Tränen des Vaterlandes / Anno 1636

Andreas Gryphius’un yazdığı ünlü bir Alman sonesi… (Başlık “Anavatanın Gözyaşları” anlamına geliyor.)


Almanya’da basketbol sezonunun noktalanmasıyla birlikte yayılmaya başlayan söylenti gerçeğe dönüştü ve FC Bayern München, başkanı Uli Hoeneß’in açıklamaları doğrultusunda basketbolda da yeniden bir güç merkezi olma yolunda çalışmaları başlattı. Genişleyen vizyonu göstermek adına el atılması gereken ilk bölge saha kenarıydı elbette. Hoeneß’in seçimi de Alman basketbolunun en başarılı coachlarından birini başa getirmek oldu: Dirk Bauermann. Birçoğunuzun bildiği gibi 2003 yılından beri milli takımın başında Bauermann ve 1993’te Christian Welp önderliğinde kendi evlerinde aldıkları altın madalyayı bir kenara koyarsak ülkeye en büyük başarılarını getirmişti. Ülke basketbolundaki bu sınırsız kredisine rağmen bize oldukça yabancı gelecek bir karar aldı 2008 senesinde DBB (Alman Basketbol Federasyonu) ve kulüp takımlarında görev alan antrenörlerin, aynı zamanda milli takımlarla ilişki içerisinde olmasını yasakladı. Gerçi aynı sene içerisinde Brose Baskets’le gelen başarısızlık sonrası Bauermann da istifasını sunup, milli takıma odaklanmak istediğini açıklayacaktı. Fakat aynı anda hem federasyonun medya direktörü, hem bir ikinci lig takımının genel menajeri, hem de basketbol yayın haklarının sahibi olan televizyon kanalının yorumcusu olan omurgasızları barındıran Türk basketboluna oldukça uzak bir yaklaşım karşı karşıya olduğumuz…

Alman basketbolu benim her zaman saygıyla baktığım bir yapılanmadır ki spora karşı da hayatın her alanında olduğu gibi aklıselim sahibi bir tavır takınan Almanya portresine uygun bir yapılanma. Henüz Euroleague maçlarını CINE 5 ekranlarından yeni yeni takibe aldığım senelerde bile, o günlerde Wendell “Iceman” Alexis ve babasının kontenjanından Marko Pesic dışında çok etkileyici bir kadroya sahip olmayan Alba Berlin ile olan maçların ayrı bir zevki vardı. Berlin’deki salon belki çok haşmetli değildi, fakat takımın iddiasının kalmadığı dönemlerde bile kapalı gişe olurdu. O yaşlarda ağzından çıkanı kanun kabul ettiğim Murat Murathanoğlu’nun söylemi de beni biraz manipüle ediyordu doğrusu: “Almanlar bu işe entertainment olarak bakıyor İsmet. Haftasonu evin erkeği, karısını, çocuklarını alıyor, ‘Haydi basketbol maçına gidiyoruz’ diyor. Bizim de basketbolu böyle görme zamanımız geldi.”


O dönemlerde Alman basketbolunun sorununun yetenek olduğunu düşünürdüm hep. Olağandışı bir oyuncunun çıkıp fitili ateşlemesini ve basketbolun yazgısını değiştirmesini bekliyordum. Tam o sırada da, şimdilerde Bayern’in mücadele ettiği Pro A liginde parlıyordu beklenen yıldız. Fakat o günlerde sahada eğreti duran bir projeden fazlası değildi Dirk Nowitzki ve Nike Hoop Summit’te bütün Amerikalı gözlemcileri etkileyerek henüz 19 yaşında NBA’e kapağı atınca, yerel lige heyecan getirme misyonunu tam anlamıyla yerine getirememişti. Belki Dallas kendisini seçtikten sonra takıma dahil etmek yerine bir sene Almanya’da bıraksaydı işler değişebilirdi. Sonuç olarak Nowitzki gibi bir yıldızın doğuşu Alman gençlerinin, gözlerini basketbola biraz daha fazla çevirmesini sağlasa da tıpkı bir önceki fenomen Detlef Schrempf’te olduğu gibi Bundesliga markasına üst düzey bir katkısı olmamıştı.

En azından kısa vadede…

Bugün yine en üst düzey sahneye çıkmaya hazırlanan Elias Harris, Tibor Pleiß, Robin Benzing, Tim Ohlbrecht, Lucca Staiger gibi isimler Nowitzki draft edilip manşetleri süslediğinde 9-10 yaşlarındaydı. Ve kendileriyle yapılan röportajlarda hemen hepsi, idolünün Alman gençlerine kapıyı açan Nowitzki olduğunu söylüyor. Ya da o kapıdan kafayı uzattıklarında gördükleri Kevin Garnett’in, Jason Kidd’in oyunlarından nasıl ilham aldıklarını. Harris ve Staiger belki Schrempf’in yolundan gitmeyi seçtiler. Fakat Staiger o gelişimi gösteremeyip, sadece bir nokta şutör olarak kaldı kolej kariyeri boyunca. Seneye Alba Berlin’le oynayacak ve ligin kalitesine hizmet edecek. Harris’in ise Almanya’ya tatil ve milli takım kampları dışında ayak basacağını düşünmüyorum yakın gelecekte… Fakat yeni jenerasyona ilham verecek isimlerden biri olmaması için görünürde hiçbir sebep yok.


Tüm bunlar Alman basketbolunun geleceğine umutla bakma sebebi olabilir, bundan Alman liginin de doğru orantılı olarak fayda göreceği aşikar. Peki ligde işleyen dinamikleri doğrudan değiştirebilecek başka bir aktör geliyor mu akla? Spor kulüpleri bireylerin üzerinde anlama sahip olan özel organizasyonlardır. Bunların bazıları tıpkı bir devlet gibi, kendine özgü yönetim merciini, şürekasını ve halkını oluşturmuş ve moda söylemle “bir kulüpten fazlası” olmuş kulüplerdir. Almanya’da bu tanıma uyan belki de tek spor kulübü FC Bayern München’in basketbolda yeni bir vizyon geliştirmesi, şüphesiz ki satır aralarında geçiştirilecek bir hadise değil…

Kısa vadede Brose Baskets, Alba Berlin, EWE Baskets Oldenburg gibi ligin lokomotifi olan kulüplerin bu yeni aktörün, oyun alanlarına müdahalesinden hoşnut olmaması çok ilginç değil. Zira her kulübün eşit olduğu Almanya’da da Bayern’in diğerlerinden biraz daha eşit olduğu herkesin malumu. Diğer ülkelerde böylesine ön plana çıkan benzer bir kulüp göremiyoruz. Tıpkı politikada olduğu gibi, bipolar yapılar her alanda daha kolay dengeye ulaşabiliyor. Fakat sorun şu ki, gerçekten kararlı bir Bayern lige adımını attığında Almanya’da buna karşı koyabilecek ve ikinci kutbu oluşturabilecek bir gücün ortaya çıkması mümkün değil. Kendilerine rol model olarak -kendileri gibi iki büyük futbol kulübünden güç alan- Real Madrid ve FC Barcelona basketbol kulüplerini belirlediklerini ifade ederken Hoeneß’in unuttuğu da işte bu. Real Madrid, FC Barcelona’ya sahip. Buna karşılık FC Barcelona da Real Madrid’e… O ligi çekilir kılan ve diğerlerini bu standartları yakalamaya iterek total kaliteyi yukarı çeken de bu çift kutupluluk.


Almanya’da şu anki görüntüde Bayern’in piyasayı bir tekel gibi yönetebilecek konuma gelmesi çok uzak ihtimal gibi durmuyor. Futbol liginde -zaman zaman farklı şampiyonlar çıksa da- halihazırda hakim olan durum bu… Önceki paragrafta isimlerini zikrettiğim kulüplerin birincil çekincesi de Bayern dışındaki futbol kulüplerinin yaşadığı sorunları bizatihi tecrübe etmek. Bunlardan biri monopol piyasanın karakteristiklerinden biri olarak, Bayern’in piyasadaki yerli oyuncuların aldığı ücretleri dikte etmesi. Hatta bu yüzden söz konusu kulüplerin, şu günlerde dikkatle Bayern’in transfer politikasını kestiğini gözleyebiliyoruz. Yabancı konusunda esnek ligde kadroyu Amerikalılar üzerine mi kuracaklar, yoksa sınırlı sayıdaki yerli yeteneği büyük ücretlerle ihya etmeyi mi seçecekler? (Geçen sezondan elde kalan oyunculardan sadece Robert Maras, Bundesliga seviyesinde görünüyor. Onu da Bayern kadrosunda gördüğüme şaşırdığımı söylemeliyim, milli takıma çıktığında kendisinden çok ümitliydim zira.) Şu ana kadar yaptıkları transferler ikinci şıkka uygun gözüküyor. Polonya asıllı Alman Artur Kolodziejski, milli takımdaki Amerikan asıllı veteranlardan Demond Greene, çifte kupalı Brose Baskets’ten Beckham Wyrick ve Bastian Doreth kadroya katılan ilk isimler oldular. Diğer transferlerden Sırp Aleksandar Nadjfeji, 2001 yılından beri -dört farklı takımla- Bundesliga’da ter dökmüş bir oyuncu. Bir diğer Amerikalı veteran Darius Hall için de farklı bir durum söz konusu değil. “Hall the Wall” 2004 sezonundan bu yana forma giydiği Artland Dragons’ın adeta bayrak adamıydı… Şimdi Bauermann’ın oyun kurucu bölgesi için yeni bir Amerikalı arayışında olduğu söyleniyor ama bu transfer politikası tam da Bundesliga’nın diğer aktörlerinin gerçeğe dönüşmesinden çekindiği senaryoyu işaret ediyor.


Bugünkü görünümüyle Fransa Ligi’ni andıran, play-offta serileri kısa tutarak sürpriz ihtimalini yukarıya çekmeyi amaçlayan ve her kulüp taraftarının, takımının görüntüsünden ne kadar mutsuz olsa da bir köşesinde umutlarını diri tutmasını sağlayan bir lig Bundesliga. Ancak Bayern, tahmin edildiği ve futbol sahnesinde gösterdiği üzere bu oyunun tek aktörü olmayı ve sahneyi diğerlerinden temizlemeyi amaçlayan agresif bir tutumla lige giriş yapacaksa bu görünümün kısa sürede değişeceğini söyleyebiliriz. Geçen sene Alman basketbolunu takip eden bir azınlık dışında herkesin soru işaretleriyle izlediği EWE Baskets Oldenburg, Euroleague seviyesinde beklenenden iyi bir basketbol ortaya koydu. Yerel lige dönüldüğünde aynı takımın çeyrek finalde maç alamadan Braunschweig’a elenişini izledik. Diğer yandan Eurocup finaline kalarak son yıllarda basketboldaki en büyük kulüp başarısını getiren Alba Berlin de ilk turu geçemiyordu. Tüm bunlar, şu anda istikrarlı olarak yukarıda bulunmayan takımların da yakın gelecek için hayaller kurmasına imkan tanıyordu. Sağlıklı hayallerdi bunlar… FC Bayern München gibi bir süper gücün lige dahil olması birçok kulübün bu hayallerden uzaklaşmasına yol açacaktır.


Daha şimdiden Brose Baskets’in basketbol operasyonlarından sorumlu Wolfgang Heyder’i danışman olarak görevlendirerek önümüzdeki yıllarda işlerin ne kadar çirkinleşebileceğini gösterdi Bayern. Heyder’in seneye birinci lige çıkacak Bayern’de bir üst kademe göreviyle ayartıldığını düşünen Bamberg ahalisi tepkili… Diğer kulüplerin merakla bekledikleri bir başka kararsa, yazının başlarında belirttiğim yasak kapsamında gelecek sezon Bauermann’ın coachluğunun engellenip engellenemeyeceği. Bayern’in sadece diğerleri kadar eşit olduğunu göstermek için DBB’nin elinde önemli bir fırsat var ama bu bile yeterli olmayabilir.

Peki Bayern’in bu lige hiç mi katkısı olmayacak? Elbette ki ilk aşamada medyada basketbol daha fazla yer kaplamaya başlayacaktır. Basketbola aç Münih şehrinin buz hokeyi için inşa edilmiş 4000-5000 kapasiteli Olympia-Eisstadion’u doldurması sürpriz olmaz. Belki Alba Berlin’in gücü yettiği sürece Berlin-Münih kapışmasını izlemek de zevkli olabilir. Muhtemelen Beko-BBL’in toplam değerinden daha büyük bir değer taşıyan FC Bayern München markasının dahlinin getirilerini küçük görmemek lazım. Ama bunun yanında yukarıda bahsettiğim noktalardaki endişe hakkımızı da saklı tutmalıyız. Bundesliga’nın da o tek başlı yavan Avrupa liglerinden birine dönüştüğünü görmek istemem.


“Mamma mia, Bayern!”

Ünlü bir İtalyan atasözü.

3 thoughts on “Tränen des Vaterlandes / Anno 1636”

  1. Wendell Alexis hakkaten baba adamdı. Bir pivot için aşırı derecede uzun menzili ile bizim Hüseyin Beşoklara filan acaip ters gelirdi.

    Bayern'in basketbola dahli kağıt üstünde bu senaryoyu gerçekleştirebilir ama futboldan farklı olarak Alba Berlin gibi takımların bu süper güç için yeni olan arenada uzun yıllardır süre gelen tecrübeleri ile bir şansları olabilir.

    Tabi onlar karşı koydukça Bayern dahada çirkefleşeceğinden buda biraz romantik bir düşünce olarak algılanabilir.

  2. Müdür sen daha iyi bilirsin belki, neredeydi hatırlamıyorum ama bir yerde Nowitzki-Bayern birlikteliğine dair bir dedikodu okumuştum. Bayern'in EL şampiyonluğu için bir kadro kuracağı ve Wurzburglu'nun da bu olayda yer alacağı ve kariyerini burada bitireceğine dair, aslı astarı var mıdır? Açıkçası onu Avrupa'da seyretmek harika olur, ki uğruna köpeği olacağım adamdır. Bir de onu Avrupa'ya getirebilecek yegane projenin de bu olduğunu düşünüyorum.

    Onun dışında bahsettiğin endişenin endişe olmaktan çıkıp gerçekleşeceğine malımı mülkümü basarım. Senin kadar olmasa da kazanmaya odaklı Almanlar'ın bu uğurda yapmayacağı şeyin olmadığını öğrenmiş biri olarak, Bayern heyecanın yanında fazlasıyla da endişe verici. Bu tavırlarını futbolda uygulayan takımın, çok daha düşük paraların döndüğü bir ortamda futbolda bile artırdığı mali gücünü de düşününce çok ağır basacağı aşikar(Dortmund ulan!), üstelik sahada güç farkının futboldan çok daha fazla yansıdığı bu oyunda İskoçya Ligi'ne benzeyebilir olay, ki bu Bayern'e de zarar verir bir noktada. Ama paranın yanında organizasyonel olarak da Bayern gerekeni yapar, EL şampiyonluk adaylarından biri olur birkaç seneye, bu da iyice kutuplaşan Avrupa Kulüpler basketbolu için iyi bir haber bence.

    Bir de bu salondan öte Olimpiyat Salonu'nu kullanmazlar mı acep, gerçi ne durumda bilmiyorum ama? Hani cCc Zalgiris cCc, cCc Tyus Edney cCc F4'nun yapıldığı salon, bu herifler orayı da doldurur EL'de şüphem yok açıkçası.

  3. nowitzki'nin almanya'da bitirmek istediğini, lig için biraz borçlu hissettiğini falan okumuştum.. bayern projesinden sonra öyle bi şey ortaya atılması doğal, ama ben görmedim.. sevmem nowitzki'yi, bayern'e yakışır :)

    evet, dediğin gibi avrupa basketboluna esaslı bi aktör daha eklenmesi açısından güzel olacak ama bugün en az tahmin edilebilir liglerden biri olan, gücünü ve pazarlanabilirliğini de büyük ölçüde bundan alan bi ligi tamamen ortadan kaldıracaktır bu yeni aktör.. futbolda kurduğu dominasyonu burada kurması dediğin gibi çok daha kolay olur.. o açıdan hoş değil..

    olimpiyat salonu'nu 1. bundesliga sezonları için hazırladıklarını biliyorum, şu anda başka bi organizasyon için de tadilatta olabilir -okumuştum ama hatırlamıyorum.. eisstadion'un 1 senelik bi şey olması lazım..

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *