Grup C – İtalya


Son Dünya Şampiyonu’nun turnuva öncesi yakınmak için yeteri kadar sebebi var. Milli takıma geri çağrılan Totti’nin, “Dizim 11 yerinden sakatken her maçta oynayamam. Dinlenmeye ihtiyacım var” diyerek görevi reddetmesi, Nesta’nın geri dönmemek üzere Squadra Azzurra kariyerine nokta koyması derken şampiyonaya bir hafta kala kaptan Cannavaro’nun sakatlığıyla sarsıldı Tifosiler. Neyse ki turnuva öncesi birçok spekülasyona yol açan Teknik Direktör Donadoni’nin belirsiz geleceği, sözleşmesinin uzatılması ile birlikte netlik kazandı. Yine de özellikle savunma hattı derin düşüncelere sevk ediyor İtalyanlar’ı. Barcelona’da kayıp bir sezon geçiren Zambrotta, bu yaşta eski performansını beklemenin haksızlık olacağı Panucci, üst düzey maç eksikliği aşikar Barzagli. Savunmanın en güvenilir isminin Materazzi olması birçok şey anlatıyor aslında tek başına.

Tabi takımın güçlü özellikleri de halen var, sonuçta son Dünya Kupası’nın sahibinden bahsetmekteyiz. Her şeyden önce Toni, kariyerinde yeni bir sayfa açarak Almanya’ya gitti ve Bavyera’daki ilk senesinde gol krallığına ulaştı. Donadoni onu tek forvet olarak düşünüyor ki bu görev için en uygun isimlerden biri Toni, takım arkadaşlarına yarattığı fırsatlarla. Solda Di Natale, sağda da Camoranesi Toni’nin bu özelliğinden en çok faydalanan oyuncular olmaya aday. “Keşke Iaquinta da olsaydı” diyen birçok İtalyan olduğunu tahmin etmek güç değil, ancak o da İtalyanlar’ın sakatlar ordusunun bir neferi. Orta sahada ise eşsiz bir zenginlik göze çarpmakta. Üçlü bir hat kullanması bekleniyor Donadoni’nin. Romalı oyuncularla birlikte bu üçlüye girmeye aday Milanlı oyuncuların yaşadıkları kötü sezon da Donadoni’nin kafasındaki bir başka soru işareti. Gattuso, son basın toplantısında Avrupa’nın en iyi üç orta saha oyuncusundan ikisini kadroda bulundurduklarından dem vurmuş, bu isimlerin Gerrard, De Rossi ve Pirlo olduğunu da eklemiş. Gattuso’nun Rüya XI’inde Gerrard’ın yerini kimin alacağı büyük soru işareti. Kadrodaki diğer iki Romanista da çok iyi bir sezon geçirdi, özellikle de Aquilani Real Madrid önünde muazzam bir futbol oynadı. Ancak Gattuso’yla başlaması muhtemel Donadoni’nin.


İtalya, Almanya kadrosundan bazı önemli oyuncuları kaybetmiş olabilir, ancak güçlü orta sahası, kaybetmekle ilgili ciddi sorunları olan santrforu ve sağlam savunma mentalitesiyle yine turnuvanın önemli favorilerinden. Benim görüşüm, Fransa’nın ardından çıkacakları bu gruptan. Sonrasını tahmin etmekse çok kolay değil. Lippi’nin çıtayı bıraktığı nokta düşünülürse Donadoni’yi zor bir misyonun beklediği ise bir gerçek.

1. Gianluigi Buffon, Juventus
2. Christian Panucci, AS Roma
3. Fabio Grosso, Olympique Lyonnais
4. Giorgio Chiellini, Juventus
5. Alessandro Gamberini, ACF Fiorentina
6. Andrea Barzagli, US Città di Palermo
7. Alessandro Del Piero, Juventus
8. Gennaro Gattuso, AC Milan
9. Luca Toni, FC Bayern München
10. Daniele De Rossi, AS Roma
11. Antonio Di Natale, Udinese Calcio
12. Marco Borriello, Genoa CFC
13. Massimo Ambrosini, AC Milan
14. Marco Amelia, AS Livorno Calcio
15. Fabio Quagliarella, Udinese Calcio
16. Mauro Camoranesi, Juventus
17. Morgan De Sanctis, Sevilla FC
18. Antonio Cassano, UC Sampdoria
19. Gianluca Zambrotta, FC Barcelona
20. Simone Perrotta, AS Roma
21. Andrea Pirlo, AC Milan
22. Alberto Aquilani, AS Roma
23. Marco Materazzi, FC Internazionale Milano

CELTICS vs. LAKERS Vol. 11


Uzunca bir seri değerlendirmesi yapmayı umuyordum, ancak Euro ’08 takım analizleri sıkıştırdı, destek de gelmeyince gecikti bu. Yine de seri başlamadan bir şeyler karalamak lazım. Seri yaşça büyük basketbolseverler için farklı anlamlar taşıyordur tabi ama salt bu sene özelinde baktığımızda da birçok hikayeyi içinde barındırıyor. Bir tarafta MVP olduğu sezonu kusursuz bir başarı hikayesiyle noktalamak isteyen bir süperyıldız var. Olası şampiyonlukta ilk olarak onun adı yazacak, önceki şampiyonluklarının aksine. Benche baktığımızda da coach olarak 10. şampiyonluğunu kazanıp, rakamsal olarak Red Auerbach’ın gölgesinden kurtulmak isteyen bir Zen Master görüyoruz. Diğer tarafta şampiyonluğa en çok yaklaştığı sezonlarda Lakers engeline toslamaktan kurtulamayan bir KG, Celtics lottery takımı haline geldiği sezonlarda dahi sesini çıkarmayan, takasını istemeyen bir winner, yine bu ligde yüzüğü en çok hak eden oyunculardan Ray Ray işi ilginç kılıyor. PJ Brown’ı bile ekleyebiliriz bu isimlerin yanına. Tabi ki Magic Johnson, Larry Bird, Bill Russell, Wilt Chamberlain, Kareem Abdul-Jabbar gibi isimlerin sahne aldığı final serilerini düşününce insanın tüyleri ürpermekte.


Celtics’in seriyi kazanmaya daha yakın olduğunu düşünsem de, bu serideki hiçbir sonuç şaşırtmayacak beni. Celtics için Ray’in katkısı önemli. Artık istikrarlı bir performans ortaya koyması gerekiyor, yüzük istiyorsa. En azından yarattığı tehditle Kobe’nin savunmada bir efor sarfetmesini sağlamalı. Pierce’ın rakamsal bazda Celtics’in en üstün oyuncusu olacağını düşünüyorum ve olası finaller MVPsi. Sasha’nın oyunda olduğu sürelerde, Kobe’nin Pierce’ı tutması mantıklı olabilir. P-Jax’in en doğrusunu yapacağı konusunda pek bir şüphe barındırmıyorum aslında. Lakers’ın kağıt üzerinde en ağır bastığı nokta da coaching alanında Jackson’ın Rivers’a olan üstünlüğü. Celtics taraftarlarının Rivers’tan öncelikli beklentisi, takıma taktiksel açıdan bir katkı yapmasından çok, rotasyonda saçmasapan değişiklikler yaparak takıma köstek olmaması. Yine KG’yi savunmada nasıl kullanacağı da önemli olacak. KG’nin Odom’ı tutması potadan uzaklaşması anlamına gelir ki, bu da Celtics’in ezici bir üstünlük kurmasını beklediğim rebound alanında durumu biraz olsun dengelemesine yol açar Lakers’ın. Her ne kadar, bu durum aynı şekilde Lakers’ın en büyük rebound gücünü de potadan uzaklaştıracak olsa da Celtics’in daha kötü etkileneceği aşikar.


Lakers cephesinde sezon boyunca Kobe’nin birkaç istisnai durum dışında savunmada takılma moda aldığını görmüştük. Wade’e karşı yaptığı birebir savunma nasıl göz boyadıysa All-Defensive Team‘de yer almayı başardı bir kez daha. Bu sefer durum öyle olması mümkün olmayacak gibi. Yine de P-Jax, Kobe’nin fiziksel olarak yıpranmasını engellemek için onu Pierce’ın üzerine vermeyecek muhtemelen. Zira, Kobe’nin oyunun iki alanında da dominant olabilecek fiziksel yeterliliğinin olup olmadığı soru işareti. Hücum anlamında Kobe’nin insanlıktan çıktığı 1 veya 2 maç olası olsa da 35 sayı ortalama yaptığı bir seri beklemiyorum, o ortalamayı yapması da takımının hayrına olmaz zaten. Odom ve Gasol’ün vereceği katkı önemli. Gasol, Spurs serisinin başında kötü gözükmüştü, ancak üzerinden attı bu tutukluğu seri ilerledikçe. Kendisini savunan Perk olduğu anlarda takım öncelikli olarak onu kullanacaktır hücumda. Bu dakikalarda da ciddi katkı yapması lazım. Odom da kendisine üretilen pozisyonları kolladığı, birebir zorlamalarına başvurmadığı sürece takıma pozitif katkı verecektir. Negatif etkide bulunmaması yeterli benim adıma bu seri özelinde zaten.


Seri boyunca bazı maçlar olacaktır ki, Kobe-Pau-Lamar triosu ile PP-KG-Ray üçlüsünün katkıları birbirini nötralize edecektir. İşte bu durumlarda tamamlayıcı faktörlerin katkısı belirleyici olacaktır. İlk bakışta Celtics benchi çok daha zengin gözüküyor olabilir, ancak Lakers’ın daha sınırlı benchinden aldığı verimin daha yüksek olduğunu da hesaba katmak lazım. Play-offların gelmesiyle iyice unutulan Tony Allen, Eddie House, Leon Powe, Glen Davis gibi isimler özellikle normal sezonda, takımın aldığı derecede büyük pay sahibiydiler. Tabi ki Sam Cassell ve PJ Brown’ın katılımı sonrası sürelerinde belli bir düşüş bekleniyordu, ancak Doc Rivers’ın Sam’in ve PJ’in gününde olmadığı açıkça belli olan maçlarda dahi bu isimlere şans vermektense tekrar veteranlara dönmesi ne derece doğru bilinmez. Lakers cephesinde ise kazanılan her maçta bu üçlü dışındaki bir ismin ciddi parmağı var. Özellikle play-offlar boyunca Sasha’nın devreye girdiğini gördük çokça. Ancak savunma anlamında da Radman’la, Walton’la pek bir yerlere gelemeyiz gibi gözüküyor. O yüzden, sağlıklı bir Ariza’nın Pierce’ı yavaşlatmak üzere sahada olmasını umuyorum. 30’a giden Spurs serisinde fazlasıyla çekingen görünmüştü, umarım zaman bu çekingenliği atmasına yardımcı olmuştur. Play-offlar boyunca istikrarsız gözüken Turiaf’in de katkı koyması şart. Parker ve Deron karşısında, seriyi kaybettirecek kadar kötü savunma performansları göstermediği için minnettar olduğumuz Fisher’ın, Rondo karşısında da sağlam durması şart. Ondan gelecek ekstra katkıyı kompanse etmesi zor olur Lakers’ın.


Sonucun ne olacağını kestimek güç, en azından benim algılarım bunun için yeterli değil. Belki Celtics’in favori olduğunu düşünenler çoğunluktadır, belki benim taraftarlık hissiyatım bunu görmemi engelliyordur. Ancak, bildiğim tek bir şey var ki, geçen seneki tatsız San Antonio-Cleveland serisi sonrası tüm basketbolseverlerin beklediği böyle bir şeydi. Bazıları Stern’ün de böyle düşünüp bu finalin ortaya çıkması için elinden geleni yaptığını söylese de önceki play-offlara oranla çok daha temiz bir yoldan geldi her iki finalist de. Şimdi sıra herkese burada olmayı hak eden iki takım olduklarını kanıtlamaya geldi. Kaan Kural-Murat Kosova ikilisinin yerinden anlatacak olması da işleri daha da güzelleştirecektir. Hadi hayırlısı, iyi seyirler…

Grup C – Fransa


Başarılı geçen Almanya macerası sonrası Fransızlar, bu Avrupa Şampiyonası’na da umutla bakıyorlardı aslında. Elemeler sırasında İskoçya’ya karşı alınan 2 tek gollü mağlubiyet sonrası İtalya’ya kurdukları büyük üstünlüğe rağmen ikincilikle yetinmeleri bile çok moralini bozmadı Equipe Tricolore’un. Ancak hazırlık maçlarındaki yavan futbol, bazı şeylerin eksik olduğunun göstergesi. Orta sahadaki etkisizliğin en büyük nedenlerinden birinin Zidane’ın yokluğu olduğunu kabul etmek lazım, ancak Domenech’in sisteminin de işleri daha kötüye götürdüğünü görmek lazım. 4-2-3-1 olan sistemi 4-4-2’ye çevirmesi ve ortadaki dörtlünün göbeğini defansif ağırlıklı oyunculara emanet etmesi, hücumda herhangi bir efektif futbolun sözkonusu olmasını engelliyor. Bu turnuvada da Vieira’nın sakatlığı göründüğü kadar ciddiyse Makelele-Toulalan ikisini kullanacak orada. Halbuki sezonu formsuz kapatan ve hazırlık maçlarında da eski günleri aratan Henry’yi kesip, Zidane’ın rolünü Nasri’ye verdiği bir 4-2-3-1’e geçmesi çok daha yararlı olurdu kanımca. Fransa’daki kredisi yüksek olan Henry konusunda 23 kişilik kadroyu belirlerkenki cesaretini gösteremedi Domenech.

Hazırlık maçlarına baktığımızda öncelikle gol kısırlığı göze çarpmakta, yani her maç alt oldu Fikret Engin’in deyimiyle. İngiltere ve Kolombiya’yı 1-0 yenerken atılan gollerin penaltı sonucu geldiğini de söylemek lazım. Benim izleme fırsatı bulduğum Kolombiya ve Paraguay hazırlık maçları, Zidane’ın geri dönüş kararı öncesi oynanan 2006 Eleme Grubu maçlarındaki Fransa’yı andırıyordu. Hani şu İsviçre, İsrail ve İrlanda’ya Stade de France’ta gol atmayı başaramayan Fransa. Zidane’ın göreve çağrılması sonrası Ribery’nin de patlamasıyla 2006’da finale kadar yürüdüler. Ancak aynı sorunlar sadece ertelenmiş oldu. Bunun yanısıra Henry, kötü bir sezon geçiren tek Fransız değil. Vieira’yı ancak Toldo’nun kalede olduğu maçlarda sahada görebildik bu sezon, yani angarya maçlarda. Buna rağmen, Arsenal’la çok verimli bir sezon geçiren Flamini’nin, kadrodaki oyuncu sayısı 30’dan 23’e indirilirken kesildiğini gördük, Diarra kadroda yer bulurken bir de. Thuram’ın da eski Thuram olmadığı ortadayken neden Mexes kullanılmaz, bunu da anlamak güç. Hele kadrodaki Boumsong ve Squillaci isimlerini gördükten sonra. Bütün sezonu sakatlık etkisinde geçiren Sagnol’ün kadroda olmasını anlayabilirim, çok saygı duyduğum bir oyuncudur da kendisi. Ancak neden parlayan yıldız Sagna değil de, Clerc? Tabi sözkonusu teknik direktör Pires’i akrep burcu olduğu için kadroya almadığı konuşulan bir teknik direktör olunca pek de düşünmemek lazım üzerine. Tepkilerin yoğunlaştığı karar ise, daha önce bu ülkeye bir kupa hediye etmiş Trezeguet’nin kadroya alınmaması kararı.


Tüm bu tercihlere rağmen, Fransa’nın kolay kolay gol yiyeceğini düşünmüyorum. Ribery ve Benzema’nın bireysel yetenekleriyle Hollanda’nın zayıf savunmasını aşması da çok zor gözükmüyor. Cannavaro’nun yokluğu da en çok onları sevindirdi belki de. Grubun birinciliği için favorim Fransa yani. 3. kupalarını kaldırıp Almanya’yı yakalama ihtimali ise çok yüksek bir ihtimal değil, yine bana göre. Tek temennim, sonuç ne olursa olsun Aime Jacquet’yi bile aratan Domenech’in gönderilmesi ve bu oyuncuların temaşaya hizmet etmesine katkıda bulunabilecek bir ismin bulunması. En azından Makelele yerine Flamini’yi tercih edebilecek bir isim. Bir diğer temennim de o kırmızı formayı mümkünse hiç giymemeleri.

1. Steve Mandanda, Olympique de Marseille
2. Jean-Alain Boumsong, Olympique Lyonnais
3. Eric Abidal, FC Barcelona
4. Patrick Vieira, FC Internazionale Milano
5. William Gallas, Arsenal FC
6. Claude Makelele, Chelsea FC
7. Florent Malouda, Chelsea FC
8. Nicolas Anelka, Chelsea FC
9. Karim Benzema, Olympique Lyonnais
10. Sidney Govou, Olympique Lyonnais
11. Samir Nasri, Olympique de Marseille
12. Thierry Henry, FC Barcelona
13. Patrice Evra, FC Manchester United
14. François Clerc, Olympique Lyonnais
15. Lilian Thuram, FC Barcelona
16. Sébastien Frey, ACF Fiorentina
17. Sébastien Squillaci, Olympique Lyonnais
18. Bafétimbi Gomis, AS Saint-Etienne
19. Willy Sagnol, FC Bayern München
20. Jérémy Toulalan, Olympique Lyonnais
21. Lassana Diarra, Portsmouth FC
22. Franck Ribéry, FC Bayern München
23. Grégory Coupet, Olympique Lyonnais

Girişimiz Olay Çıkışımız Olay


Koray Avcı, belki Türkiye’nin en yetenekli savunma oyuncusu değil. Evet, orta saha oyuncusu olarak değerlendirildiğinde de hücum bazında zayıf noktaları var. Ama, bu adam Beşiktaş uğruna ortaya koyduğu yüreğiyle capfiller olarak kullanılmaktan fazlasını hak etmişti. Demirören yönetiminin yaptığı sayısız yanlıştan, belki de en çok koyanıydı Beşiktaş taraftarına. Kendi adıma Holosko’yu oyuncu olarak çok beğenmeme rağmen içim ona halen tam olarak ısınamadıysa, bunun sebebi de bana Koray’ın hikayesini hatırlatmasıdır her seferinde. İnşallah, Vestel Manisaspor’dakinin aksine başarılı olur bu macerasında.

Charlie Bell – Efes Pilsen İddiaları


Üst üste 2 sezon final serilerinde süpürüldükten sonra, David Blatt hamlesiyle de üzerindeki ölü toprağını atamayan Efes Pilsen’de köklü değişiklikler bekliyorduk. Aslında beklediğimiz tam olarak yapılanla eşdeğer değildi. Efes yönetimi ve Engin Özerhun eski güzel günleri unutamamış olmalı ki, geçmişte takıma ilk final-fourunu yaşatan Ergin Ataman tercih edildi head coach olarak. Bunun üzerine ortaya birçok iddia atıldı. Önce Ataman’ın Preston Shumpert’le birlikte geleceği söylendi, sonra Kerem Tunçeri’nin de yuvaya döneceği konuşuldu. Quinton Hosley de dedikodularda adı geçen bir isim. Ancak diğer iddialara oranla daha sağlam kabul edilebilir Bell ismi, zira enternasyonel bazı kaynaklarda da geçti bu flört.

Daha önce İtalya Ligi’nde 3 farklı takımda forma giymişti Bell. NBA’deki yerini ise hiçbir zaman sağlama alamadı. ABD’deki kariyerindeki en büyük başarı Dünya Şampiyonası Elemeleri’nde yaptıklarından ibaret. Milwaukee’ye dönmeyeceğinden bahsediyordu, sanıyorum sıradaki hedefi Avrupa’ya geri dönerek biraz daha para kazanabilmek. Efes Pilsen’e yarar sağlayacağını düşünüyorum, ama sahaya inince görmek gerekir tabi. Umarım, Efes Pilsen o salonu en azından Avrupa maçlarında doldurabilecek bir kadro kurar bu sene. Kimse Ender Arslan’ı veya Dewarick Spencer’ı izlemek için para vermez zira.

Grup B – Avusturya


Evsahibi Avusturya’nın turnuva öncesi durumunu açıklamayı 1978 Dünya Kupası’ndaki efsanevi takımın yıldızı olan Hans Krankl’a bırakıyorum. Kendisine “Avrupa Şampiyonası’nı kim kazanacak?” diye sorulduğunda Krankl, “Onu kimse bilemez. Ama size şunu söyleyebilirim ki, Avusturya kazanmayacak” demiş. Aslında durumu da özetlemiş Krankl. Ancak, takımın turnuvaya katılmasını engellemek için imza kampanyaları başlatan Avusturyalılar biraz ileri gitmişe benziyor. Sonuçta kazanmak amaç olsa da, orada bulunmakla da yetinilebilir. Tabi öte yandan, takımın Nisan ayında Dünya klasmanında Gabon, Katar ve Panama gibi ülkelerin ardından 102.sırada yer alması gibi bir gerçek var, altlarında bulunan sadece 8 tane Avrupa takımı vardı ki bunlardan biri olan Malta’yı hazırlık sürecinde 5-1 yenerek moral depoladılar. Tabi bu moral yeterli olmayabilir.

Kadroya baktığımızda uluslararası arenada söz sahibi olan bir oyuncu göze çarpmıyor. Ancak Andreas Ivanschitz, UEFA Kupası’nda Panathinaikos’un en başarılı oyuncusuydu bu sezon, takımdaki beklentiler de onun üzerine yoğunlaştı doğal olarak. Ivanschitz’in sol ayağı takımdaki en güzel şey gerçekten de. Onun yanında Martin Harnik de göze çarpan bir başka isim. Harnik, bu sezon Frings’in yokluğunda Bundesliga’da bazı maçlara çıktı ve genel olarak da iyi bir performans sergiledi. Tabi ki Frings’in iyileşmesinin ardından o formayı bir daha göremedi. FOX TV’nin katkılarıyla en çok izleyebildiğimiz Avusturyalı, Tuncay’ın takım arkadaşı Emanuel Pogatetz oldu. Çok sert bir oyuncu, lakabı “Mad Dog”un hakkını da vermekte zaman zaman. Aslında Wigan’da başarılı bir sezon geçiren Paul Scharner da olsaydı iyi bir savunma hattı kurulabilirdi. Ancak Hickersberger, Scharner’nın takımın orta sahasıyla ilgili verdiği alaycı demeçlerden beri onu kadroya çağırmıyor. Takımdaki en büyük kariyerse Ivica Vastic. Avusturya futbolunu son kez bu seviyelerde gördüğümüzde, yani 1998 Dünya Kupası’nda Polster ve Herzog ile birlikte en etkili isimdi belki de Vastic. 38 yaşında pek de oynaması beklenmiyor, ama bir veterana ihtiyaç duymuş olmalı Hickersberger. Hickersberger, kafasındaki en büyük soru işaretinin kaleci konusunda olduğunu söylemiş. Manninger-Macho ikilemi yaşamaktaymış. Kaiserslautern yıllarında izlediğim Macho, sahaya çıkarsa Avusturya gerçekten o imza kampanyalarını haklı çıkartan bir sonuç alır. Bir Afrikalı kaleciden bile kötü, yan toplar konusunda. Çizgi kalecisi bile diyemiyorum, zira kimi kornerleri kalenin içinde karşıladığı da görülmüştür. Tabi Manninger’a da kurtarıcı gözüyle bakmamak lazım.


Hickersberger’in bir röportajını okumuştum, çok da mantıklı laflar etmiş. Açıkçası sahadaki 23 kişiden de üstün benim nazarımda. Yaptığı en önemli iş de 2007’de Kanada’daki turnuvada dördüncü olmuş kadroyu takıma entegre etmesi. Bu oyuncuların böyle bir şansı bir daha yakalayamayabileceğini, bu yüzden onları hazır olmamalarına rağmen kadroya dahil ettiğini söylemişti. Onların katılımıyla diğer evsahibi İsviçre’yi 2-1 yendiler, Almanya’ya karşı 60 dakika boyunca oyunun hakimiyken maçı 3-0 verdiler son 30 dakikada. Son olarak da Hollanda karşısında 3-0 öne geçip, maçı 4-3 vermeyi başardılar. Takım özgüven kazanırsa, belki Polonya önünde puan alma şansları olabilir. Hickersberger’in son şikayeti de Avusturya halkının nostalji merakıydı, “Sonsuza kadar geçmişi konuşamazsınız” diye bir sözle bitirmişti. Dilerim, kendi ölçülerinde bir başarı elde edebilirler, belki 1 puan.

1. Alex Manninger, AC Siena
2. Joachim Standfest, FK Austria Wien
3. Martin Stranzl, FC Spartak Moskva
4. Emanuel Pogatetz, Middlesbrough FC
5. Christian Fuchs, SV Mattersburg
6. René Aufhauser, FC Salzburg
7. Ivica Vastic, LASK Linz
8. Christoph Leitgeb, FC Salzburg
9. Roland Linz, SC Braga
10. Andreas Ivanschitz, Panathinaikos FC
11. Ümit Korkmaz, SK Rapid Wien
12. Ronald Gercaliu, FK Austria Wien
13. Markus Katzer, SK Rapid Wien
14. György Garics, SSC Napoli
15. Sebastian Prödl, SK Sturm Graz
16. Jürgen Patocka, SK Rapid Wien
17. Martin Hiden, SK Austria Kärnten
18. Roman Kienast, Ham-Kam Fotball
19. Jürgen Säumel, SSC Napoli
20. Martin Harnik, Werder Bremen
21. Jürgen Macho, AEK Athens FC
22. Erwin Hoffer, SK Rapid Wien
23. Ramazan Özcan, TSG 1899 Hoffenheim

Grup B – Polonya


2012 Avrupa Şampiyonası’nı Ukrayna ile ortaklaşa düzenleme hakkını kazandıktan sonra ülkede gözler bu turnuvaya çevrilmişti. 2006 Dünya Kupası’nda eleme gruplarındaki başarının ardından gelen hayal kırıklığı, yakın geleceğe umutla bakmasını engelliyordu Lehler’in. Ancak Leo Beenhakker’i görev için ikna ettiler ve kurt hoca da onlara elemelerdeki bu başarıyı bahşetti. İnanması zor ama bu Polonya’nın ilk Avrupa Şampiyonası. Buna en ümitsiz anlarında ulaşmış olmaları da ilginç. Ancak yolu zamanında İstanbulspor’dan da geçmiş gezgin hoca, 2.tur şansları konusunda oldukça iddialı.

Aslında takım son iki Dünya Kupası’na katılırken de çok başarılı eleme maçları oynamıştı. Bunların birinde Olisadebe başrolü oynamıştı, ancak elemelerde etkisizdi. Diğerinde bu sefer Zurawski başroldeydi, ancak 23 kişilik kadroda dahi kendine yer bulamadı. Maciej Zurawski bu sefer kadroda olmasının yanında, kaptanlık bandının da sahibi. Zurawski’nin yanında görev bulacak Ebi Smolarek, La Liga’da Racing Santander’le rüya gibi bir sezon geçirdi. 2006’daki başarısızlık sonrası en çok eleştirilen isimdi Ebi. Turnuva boyunca göze batan isteksizliği kendini Polonya’ya ait hissetmemesine bağlanıyordu. Leh taraftarların bu iddialarının arkasında Ebi’nin, babasının Hollanda ve Almanya’daki futbol kariyeri nedeniyle, hayatı boyunca Polonya’da yaşamamış olması vardı. Smolarek, kendini her zaman Polonyalı gibi hissettiğini, bu turnuvada bu konuda şüpheye mahal vermeyeceğini söyledi. Smolarek, kontraatak fırsatı bulabilirse görevini yapacaktır, ancak bunun dışındaki etkinliği Polonyalı kanat oyuncularının performansıyla ilintili. Sorun da bu noktada ortaya çıkıyor bana kalırsa. Polonya’nın kanatları kullanabileceği bir sistemi yok. Beenhakker, savunma oyuncularına güvensizliğinin de etkisiyle 2 tane hücuma hiç katkı vermeyen orta saha oyuncusuyla oynuyor, bekler de stoper orijinli. Sol açık olarak düşünülen Jacek Krzynowek ise bildiğimiz gibi o çizgiye hapsolmak istemedi kariyeri boyunca. Ebi’nin tek şansı Kuba, yani Dortmund’la iyi bir sezon geçiren Jakub Blaszczykowski. Turnuva öncesi devşirdikleri Roger Guerreiro’ya da çok güveniyorlar.


Polonya çok alışık olmadığı bir turnuvada, ilk kez yabancı bir hocanın yönetiminde. Yani başarılı olacak bir tecrübe göstermiyor. Ancak, bu tür turnuvalarda günlük performanslar ön plana çıkar, yani her takım kadar şansları var turnuvada. Düşündüğümüzde, berbat göründükleri son Dünya Kupası’nda bile, Neuville’den gelen bir son dakika golüyle yenildiler turnuva üçüncüsü Almanya’ya. Çıktıkları grupta da Portekiz, Sırbistan, Finlandiya gibi takımları arkalarına aldılar. Yine de ben sadece Avusturya’yı yenebilecek bir güçte görüyorum kendilerini. Ancak iyi savunma oyuncuları yetiştirirlerse doğru yönetimle 2012’ye damgalarını vurabilirler. Hırvatlar ve Almanlar bir sürprize mahal vermeyeceklerdir şimdilik.

Güncelleme: Analiz sırasında takımda kilit bir rol oynayacağından bahsettiğim, önceki yazılarda turnuvanın parlayacak yıldızlarından biri olarak gösterdiğim Jakub Blaszczykowski, sakatlığı nedeniyle kadrodan çıkarıldı. Bir başka Bundesligist Lukasz Piszczek 16 numaralı formanın yeni sahibi oldu. Bu sakatlıkla beraber Polonya’nın gruptaki işinin daha zor olduğunu söyleyebilirim.

Güncelleme 2: Gün geçmiyor ki, yeni bir Polonya oyuncusu sakatlğı nedeniyle turnuvadaki yerinden feragat etmek zorunda kalmasın. Aslında bana göre kadrodaki en iyi kaleci olan, ancak eski Sakaryaspor kalecisi Martinez’den yediği gol sonrası üçüncü kaleci statüsü perçinlenen Tomasz Kuszczak sakatlığı sonrası kadrodan çıkarıldı. Kuba’nın sakatlığının aksine, bu sakatlığın Polonya’yı ciddi bir biçimde etkilemeyeceği ortada. Yerine ise 12 numarayı Kowalewski terletecek.

1. Artur Boruc, Celtic FC
2. Mariusz Jop, FC Moskva
3. Jakub Wawrzyniak, Legia Warszawa
4. Pawel Golański, FC Steaua Bucureşti
5. Dariusz Dudka, Wisła Kraków
6. Jacek Bąk, FK Austria Wien
7. Euzebiusz Smolarek, Real Racing Club Santander
8. Jacek Krzynówek, VfL Wolfsburg
9. Maciej Żurawski, Larissa FC
10. Łukasz Garguła, GKS Bełchatów
11. Marek Saganowski, Southampton FC
12. Wojciech Kowalewski, Korona Kielce
13. Marcin Wasilewski, RSC Anderlecht
14. Michał Żewłakow, Olympiacos CFP
15. Michał Pazdan, Górnik Zabrze
16. Łukasz Piszczek, Hertha BSC Berlin
17. Wojciech Łobodziński, Wisła Kraków
18. Mariusz Lewandowski, FC Shakhtar Donetsk
19. Rafał Murawski, Lech Poznań
20. Roger Guerreiro, Legia Warszawa
21. Tomasz Zahorski, Górnik Zabrze
22. Łukasz Fabiański, Arsenal FC
23. Adam Kokoszka, Wisła Kraków

Grup B – Almanya


Almanya her zaman Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası gibi büyük organizasyonları domine edebilecek bir karakter taşır. Lineker’in futbol oyununun tanımını yaptığı sözünde Almanlar’a biçtiği değer de herkesin malumu. Tüm bunlar düşünüldüğünde, Bierhoff’un meşhur altın golünden bugüne Almanlar’ın Avrupa Şampiyonaları’nda tek bir galibiyeti dahi bulunmadığı gerçeği çok daha vurucu oluyor. O Bierhoff, bugün Deutscher Fussball-Bund‘un takım menajeri olarak görevlendirdiği isim ve Klinsmann&Löw ikilisiyle birlikte kurduğu yeni Alman takımı herkese umut aşılıyor. Açıkçası rasyonalizme olan sadakatiyle ünlü Alman halkının Euro ’00 ve Euro ’04 deneyimlerini bir saplantı haline getirmeye hiç niyeti yok, özellikle de kendi ülkelerinde tanık oldukları futboldan sonra.

Ülkedeki tüm otoriteler takım 2006’da başarıya koşarken bunda Klinsmann’ın karizması kadar, Jogi Löw’ün taktik dehasının da rol oynadığından bahsediyordu. O yüzden Klinsmann-Löw değişimi belki de futbol tarihinin en sansıcız görev değişimi olarak vuku buldu. Milli takımın oynadığı futbolda herhangi bir gerileme olmadığı gibi, Klinsmann’ın gitmesiyle direksiyonu tamamıyla eline alan Löw’ün çok daha rahat bir şekilde, gerekli gördüğü revizyonlara gidebildiği görülmekte. Elindeki kadroda da 2006 çekirdeğinin korunduğunu görüyoruz. Kadro ile ilintili çekinceler kale ve orta saha bölgelerinde yoğunlaşıyor. 2006’da Kahn’ın yedek kalması göze alınarak verilen Lehmann kararının arkasında durdu Löw elemeler boyunca. Bu dönemde Arsenal’daki eldivenlerini Almunia’ya kaptıran Lehmann milli maçlarda da kötü goller yedi. Basındaki birçok isim kalenin gelecekteki sahibi olarak gösterilen Adler’in bu turnuvada erken bir sorumluluk almasını daha makul görüyorlar. Leverkusen kalecisi çok iyi bir sezon geçirdi, ancak Löw’ün fikrini değiştirmeye yetmeyecek sanıyorum bu performans. Orta sahada ise Lehmann’ın Arsenal’da yaşadığının bir benzerini Schweinsteiger, Bayern’de yaşadı. Son dönemi nispeten iyi geçirdi, ancak sezon içerisinde Van Bommel’in, Ze Roberto’nun, Ribery’nin ve Hamit’in bulunduğu orta sahada şans bulmakta zorluklar çekti. Sezona sakat giren Frings, sezon sonunda toparlanmış gözükse de 2006’daki performansı tekrarlayamayacağı yönünde şüpheler var. 2006’daki orta sahanın bir diğer değişmezi Schneider ise geçirdiği sakatlık sonrası kadrodan çıkarıldı. Tüm bunlar Ballack üzerinde yoğunlaşacak bir sorumluluğu işaret ediyor. Almanlar’ın tek şansı Ballack’ın bu sezonu oldukça verimli geçirmiş olması.


Mertesacker-Metzelder tandemi, sezonu başarıyla noktalamış Jansen, Lahm, Friedrich, Westermann gibi bekler, Almanlar’ın savunmalarına olan derin güvenini anlaşılır kılmamızı sağlıyor. Forvette son Dünya Kupası’nın Gol Kralı Miro Klose, gollerine Bayern’de de devam etti. 2006-07 sezonunda Stuttgart şampiyonluğa koşarken Yılın Oyuncusu seçilen Mario Gomez ve geçen sezonu çok verimli geçiren Kevin Kuranyi de her an görev bekleyecek. Orta sahada Schneider’in yokluğunda kimileri Borowski’nin, kimileri de Trochowski’nin ön plana çıkacağını düşünüyor. Ben oyumu Hitzlsperger’e vereceğim. Tüm bu kadro spekülasyonları bir tarafa, Almanya bu turnuvanın futbol olarak da en çok şey vadeden takımlarından. 2002’de Völler’in takımı finale çıkma başarısı gösterdiğinde, 2006’da gelen üçüncülük kadar yankı bulmamıştı bu başarı. Bu da Almanlar’ın zaten doymuş oldukları başarıdan çok, iyi futbola arzu duyduklarının göstergesi. En azından Jogi, bunu garanti edebilir. Ben bu güzel oyunun Portekiz’le oynanacak olası bir yarı final başarıyla atlatılırsa kupayla noktalanabileceği kanısındayım.

1. Jens Lehmann, VfB Stuttgart
2. Marcell Jansen, FC Bayern München
3. Arne Friedrich, Hertha BSC Berlin
4. Clemens Fritz, Werder Bremen
5. Heiko Westermann, FC Schalke 04
6. Simon Rolfes, Bayer 04 Leverkusen
7. Bastian Schweinsteiger, FC Bayern München
8. Torsten Frings, Werder Bremen
9. Mario Gómez, VfB Stuttgart
10. Oliver Neuville, VfL Borussia Mönchengladbach
11. Miroslav Klose, FC Bayern München
12. Robert Enke, Hannover 96
13. Michael Ballack, Chelsea FC
14. Piotr Trochowski, Hamburger SV
15. Thomas Hitzlsperger, VfB Stuttgart
16. Philipp Lahm, FC Bayern München
17. Per Mertesacker, Werder Bremen
18. Tim Borowski, Werder Bremen
19. David Odonkor, Real Betis Balompié
20. Lukas Podolski, FC Bayern München
21. Christoph Metzelder, Real Madrid CF
22. Kevin Kuranyi, FC Schalke 04
23. René Adler, Bayer 04 Leverkusen

Grup B – Hırvatistan


Euro 2000’de Hollanda’nın turuncu forması ve beklerinin bile sürekli golü düşündüğü oyun stili futbolseverleri heyecanlandırmıştı. 2004 geldiğinde ise neo-total futbolun gereklerini yerine getirmeye çalışan Çek takımı ile Jörgensen-Rommedahl-Grönkjaer-Tomasson gibi bir hücum hattına sahip Danimarkalılar umutlandıracaktı biz futbol dilencilerini. Bu turnuva öncesi aynı beklentiler Hırvatlar üzerinde yoğunlaştı genel olarak. Öncelikle formaları yine her zamanki gibi çok güzel. Nike’ın beğendiğim tek tasarımı hatta. Aynı zamanda Modric-Petric-Kranjcar üçlüsü, ülkedeki hemen herkes tarafından Boban-Suker-Prosinecki üçlüsüyle kıyaslanıyor. Onların 1998’de yaşattığı mutluluğu yaşatıp yaşatamayacaklarını yalnızca zaman gösterebilir.

Hırvatlar’ın iki ciddi sıkıntısı var turnuva öncesi. Biri, takımın güçlü orta saha ve hücum hattının aksine sakar bir savunmaya sahip olması. Simic-R.Kovac ikilisine güvenen pek kimse yok. Buna rağmen Bilic, her iki oyuncunun da uluslararası arenada iyi maçlar çıkardığını, bu ikiliye olan güveninin tam olduğunu belirtti geçenlerde. Savunma yönünden ziyade hücum yönü ön plana çıkan Srna-Corluka bek ikilisi de stoperleri daha zor durumlara düşürebilir. İkincisi ise Martin Taylor denen, futbolcudan çok kasabı andıran stoperin yol açtığı bir durum. Adı geçen trioya Eduardo’nun da katılımı düşünüldüğünde, 98’deki başarının üstüne çıkılma ihtimali bile mümkün görünüyor.


U21 takımını çalıştırırken, kendini bir anda A takımın başında bulan Bilic’in yaptığı ilk iş Kranjcar, Modric, Rakitic gibi isimleri de yanında taşıması oldu. 98’deki başarıda oyuncu olarak pay sahibiydi Bilic. Başarıya gitmenin neler gerektirdiğini bilen bir futbol adamı olarak, Prso ve Klasnic gibi oyunculara prim tanımadan yeni jenerasyonu takıma adapte işine girişti. Eduardo’nun sakatlığı sonrası Petric’in partneri olarak kimi kullanacağı, savunma güvenliğini sağlamak amacıyla neler yapacağı önemli olacak. Ancak biz futbolseverler için bu takım çok şey vadediyor. Çift ön liberolu, tek forvetli, stoperden bozma beklerle oynayan takımlardan ancak Hırvatistan’ın başarısıyla kurtulabiliriz. Benim düşüncem, Hırvatistan’ın gruptan birinci çıkacağı yönünde, sonrası ise biraz da kura şansıyla ilintili. Ancak A-B Grubu’ndan finale çıkacak takım için büyük dilimi Portekiz&Almanya ikilisine vereceğim. Bugün Avrupa çapında yankı bulan “Önce İngiltere’yi elediler, sırada tüm Avrupa mı var?” sorusuna bağlı oluşan korku, dilerim haklı bir korkudur. Ekose formalarıyla kupayı kaldıran Hırvatlar görmek çok hoş olur, yeni bir Thuram’ın çıkmasını engellemeliler tabi bunun için.

1. Stipe Pletikosa, FC Spartak Moskva
2. Dario Šimić, AC Milan
3. Josip Šimunić, Hertha BSC Berlin
4. Robert Kovač, BV Borussia Dortmund
5. Vedran Ćorluka, Manchester City FC
6. Hrvoje Vejić, FC Schalke 04
7. Ivan Rakitić, FC Schalke 04
8. Ognjen Vukojević, NK Dinamo Zagreb
9. Nikola Kalinić, HNK Hajduk Split
10. Niko Kovač, FC Salzburg
11. Darijo Srna, FC Shakhtar Donetsk
12. Mario Galinović, Panathinaikos FC
13. Nikola Pokrivač, AS Monaco FC
14. Luka Modrić, Tottenham Hotspur FC
15. Dario Knežević, AS Livorno Calcio
16. Jerko Leko, AS Monaco FC
17. Ivan Klasnić, Werder Bremen
18. Ivica Olić, Hamburger SV
19. Niko Kranjčar, Portsmouth FC
20. Igor Budan, Parma FC
21. Mladen Petrić, BV Borussia Dortmund
22. Danijel Pranjić, SC Heerenveen
23. Vedran Runje, RC Lens

Unutmayacağız: Gustavo Kuerten



Sevmeyeni az bulunan sporculardandı o. Çoğu otoriteye göre sıradan bir toprak tenisçisiydi. O, bunlara sezonu ATP klasmanında birinci kapatan ilk Güney Amerikalı olarak cevap verdi. Yetmedi, otoritelerin onun için imkansız gördüğü bir şeyi yaptı, aynı yıl içerisinde hem Agassi’yi, hem de Sampras’ı yendi salon turnuvalarında. Evet, belki hiçbir zaman sert kortta final oynayamadı ama kuşkusuz daha fazla saygıyı hak ediyordu Guga.


1997-2001 yılları arasında 3 Roland Garros kazandıktan sonra, önce düşüşe geçen bir kariyer, hemen ardından sakatlıklarla gölgelenen yıllar bekliyordu onu. 2004’teki sakatlığının etkilerinden bir türlü kurtulamadı, kardeşinin ölümünün şokunu da atlatamadı uzun süre. Her şeye rağmen geçen hafta yine tüm neşesiyle en sevdiği kortta, üzerine en çok yakıştığı kortta son görevini yerine getirmek için hazırdı. Mathieu karşısında durabilmesi imkansızdı, yine de hayranlarının sevgisini borçlu olduğu karakterine sırtını dönmedi, herkesin maçın bitmesini beklediği anda maç sayısını çevirdi, son numarasını gösterdi Fransız’a. Gerisini getirmeye yetmedi dizleri belki. 32 yaşında profesyonel tenise veda ederken, üstünde yine o uğurlu sarı-mavi tişörtü vardı. Rafter’la, Corretja’yla, Safin’le unutulmaz düelloları kaldı yadigar.
Unutmayacağız, Şampiyon!