Yeni Yüzler

Her büyük turnuva yeni isimleri üst düzey futbolun vitrinine çıkarır. Bu sene de beklentinin üzerinde yoğunlaştığı isimlerin en azından fotoğraflarını sergilemek istedim. İçlerinden bu beklentileri karşılayanların adı önümüzdeki yıllarda da bu blogda sıklıkla geçecektir zaten. Şimdilik amaç göz aşinalığını yaşatmak. Bir de yorgunluğunu öne sürerek, bu isimlerin arasında yer almayı ‘tercih’ etmeyenler var. Krkic’e selam olsun, Modric bize yeter. İşte bu yaz, ilk majör turnuvalarında izleme fırsatı bulacağımız isimler:

Arda Turan (Türkiye)

Nani (Portekiz)

Gökhan İnler (İsviçre)

Martin Fenin (Çek Cumhuriyeti)

Mario Gomez (Almanya)

Luka Modric (Hırvatistan)

Jakub Blaszczykowski (Polonya)

Sebastian Prödl (Avusturya)

Samir Nasri (Fransa)
Alberto Aquilani (İtalya)

Ciprian Marica (Romanya)

Klaas Jan Huntelaar (Hollanda)

Igor Akinfeev (Rusya)

Markus Rosenberg (İsveç)

Vassilis Torosidis (Yunanistan)

David Silva (İspanya)

Alışılmadık Kask Alışıldık Zafer


Valentino Rossi, motorunu evi İtalya’da üst üste 7.zaferine sürerken, kaskıyla da hayal gücünün sınırlarını gösterdi hepimize. Daha önce kendi dizayn ettiği kasklar da giymişti, bu seferkinin ise Aldo Drudi’nin fikri olduğunu söylemiş. Şimdi Rossi’nin Ferrari’yle dirsek temasında olduğu günleri hatırlıyorum da… Son dönemde temaşadan gitgide uzaklaşan Formula 1’in aradığı kan kesinlikle The Doctor’dı. Sanmıyorum bu saatten sonra MotoGP’yi bıraksın, ama kesinlikle motor sporları tarihinin gördüğü en büyük kahramanlardan.

GUY LOVE

Doğu Konferansı Finalleri boyunca Rasheed’in KG’ye gösterdiği abartılı sevgi, takım içerisinde çok hoş karşılanmamış. Son maç sonrası, iki takım oyuncularının birbirlerini tebrik etmesi kabul edilebilir bir durum olarak görülebilir, ancak Garnett ve Wallace arasında bundan fazlası vardı. Özellikle bu ritüelin 5.maç sonrası tekrarlanması Rip’i küplere bindirmiş, Lindsey Hunter’ın söylediğine göre. Bu tartışmanın sonu nereye gider bilinmez, ancak şu bir gerçek ki Motor City’de bu yaz çok hareketli geçecek. William Davidson’ın memnun olmadığı, son maçta da görüldü zaten.

Grup A – Türkiye


A Grubu takımları hakkındaki incelememize milli takımımız ile noktayı koyuyoruz. Takımla ilgili yazdığım son yazıdan bugüne köprünün altından çok sular geçti. Son kesik yiyen isimler Yıldıray, Halil ve İbrahim oldular. Hazırlık maçlarına yansıyan tabloda, Terim’in kafasında bir 4-3-3 olduğu görülüyor. Uruguay maçı sonrası bunu yazarken bir deneme olabileceği şüphesi de vardı içimde, o yüzden değinip geçmiştim. Ancak Nihat’ı sıkıntılı bir turnuvanın beklediğini söylemeliyim en azından. Nihat’ın solunda Tuncay-Arda ikilisinden biri, sağında ise Kazım-Gökdeniz ikilisinden biri destek kuvvetlerini oluşturacak. Duruma göre Mevlüt de her iki kanatta kullanılabilir. Bu dizilişi gördüğümüzde Yıldıray tercihini anlayabiliyorum, buna ilaveten sezon içinde izlediğim Stuttgart maçlarında, Yıldıray’ın takımın zayıf halkası olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmıştım defaatle. Oysa ki ne büyük beklenti içerisine girmiştim Tugay’ın jübilesi vesilesiyle oynanan Brezilya maçı sonrası. İbrahim de benim görüşüme göre oyunculuğu abartılan bir isim. İnönü’de Sheriff karşısında ilk maçına çıktığında çıplak gözle izlediğimde de bu görüşe sahiptim, halen belli bir kaliteden yoksun olduğu düşüncesindeyim. Getafe’ye transferi kafamı karıştırmadı değil, ama genel olarak yerinde bir karar bence Terim’inki. Ancak Halil tercihini anlamam mümkün değil, hele bu formasyonu gördükten sonra. Nihat’ın sağına Kazım’dan da, Gökdeniz’den de çok yakışırdı çünkü Halil. Bütün sezonu 4-3-3’te Nihat’ın misyonunu üstlenmiş Kuranyi’nin sağ arkasında geçirdi Halil, solda da Lövenkrands veya çoğunlukla Sanchez yer almıştı.

4-3-3 konusunda da şüphelerim var. Schalke örneğinden bahsetmişken, onlara kıyasla elimizde sözkonusu formasyona çok daha uygun bir oyuncu grubu olduğu ortada. Emre konusundaki tüm şüphelerime rağmen Emre-Aurelio-Hamit üçlüsü birçok takımı imrendirecek türde bir üçlü. Ayrıca Hamit ve Tuncay’ın birçok bölgede oynayabilen oyuncular olması, bu takımı maç içerisinde 4-4-2’ye de döndürebilir, Tuncay’ın solda Hamit’in sağda yer alacağı. Aslında ileri uçtaki Kazım-Nihat ikilisiyle tamamlanan bir 4-4-2 bu takım için daha yararlı bana kalırsa.


Savunma konusunda ise sıkıntılar yaşayacağımız ortada. Hakan-Servet-Gökhan-Sabri dörtlüsü kim ne derse desin bu turnuvanın en zayıf, en azından en beceriksiz dörtlüsünü vadetmekte(Avusturya ihmal). Buna rağmen elimizde ümitli olmak için yeterli bir orta saha var, Nihat da takım 4-4-2’ye döndüğü müddetçe etkisini gösterecektir. İsviçre maçı en kritik maç kanımca. O maçta alınacak bir galibiyet Çekler önüne moralli çıkmamızı sağlayacaktır. Genel olarak kısa bir orta sahaya sahip takımımızı fiziksel açıdan çok zorlayacak bu rakibe karşı buna ihtiyacımız var şüphesiz. Türkiye’nin saha dışı koşullar devreye girince potansiyellerini aşan bir karakteristik taşıdığını bilerek, kağıt üzerinde grup dördüncüsü olarak gördüğüm milli takımımızın yapacağı hiçbir şeye şaşırmayacağımı da peşinen söyleyeyim. Kendisini çok sevsem de son açıklamalarından sonra, Cristiano’ya kendimizi tanıtabilirsek bu da çok hoşuma gider doğrusu. Hadi koçlar, alın da gelin!

1. Rüştü Reçber, Beşiktaş JK
2. Servet Çetin, Galatasaray AŞ
3. Hakan Balta, Galatasaray AŞ
4. Gökhan Zan, Beşiktaş JK
5. Emre Belözoğlu, Newcastle United FC
6. Mehmet Topal, Galatasaray AŞ
7. Mehmet Aurélio, Fenerbahçe SK
8. Nihat Kahveci, Villarreal CF
9. Semih Şentürk, Fenerbahçe SK
10. Gökdeniz Karadeniz, FC Rubin Kazan
11. Tümer Metin, Larissa FC
12. Tolga Zengin, Trabzonspor
13. Emre Güngör, Galatasaray AŞ
14. Arda Turan, Galatasaray AŞ
15. Emre Aşık, Ankaraspor
16. Uğur Boral, Fenerbahçe SK
17. Tuncay Şanlı, Middlesbrough FC
18. Kazım Kazım, Fenerbahçe SK
19. Ayhan Akman, Galatasaray AŞ
20. Sabri Sarıoğlu, Galatasaray AŞ
21. Mevlüt Erdinç, FC Sochaux-Montbéliard
22. Hamit Altıntop, FC Bayern München
23. Volkan Demirel, Fenerbahçe SK

Grup A – Çek Cumhuriyeti


Çek Cumhuriyeti açısından Euro 2008 beklenti bakımından alışılagelmişin dışında bir turnuva. Euro ’96’daki sürpriz final başarısı sonrası Çek Cumhuriyeti, (katılabildiği) her turnuva öncesi gizli favori olarak gösterildi birileri tarafından. “X takımı favorim ama, Çekler kazanırsa da hiç şaşırmam” kalıbı her turnuva öncesi gündeme geldi, ancak hiçbir zaman 1996’daki başarı tekrarlanamadı. Aslında 2004’teki oyun gerçekten vaadkar bir oyundu, ancak yarı finalde Yunanistan’ın bir sürprizi vardı Çekya’ya. 2006 ise tam anlamıyla hayal kırıklığı getirdi, ABD karşısında gelen müthiş başlangıç sonrası.

Bu turnuvanın Çek cephesindeki bir diğer önemli tarafı ise 2001’den beri takıma oynattığı neo-total futbol ile beğeni toplayan Brückner için veda niteliği taşıması. Oyuncuları, kendisine bir kupa hediye edebilir mi, o klastan uzak görünmekteler. 2006’da elde büyük şöhrete sahip birçok oyuncu bulunduruyordu Brückner, en çok eleştirildiği nokta ise kadroda 25 yaşın altında sadece 2 oyuncu bulunmasıydı. Bu kadroda ise bazı parlak gençlerin varlığı dikkat çekiyor. Özellikle Bundesliga’da forma giyen Martin Fenin’den beklenti büyük.


Kadronun savunma yanına duyulan güven üst düzeyde aslında. Elemeler boyunca 5 gol yiyen bir takımdan bahsediyoruz. Avrupa’nın şu andaki en iyi kalecisi olması olası Cech önüne kurulan Jankulovski – Rozehnal – Kovac – Ujfalusi tandemi, turnuvadaki birçok takımın ağzını sulandıracak cinsten. Ancak hücum gücü konusunda büyük soru işaretleri var. Bunun en büyük nedeni ise Rosicky’nin Ocak ayında yaşadığı ciddi sakatlık sonrası turnuvada takımda bulunamayacak olması. Cech ve Koller’in Nedved’i ikna çabaları da sonuç bulmayınca, o bölgede bir eksiklik olduğu ortaya çıktı. Ancak Rosicky’nin olmadığı bir kadroyla alınan Almanya galibiyeti, hazırlık maçlarında Sionko ve Fenin’in gösterdikleri performans turnuva arefesinde umut ışıklarının oluşumuna zemin hazırladı. Yine de geçmiş yıllarda Nemec, Poborsky, Nedved, Rosicky gibi oyunculardan alınan katkıyı vermelerini beklemiyorum. Sonuçta bu oyuncuların kalitesi geçmişle kıyaslama yapacaksak, bir Smicer veya Lokvenc katkısı olarak geri döner en fazla. Grubun en kötü kadrosu gibi gözükse de, Çekler’in oynadığı oyunun hiçbir zaman standartların altına inmemiş olması ve Türkiye’ye her zaman ters gelmiş olması bizi endişeye sürükleyen bir durum tabi.

1. Petr Čech, Chelsea FC
2. Zdeněk Grygera, Juventus
3. Jan Polák, RSC Anderlecht
4. Tomáš Galásek, 1. FC Nürnberg
5. Radoslav Kováč, FC Spartak Moskva
6. Marek Jankulovski, AC Milan
7. Libor Sionko, FC København
8. Martin Fenin, Eintracht Frankfurt
9. Jan Koller, 1. FC Nürnberg
10. Václav Svěrkoš, FC Baník Ostrava
11. Stanislav Vlček, RSC Anderlecht
12. Zdeněk Pospěch, FC København
13. Michal Kadlec, AC Sparta Praha
14. David Jarolím, Hamburger SV
15. Milan Baroš, Porsmouth FC
16. Jaromír Blažek, 1. FC Nürnberg
17. Marek Matějovský, Reading FC
18. Tomáš Sivok, AC Sparta Praha
19. Rudolf Skácel, Hertha BSC Berlin
20. Jaroslav Plašil, CA Osasuna
21. Tomáš Ujfaluši, ACF Fiorentina
22. David Rozehnal, S.S. Lazio
23. Daniel Zítka, RSC Anderlecht

Sasha “Berk” Vujacic


Berk demişken, esprinin kaynağından çok emin olmamakla birlikte telif hakkı Türkiye’nin en büyük Lakerlarından biri olan Orkun Çolakoğlu’na ait olmalı. Zamanla anonim bir özellik kazandı, benim de elim lakap olarak The Machine’i kullanmaya gitmedi. Bu açıklamadan sonra da şunu belirtmek isterim ki birisi bundan 1 yıl kadar önce, bir blogda yazacağım ilk basketbol yazısının Vujacic hakkında olacağını söylese, vücudumun hangi uzvuyla güleceğimi şaşırırdım muhtemelen. Hayat nelere kadir…

Aslında Sasha, ilk geldiği gün antipatimi kazanmıştı. Benim gördüğüm hiçbir mock draftte adı Lakers ile anılmayan bir Sloven için çok ihtiyacımız olan bir 1. tur hakkını kullanmıştık. O günlerde, bu adamın ‘muazzam’ şutörlüğünün yanısıra, top hakimiyeti ile oyun kurucu pozisyonunu da kotarabileceği, bu pozisyonda dakikalar alabileceği söyleniyordu. Doğruya doğru, o gün için ne güvenilir bir şutöre, ne de sağlam bir back-up guarda sahiptik. “Tamam” dedim, “Kupchak doğrusunu yaptı bu sefer galiba” diye geçirdim içimden çok da inanmayarak.


İlk sezonunda kenardaydı genelde. İkinci sezonunda takımdaki rolü bir anda güçlendi, aldığı dakikalar üçe hatta dörde katlandı, böylelikle biz de Kupchak hakkında bir an için bile olsa olumlu bir düşünceye sahip olduğumuz için kendimizi suçladık. Bugün kullanılan lakabının hakkını verircesine, umarsızca şut kullanıyordu makine düzeninde. Ama ayara ihtiyacı vardı sözkonusu makinenin. Bu noktada Zen Master’ın devreye girmesi beklendi. O ise, Sasha’nın takım sete oturmadan kullandığı her şutu ödüllendiriyordu sanki. Phil Jackson’daki kredisi yüksekti yani Berk’in. Hakkını verdiğini görmemiz için ise bu seneye kadar beklememiz gerekti.

Peki bu sene ne oldu da Sasha bu kadar yol kat etti, ya da ne oldu beni bu yazıya iten? Bu gelişim, Andrew Bynum’ın gösterdiği gelişimle yakından ilintili aslında. Bu sene Lakers nihayet dominant bir uzuna kavuştu, en azından yer kaplayabilen ve rakip için tehdit olabilen bir uzun. Bu sayede Shaq sonrası dönemde takım ilk kez triangle offensei hakkını vererek oynayabilir hale geldi. İyi sonuç verecek bir triangleın mümkün olması için gereken en önemli unsurlardan biri bir nokta şutördür, en azından boş kaldığı zaman şutunu gönül rahatlığıyla izleyebileceğiniz. Three-peat süresince böyle oyuncuların varlığı Lakers’ın işini kolaylaştıran etkenlerdendi. Şuta spesifize olmuş oyuncular yoktu belki Sasha gibi ama kim Horry’yi, ya da Fox’ı çizginin dışında görüp de kaçırmasını umabilir.


Bynum’ın sakatlanması ile Gasol takası arasında geçen zaman zarfı Sasha için pek iyi geçmedi, yukarıda yazanların sonucunda. Ancak sonrasında öyle bir Sasha izlemeye başladık ki… 2006 yılında takımın go-to-guyıymış gibi rahat şut savuran adam, 2 sezon içerisinde “Kobe, Sasha’ya versene topu, adam hissediyor işte” dememize zemin hazırlayan adam olmuştu. Play-offlar sırasında ise iyice zıvanadan çıkmış bir Vujacic vardı. Özellikle, Jazz serisinde 2 maçın kazanılmasını tek başına sağladı. Daha rahat pozisyonlarda bulduğu şutları değerlendirmesi değildi onu geçtiğimiz seneki Berk’ten farklı kılan, oyununun olgunlaştığı da aşikardı. Hiçbir zor şutu kullanmadı, zaman zaman formsuz Boozer, yumuşak Mehmet’in olduğu pota altına dalışlar da yaptı saçlarını siper ederek. Ancak kariyerinde sınıf atladığı bir seri varsa, o da Spurs serisidir. Tüm bu yaptıklarına, Manu Ginobili’ye yapılan kusursuz savunmayı ekleyin. Manu’nun sakatlığının onu etkilediği açıktı, fakat Sasha yapılması gereken her şeyi yaptı karşısında. Buna zaman zaman başvurmaktan çekinmediği floplar da dahil.

Sasha’yı seversiniz ya da sevmezsiniz, ama bugün Konferans Şampiyonu olmuş bir Lakers’ın taraftarı olarak mutluluk duyuyorsanız Aleksandar Sasha Vujacic teşekkür etmeniz gereken ikinci isimdir. Gösterdiği gelişime, kazandığı olgunluğa, can alan şutlarına, özverili savunmasına, flopperlığına bile. Yine ilk sıradasın Chris, en sevdiğimiz GMler listesinde olduğu gibi…

Grup A – İsviçre


İsviçre de turnuva öncesi soru işaretlerinin hakim olduğu ülkelerden. Bu soru işaretlerinin başlıca kaynağı, direkt kalifikasyon uygulaması sebebiyle test işlevi görebilecek üst düzey maçlara çıkma fırsatı bulamamış olmaları. Son resmi maçını 2006 Dünya Kupası’nda oynayan İsviçre’nin elinde Çek Cumhuriyeti karşılaşmasında takımın neler yapabileceği konusunda referans olabilecek herhangi bir veri yok. Ancak son Dünya Kupası’nda gelen 2.tur, büyük çoğunluk tarafından başarı sayılmakta, bu da umut tohumlarının daha hızlı yeşermesini sağlıyor.

İsviçre, ülke kamuoyunda en değerli test gözüyle bakılan Almanya maçında 4-0 mağlup olunca eleştiri okları kurt hoca Jakob “Köbi” Kuhn’a çevrilmişti. Köbi, ülkede genel olarak saygı duyulan bir hoca. Aynı zamanda turnuva sonrası görevi Ottmar Hitzfeld’e devredecek olması ülke futboluna büyük yararları dokunan Kuhn’u eleştirmeden önce bir kez daha düşünmeye itiyor insanları doğal olarak. Ancak herkes şunu biliyor ki, İsviçre yıllardır arzulanan o büyük başarıyı gerçekleştirecekse, bunu bu turnuvada taraftarı önünde yapacak. Bu gerçeğin tahammül sınırlarına etkisi de ortada.


Eldeki kadro fena bir kadro değil. Avrupa Şampiyonaları, Blätter’in kudretinin kapsamında kalan bir turnuva değil tabi ama tüm futbol dünyası İsviçre’nin olayın içinde olmasını istiyor. En azından bir evsahibinin eleminasyon turlarında ilerlemesi organizasyon için çok önemli, bunu milyonların başarıya giden Alman Milli Takımı etrafında toplandığı ve kendi deyimleriyle Sommermärchen’ı gerçekleştirdiği 2006 Dünya Kupası’nda da görmüştük. Bu noktada İsviçre’nin Avusturya’dan daha avantajlı olduğu da ortada. Kadroda çekirdek kadroyu oluşturan yıllanmış isimler dışında, genç yıldız adayları da bulunuyor. Kuhn’un genç oyuncularla oynamayı sevdiği bilinen bir gerçek, bu bağlamda Gökhan İnler ve Eren Derdiyok’u izlemek de bizim için heyecanlı olacak. İkincilik için en avantajlı takımlar, kaleciden yana sıkıntı yaşamazlar ise.

1. Diego Benaglio, VfL Wolfsburg
2. Johan Djourou, Arsenal FC
3. Ludovic Magnin, VfB Stuttgart
4. Philippe Senderos, Arsenal FC
5. Stephan Lichtsteiner, LOSC Lille Métropole
6. Benjamin Huggel, FC Basel 1893
7. Ricardo Cabanas, Grasshopper-Club
8. Gökhan İnler, Udinese Calcio
9. Alexander Frei, BV Borussia Dortmund
10. Hakan Yakin, BSC Young Boys
11. Marco Streller, FC Basel 1893
12. Eren Derdiyok, FC Basel 1893
13. Stéphane Grichting, AJ Auxerre
14. Daniel Gygax, FC Metz
15. Gelson Fernandes, Manchester City FC
16. Tranquillo Barnetta, Bayer 04 Leverkusen
17. Christoph Spycher, Eintracht Frankfurt
18. Pascal Zuberbühler, Neuchâtel Xamax FC
19. Valon Behrami, S.S. Lazio
20. Patrick Müller, Olympique Lyonnais
21. Eldin Jakupovic, Grasshopper-Club
22. Johan Vonlanthen, FC Salzburg
23. Philipp Degen, BV Borussia Dortmund

Grup A – Portekiz


Portekiz turnuvaya gelirken ülke içerisinde bir ikilik sözkonusu. Bir kesim, Scolari’nin artık misyonunu tamamladığını düşünmekle birlikte, Portekiz’in iki altın jenerasyonunu kesiştiren bir döneme denk gelen ve evsahibi oldukları bir turnuvada onları hedefe taşıyamayan Big Phil’e güven duymaktan çok uzaklar. Yine aynı kesim, Figo’nun yokluğunun doldurulamadığından, Deco’nun hiçbir zaman kulüp takımlarındaki performansını milli takıma yansıtamadığından dem vurmakta. Bu kesimin eleştiri oklarını doğrulttuğu isimlerden bir diğeri de kaleci Ricardo. Hatta bu turnuvada kaleyi Quim’in devralmasını isteyenler de yok değil.

İyimser kesimde saf tutanlar ise, bu takımın Figo’yu, Rui Costa’yı, Joao Pinto’yu içine alan altın jenerasyonu bile aşacak kalitede bir hücum hattına sahip olduğunu düşünüyor, bu noktada Nani’nin, Quaresma’nın takımlarında üstlendikleri rolü dayanak gösteriyorlar. Tabi ki, en büyük güvenceleri ülkedeki en karamsar kişinin dahi büyüklüğünü sorgulamadığı Cristiano Ronaldo.


Ülke bu konuları tartışadursun, Portekiz Milli Takımı hedef için odaklanmışa benziyor. Scolari’nin eleme aşamasında Dragutinovic ile yaşadıkları çok eleştirilse de, bu olaya karşı alınan ortak tavır, takım içi bağları da güçlendirdi. Boavista ile çok parlak bir sezon geçiren biraderi Jorge Ribeiro kadrodayken Maniche’in kadroda yer bulamaması da yeni tartışmalara mahal verdi. Bu karar bana da yanlış gelse de, Almanya’nın 1 boy önünde turnuva favorim Portekiz gün itibarı ile.

1. Ricardo, Real Betis Balompié
2. Paulo Ferreira, Chelsea FC
3. Bruno Alves, FC Porto
4. Bosingwa, FC Porto
5. Fernando Meira, VfB Stuttgart
6. Raul Meireles,
FC Porto
7. Cristiano Ronaldo, Manchester United FC
8. Petit, SL Benfica

9. Hugo Almeida, Werder Bremen
10. João Moutinho, Sporting Clube de Portugal
11. Simão, Club Atlético de Madrid
12. Quim, SL Benfica
13. Miguel, Valencia FC
14. Jorge Ribeiro, Boavista FC
15. Pepe, Real Madrid CF
16. Ricardo Carvalho,
Chelsea FC
17. Ricardo Quaresma, FC Porto
18. Miguel Veloso, Sporting Clube de Portugal
19. Nani, Manchester United FC
20. Deco, FC Barcelona
21. Nuno Gomes, SL Benfica
22. Rui Patrício, Sporting Clube de Portugal
23. Hélder Postiga, Panathinaikos FC

Yeni Bir Yıldız Mı Geliyor?

Yıllardır Türk basketbolunda uzun oyuncu problemi çekiyoruz derken son yıllarda yetişen yeni genç uzunlarımız sayesinde bu açığımızı yavaş yavaş kapamaya başladık. Semih Erden, Oğuz Savaş, Ömer Aşık gibi şu anda izleyebildiğimiz ve bu yaşlarında bile Euroleague’de önemli süreler alan oyuncularımız var. Ömer Aşık ve Semih Erden büyük olasılık seneye NBA draftında seçilecek oyuncularımız.Ama yazımızda bahsedeceğimiz oyuncu, altyapıları takip etmeyen kişilerin henüz farkında olmadığı 20.05.1992 doğumlu Enes Kanter.

Peki neden Enes’ten bu kadar ümitliyiz? Şimdiye kadarki basketbol geçmişine bakacak olursak çok geriye gitmeden bu yılki Albert Schweitzer Turnuvası’ndan başlayabiliriz.18 yaş ve altı oyuncuların oynadığı, resmi bir turnuva olmayan ama tüm scoutların takip ettiği Albert Schweitzer (futboldaki Toulon Cup’la benzerlikler gösteren bir turnuva)’de kendinden neredeyse 2-3 yaş büyük oyuncularla karşılaşan Enes, turnuvanın en iyi pivotu ve en yetenekli oyuncusu seçilerek tüm NBA scoutlarının dikkatini çekti ve dünyaca ünlü birkaç NBA mock draft sitesinde de gelecek draftlarda üst sıralarda seçilmesi muhtemel oyuncular arasına şimdiden girdi. 2.06 olmasına rağmen diğer yaşıtlarına göre çok iyi bir orta mesafe şutu var ve üstün bir rebound sezgisine sahip. Yaşının 16 olması nedeniyle boyunun biraz daha uzayacağı bir gerçek. 2.10 üzerinde bir boya ulaşır ve gelişimine devam ederse yeni bir NBA yıldızına sahip olmamız oldukça yüksek olasılık.

Ama izleyemediğimiz, sadece internette takip edebildiğimiz oyuncuyu nasıl ve ne zaman televizyonda izleyeceğiz derken, TRT 3’ün Türkiye Gençler Şampiyonası’nı yayınlayacağını öğrenip TV başına geçtim. Kendinden 2 yaş büyük oyuncularla mücadele etmesi potansiyelini daha iyi görmemize neden olacaktı. Finali Pertevniyal 70-65 kazanmasına rağmen Enes, 32 sayı 16 ribaundluk dominant performansı ile gözlerimizi bir kere daha kamaştırdı ve bizi gelecek için daha ümitli hale getirdi açıkçası. Seneye büyük olasılıkla Alpella forması altında TB2L’de veya Semih ve Ömer in NBA olma olasılığından dolayı belki de Fenerbahçe Ülker forması altında TBL ve Eurolegue de izleyeceğimiz Enes Kanter umarım Mehmet Okur ve Hidayet Türkoğlu’nun ulaştığı seviyeye gelir ve yeni yıldızımızı gururla izleriz.

DESTEK?


En büyük kupanın da gözyaşları arasında sahibini bulmasının ardından Euro ’08 ateşini iyiden iyiye hissetmeye başladık. “Aday kadroda kimler olacak, kimler olmayacak?” sorusunun cevabını aradık önce. Nuri Şahin, Ümit Karan, Mehmet Topuz, Fatih Tekke gibi isimlerin bu kadroda yer bulamayışı bakış açısıyla ilintili olarak zihinlerde soru işaretlerine yol açtı. Ancak Türk milleti olarak bu ve benzeri durumlarda istisnasız olarak devreye giren karakterimiz ortaya çıktı ve birkaç ‘çatlak’ ses dışında kenetlendik “Fatih Terim ve 27 Aslanı” etrafında. Eleştiriler ise her zamanki gibi “Şiddeti artacak!” notuyla birlikte turnuva sonrasına ertelendi. Bu yaklaşım çok sağlıklı görünmemekle birlikte, yıllardır ulusal takımlarımız için büyük avantaj oluşturdu bana kalırsa. Ancak gelecek bir mağlubiyetin ardından zihinlerin arkasına itilen o soru işaretleri gün yüzüne çıkacaktır yavaş yavaş.

Fatih Terim’i bekleyen ilk görev 27 olan aslan sayısını 23’e düşürmek. İlk hazırlık olan Slovakya maçı da bu amaca hizmet etti. Bazı oyuncular son şanslarını kullandılar belki de. İyi kullananlar da oldu bu son şansı. Örnekse; Kazım Kazım(!). Gökhan Gönül’ün sakatlığı hiç istemediği bir şekilde de olsa görevinde yardımcı oldu Terim’e. Servet’in sakatlık durumunun ciddiyeti bilinmez, ancak Tümer, Ayhan, İbrahim, Emre Güngör gibi isimler takımdan kesilme korkusunu ciddi bir biçimde yaşıyorlardır şu günlerde tahminimce. Mevlüt’ün gönderilebileceği de konuşulmuyor değil, ancak kadroda sadece 4 forvet görülüyor, Tuncay ve Kazım’ın kanatta değerlendirileceği düşünülünce. Bunlar arasında sırtı dönük oynayabilecek oyuncu olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu, Fatih Terim’in antrenmanlarda verdiği 4-3-2-1 sinyalleri ise tamamen ayrı bir hikaye. Açıkçası kadronun aldığı hal, Kazım’a verilen rol bu sinyallerin çok da yanıltıcı olmadığının göstergesi. Fakat o formasyondaki ‘1’i zor günlerin beklediği ortada.


Maç özeline inme konusunda çok istekli değilim esasen. Çok acemice yapılmış iki penaltı ve sonucunda yenmiş iki gol var. Ancak bu penaltıların gelişimine dikkat etmemiz lazım. İkinci penaltı, Gökhan Zan’ın bulunduğu bir savunma hattından beklenir bir gaflet anının sonucu belki ama ilk penaltı gafletle açıklanacak gibi değil. Rakibin tek forveti olan Luis Suarez’in her istediğinde defansımızın arkasına sarkabilmesi hiç hoş bir görüntü değil. Kabul, Suarez’i Ajax’a getiren de bu özelliği ama Cristiano Ronaldo, Simao Sabrosa, Nani, Ricardo Quaresma, hatta Hugo Almeida gibi oyuncuların olduğu Portekiz karşısında savunmamızın ne durumlara düşeceğini öngörmek zor değil.

Savunmamızın bu kadar kötü görünmesinin bir diğer sebebi de Mehmet Aurelio’nun yerinin Mehmet Topal’a verilmesiydi muhtemelen. Zira bizim şampiyonada ilerlememiz, savunma oyuncularının yükünü takımın diğer elemanlarına ne ölçüde aktarabileceğimizden geçecek. Formsuz bir Emre Belözoğlu, Gökhan Gönül’ün sakatlığı sonrası sağ beke hapsolması olası Hamit ve Milli Takım’a seçilmenin ve beklentilerin sarhoşluğu içerisindeki Mehmet Topal’la bunu ne kadar başarabileceğimizi göreceğiz. Tuncay-Arda-Yıldıray-Kazım-Tümer oyuncu grubundan üçünün aynı anda forma giydiği hiçbir maçın kolay geçeceğini sanmıyorum bizim adımıza.

Her şeye rağmen Milli Takım’ın yararına olacağına inanılıyorsa bugün için sorgulamadan arkasındayız tüm kafilenin. Moda tabirle: “Hep destek, tam destek”