızlıkta sınırları zorlayan Şansal’ın onbirdeki Rafael-Gibson ikilisine imtina ile yaklaşması hoşumuza gitmedi. Gary Neville’a da saygıda kusur etmek istemeyiz, fakat elemanın ayakları o sakatlıklardan sonra artık gitmiyor. Sir Alex Ferguson’ın bunu görmek için Florent Malouda karşısında madara olduğu bir öğleden sonrayı beklemesi de kabul edilebilir gibi değildi bana kalırsa. “Yedeğini oynattı da ne oldu” diyenleri duyabiliyorum, oraya da geleceğiz. Fakat bu sezonki Gaz performansını ikinci Milan maçındaki asistiyle hatırlayacaklar görüş belirtmesin lütfen. Böyle durumlarda “Biz bu takımı 82 maç izliyoruz” argümanını cepten çıkarmak çok yanlış gelmiyor.
Gibbo’nun bu maçta golü olduğunu Şansal’a söylememin üzerinden beş dakika geçmeden gol gelince neye uğradığımı şaşırdım. Genelde santranın ardından orta yuvarlağın hemen önünden bir Tayfur Havutçu vuruşu çıkarır (dilimizdeki ‘kaleyi yokladı’ tabiri böyle bir günde icat edilmiştir), bunun üzerine birkaç denemeyle daha taraftar sabırlarını sınadıktan sonra o denemelerin çoğunlukla en absürdünde golü bulurdu. Ritüel bu şekilde işlerdi. Dün adını anarak ortamdaki tüm Almanlar’ın yüzünü ekşitmeyi başardığım bir Michael Rensing talihsizliği var Bayern’in yakın geçmişinde, fakat Hans-Jörg Butt da artık bu kalibrenin çok uzağında bana kalırsa. Yanımdaki eleman “Olli Kahn gibi birinin yerini kolay kolay dolduramazsın” dese de Manuel Neuer ve Rene Adler’in bu amaca daha fazla hizmet edebileceği açıktı. Sadece kalede değil sol bek bölgesinde de yanlış kartları oynadı Bayern. Marcell Jansen gibi bir yeteneği takıma kazandırmayı başarmışken -ki tüm Bundesliga’yı arka bahçesi olarak kullanan bir kulüp için bu transfere başarı demek hayli ironik- Danijel Pranjic gibi üst düzey liglerde pozisyonsuz kalacağı ortada olan bir adam için bu oyuncuyu salıvermek kuşkusuz yanlış bir karardı. Holger Badstuber yeteneksiz bir eleman değil fakat dünkü maçın ağırlığını kaldırabilecek isim olmaktan ne kadar uzak olduğunu görmek de zor değil. İşte ikinci ve üçüncü gollerin yaratıcısı olan adam da Nani ya da Luis Antonio Valencia değil, 1989 doğumlu bu genç sol bekti bana kalırsa.
Fakat United’ın karşısındaki takımın adı Bayern, SAF’in yanındaki kulübede oturan adamın adı Louis van Gaal olunca senin takımındaki zayıflıkların da hasır altında kalması pek mümkün olmuyor. 3-0 sonrası Daniel van Buyten’in müdahaledeki zamanlama hatası geniş bir kulvarı Rafael’in hizmetine sunduğunda, genç Brezilyalı’nın elinde eşleşmeyi bitirme fırsatı da vardı. Ancak vadedilmiş topraklarda ilerleyen Rafael, bu maçın adamı olmadığını en çok da bu pozisyonda gösterdi ve topu bir süre geveledikten sonra arka direkteki Nani’yi ya da penaltı noktasına koşu yapan arkadaşını düşünmek yerine kaleyi anlamsız bir şutla ‘yokladı’. Bu pozisyonun dönüşünde maç boyunca sallanan ve sahada maçı yaşamayan belki de tek isim olan Michael Carrick’in işgüzarlığı cezasız bırakılmadı. Yukarıda Badstuber ismini eleştirirken dün özelinde bir yanlış görmüyorum van Gaal tarafında. Sadece bu seviyede yerli oyuncular bulmanın her zaman zor bir iş olduğunu, bunu Jansen’de bulan Bayern’in oyuncuya hak ettiği değeri vermemesinin acı verici olması gerektiğini belirtmek istemiştim. “Badstuber tecrübesizdi de Rafael mi tecrübeli olan” diye soranları böyle savuştururum, fakat Ronaldinho karşısında hayata küsen Rafael görüntüsünün dün Fransız önünde gayet sağlam duran Rafael görüntüsünde bir etken olduğu da benim görüşümdür. Badstuber, Valencia seviyesinde bir adama karşı bile test edilmemişti kısa kariyeri boyunca. Rafael içinse Franck Ribery’ye karşı oynamak tahayyül edilemeyecek derecede bir tecrübe değildi santradan önce…
Rooney-O’Shea değişikliği ve Arjen Robben’in golü sonrası Giggs-Berbatov hamlelerinin geldiği dakikalar da sorgulanmakta. Ben özellikle John O’Shea tercihinde büyük hayal kırıklığı yaşadım. Sezon boyunca sakatlıklar nedeniyle sağ bekte görev bulmuş Fletcher-Carrick ikilisinden birinin -muhtemelen ikincisinin- sağ beke çekileceğini ve Rooney yerine direngen bir orta saha elemanının -tercihen Scholesy- şans bulacağını düşünüyordum. Bayern gibi bir rakibe karşı 35 dakika skoru tutabileceğini düşünecek kadar iyimser olduğuna inanmak istemiyorum Fergie’nin. Bir de maçın ardından Rafael’in atıldığı pozisyonda hakemi çevreleyen Bayern oyuncularını eleştirirken, bugün Alman basınında büyük yankı bulan ‘tipik Almanlar’ tabirini kullanan Fergie’nin Almanlar’ın tipik özelliklerinden çok da haberdar olmadığının bir kanıtıdır. Maç sırasındaki ikinci isabetli tahminim de bir haftalık sürece sığan bu iki hakem hatası üzerine Fergie’nin basın toplantısının renkli geçeceği yönündeki oldu. Bu arada evet, ikinci sarının fazlasıyla ağır olduğunu düşünüyorum. Gerçi maç sonrası maçla ilgili herhangi bir görüntü izlememe alışkanlığımı sürdürüyorum, ikna edilebilirim halen…
Çok güzel bir hafta olmadı United açısından… Lakers-Celtics serisindeki efsanevi geri dönüşün yaşandığı dördüncü maçı, geçen seneki 4-1’lik utanç verici Liverpool mağlubiyetini yaşadığım James Joyce Pub’daki acayip listeye eklenecektir bu kara hafta da. Yine de ölmekten iyidir.*
2003’te İngilizler elendikten sonra Juventus-Real Madrid eşleşmesi dışında izlemeye değer pek bir şey kalmamıştı. O zamanki İtalyan futbolu da bugünküyle karşılaştırılamayacak bir seviyedeydi ki İtalyan sporunun çizdiği grafik düşünülünce anlaşılmayacak bir durum değil. Yine izlenecek pek bir şey kalmadı gibi. Barcelona-Inter? İlgilenmiyorum.
* Sanırım Ayça Şen’in kötü geçen bir günün ardından söylediği bir sözdü.