Ustalara Saygı Kuşağı: The Welsh Wizard



“For me, Ronaldo is like all the other players. I will take care and be focused. I’m certain and have faith in my ability. I won’t change the way I play.”


Yukarıda alıntılanan cümle Porto sol beki Aly Cissokho’ya ait. Özgüven güzel bir şey, muhtemelen de kendisine sorulan bir soruya cevaben çıkmış ağzından bu sözler. Fakat ben çok şık bulmuyorum bu açıklamaları, eğer Avrupa futbol vitrininde yeni yeni yer edinmeye başlamış isimlerden geliyorsa hele de… Ryan Hollins’in, Lakers hakkında konuşması gibi geliyor bu da… “Pardon, ama sen kimsin” sorusuyla araya girmek gerek, rotasyonda James Singleton’dan sonra başvurulan bir isim takımınız hakkında değerlendirme yapma görevine soyunuyorsa. Bugün Cissokho ile çok sık karşı karşıya gelmedi ama maçı alan adamdı Cristiano Ronaldo. Yine gezegen dışından gelen bir şut çıkardı, bunu karşılayacak bir adam var mıdır bilmiyorum ama varsa da o isim Helton değildi kuşkusuz.


Porto’nun iç sahada İngiliz takımlarına kurduğu dominasyonu da ortadan kaldırmış oldu United bu gece. Ama bu büyük stres altındaki geceden daha farklı çıkarımlar su yüzüne çıkacaktır ileride. Sir geçen sezon Barca karşısında da başvurduğu hamleyi denedi ve Ronaldo’yu Berbatov’un yanında serbest olarak kullandı. Wayne Rooney yine sağ çizgiye gidiyordu, ama bu tecrübeleri kazandıkça orada da sağlam durmaya başlıyor yavaş yavaş. Son dakikalarda yorgunluk sebebiyle Cissokho’yu kaçırdı birkaç kez, fakat maç genelinde bir sağ açık oyuncusunun yapması gereken her şeyi yaptı. Savunma anlamında da yapabildi bunu…


Ama esas oğlan sol kanatta. Sezon başında Ryan Giggs ve Paul Scholes’ün bu takımın kabarık vefa borcu nedeniyle taşımak zorunda olduğu bir kambur olabileceği yönünde korkularım vardı. Daha sonra bu Anderson’u ve bu Nani’yi gördükçe ustalara saygı kuşağını sürdürmek gerektiğini anladım. Giggs ne top oynadı arkadaş! İlk yarıda bütün hücum organizasyonlarının bir parçası olabildi. Maçın en kritik anlarında fiziken bitik haliyle top istedi, sorumluluk aldı. United cephesinde Michael Carrick’in ardından en çok koşan ikinci isim. Tam 10.63 km… Ne denir ki bu adama…


Sihir geri dönmüş gibi gözüküyor, ligdeki mücadeleye nasıl devam edileceğini büyük bir merakla bekliyorum. Tek kulvara yoğunlaşacak bir Liverpool ile başa çıkmak zor olacaktır. Ancak şu zaman diliminde bugün sahaya çıkan kadroyu görmek beni umutlandırdı. Zira bu takım bu sezon sakatlıklardan o kadar çok çekti ki, şu onbiri görüp de bir oh çekmeyen United taraftarı yoktur muhtemelen… Aynı zamanda son yıllardaki United dizilişinde en ön plana çıkan, top rakipteyken topun gerisindeki alanı kusursuz biçimde paylaşan o dörtlüde pek bir firemiz yok. Bugün son dönemdeki formsuzluğundan olsa gerek Scholes yedekler arasındaydı. Ancak ne olursa olsun Vidic-Ferdinand-Scholes-Carrick dörtlüsünü maç kadrosunda görmek, kalede de Edwin Van Der Sar varsa büyük bir güvencedir her taraftar için…


Bugün erken gol oradaki Anderson’un işlevini minimuma indirmişti bence. Her pası ileri ve riskli biçimde oynama eğiliminde olan Brezilyalı’nın eski takımına karşı bir ekstra motivasyon beklentisiyle sahaya sürüldüğünü düşünmüyorum. Aksine bu özelliğinden faydalanmak istemiştir Alex Ferguson muhtemelen. Ama daha çok topa basmak ve bu savunma-orta saha hattının gol yemesinin tek yolu olan kontra atak imkanlarını rakibe vermemek için Scholes çok daha yararlı olacaktı. Erken bir değişiklikle hala ümit beslediği bu adamın geleceğini kaybetmek istememiştir de muhtemelen. Ama Anderson nabızlarımıza belli bir etkide bulunuyor her maçta. En son Liverpool maçında pahalı bir de fatura ödemişken, bugün de aynı oyun stilini görmek korkuttu tabi. Orkun Çolakoğlu’nun sıkça kullandığı bir tabir vardır, bilmiyorum belki basketbol literatüründe olan bir şeydir ama ben ilk kez ondan duymuştum. Takım arkadaşının kontrol etmekte zorlanacağı paslar atan, ya da hücumun son saniyesinde zor pozisyondaki arkadaşına büyük sorumluluk yükleyen paslar atan oyuncuya tepki olarak “Pas mı atıyorsun, iftira mı” der. Bugün özellikle ilk yarı boyunca birçok iftira geldi Anderson’dan. Bu adamın çift ön liberodan biri olarak sahada yer bulması çok kolay görünmüyor klasik sistemde. Daha önceki yazılarımda da Nani ve Anderson’dan ümidi kesmediğimi söylüyordum ama çok kolay bir yolculuk olmayacak sanıyorum onlarınki.


Yarı finaldeyiz, ait olduğumuz yerde. İlk maçı izleyememiştim açıkçası, ancak durumu nasıl bu noktaya getirdiğimize artık şaşırmıyorum. Porto’yu küçümserken, göz ucuyla izleyebildiğim bir Fenerbahçe maçını ve geçen sezon İnönü’de izlediğim o talihsiz maçı referans alıyordum. Çok sağlıklı referanslar değilmiş. Ayça Şen’in deyimiyle “Erkek Sindrella” görünümündeki Hulk’un da normale döndüğü bir geceydi ama kuşkusuz iyi topçu. Rolando-Bruno Alves tandemi korunduğu takdirde Avrupa’nın en iyilerinden biri olmaya aday. Fakat Rolando’yu yakın gelecekte daha üst liglerde görmek şaşırtmayacaktır beni. Cristian Sapunaru her şeyden önce kalitesini bozmadı hiçbir pozisyonda. Cissokho’dan beklediğimizi o yaptı ve olgun yaklaşımı gösterdi Ronaldo konusunda. Önce saygı duydu rakibine, sonra da karşısında durdu. Onun kanadından ziyade Rooney kaynaklı bir zafiyet içindeki sol kanattan hücum etti Porto çoğunlukla. Ama bindirmeleri sırasında da olumlu gözüktü. Vedran Corluka tipinde bir sağ bek sanki, daha iyi yerlere gelebilir… Tabi bir Fatih Sonkaya olarak da kalabilir, hiç belli olmaz. Lucho Gonzalez’in yaşadığı sakatlık ve Cristian Rodriguez’in olağan dışı formsuzluğu da bugün şansın İngiliz ekibinden yana olduğunun göstergesi. Ama bu şansı yaratmada bahsettiğim dörtlü bloğun da payı azımsanmayacak düzeyde. Bu arada Lucho’nun sakatlığında payım olabilir, ama sorumlusu yukarıda Cissokho’nun ağzından çıkan sözleri izleyicilere nedense Lucho söylemiş gibi aksettiren Emre Tilev’dir. Ben de biraz beddua bombardımanına tutmuş bulundum Arjantinli’yi. Ki severim de… Kusura bakmasın. Yerine giren Mariano Gonzalez’i de beğendim bu arada. Uğur Önver faciasından sonra kim anlatsa fark etmezdi gerçi de, Cristian Rodriguez ile Anderson nasıl eski takım arkadaşları oluyor Allah aşkına?


Giggs, çok büyüksün çoook… Haydi rastgele!

Alma Sporting’in Ahını



Bir başka Irish gecesiydi, daha çok Anfield Road tarafındaydı gözler. Ama Nou Camp’ta (biz Nou Camp diyoruz, burada sokakta herkes Camp Nou diyor) da tam bir resital olduğunu göz ucuyla izlediğimiz bölümde bile görebildik az çok… Zaten ikinci yarı ile birlikte o televizyonda da diğer maça geçildi…

Karl-Heinz Rummenigge de, Franz Beckenbauer de kısa ve ağır konuşmuşlar… Klinsi’nin bu sezon yaşadığı üçüncü hezimet. Paslanmış Almanca ile “Debaklinsi” diye zorlasam kimse itiraz etmez herhalde, biraz dili katletmiş oluyorum gerçi ama… Zor günler bekliyor Bayern’i. Mark Van Bommel’in Lionel Messi’ye yaptığı ayıp. Thierry Henry’den hiç hazzetmem, ama onun hareketinin kasıtlı olduğunu düşünemiyorum… İkinci yarıdansa hiç haberim yok.

Liverpool-Chelsea maçı hakkında uzun yazasım var ama daha film izlenimleri duruyor. Söz vermeyeyim…

Massimo Oddo’nun pozisyonu ilk yarının tamamındaki Bayern aczini çok güzel özetliyor. Sadece izlediler… Frank Lampard’ın ve Titi’nin mutlu olduğu bir gecede, haliyle üzgün dönüyorum eve. James Joyce laneti devam. Gürkan, o üçüncüyü yemeyecektiniz dayı!

Make It Double






Kura şansına ihtiyacımız vardı. Hiç olmadığı kadar… Ve daha da şanslı olamazdık açıkçası. Old Trafford’da ezeli rakipten yenen 4 gol, hemen üzerine Fulham karşısında Paul Scholes’ün tartışmalı kırmızı kartı sonrası alınan mağlubiyet. Tartışmalı dediysek, kırmızı kart net de taraftarlar o insanın bildikleri Scholes olup olmadığını tartışıyor. Hala inanamayanlar varmış. Mark Schwarzer da dünyaları kurtardı bu arada, United için zaten siyah olan günler artık daha da siyah… Ay lav kelime oyunu…

Neyse efendim, gayet güzel bir kura çekmişiz. Bu sancılı dönemde, tam 4 yıl sonra ligde üst üste iki mağlubiyet almışken Porto eşleşmesi çok güzel oldu… Porto’yu küçümsüyorum. Hiç lafı dolandırmayalım. Bugüne kadar yaptıkları hiçbir şey de beni etkilemiyor. Atletico Madrid’i elemeleri de… Gelenekleriyle buradalar, ama daha fazlası olmaz. Ben yarı final geldiğinde de, Sir’ün orta saha konusunda doğru formülü bulmuş olacağına inanıyorum. Oradan sonra da final çok zor değil.

Make it double… Or triple!


Neyse ben gideyim de bir sakal tıraşı olayım…

CL Night


Zenit St. Petersburg-Real Madrid maçıyla açtım akşamı. Kaliteli de bir maçtı. Özellikle ikinci yarıda Real Madrid deplasman takımı psikolojisiyle skoru korumak için kapanınca maç daha da güzel bir hal aldı. Ancak Zenit’in Andrei Arshavin önderliğindeki baskısı yeterli olamadı. Pavel Pogrebnyak’ın bu kadar kötü olduğu bir günde çok da kolay değildi yeterli olması. Zenit’te diğer bölgelerin yanında sırıtan açık bir şekilde savunmanın göbeği. En son Monaco’da izlemiştim Zenit’i, o maçta Sébastien Puygrenier geçer not almıştı benden, yanında da Roman Shirokov’u bekliyordum bugün. Ancak Tomáš Hubočan ile karşılaştık… Kendi kalesine attığı goldeki acemiliği bir yana, çok sık kademe hatası yaptı. İkinci golde savunmanın arkasına sarkan Ruud Van Nistelrooy’u zaptetmesi gereken de Slovak oyuncuydu. Bu bölgede Dick Advocaat’ın elinin çok sağlam olmadığını söyleyebiliriz. Orta sahada Anatoliy Tymoshchuk ile öndekiler arasında bağlantı kurma misyonuyla donanmış Konstantin Zyryanov da gününde olmayınca tüm yük 10 numaranın üstüne bindi. O da özellikle ikinci yarıda her şeyi yaptı, bileğiyle kendisine de hayran bıraktı ama yeterli olmadı. Fatih Tekke de yerine girdiği Pogrebnyak’tan daha etkili oldu diyebiliriz, ama bir kez golle burun buruna gelmesine rağmen hedefe ulaşamadı.

Real Madrid cephesine geldiğimizde, özellikle orta sahanın yeteri kadar sert olmadığını düşünenlerdenim. Wesley Sneijder’in yokluğunda Robben-Van Der Vaart ikilisinin böyle bir sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Bu sertliği yaratması gerekenler bugün için Rubén De La Red ve Mahamadou Diarra idi. Diarra son 2 yıldaki performansıyla herkesten övgü toplayan bir isim. Ancak orta sahayı çekip çevirecek yeterlilikte görmüyorum ben kendisini, hele de Real Madrid çapında bir takımda! Yanında De La Red’in olması durumu daha da kötü kılıyor. Ligdeki son Betis maçında da zayıf görmüştüm bu ikiliyi, bu maçta da topu oyuna sokma noktasında Pepe’yi çaresiz bıraktılar bir iki pozisyonda. Ezeli rakipleri Barcelona ile karşılaştırdığımızda bu bölgede ciddi bir fark görüyoruz. Xavi, Andres Iniesta, Yaya Toure ve hatta Seydou Keita gibi isimlere imrenerek baktığını zannediyorum Bernabeu ahalisinin. Yine de önlerindeki Hollandalılar birçok maçta galibiyet için yeterli olabiliyor. Real Madrid kariyerine beklediğimden çok daha iyi başlayan Rafael Van Der Vaart önünde de hem mahcubiyet, hem de saygı ile eğiliyorum efendim…


Sonrasında da Kadıköy’e uzandık. Yeteri kadar tatmin olmadım, sanıyorum. Fenerbahçe hakkında genel bir değerlendirmeye girişesim yok pek ama bu yaz yapılan hamlelerin her birine şüpheyle yaklaşmıştım, bilen bilir. Sadece Dani Güiza’nın Semih Şentürk ile iyi bir ikili oluşturacağını, ancak böyle bir partnerliğin de takımda Alex’e yer bulma konusunda Luis Aragones’i sıkıntıya sürükleyeceğini düşünüyordum. Açıkçası sürekli kendilerini geliştirdiklerini söyleseler de Aziz Yıldırım ve yönetiminin yanlış yapmaya devam ettiğini düşünmekteyim. Zico ile maddi açıdan anlaşılamaması, anlayışla karşılanması gereken bir durum. Ancak aldığınız teknik direktörün nasıl bir oyun şablonu ile oynadığını görmek için bu yazki turnuvaya bakmak yeterli. Takımı İspanyol takımlarındaki başkanlar gibi yöneten, ancak farklı olarak bu konudaki yetkisini futbol içinden gelen isimlerle paylaşmayan Yıldırım idi o turnuvaya bakması gereken. Ama futboldan anladığı yönündeki iddiası doğruysa, bu turnuvayı izlemeyi ihmal etmiş Başkan. Zira Aragones’in eline verdiği kadro birçok kabusunda yer bulmuştur İspanyol hocanın, her ne kadar bugüne dek gamsız bir görüntü çizmiş olsa da. Josico transferini dikkate almak gerekiyor mu bilmiyorum ama onun dışında Aragones’in isteği doğrultusunda bir orta saha elemanı da alınmadı. Belki Deniz Barış’ı kolay harcadı Aragones, ama onun dışında da pek de suçlu bulamayız kendisini. Fenerbahçe taraftarını Selçuk-Maldonado ikilisiyle yüz yüze bırakan isim Aragones değil Yıldırım’dır. Her şeyden önce transfer bütçesinin önemli bir kısmını Emre Belözoğlu’na harcayan kişi olarak.

Bunun dışında Aragones’in doğru seçim olup olmadığı da tartışılır, ama başlı başına bir yazı konusudur bu. Yine de kısaca bugün için, kariyeri yükseliş eğiliminde olan ve ivme bulabileceği bir ortam arayan bir teknik direktörün seçimi çok daha uygun olurdu. Zira futbol takımı olarak, hatta daha genel alırsak kulüp olarak Fenerbahçe de böyle bir marka. Avrupa’da yükselen bu değerin aldığı teknik direktörün Fenerbahçe’yi çalıştırmak dışındaki alternatifinin emeklilik olmaması gerekirdi. Böyle de söylenebilir. Genç yetenekleri her daim takip ettiğini, daha önce de Luciano Spalletti’yi gündemine aldığını söyledi kulübün televizyonunda Yıldırım. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” gibi güzel bir deyiş var… Her neyse futbol tadı açısından pek bir şey bulamadık sahada. Zaman zaman Colin Kazım-Richards, zaman zaman da Hollanda’da 2005 yazında bize karşı yaptığı hat-trick ile hafızalarımızda yer etmiş Oleksandr Aliyev pozitif bir şeyler yapabildiler. Ama bir Arshavin yoktu tabi sahada. Bu arada Aliyev’i Avrupa’nın 1 numaralı organizasyonunda görünce, o turnuvada ona meydan okuyan Sezer Öztürk’ü hatırladım. Kesinlikle fazlasını yapabilecek bir adamdı, ama sonu Berkant Göktan’dan farklı olmayacak gibi. Fenerbahçe açısından hoş olmayan bir görüntü de kameranın yedek kulübesine döndüğü anlarda ortaya çıktı. Tamam birkaç eksik var ama her şeye rağmen yıllardır bir yapılanma içinde olan, her geçen gün kadroya yeni bir parça ekleyen bu takımın kulübesinde akla ilk gelen ismin Uğur Boral, sahaya ilk giren isminse Burak Yılmaz olması fena halde düşündürücü.


Bu iki grup özelinde birkaç kelam ile bitirmek gerekirse bugün izlediğimiz takımların çok iç açıcı olmadığını söylemeliyiz. Real Madrid’in orta sahası hakkında kesin bir kanıya varmak için Juventus maçlarını özellikle bekliyorum. Zenit’in ise arkasıyla problemler yaşayacağı ortada. Hatta BATE Borisov önünde de… Fenerbahçe’nin grubunda Arsenal’ın ısındığını görüyoruz. Haftasonu şok bir mağlubiyet almışlardı, acısını Porto’dan çıkardılar. Porto geçen seneki etkinliğinde gözükmüyor. Yaratıcılık anlamında Lucho Gonzalez’den başka sığınacakları bir isim yok. Ricardo Quaresma’nın yokluğu bir yana, geçen sene de var olan savunma sıkıntısının bu yıl had safhada olduğu kolayca görülebilir. Dynamo karşısında evlerinde ne yapacakları çok önemli. Çok kapasiteli bir takım görüntüsü çizmese de Porto’da alınacak 1 puan Ukrayna ekibini gruptan çıkarabilir de. Bu gruptan ilk bileti alan ekip ise takımın direksiyonunu emanet ettiği Cesc Fabregas’ın form düşüklüğüne rağmen Arsenal olacaktır. Bence.

Son olarak da Dynamo’dan Betão’yu özellikle beğendiğimi belirtmek isterim. Bir de Dimitar Berbatov’a “Hoş gelmişsin” demek…

Avrupa Macerası #2


Bu hafta hem bayram hem de Avrupa heyecanı olacak. Şehir dışına çıkmayan Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarları için oldukça güzel bir fırsat. Serinin ilk yazısında yaptığım tahminler tutmuş kısmen. Hatta Beşiktaş maçının skoru da dahil bu tutan tahminlere. Cem’in diğer yazımın altına bıraktığı yorumdan dolayı bahisseverler için yazı dizisi yapıyorum gibi hissettim. Takımlarımızı ve rakiplerini analiz etmekti amacım aslında. Neyse… Bu haftaki analizlerimize(!) geçelim.

Şampiyonlar Ligi’ndeki tek temsilcimiz olan Fenerbahçe, ilk maçında Porto’ya 3-1 yenilmişti. Tabi 15 dakikada yenen 2 golün büyük payı var bunda. İkinci yarı Fenerbahçe beraberlik sayısını bulmak için oldukça iyi fırsatlar ele geçirmişti aslında. Ama olmadı. Ligdeki durumu da oldukça kötü Fenerbahçe’nin. Son Sivasspor maçında görüldü ki, takım geçen seneki görüntüsünden çok uzak. Bunlar yetmiyormuş gibi Semih’in de maçta oynamayacağı açıklandı. Dynamo Kyiv’le pek güzel hatıraları yok Fenerbahçe’nin. 2 yıl önce Şampiyonlar Ligi’ne kalma mücadelesinde Kyiv’e elenmişti. Maça gelince, Fenerbahçe oldukça büyük bir taraftar baskısı ile oynayacak karşılaşmada. Bu baskı sonucu ailecek hücuma çıkarlarsa, hiç istenmeyen bir durum ile karşılaşabiliriz. Kyiv belki de Avrupa’nın en iyi kontra atak yapan takımlarından biri. Ismaël Bangoura gibi çok da önemli bir oyuncuları var. Spartak Moskova’yı her iki maçta da 4-1 yendiler, Arsenal’i ise ellerinden kaçırdılar. Çok formda görünüyorlar. Büyük olasılıkla gollü geçecek bir maç. İlk golü bulan maçı koparabilir. Kyiv olursa bu takım, çok ilginç bir skorla karşılaşabiliriz. Hiçbir skor beni şaşırtmayacak o kesin. Skor tahminim: 3-2…


İlk maçı 1-0 ile kazanan Beşiktaş bu sefer Kharkiv ile Ukrayna’da karşılaşacak. İlk yazımda yazdıklarımı bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Kesinlikle zayıf bir takım değil. Gerçi İnönü’de çektikleri şutlarla direk boyalarını dökerek bunu az çok ispatladılar. Kesinlikle 1-2 veya 1-3 gibi bir skor olabilirdi. Ama deplasmanda işler biraz daha farklı. Gol bulmak zorunda olan takım Kharkiv olacak. Haber bültenleri ise Beşiktaş’ın maça tek forvetle çıkacağı konusunda hemfikir. Holosko kanat oyuncusu olarak oynayacak olsa da bana göre o maçın kilit oyuncusu olacak. Beşiktaş’ın erken bir gol bulması eşleşmeyi bitirecektir. Kharkiv’in 3 gol bulması çok zor. Sivok’un durumu da kesinleşmiş değil bu arada. Onun eksikliği önemli bir etken olabilir. Zapotocny ile oldukça uyumlu bir ikililer. Yetişemezse Toraman oynayacak büyük olasılıkla. Gerçi bunun takım savunmasını çok da etkileyeceğini sanmıyorum. İlginç bir maç olabilir, ne olursa olsun Beşiktaş’ın turu alıp geleceğine eminim. Skor tahminim: 1-2…

Galatasaray ise çıkışını Bellinzona karşısında devam ettirmeye çalışacak. Kewell-Baros-Lincoln triosu oldukça formda. Normal şartlarda aralarında 8-9 gömlek fark olan iki takım. En büyük sürpriz ilk maçta yaşandı. Lincoln’ün eşek şansı ile attığı gol sayesinde kıl payı kazandık. Bellinzona’nın ondan iyisini yapacağını sanmıyorum. Hücum hattımız bu kadar formdayken oldukça gollü ve süratli bir maç olması oldukça muhtemel. Bayram ve uygun bilet fiyatları nedeniyle stadın dolacağını da düşünürsek oldukça farklı bir skor çıkabilir. Tahminim: 6-1…


Gelelim en zor durumda olan temsilcimiz Kayserispor’a. İlk maçta tam beraberliği yakaladım derken PSG’ye 2-1’lik skorla mağlup olmuşlardı. Gerçekten tur imkansıza yakın görünüyor. Hem karşıdaki takım, hem de deplasman olması bu düşünceyi destekler nitelikte. Gerçi son izlediğim PSG maçı biraz da olsa umutlanmamı sağladı. Evlerinde çok kötü bir oyun sonunda Grenoble’ye 1-0 yenildiler. Kayserispor ise yine bildiğimiz gibi… Kısır maçlarından birini daha oynayarak Eskişehirspor’u 1-0 mağlup etti. Yine Kayserispor’un en az 2 gol bulmak zorunda olması durumu güçleştiriyor. Maç tahminim: 2-0…

Avrupa Macerası #1


Bundan sonra her Avrupa Kupası haftasında rakiplerimizi değerlendirip, tahminler yapmaya çalışacağım. Son Türk takımı elenene kadar da devam edecek bu yazı dizisi. Umarım şubat, mart aylarını görebiliriz. Şu an yolumuza 4 takım ile devam ediyoruz: Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Kayserispor.

İlk önce Fenerbahçe ile başlayalım. Fenerbahçe, geçen yıl yakaladığı müthiş performans ile çeyrek final oynama başarısı göstermişti. Hatırı sayılır para ve tanınırlık da cabası. Bu parayı, hatta daha da fazlasını Aragones-Güiza-Emre üçlüsüne verdiler. Ayrıca takımın en önemli parçalarından biri olan Aurelio da hiçbir karşılık alınmaksızın Real Betis’e gitti. Geçen yıl müthiş oynayan Vederson ve Deivid’in sakatlıkları ile de oldukça yara aldılar. Lige yapılan başlangıç da hepinizin malumu. Bu maçta Edu ve Semih de sakatlıkları dolayısıyla oynayamayacak. Porto ise geçtiğimiz günlerde en önemli yıldızı Quaresma’yı Inter’e sattı. Ama takım yapısında pek bir değişiklik yok. Lucho Gonzalez gibi tehlikeli bir oyuncuyu hala ellerinde bulunduruyorlar. Porto’nun lanetine de değinmeden geçemeyeceğim… Porto 7 yıldır Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk maçında galibiyet alamıyor. Galatasaray da ön elemelerde hiç elenmiyordu ya neyse… Maç hakkındaki tahminime gelince… Fenerbahçe’nin kazanma ihtimali bana göre çok düşük. Beraberlik çok iyi bir sonuç olacaktır. Maçın favorisi Porto.

4-5 yıldır ‘Avrupa fatihi’ ünvanını ‘Avrupa paspası’ yapabilmek için elinden geleni yapan, benim de taraftarı olduğum Galatasaray’a geçelim. Rakibimiz yine bir İsviçre takımı. Artık bu geleneksel hale geldi neredeyse. Her yıl bir takımımız, ki çoğunlukla da bu Galatasaray oluyor, bir İsviçre takımı ile eşleşir ve eler. Bu sefer rakibimiz olan takım ise geçen yıl ikinci ligde iken kupa finali oynayan Bellinzona. Bu sene üst lige yükseldiler ve şu anda 10 takımlı ligde 9. sıradalar. Kadrosunda çokça üçüncü sınıf İtalyan oyuncu bulunduran zayıf bir takım görüntüsündeler. Galatasaray’da yine her zamanki gibi sakatlık sorunu var, ama bu sorun olmamalı, olamaz da. Bellinzona’ya karşı Michael Skibbe forvet, Ümit Davala da yıllar sonra sağ bek oynasa yine kazanmalıyız. Taraftar bir hayal kırıklığını daha kaldıramaz. Bu takıma da elenirsek zaten, Adnan Polat kendini balkondan atsın. Maç hakkındaki tahminim maçı Galatasaray’ın 2 farklı kazanacağı yönünde…

Beşiktaş bu sezona geçen yıllara nazaran oldukça iyi bir başlangıç yaptı. En önemli eksikleri olan savunma tandemi sorununu da Zapotocny ve Sivok’u alarak sona erdirmiş gibi göründüler. Beşiktaş’ın rakibi Metalist Kharkiv adı duyulmamış bir takım. Ama yanıltmasın, hiç de boş bir takım değiller. Everton’a ecel terleri döktürdükleri eşleşmeyi bazılarınız hatırlıyordur. Lucescu’nun yaptığı açıklamalar da tehlikeyi destekler nitelikte. Doğu Avrupa takımlarının ortak özelliği olan kontra atak konusunda da oldukça iyiler. Beşiktaş gol atmaya gideyim derken gol de yiyebilir. Son maçlarda Beşiktaş’ın sergilediği başarılı savunma performansının güven verdiği de bir gerçek. Maç hakkındaki tahminime gelince, 1-0’lık veya 2-0’lık bir Beşiktaş galibiyeti bekliyorum.


Kupa şampiyonumuzun rakibi oldukça ünlü bir takım olan Paris Saint-Germain. Tabi eski PSG değiller. Geçen yıl düşmekten son anda kurtuldular ve kupa performansı sayesinde UEFA Kupası’na katılma hakkı kazandılar. PSG diğer sezonlara nazaran bu sezona oldukça iyi başladı: 5 maçta 10 puan. Giuly, Makelele, Rothen ve Kezman gibi kariyerli oyunculara da sahipler. Aldıkları 10 puana rağmen hücumda verimlilik açısından büyük sıkıntı çektikleri de kesin. Oynadıkları beş maçın biri 1-1 biterken, diğer maçları da 1-0’lık skorlarla sona erdi. Gerçi Kayserispor’un da aşağı kalır bir yanı yok. 3 maçta 5 puan, attıkları 1 gole karşılık hiç gol yemediler. Gökhan Ünal’ın gidişi ve Mehmet Topuz’un formsuz olması nedeniyle skor konusunda sorunlar yaşıyor Kayseri temsilcisi. Ama beklenenin aksine savunması geçen yıla göre çok daha güven verici. Bu veriler ışığında maçın 0-0 biteceğini düşünüyorum, bir gol olursa da PSG atar. 0-0 veya 0-1…

Avrupa kupalarında ülkemizi temsil eden tüm takımlarımıza yürekten başarılar…