Sasha “Berk” Vujacic


Berk demişken, esprinin kaynağından çok emin olmamakla birlikte telif hakkı Türkiye’nin en büyük Lakerlarından biri olan Orkun Çolakoğlu’na ait olmalı. Zamanla anonim bir özellik kazandı, benim de elim lakap olarak The Machine’i kullanmaya gitmedi. Bu açıklamadan sonra da şunu belirtmek isterim ki birisi bundan 1 yıl kadar önce, bir blogda yazacağım ilk basketbol yazısının Vujacic hakkında olacağını söylese, vücudumun hangi uzvuyla güleceğimi şaşırırdım muhtemelen. Hayat nelere kadir…

Aslında Sasha, ilk geldiği gün antipatimi kazanmıştı. Benim gördüğüm hiçbir mock draftte adı Lakers ile anılmayan bir Sloven için çok ihtiyacımız olan bir 1. tur hakkını kullanmıştık. O günlerde, bu adamın ‘muazzam’ şutörlüğünün yanısıra, top hakimiyeti ile oyun kurucu pozisyonunu da kotarabileceği, bu pozisyonda dakikalar alabileceği söyleniyordu. Doğruya doğru, o gün için ne güvenilir bir şutöre, ne de sağlam bir back-up guarda sahiptik. “Tamam” dedim, “Kupchak doğrusunu yaptı bu sefer galiba” diye geçirdim içimden çok da inanmayarak.


İlk sezonunda kenardaydı genelde. İkinci sezonunda takımdaki rolü bir anda güçlendi, aldığı dakikalar üçe hatta dörde katlandı, böylelikle biz de Kupchak hakkında bir an için bile olsa olumlu bir düşünceye sahip olduğumuz için kendimizi suçladık. Bugün kullanılan lakabının hakkını verircesine, umarsızca şut kullanıyordu makine düzeninde. Ama ayara ihtiyacı vardı sözkonusu makinenin. Bu noktada Zen Master’ın devreye girmesi beklendi. O ise, Sasha’nın takım sete oturmadan kullandığı her şutu ödüllendiriyordu sanki. Phil Jackson’daki kredisi yüksekti yani Berk’in. Hakkını verdiğini görmemiz için ise bu seneye kadar beklememiz gerekti.

Peki bu sene ne oldu da Sasha bu kadar yol kat etti, ya da ne oldu beni bu yazıya iten? Bu gelişim, Andrew Bynum’ın gösterdiği gelişimle yakından ilintili aslında. Bu sene Lakers nihayet dominant bir uzuna kavuştu, en azından yer kaplayabilen ve rakip için tehdit olabilen bir uzun. Bu sayede Shaq sonrası dönemde takım ilk kez triangle offensei hakkını vererek oynayabilir hale geldi. İyi sonuç verecek bir triangleın mümkün olması için gereken en önemli unsurlardan biri bir nokta şutördür, en azından boş kaldığı zaman şutunu gönül rahatlığıyla izleyebileceğiniz. Three-peat süresince böyle oyuncuların varlığı Lakers’ın işini kolaylaştıran etkenlerdendi. Şuta spesifize olmuş oyuncular yoktu belki Sasha gibi ama kim Horry’yi, ya da Fox’ı çizginin dışında görüp de kaçırmasını umabilir.


Bynum’ın sakatlanması ile Gasol takası arasında geçen zaman zarfı Sasha için pek iyi geçmedi, yukarıda yazanların sonucunda. Ancak sonrasında öyle bir Sasha izlemeye başladık ki… 2006 yılında takımın go-to-guyıymış gibi rahat şut savuran adam, 2 sezon içerisinde “Kobe, Sasha’ya versene topu, adam hissediyor işte” dememize zemin hazırlayan adam olmuştu. Play-offlar sırasında ise iyice zıvanadan çıkmış bir Vujacic vardı. Özellikle, Jazz serisinde 2 maçın kazanılmasını tek başına sağladı. Daha rahat pozisyonlarda bulduğu şutları değerlendirmesi değildi onu geçtiğimiz seneki Berk’ten farklı kılan, oyununun olgunlaştığı da aşikardı. Hiçbir zor şutu kullanmadı, zaman zaman formsuz Boozer, yumuşak Mehmet’in olduğu pota altına dalışlar da yaptı saçlarını siper ederek. Ancak kariyerinde sınıf atladığı bir seri varsa, o da Spurs serisidir. Tüm bu yaptıklarına, Manu Ginobili’ye yapılan kusursuz savunmayı ekleyin. Manu’nun sakatlığının onu etkilediği açıktı, fakat Sasha yapılması gereken her şeyi yaptı karşısında. Buna zaman zaman başvurmaktan çekinmediği floplar da dahil.

Sasha’yı seversiniz ya da sevmezsiniz, ama bugün Konferans Şampiyonu olmuş bir Lakers’ın taraftarı olarak mutluluk duyuyorsanız Aleksandar Sasha Vujacic teşekkür etmeniz gereken ikinci isimdir. Gösterdiği gelişime, kazandığı olgunluğa, can alan şutlarına, özverili savunmasına, flopperlığına bile. Yine ilk sıradasın Chris, en sevdiğimiz GMler listesinde olduğu gibi…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *