Brave New World – Tier IV


13. Avustralya (Grup A)

Sırbistan’ın kazanmak için ağır favori olduğunu düşündüğüm A grubunda Arjantin ve Almanya’nın arkasına yerleştiriyorum dünyanın aşağı mahallesinden gelenleri. Benim nazarımda Almanlar’ın gerisinde kalma sebepleri zayıf takım kimyaları ve kadroda belli bölgelerdeki bariz yetersizlikler… Brian Goorjian’ın yerini alan ve Londra hedefiyle yola çıkan Brett Brown, San Antonio Spurs formasyonuna sahip bir teknik adam. Daha fazlasını söylemem yersiz olacaktır sanırım.* Almanya’ya bir sonraki katmanın içinde değineceğim, onları altlarına almak -Brown’ın yapabileceği ayarlamalar ölçüsünde- Boomers için çok uzak bir hedef değil elbet. Fakat ben alt yaş kategorilerindeki birlikteliklerinin ve nispeten homojen kadrolarının getirisi olarak Almanya’nın daha iyi bir takım olduğunu düşünüyorum. Bu listeyi de buna göre yapıyorum ve Almanya daha yukarıda olacak.

Kadro anlamında oldukça etkileyici bir oyuncu grubu var karşımızda, belki bu tip üst düzey organizasyonlarda gördüğümüz en iyi Avustralya kadrosu. Özellikle çifte vatandaş Aleks Maric’i böyle başarılı bir sezonun ardından, Sırbistan’ın elinden kapmaları çok değerli. Zaten Avrupa’nın nadide uzunlarından David Andersen ve geçen sezon Lietuvos Rytas formasıyla Efes Pilsen’e karşı çıkardığı kariyer maçıyla hatırladığımız Aron Baynes gibi isimlerle pota altında derin bir endişeye sürüklenmemişlerdi. Daha dışa dönük bir oyunu olan ama bu rotasyona dahil edebileceğimiz -yine formda isimlerden- Matt Nielsen de 32 yaşının tecrübesiyle takımın ruhani lideri olacak. Sahadaki lideri ararken ister istemez gözlerimiz oyun kurucu pozisyonuna yöneliyor. Fakat orada bu kadar güçlü bir ismin varlığına rastlayamıyoruz. Patty Mills bu sene Las Vegas’ta Portland formasıyla iyi top oynamış ve bazıları onu Armon Johnson’ın önüne yazma gafletinde bulunmuştu. NBA’de kenardan Jannero Pargo katkısı vererek mutlu edebileceği takımlar mevcuttur belki sahiden, ama uluslararası basketbolda direksiyonu emanet etmekten çekinebileceğiniz bir yapıda. İzleyenler onaylayacaktır… Yedeği ise Maric gibi Sırp kökenleri olan Kızılyıldız guardı Steven Markovic. Belki ondan gelecek ekstra bir katkı, takım için büyük bir yükseltme anlamına gelebilir.


Kanatlarda da Brad Newley ve Joe Ingles tanıdık isimler. Ingles’ın ismini ilk olarak ClubLakers forumlarında duymuştum. Mitch Kupchak’in bu çocukta özel bir şeyler gördüğünden ve bir ikinci tur hakkını onunla değerlendireceğinden bahsediyorlardı. O iş yattı sonra galiba, bir sürü videosunu izledikten sonra gelişimini gözlemlemek ilginç olacak. Newley ise tek başına bu takımı desteklemek için bir sebep. Nasıl içinizdeki Galatasaray taraftarları Harry Kewell nedeniyle Avustralya maçlarına farklı bir bakış getirmişse, bende de durum farklı olmayacak. Beşiktaş’a geldiği günden itibaren ne kadar faydalı olacağıyla ilgili kulislere başladığım son oyuncuydu kendisi. Yeni gözdem Roberto Hilbert. Biraz sabır…

Dördüncü katman içerisine dahil ettim fakat bir yukarıya geçip rütbe kazanmaya en yakın takım. Bunu 13. sıraya koymuş olmamdan da anlayabiliyorsunuz zaten. Basic Logic. Tek gereken kadrodaki oyuncuların da uygun olduğu sert bir basketbol oynatmak takıma. Karşısındaki rakibi ısıran bir yapı lazım, bu anlamda Güvenç Kurtar yahut Celal Kıbrızlı daha doğru seçim olabilirdi. Ama ben Brown’a da güveniyorum. Hey Mr. Brown!

Kadro son halini aldı, turnuvaya kadar bir talihsizlik yaşanmazsa: David Andersen, David Barlow, Aron Baynes, Adam Gibson, Joe Ingles, Steven Markovic, Aleks Maric, Damian Martin, Patrick Mills, Brad Newley, Matthew Nielsen, Mark Worthington.

* Keşke dünyayı da onlar yönetseydi, hiç savaş olmazdı.” – Murat Can Ege, 2008


14. Fransa (Grup D)

Mükemmel bir dünyada ayırdığım tüm katmanlarda her grubun birer temsilcisi olması gerekirdi. Neyse ki öyle bir dünyada yaşamıyoruz, çok sıkıcı olurdu. D grubundaki “İspanya’nın arkası tufan” olarak özetlenebilecek bu yapı, çapraz gruptaki bizim milli takımımızın geceleri rahat uyumasını sağlamakta şu an. Grubun ikinci ve üçüncü sırada bitirilmesiyle oluşacak olaı Litvanya, Fransa ve Kanada eşleşmelerinin tamamı tercih edilebilir maçlar vadediyor. Fakat bu takımların hepsi de Türkiye’nin -son yıllarda sıkça gördüğümüz- kötü bir gününde yakalarlarsa, çeyrek finali bileti alabilecek kadar çapı olan takımlar. Yıldızlar gelmiyor, tamam ama biraz fazla abartıyoruz bu durumu. Ya da kendimize biraz fazla pay biçiyoruz bu durumdan.

Tony Parker’ın gelmeyeceği ilk günden beri belliydi, fakat bu takımı yıkan en önemli haberler 2010 kadrosunun temel direği olarak düşündükleri Rodrigue Beaubois ve gelmesine bir dönem ciddi ciddi inandıkları Joakim Noah’ın sakatlıkları oldu. Ronny Turiaf’in de yokluğunda takımın pota altı sıradan uzunlara kaldı diyebiliriz. Alexis Ajinca henüz potansiyelini gerçeklemek için gerekli adımı atamadı, Ali Traore’nin sağlık durumu cümleye her zaman bir ‘eğer’ ile başlama zorunluluğu yaratıyor ve belki de rotasyondaki en güvenilir isim olarak standart bir Euroleague uzunu Alain Koffi kalıyor. (Bir an gözden kaçırdığım Florent Pietrus da varmış. Ama gözden kaçırabildiğime göre bir sebebi vardır. En iyi döneminde bile takımın zayıf halkası olan bu adama hala güvenemiyorum. Ian Mahinmi?) Fakat içlerindeki “asıl” büyük boşluk burada değil, oyun kurucu pozisyonunda. Yannick Bokolo kamikaze bir guard ve şut bakımından güvenilir olmaktan çok uzak. Geçen ABD maçında bunu tezip eden bir şut performansıyla başlamıştı ama şampiyona boyunca o kadar şut sokamazsa kendisini takip edenler kesinlikle şaşırmayacaktır. Nando De Colo’nun takımında da zaman zaman bu bölgeye devşirildiği oluyordu ama bunu bu seviyede ve A planı olarak düşünmek pek akıllıca değil. Kadro şu an için hala 15 kişi gözüküyor ve bu havuzun içindeki Aymeric Jeanneau’yu tutmak için daha yetenekli birilerini feda etmek düşünülebilir.


Nicolas Batum, Boris Diaw, Edwin Jackson ve Mickael Gelabale İstanbul’a gelen birçok takımın kadrosunda önemli boşlukları doldurabilirdi. Fakat hiçbiri istikrarlı bir dış şut sahibi olmayan bu swingmanler fazlasıyla tek tip bir kanat rotasyonu yaratıyor. Diaw’u muhtemelen 4 numarada görürüz bu takımda. De Colo-Batum-Diaw-Pietrus-Ajinca beşinin laboratuvardan çıkması insanlığın hayrına olmayabilir ama “that is a heckuva team” her anlamda… Bunu geçen hafta ABD karşısındaki 86-55 sonuçlanan prova da gösterdi. Ajinca yerine Mahinmi başlamıştı o maçta, biz atlamayalım ki detayseverler de atlamasın…

Zor dostum zor, ekleyebilecek Fransızca esprim bile yok şu takım için: Alexis Ajinca, Nicolas Batum, Yannick Bokolo, Fabien Causeur, Nando De Colo, Boris Diaw, Mickael Gelabale, Edwin Jackson, Aymeric Jeanneau, Charles Kahudi, Alain Koffi, Ian Mahinmi, Florent Pietrus, Ali Traore, Ludovic Vaty.


15. Porto Riko (Grup C)

Porto Riko kampından gelen son haberler -bu da Gökhan Türe girişi oldu- iyi değil. Moraller gayet iyi. Gayet iyi… Gayet iyi… Rezalet iş olmuş ama akılda kalıyor. Ne diyordum, Beşiktaş’ta taraftar favorisi olmuş Larry Ayuso ve Beşiktaş’ta Ergin Ataman’ın vebalini yüklenmekle meşgul olmuş Christian Dalmau takımla birlikte Almanya’ya uçmayıp eve dönmüş. Söylediğine göre Manuel Cintron’dan hazırlık dönemi başında ilk beş garantisi almış Ayuso ve tarih yaklaşıp da coach söylem değiştirince bozulmuş. Cintron’un son röportajında arka alanının Arroyo-Barea ikilisinden oluşacağını söylemesi, Ayuso’nun kararını pekiştirmiş. Olayın gelişimi Ayuso’nun burada söylediği gibiyse onu suçlayamam. Ama ucuz milliyetçilikten vuracak olanlar Porto Riko’da da bulunacaktır. Dalmau ise rotasyondaki 10. oyuncu haline geldikten sonra, yine anlaşılır bir yaklaşımla ‘kadrodaki bu yeri genç bir oyuncunun da hayli hayli doldurabileceğini’ söyleyerek geri adım atmış.

Açıkçası Porto Riko’nun sıralamamdaki yerini bu haberlerden sonra değiştirmeye gerek duymadım. Elde fena bir kadro yok gibi gözükse de, potansiyelinin işaret ettiği yerlere gelmek genelde bu takım için mümkün olmadı. Bu sene de pota altında daha da yaşlanmış bir Daniel Santiago, eskiden genç potansiyel olarak algılarken şimdi patlak bir balon olarak gördüğümüz Peter Ramos ile işleri öyle çok kolay değil. Renaldo Balkman’ı gördüm geçen hafta Madison Square Garden’da, kendisini orada ilk görüşümüz de değildi. Sevdiğim bir topçudur ve doğru kullanılırsa, Carlos Arroyo ve Jose Juan Barea gibi savunma defekti barındıran oyuncuların yanında çok kritik bir parça olabilir. Onun yerine 3 numarada Carmelo Lee başlayacak ki o da sert savunmacıdır. Arroyo-Barea-Lee-Sanchez-Ramos beşini şimdiden açıkladı Cintron, bir Fatih Terim hamlesiyle.


Ayuso ve Dalmau’nun gidişiyle paniğe sürüklenmek onlar adına çok mantıklı olmaz. Zira o görev tanımıyla barışık bir Ayuso çok büyük fayda sağlayacak olsa da, böyle bir ihtimal hiçbir zaman masaya gelmemiş. Fakat burada dikkatle okunması gereken Dalmau’nun kararı bence. Mental olarak biraz kırılgan bir arkadaştır ama eğer takımın başarısına bir güven duysaydı bu tablonun bir parçası olmaya ve ülkesiyle büyümeye çalışırdı. Rolüne tamah etmemekten ziyade bir isteksizlik halini görüyorum bu kararın motivasyonu olarak. Tabi ki sadece dışarıdan bakan bir göz olarak. Ama eğer böyleyse yine çok büyük hayaller kurmamak gerek. Böyle değilse ve bir kolej takımı havasına girilirse geçen senenin Amerika elemeleri iyi bir veri. Yunanistan ve Rusya’ya ilk iki için hayli güveniyorum, özellikle Rusya’ya olan güvenimi zamanı geldiğinde okuyacak ve hayrete düşeceksiniz. Benden uyarması… Üçüncülüğü de Porto Riko’ya bırakmayız ya sanki.

Bizim grupta olacaklar ve benzer bir dağınıklıkla geldiğimiz 2002 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın açılış maçında da ilk tokadı Porto Riko’dan yemiştik. O günlerde sempati beslediğim bir takımdı ama artık Ayuso yerine Barea, Jose Ortiz yerine Ramos oynarken aynı sempatiyi koruduğumdan bahsedemeyeceğim: Carlos Arroyo, Jose Juan Barea, Renaldo Balkman, Guillermo Diaz, David Huertas, Carmelo Lee, Nathan Peavy, Peter John Ramos, Filiberto Rivera, Ricky Sanchez, Daniel Santiago, Angel Daniel Vassallo.


16. Kanada (Grup D)

O Canada! Ne güzel ülkesin. Az önce “Bitik Adam” bitirdim sonunda. Glenn Gould, malum. O yüzden girişteki bu gereksiz hassasiyet. Yunanistan’dan acayip bir fark yemişsin, daha önce İspanya’dan da benzer bir fark yemiş ve B takımla çıktığını iddia etmiştin. Neyse bu bayık üsluptan kurtaralım yazıyı, saatin sabaha karşı 6 olması da bahane sayılmaz pek.

Yunanistan’dan bugünlerde hangimiz fark yemiyoruz ki? Bu çok moral bozucu olmamalı Kanada için. Skor 123-49, biliyorum! Fakat Slovenya’yı da benzer bir tarifeyle gönderdiler. Erken madalya adaylarımdan Yunanistan’a karşı verilen bu kötü sınavdansa, Fransa’yı Toronto’da iki kez mağlup etmeleri daha önemli bir veri olarak kabul edilmeli. Ve İspanya’ya karşı gerçekten de ‘developmental team’ adını verdikleri bir takımla oynamışlardı. Bugüne kadar hazırlık maçlarında yenilgisiz gitmekle övünüyorlardı ama seriye noktayı tatsız bir şekilde koydular. Amerika’dan son bilet için Dominik Cumhuriyeti’nin güçlü ve burada olmaya birçok takımdan daha layık kadrosunu mağlup ettiklerini hatırlatalım. Ve biraz da kadroya bakalım. Onlar da sahada bir yöneticinin eksikliğini hissediyorlar. Andy Rautins Syracuse günlerinden sevdiğimiz bir topçu, J.E. Skeets’i de andırıyor hakikaten. Bu yüzden ayrıca seviyoruz… Fakat pür bir oyun kurucu olmadığını da biliyoruz. Onun dış şutları takımın hücumdaki en önemli opsiyonlarından ve bunu hazırlık maçlarında da gördük. Nasıl bir oyun oynayacaklarından emin değilim, ilk kez bu hafta sonu izleyeceğim kendilerini. Belki old-school bir oyun kurucu yerine Rautins gibi biri daha iyi bile olabilir. Turnuva başlamadan bir güncelleme yaparım bu konuda.


Jamaal Magloire ve Matt Bonner’ın geleceği konuşuluyordu yine her şeyin başında. Fakat Bonner’ın San Antonio’dan şu kontratı aldıktan sonra fiilen olmasa da basketbol kariyerini bitirmesini bekliyorum. Sandviç işine falan girebilir. Tık! (Bonner’ın pasaport işleri de sıkıntılıydı bildiğim kadarıyla, hakkını yemeyelim.) Onların yokluğunda sınırlı NBA uzunu kontenjanını Joel Anthony’nin doldurması bekleniyor… Pota altında Levon Kendall gibi önemli bir Avrupa oyuncusu var destek verecek. Belki göze çok hoş gelmeyen bir basketbolu var, bileği çok yumuşak değil ama en üst seviyenin bir altındaki takımların çoğuna katkı verebilecek tarzda delişmen bir uzun. Triumph Lyubertsy forması giyen Jermaine Anderson, tempo yapmak istendiğinde kenarda başvurulması gereken isim olarak ön plana çıkacaktır kimi zaman. Anderson-Rautins ikilisi de savunma için zafiyet yaratacak olsa da denenebilir bir kombinasyon. Geçen sene Oyak Renault’da izlediğimiz çok yönlü Olu Famutimi de yine önemli katkılar verecektir. Bu takımda Carl English de olsa gerçekten şut sokabildiklerinde herkesi yenebilecek bir oyuncu grubu olurdu önümüzde. Şimdi de fena değiller ve hazırlık maçlarında Jermaine Bucknor, Denham Brown ve Jevohn Shepherd gibi isimsiz oyuncuların verdiği performans da umut verici. Son U19 turnuvasının göze çarpan yeteneklerinden Kelly Olynyk de bu kadroda olacak, Alman Elias Harris gibi o da Gonzaga öğrencisi. Porto Riko’nun üstüne koyabilirdim belki onları ama Kanada’yı gerçekten sevmiyorum. İlk paragrafta rol kesmeye çalıştım ama olmuyor…

Kolay bir grupta değiller. Yeni Zelanda ve Lübnan mutlaka dördüncülük mücadelesini zorlamak için Kanada maçlarına ayrı asılacaktır. Turnuvaya kaderini kabullenmiş olarak gelecek bir takım yok yani burada. Slovenya -Goran Dragic’i atınca- her gün her rakibe yenilebilecek kadar karaktersiz bir takım ve o gün Goran yoktu ama Yeni Zelanda’nın böyle önemli bir galibiyeti var. Lübnan bile hazırlık maçlarından iyi skorlarla çıkıyor. Bu grupta İspanya’dan sonrası her türlü sürprize açık.

Andy’nin babası Leo Rautins’in elindeki kadro şu anda şöyle gözüküyor: Jermaine Anderson, Joel Anthony, Ryan Bell, Denham Brown, Jermaine Bucknor, Aaron Doornekamp, Olu Famutimi, Michael Fraser, Levon Kendall, Tyler Kepkay, Kyle Landry, Kelly Olynyk, Andy Rautins, Robert Sacre, Jevohn Shepherd.

Not Defteri: Adidas Istanbul Cup 2010


– Neredeyse bir hafta geride kalıyor ama diz üstünü diz üstüne koyabilmek için ciddi motivasyon gereken zamanlardayız. Bu yazının nihayete ermesi bile 10/1 falan veriyor.


– Sinan Erdem Spor Salonu için son test-event olacak bu organizasyonda, gönüllüler olarak el mecbur hazır bulunduk. Cuma öğleden sonra bizimkilerin idmanını yakaladığımızda zeminle ilgili bir şeylerin ters gittiği ortadaydı. Çemberden seken toplar, boyalı alanın belli bölgelerinde düzen dışı sekiyor ve çok hoş tınlamayan bir sesi de beraberinde getiriyordu. Daha sonra Doğan Hakyemez’in ‘the ultimate bilirkişi’ olarak devreye girip, zeminde bir tur attıktan sonra benzer rahatsızlığı paylaştığını okuduk. Şu anda planlanan, grup maçlarının ardından Abdi İpekçi Arena’daki parkelerin buraya taşınması yine yazılanlara göre. Bunun teknik olarak herhangi bir sorun yaratıp yaratmayacağından emin değilim, daha doğrusu konu hakkında hiçbir fikrim yok. Ama Engin Atsür’ün sakatlığının bu zeminle en ufak bir ilişkisi olma ihtimali de uykularımı kaçırıyor. Gerçi Engin’in sakatlık geçmişi düşünüldüğünde, farklı tetikleyici etkenler de tartışma konusu oluyor. Geçmiş olsun diyelim, gidişata göre belki bir kez daha derim.

– Organizasyonda pek bir sıkıntı yaşanmadı ama bu anlamda ana yemek için ölçü olabilecek bir turnuva değildi geride bıraktığımız. Uluslar arası katılımın çok daha yüksek boyutlara çıkacağı, tansiyonun devreye gireceği eleme maçlarında işler değişebilir. Böyle modern bir salonda, benzerlerindeki tavandan sarkıtmalı skorbordlar yerine ancak lise salonlarına yakışabilecek nitelikte ve ebattaki skorbordların kullanılması en büyük mimari skandal. O konuda pek bir değişiklik olması mümkün değil sanıyorum.


– Taraftar da bu hazırlık organizasyonunda sınıfta kalan unsurlardandı. Yeni Zelanda ve İran gibi takımlara karşı yapılan maçların ilgi çekmemesini anlayabiliyorum ama bir pazar akşamı, ulaşımın bahane olamayacağı bir yerde konuşlanmış bir salonda yapılan Türkiye-Sırbistan maçı daha fazla ilgi çekmeliydi sanki. Ben ilk iki günün yorgunluğu ve dergi için harcamam gereken mesai nedeniyle o günü pas geçtim ama duyduğum kadarıyla sadece 5-6 bin kişilik bir seyirci varmış. Bunun üzerine salı akşamı Ljubljana’da Stozice Arena’nın açılışı için 12500 kişilik salonu tıklım tıklım dolduran Slovenler’i izlemek de çok iyi gelmedi. Ljubljana ve İstanbul nüfuslarını karşılaştırdım, sonra ne yaptığımın farkına varıp vazgeçtim. İş günü faktörüne karşı muazzam bir atmosfer vardı gerçekten, daha fazlasını görmek isteyenler için hafta sonu bu salondaki hazırlık turnuvası Eurosport ekranlarında sahne alacak…


– Sırbistan maçını ilk yarıdan sonra göz ucuyla takip edebildim, diğer maçlar da sağlıklı bir veri kaynağı olamayacak maçlardı. Fakat belli sıkıntıları görmek için karşıdaki rakibin İspanya olması gerekmiyor. Guard rotasyonu facia. Gerçekten yukarıyı hedefleyen bir takımda ancak Sinan Güler’in rotasyondaki bu yeri eğreti durmaz. Diğer oyuncular tabir-i caizse hiç kalıplarının adamı değil. Kağıt üzerinde homojen ve zengin gözüken uzun rotasyonu da, en azından bu turnuvada bunu kinetik enerjiye çevirebilmiş değil. Kerem Gönlüm’ün pas tutması doğanın bir kanunu, çok yadırgamamak lazım. Ama NBA finalistinin bir şans verdiği Semih Erden’in hala aklını kullanmamakta bu kadar diretmesi anlaşılır bir şey değil mesela. Hakeza Ömer Aşık’ın boş görünen son sezonunun, gerçekten de göründüğü kadar ‘boş’ geçtiğini fark etmek de hayatımızı iyileştirmedi. Ömer’in fizik ve oyun gelişimi için, Kanyon Mars Athletic Club’da boy göstermekten fazlasını yapmasını umardım. Bu sene NBA’e oyunundaki bilindik defektleri taşıyarak gidecek Ömer ve ne yazık ki bu durumu değiştirmek için çok fazla çaba sarf etmediğini görebiliyoruz. Genel anlamda da takımın iyi yönetilmediğini söylemeye, Bogdan Tanjevic’le geçen bunca yıldan sonra gerek duymuyorum. Güler-Akyol-İlyasova-Erden-Aşık beşini burada görmek kimsenin canını sıkmaz, deneme der geçersin normalde. Ama bahse konu isim Tanjevic ise bunu çeyrek final maçının son periodunda görmeyeceğinin garantisi yok.


– Özellikle Yeni Zelanda maçında bizim çocuklarda anlamsız bir gerginlik vardı. Muhtemelen Engin’in sakatlığının yarattığı şok etkisinin payı vardır, haksızlık etmeyelim. Fakat hafta sonunun benim için en komik anı -basın tribününde yaşadıklarımı düşününce anlatılabilecek en komik anı desem daha doğru olacak- Semih’in Yeni Zelanda takımının geleneksel Haka dansını icra ettiği andaki tepkisiydi. İlk günkü Sırbistan maçı öncesinde ritüellerini yerine getirmeyen Tall Blacks, NTV’nin de isteğiyle ikinci maç öncesi taraftarı bu şovla selamlıyor. Her zamanki gibi yüzüne o anlamsız sırıtışı kondurmak için bahane arayan Hidayet Türkoğlu kopuşlarda. Diğer çocuklar da öyle. Semih dışında elbette. Haka dansına sırtını dönen Semih, kenardaki yönetmeninden ‘şimdi öfkeli ol’ direktifi almışçasına kaşlarını çatıyor ve uzaklara bakıyor. Çok acayip bir kafa yapısı, Celtics’e gitmesine sevinmemek mümkün değil benim için…

– Şampiyona yaklaşırken Power Rankings falan hazırlayıp, takımlar hakkında birkaç kelam etme isteğim mevcut. Ama başlangıçta söylediğim gibi çok kolay olmuyor o işler. “Sıcaklıktan değil, nemden hep.” Sırbistan yine dengeli bir takım kurmuş. Gelmeme kararıyla kitlesel ağıtlara sebep olan yıldızların yanında, Uros Tripkovic’in yokluğunun takımı için ne kadar acı verici olacağı biraz gözden kaçırılıyor bence. Buna rağmen Sırp basketbolu, yeni jenerasyonlarının milli takımlar kademesinde ilerlemesine uygun zemini hazırlamaya devam ediyor. Kadro kurmayı da birkaç istisna dışında kariyeri boyunca bu işin profesörlerinden olmuş Dusan Ivkovic’e bıraktıkları düşünülürse yarı final görmeleri kimseyi şaşırtmaz yine. Özellikle forvet rotasyonunda ismi çok büyük olmayan Marko Keselj, Nemanja Bjelica, Dusko Savanovic ve Novica Velickovic’in işlevsel oyunları ABD gibi birçok takım için çok büyük sıkıntı anlamına geleceklerdir. Oyuncu değerlerini üst üste koyarak değil de, oyuncuların bir araya geldiklerinde yarattığı sinerjiyi hesaba katarak bu Sırbistan kadrosunun, İstanbul’a gelecek en iyi üç kadrodan biri olacağını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz .


– Yeni Zelanda ilginç takım. Basın toplantısında Nenad Vucinic’e birkaç soru sormayı düşündüm ama sonra vazgeçtim. 36 yaşındaki Pero Cameron ve Phill Jones artık tam anlamıyla idareten oynuyor ve geriye kalan oyunculardan da Kirk Penney ve Efes Pilsen tarihindeki yeri utanç kaynağı olan Craig “Knows Good Sex” Bradshaw dışında hiç kimsenin uluslar arası tecrübesi yok. Fakat Benny Anthony Jr. ve Thomas Abercrombie yakışıklı çocuklar. Abercrombie & Fitchett kombinasyonunun da ‘doğru kullanıldığında’ öldürücü olacağını hepimiz biliyoruz.

– İran’ı anlamadık ya pek. Arsalan Kazemi diye bir topçuyu büyüttükçe büyüttü, “İran basketbolunun geleceği” diye etiketledi bizim çocuklar ama onda da pek numara yok. Javad Davari’nin adına bakmadan, Sinan’a ucuz Rucker Park hareketleri çekmesi falan komik detaylardan biriydi İran maçlarındaki. Hamed Haddadi’yi Türk halkı bağrına bastı, bazen bizim çocuklarla olan gerginliklerinde ona arka çıktı… Normal yahu, çok şaşırtıcı değil. Omri Casspi’nin elini sıkmamış olsa, hava alanında çiçeklerle karşılanabilirdi de.

– Son gün gitmeyerek, İran-Yeni Zelanda maçının raporunu yazmaktan kurtulmam, hayatımda verdiğim en iyi kararlar listesine üst sıralardan giriş yapabilir.

– Finaldeki Türkiye-Sırbistan maçını İsmail Şenol’dan değil de Osman Sakallıoğlu’ndan dinlemiş olmaktan hoşnut değilim. Hoşnut olanlarla da arkadaşlığımı gözden geçiririm.


– Red Foxes şahane. Gerçi ben kendilerinin iki saatlik antrenmanını izledikten sonra akıl sağlığımı büyük ölçüde yitirdiğimden, Pınar İlik’in bloguna yönlenip daha objektif yorumlar okuyabilirsiniz. Tık!

– Yok yok, Red Foxes şahane.

Fotoğraf: TBF.org.tr

Mike Krzyzewski: Benim Takımlarım Duran Toptan Gol Yemez


Bounce’un 2010 yazına özel olarak çıkardığı ve ABD milli takımında İstanbul’da boy göstermeye başlayacak yeni jenerasyona bakış attığı sayısı gerçekten güzel olmuş. Derginin haklarına sahipsek, Kevin Durant yazısını NBA Türkiye’nin bir sonraki sayısı için önerebilirim. Ama yabancı diline güvenenler, şuradan da okuyabilir tüm dergiyi.

Ben Mike Krzyzewski röportajını çevireyim şimdi, belki iş görür. Coach K’in kitabı “The Gold Standard” hakkında Orkun Çolakoğlu çok iyi konuşmamıştı ama. Efendim, Coach K mi hatta?

Bounce: Olimpiyat oyunlarında dünya üzerindeki en iyi oyuncularla çalışma fırsatı buldunuz? Böyle büyük egoları yönetmek zor bir iş olmalı…

Krzyzewski: Aslında oldukça kolay bir işti. Bu adamlar büyük egolara sahip olmalı, bunda bir sorun yok. Kendilerinden o kadar inanılmaz şeyler yapmaları isteniyor ki, aksine küçük egolar problem yaratabilir. ABD takımı için oynarkense, onlardan o egoların toplamının bir olmasını ve sadece ABD’ye hizmet etmesini istiyoruz. Siz birisinden bir şey isterseniz ama adresinizde bu yönde bir istekle karşılaşamazsanız anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Onların istediğiyse tam olarak bizim istediğimiz şeyle örtüşüyordü, dolayısıyla bir anlaşmazlık yaşamadık. Altın madalyayı almak ve ülkemizi doğru şekilde temsil etmek istiyorduk. Yani birlikte çalışmak için muhteşem oyunculardı.

B: Bu bağlamda sizi iyi bir coach yapanın, öğretme konusundaki yeteneğiniz ve arzunuz olduğunu söyleyebiliriz. Sezon boyunca kolej basketbolundaki genç öğrencilerle çalıştıktan sonra, yazın oyunun tepe noktasındaki NBA yıldızlarına karşı yaklaşımınızda ne gibi değişiklikler oluyor?

K: Elbette belli değişiklikler olmak zorunda. Zira karşınızda halihazırda profesyonelliğe adım atmış ve yaptıkları işte başarıya ulaşmış oyuncular var ve bir noktada sizin de onlardan öğreneceğiniz şeyler olabilir. Geçen sezonki kadrodan Jason Kidd buna en iyi örnek… “Böyle bir durumda rakibi nasıl durdurursun?” “Bu eşleşme hakkında ne düşünüyorsun?” “Kobe, bu adamı nasıl savunacaksın?” Sürekli oyunu düşünen mükemmel bir profesyoneldi ve hem kampta, hem de turnuva boyunca bu soruları ortaya atan hep olurdu. Böylece oyuncuların bu konudaki fikirlerini öğrenir ve makul olan çözüme adapte etmeye çalışırdık. Yani bir oyuncudan doğrudan bir şeyi yapmasını istemektense, doğruya birlikte ulaşmaya çalışır ve bunu uygulardık. Kamp boyunca hep bu katılımcı yöntemle ilerledik.


Takımdaki genç oyuncular için de hadise bundan ibaretti. Sadece teknik ekipten değil, kadrodaki tecrübeli oyunculardan da öğreniyorlardı. Nasıl çalışılacağını, maçtan önce vücudunu nasıl hazırlayacağını. Kısaca işin içindeki tüm profesyonelliği… Böylece takımın içerisindeki herkes kendisini geliştirme fırsatı buldu. Oyuncular gibi coachlar da. Çünkü biz her zaman buna açıktık…

Bugüne gelindiğinde hala herkesin bu öğrenme sürecine açık olduğundan emin olmalıyız. Ancak aptallar her şeyi bildiğini düşünüp, öğrenmekten vazgeçer.


Orkun’un dediği kadar varmış, anti-klişe timi göreve… Başlık da Orkun’dan geldi, saygılar.

B: Jason Kidd’den bahsettiniz. Kendisi 2008 olimpiyatlarından sonra uluslar arası basketbol kariyerine nokta koyma kararı aldı. Görünüşe bakılırsa üçüncü oyun kurucu bölgeniz hala açık. (Röportaj yapıldığında Deron Williams ve Chris Paul’un devam edeceği tahmin ediliyordu.) Geniş kadronuzda bu bölgede de birçok nadide parça ve Tyreke Evans, Derrick Rose, Russell Westbrook gibi parlak gençler var. Bu bölgede tercihi neye göre yapıyorsunuz? Bu genç yeteneklerle çalışmayı da dört gözle bekliyor olmalısınız…

K: Öncelikle biz şu anda 31 kişilik bir oyuncu grubuna sahibiz ve kontrat durumları, ailevi meseleler ve sakatlıklar her zaman ihtimaller dahilinde. Bu yüzden şu aşamada spesifik olarak tek bir noktadan söz etmek çok doğru değil. Kadroda doldurulmayı bekleyen 12 boşluk var ve bu seçimimiz sırasında kimlerin İstanbul’a gelecek durumda olduğunu birlikte göreceğiz. Temmuz ayındaki altı günlük Vegas kampını ayarlama sebebimiz de bu. O gün geldiğinde belki daha net konuşabiliriz, ancak biz bu çocuklara oldukça hassas yaklaşıyoruz. Eğer işlerini halletmeleri gerekiyorsa ve bu yüzden oynayamıyorlarsa, buna hoşgörüyle yaklaşırız. Yani bir boş yerden fazlası söz konusu olacak muhtemelen, bu diğerleri için de daha fazla fırsat anlamına gelecek.


Bu takımda kesinlikle olması gereken bir kişi varsa onun ismi Kevin Durant. 2008 kadrosundan her kim geri dönecek olursa olsun, Durant İstanbul’da olmalı. Bir önceki kadroda da az daha yer bulacaktı ve bu kadronun gelişimine bir evrim süreci olarak baktığımızdan, onun diğerlerinden sorumluluğu alışını izlemek ilginç olacak. Belli bir takımdaki eksik parçayı doldurmaktansa, geniş bir oyuncu havuzundan o turnuva için uygun olan 12 kişiyi seçiyoruz. Bu yüzden herhangi bir oyuncunun takımdan kesildiğini söylemek çok doğru değil. Jerry Colangelo’nun bu fikri ortaya atmasındaki sebep de buydu, önemli olan 31 kişi içinden doğru formülle yapbozu tamamlamak.

B: Altın madalya maçında gerçekten güçlü bir İspanya takımı ile karşılaştınız. Ancak Yunanistan, Arjantin, Avustralya ve hatta ev sahibi Türkiye gibi takımlar da zorluk çıkarmaya aday. Bu takımların hepsi gittikçe iyileşiyor ama sizce hangilerine dikkat etmeliyiz?

K: Bu sorunun cevabını büyük oranda kimlerin İstanbul’da olacağı belirleyecek. Bildiğiniz gibi artık NBA’in yüzde yirmisini uluslar arası oyuncular oluşturuyor, tamamıyla NBA oyuncularından oluşan milli takımlar görmenin bile bizi şaşırtmayacağı bir noktadayız. Sadece ABD takımındakiler değil, diğer milli oyuncular da yukarıda bahsettiğim kararları vermek durumundalar. Kontratlar, sakatlıklar, kişisel meseleler… Eğer tam güçlerinde olurlarsa, İspanya’nın yine en dişli rakip olacağı malum. Arjantin kaliteli oyunculara sahip… Sonra Brezilya… Yunanistan’ın çok fazla NBA oyuncusu yok ama her sene aynı oyuncularla karşımıza çıkıyorlar ve imrenilesi bir istikrar var orada. Slovenya gibi bazı takımlar da yine NBA tecrübeli birçok oyuncuya sahip.

B: Goran Dragic…

K: Evet, mesela. Bir de bilmelisiniz ki, bu adamlar ülkeleri için oynarken daha da büyüyorlar. Örnekse Pau Gasol’ün Lakers kariyerinde ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu biliyoruz, milli takımıyla daha da iyi. Dünyanın en iyi 10 oyuncusundan birine dönüşüyor kesinlikle. Yani Dünya Şampiyonası ilginç olacaktır. İstanbul’a geçmeden 4-5 gün önce New York’a geri dönceceğiz ve burada önce Fransa, sonra Çin ile karşılaşacağız. Bu sırada çalışmalarımızı da sürdüreceğiz. O güne kadar kadroyu 15 kişiye indirmeyi umuyoruz. New York’ta kimlerin bizimle olacağını bilmiyorum ama hepsi ABD için oynamak isteyen çocuklar olacak. Bu iyi bir şey.


B:
Dünya Şampiyonası hatıraları ABD takımı için bazı hayal kırıklarını da barındırıyor. Son dönemdeki bu başarısızlıkları, yeterli kazanma hırsının gösterilmemesine mi bağlıyorsunuz?

K: O günlerdeki organizasyonu mevcut organizasyonla kıyaslayamam. Biz göreve geldikten sonraki ilk sınavımız da bir dünya şampiyonasında başarısızlıkla noktalanmıştı. Ama o zaman hazır değildik. Şu anda ise bugünler için kendimizi iyi hazırladığımızı söyleyebilirim. Eskiden bu turnuvalardan önce bu denli bir hazırlık yapmıyor ve rekabetçi bir takım olamıyorduk. Gerçekten diğerleriyle aranızda büyük bir yetenek farkı varsa, iyi hazırlanmamayı kaldırabilirseniz. Şu anda da en iyi ve en yetenekli ülkenin ABD olduğunu düşünüyorum. Fakat aradaki fark, hazırlanmadan gelmeyi kaldırabilecek düzeyde mi? Artık değil… Olimpiyat finalindeki maçın ne kadar çekişmeli olduğunu hatırlayın, bu da beni doğruluyor.

Reassurance Team


ABD milli takımının 21 kişilik aday kadrosu toplandıktan hemen sonra Amare Stoudemire, David Lee ve Robin Lopez’in yaşadıkları sakatlıklar nedeniyle kadrodan çekilmesi, başlangıçta dengeli gözüken kadroyu sıkıntıya soktu şüphesiz. Son olimpiyatlardaki o dominant takımın bile yapmakta en çok zorluk çektiği şey, istikrarlı bir pota altı savunması oturtmak ve yine pota altı rotasyonundan organize hücumlar sonucunda sayı bulmaktı. Milli takım yetkililerinin uzunları seçerken, NBA kariyerlerinin ötesinde oyunlarının Avrupa basketboluyla ne kadar uyumluluk göstereceğini de hesaba katması gerekir ki bunun önemini halen kavramış gözükmüyorlar. Şu oyuncu grubunda umutların bağlandığı uzun Brook Lopez gibi gözüküyor örneğin… Çok beğendiğim ve gelecek açısından umut beslediğim bir oyuncudur ama gerçekten de Lopez’den FIBA’nın herhangi bir turnuvasında aynı etkinliği beklemek adil mi?

Kadro son halini alınca yaşayabilecekleri sıkıntılardan uzun uzun bahsederiz. Javale McGee kadro 15 kişiye çekildiğinde kesik yiyen isimlerden biri oldu, biliyorum ama benim İstanbul’a götüreceğim kadro bu olurdu:


Rondo – Billups – Rose
Gordon – Iguodala
Durant – Gay
Love – Odom
Lopez – Chandler – McGee

Dışarıda kalanlardan Russell Westbrook tercih edebilirdi ancak dış şut sokamaması onu da bu turnuva için ideal bir isim olmaktan çıkarıyor. Yine de özellikle bire bir savunması, bu kadrodaki diğer kısalardan sadece Chauncey Billups ile kıyaslanabilir. O da Denver’da geçen sene şalteri indirmiş gözüktü biraz. Rajon Rondo ve Derrick Rose’dan birisinden vazgeçmekse oldukça zor olacaktır. Finale kadar sadece iki boş gün bulunduran bir programda sakatlık ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerek. Olur da Rondo ve Rose’dan birisi dışarıda bırakılır ve kadrodaki oyuncu sakatlık yaşarsa yerini Westbrook ile doldurmak mümkün olmaz. Mutlaka oyunun başka alanlarında katkılar yapar ama takım çok büyük bir hücum gücünden mahrum kalmış olur.


Böyle düşününce McGee yerine Westbrook’u almak daha makul geldi aslında. (Yine de orijinaliteye saygıdan değiştirmiyorum, bir de dışarı çıkmam gerekiyormuş.) Nokta şutör yokluğu da ABD kadrolarının geleneksel problemlerinden biri olarak göze çarpmıştır her zaman. Bu kadroda zaman zaman 2 numaraya çekilebilecek Billups’la ve çok formda gözüken Eric Gordon’la bu problemin aşılacağını düşünüyorum. Andre Iguodala, Danny Granger ve Rudy Gay gibi dış oyunculardan çok bu tip oyuncular iş görüyor bu tip turnuvalarda. Gay’i 4 numarada daha kaliteli katkı verebileceğinden Granger’ın yerine tercih ettim. Stephen Curry’nin de oyunu burası için oldukça uygun ama topa hükmetmeye meyilli olması oldu beni uzaklaştıran. Rondo-Billups-Rose üçlüsü varken can sıkıcı bir alışkanlık halini alabilir.

Pota altında ne kadar fazla fizik olursa o kadar iyi olur düşüncesindeyim. O yüzden ilk olarak McGee mantıklı geldi ama sakatlanmamış olsaydı Lopez daha şık dururdu, orası kesin. Yoksa hem McGee’nin adını burada anmak için çok erken olduğunu düşünüyorum, hem de hücumu alacağı asistlere bu kadar bağımlı bir oyuncunun bu basketbolda çok işlev gösterebileceğini zannetmiyorum. Ama tatil mevsiminde bulabildikleri oyuncu bu olmuş demek ki. Jeff Green’in yaptıklarını da oraya kaydırılacak bir Gay hayli hayli yapar.


Neyse ben çıkayım artık…

Şapkasız Çıkma Çocuk!


Sevgili Rajon,

Nasılsın? Umarım iyisindir. Ben çok iyiyim. Lakin İstanbul yolculuğun öncesinde birkaç küçük uyarım olacak.

Seni mixed zoneda kıstırmaya söz verdim, böyle görmeyeyim.

Allen Iverson’ınki Porto Riko milli takımı için daha uygun gözüküyor olabilir. Ama sen yaratıcı çocuksun, daha iyisini bulursun.


Ters Jerry West figürüyle gelirsen de olmaz, burada yedirmezler.

Şimdilik bu kadar. Işık seninle olsun.

Yours sincerely,

Cem