Redeem Team 2010 #1


Kulüp yarışmalarında yavaş yavaş finale doğru ulaşırken bir yanımız da Güney Afrika’daki heyecana kaymış durumda… Modern algıya göre dört yılda bir düzenlenen bir turnuvanın futbolun en büyük organizasyonu olarak kabul edilmesi mümkün değil. Esas amaç tüketici topluma her an yeni bir motivasyon sağlamak ve her doğan gün karşısına yeni bir suni gündemle çıkmak. Dünya Kupası benzeri turnuvalarsa bugün için fazla demode. Bu yüzden çağın en önemli aktörlerinden medyayı kullanarak bindirilmiş kıtaları harekete geçirmek ve heyecanı diri tutmak gerekiyor. Yine de o dört yılda bir düzenlenen futbol karnavalı geldiğinde görmezden gelmek ve sömürülmemiş en küçük bir parçasını bırakmak kabul edilemez. Hello Africa, what’s up Roger Milla?

Telegraph okuyucularına soruyor: Fabio Capello’nun 23 kişilik kadrosu sizce nasıl olmalı? Biz de başlıyoruz kadroyu oluşturmaya. Gerçekten fark edecekmiş gibi… Yine de beyin fırtınası için güzel bir yöntem, buraya da yansıtalım o fırtınayı. Fırtına demişken hücumunu Umut Bulut, Burak Yılmaz ve Alanzinho’ya emanet etmiş bir takımı da safdışı bırakamadıktan sonra Fenerbahçe yönetiminin yerinde olsam kupadan affımı isterdim. Bize başka seçenek bırakmadınız…


Robert GREEN (West Ham United), Joe HART (Birmingham City), David JAMES (Portsmouth)

Bu üçlü net biçimde sıyrılıyor diğerlerinden benim görüşüme göre. Telegraph’ın sunduğu diğer adaylara bakıyorum. Nasıl 41 kez milli formayı giymiş oladuğuna akıl sır erdiremediğim vasıfsız Paul Robinson var. Kariyerinin iyi sezonlarından birini geçirdi aslında Blackburn Rovers formasıyla, yine de Capello’nun böyle bir hata yapacağını sanmıyorum. Chris Kirkland var. Kendisiyle iyi anıları olan bütün CM tutkunlarına son kez söylüyorum ki o iş olmadı… Bir de bir dönem Sir Alex Ferguson’dan Britanya tarihinin eşini benzerini görmediği bir mahalle baskısı sonucunda formayı alan Ben Foster var ki o da buraların adamı değil. Aslında bu üçlüden önce aklıma gelecek isim Scott Carson olurdu benim, fakat onun da zamanı var gibi…

Ben 1 numaralı formayı Robert Green’e verir, gerisini düşünmem. Norwich City ile Premier League’e adım attığı günden beri takipçisiyim ve onun kalitesine yaklaşan bir yerli kaleci görmüyorum Premier League’de. Belki David James zaman zaman o seviyeye çıkmıştır ama onun da milli formayla yaptığı ve “Calamity James” başlıklarına sebep olan başlıkları düşününce mental kararlılık yönünden formayı Green kadar hak etmediğini söyleyebilirim. Bu sezon da önündeki kötü savunma kurgusuna rağmen yapabileceğinin en iyisini yaparak takımın ligde kalmasında önemli rol oynadı. Joe Hart mutlaka kadroda bulunmalı, birkaç hazırlık maçında milli formaya ısıtılmalı ki geçen ayki Mısır maçında Capello’nun da bu eğilimde olduğunu gördük. Kulübünde eldivenleri Shay Given’dan aldığı gün 1 numarayı da uzunca bir süre için devralacaktır, bence o kaliteyi bu sezon fazlasıyla gösterdi.


Glen JOHNSON (Liverpool), John TERRY (Chelsea), Joleon LESCOTT (Manchester City), Ashley COLE (Chelsea), Micah RICHARDS (Manchester City), Rio FERDINAND (Manchester United), Stephen WARNOCK (Aston Villa)

Capello’yu en çok düşündüren konulardan birisi defans oyuncularının sağlık ve form durumları olsa gerek. Hatta endişe verici noktalar saha içiyle sınırlı da değil, buna takımın eski kaptanının özel hayatında yaşadığı çalkantılı dönemleri de eklemek gerekir ki patlak veren skandaldan sonra John Terry eski günlerini aratır bir performans ortaya koyuyor. (Bu cümleyi yazarken The Dø’dan “The Bridge Is Broken” çalıyordu. Yorum yok.) Bundan birkaç sene öncesine kadar Terry-Ferdinand ikilisi bir takımın hayal edemeyeceği kadar güzel bir ikiliydi ve arkalarındaki Sol Campbell ve Jamie Carragher gibi isimler de ancak böyle bir takımda yedek kulübesine mahkum olabilirlerdi. Bugünse formuyla soru işaretlerine sebebiyet veren sadece eski kaptan değil, kaptanlık görevini onun elinden alan Rio Ferdinand da bu sezon ligde sadece 11 maça ilk onbirde çıkabildi. Profesyonel Futbolcular Birliği’nin seçtiği yılın takımında uzun yıllar sonra Ferdinand ya da Terry ismine rastlamadık. (Yılın takımındaki Ivanovic-Dunne-Vermaelen-Evra dörtlüsü Capello’nun endişelerinin çok haksız olmadığına işaret ediyor olsa gerek.) Joleon Lescott sezonun geri kalan bölümünde olmayacak ve Capello sürekli olarak Güney Afrika’ya sağlıklı oyunculardan gitmek istediğini, şu an için sadece o sağlıklı oyuncuların eldeki en iyi oyuncular olmasını umut edebildiğini belirtiyor. Ben de kendisini kadroya koysam da sağlık durumunun detaylarını çok iyi bilmiyorum.


Onun yokluğunda gidilebilecek en kaliteli isim Ledley King gibi görünüyor, ancak o da haftada iki maç temposuna girebilmiş durumda değil. Juande Ramos’un zamanında kendisi için yaptığı “Garajda Rolls-Royce bulundurmak bazen göründüğü kadar iyi değildir” açıklamasını düşünürsek Capello için ideal isim olduğunu söyleyemiyoruz. Bu durumda Michael Dawson ve Phil Jagielka gibi isimler tartışmaya dahil oluyor. Dawson zaman zaman aday kadroda yer alsa da henüz milli forma bakiri. Tottenham kadrosundaki en kaliteli üçüncü stoper olan bu adamın milli takımla Güney Afrika’ya gitmesi büyük olay olur. Jagielka ise 10 aylık bir sakatlıktan çıkmış olmasına rağmen Capello’nun göreve geldiği ilk günden bu yana takip ettiği oyunculardan ve eğer sağlık durumu konusunda ikna olursa ona şans vereceğine kuşku yok. Capello böyle kritik bir dönemde haftasonu fikstüründen Arsenal-Fulham maçını seçti ve buradaki odak noktasının Theo Walcott ya da Bobby Zamora’dan çok tecrübeli Sol Campbell olacağı söyleniyor. Morcambe’da yerel futbol oynayarak başlanan sezon Rustenburg’da biterse yeni bir Hollywood senaryosu ile karşı karşıya kalırız. Bu sakatlıklar sonrasında eskisi kadar ihtimal dışı gelmiyor kulağa. Milli takım tarihinin Bobby Moore’dan sonraki en genç kaptanı ve 1996-2006 arası üst üste altı majör turnuvada kadroda yer bulmuştu… Bir önceki mucizesini Fabio Cannavaro ile yaşayan Capello’nun böyle bir tecrübeyi es geçmesini beklememek lazım bu kadar formdayken.

Bek bölgesinde ise Glen Johnson ve Ashley Cole’un uzun süreli sakatlıkları atlatması, özellikle de Cole’un çok iyi bir tempoyla geri dönüş yaparak iki tane üst düzey doksan dakikalık performans vermesi Capello için bu bölgedeki tek sevinç unsuru… Micah Richards’ı hem stoper, hem de sağ bek alternatifi olarak düşünüp bir adet sol bek yedeğiyle savunma rotasyonun tamamladım. Leighton Baines de düşünülebilirdi ama ben Cole’un arkasında daha savunma ağırlıklı bir bek olan Stephen Warnock’ı tercih ettim. Gerçi Richards’ın durumu da çok net değil, orada da başka isimler devreye girebilir. Capello’nun kadroda sıkça yer verdiği Wes Brown da sağlık sorunlarını atlatırsa düşünülebilir, Fergie’nin tüm propagandalarına rağmen Gary Neville’ın Güney Afrika’ya gitmesi için Capello’nun günde 24 saat Old Trafford’daki Milan maçının görüntülerini çeviriyor olması lazım.


Orta saha ve forvet bölgelerinde ise teknik direktörümüz Mustafa Denizli tatlı bir sıkıntıyla karşı karşıya… Ona da geliriz, beklediğimden uzun sürdü bu fasıl.

Kill Me If You Dare…


Umbro İngiltere’nin Güney Afrika’da giyeceği dış saha formalarının lansmanını sıradışı bir şekilde yapmış. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi Kasabian’ın Paris konserinde ilk kez frontman Tom Meighan tarafından giyilmiş forma. Esasen 1966 yılında İngilizler biricik dünya kupalarını kaldırırken giydikleri formadan çok da farklı sayılmaz, hatta tamamıyla aynısı olduğunu da söyleyebiliriz. Bu forma totemi yeterli olacak mı, onu göreceğiz. Kaleci sorunu düşündürücü olabilir, ama İngiltere’deki asıl sıkıntı hiçbir zaman eldeki malzeme olmadı zaten… Fabio Capello bir şans şu jenerasyon için, pek desteklediğim bir takım olmasa da kazanırlarsa sevinirim.


Aşağıdaki videoda Fransa’daki kalabalığın İngiltere formasına tepkileri de görülmeye değer, Kasabian falan dinlemiyorlar konu Britanya olunca…

Video enginlere sığmadı, taştı. Kendisine buradan ulaşabilirsiniz, güzel olmuş…

Africa Cup of Nations 2010 Part II


Derken Togo takım otobüsüne ateş açılmış, işler tatsız bir hal almış… Şimdi ben oturdum, yazı yazdım diye turnuva iptal edilir zaten. Togo’nun böyle yıpratıcı bir olay üzerine kolay kolay maça çıkabileceğine ihtimal vermiyorum öte yandan. Biz grup incelemelerine devam edelim, bu olayla ve Afrika’daki güvenlik endişeleriyle ilgili yazıyı da final dönemi sonrasına bırakalım.


C Grubu’nda bu kupadan müzesinde altı adet bulunduran ve aynı zamanda son iki turnuvanın da şampiyonu olarak Angola’ya gelen Mısır doğal favori. Fakat ülke futbolunun Cezayir’e kaybedilen Dünya Kupası biletinden sonra en güzel günlerini geçirmediği ortada. Tüm bu mental çöküntüye rağmen güzel futboldan ödün vermemesiyle bilinen bu takımın grubu tepede bitirmesi sürpriz olmaz. Orta sahada Mohamed Aboutreika ve Mohamed Barakat’tan yoksun olacak Mısır’da, geçen sezon bir anda ortaya çıkıp herkesin fantezi takımına giren Amr Zaki’nin hücum gücü de özlenecek. Mido da fiziken hazır olmadığı için Angola’da olmayacak. İş başa düşecek ve takım Ahmed Hassan ve Mohamed Zidan’dan gol bekleyecek gibi gözüküyor. Nijerya potansiyel olarak çok yukarıda görülmeyen bir jenerasyonla önemli bir işe imza atıp bir süredir uzak kaldığı Dünya Kupası tecrübesine geri dönüş yaptı. Forvet hattında birçok kariyerli isim olmasına karşın, takım çok kolay gol yiyor. Aslında Nijerya takımlarının süregelen bir problemi olmuştur savunma, fakat bu takım düşüncenin ötesinde oyuncu kalitesi bakımından da oldukça fakir… Obafemi Martins’in sakatlığı onu sahadan uzak tutacakmış gibi görünüyor. Yine de Yakubu Aiyegbeni, Chinedu Obasi, Peter Odemwingie, Victor Obinna ve hatta veteran Nwankwo Kanu ile Nijerya’nın en güçlü bölgesi forvet hattı olacak. Ülke futbolunun şu anda en değerli ismi olan John Obi Mikel de burada, olası partnerleri Dickson Etuhu ve Ayila Yussuf’un hücum odaklı futbolları düşünüldüğünde çok kritik bir misyon üstlenecek. Tunus’u yenerek buraya belki de en büyük sürprizle gelen Mozambik -nam-ı diğer Mambalar- Hollandalı hocadan futbol öğreniyorlar ve bunu göstermek için de fırsat kolluyorlar. Tarihlerinde sadece dördüncü kez bu seviyede futbol oynayacaklar. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin iyi takımlarının kadrosunda bulunan üç oyuncu görmek ilginç, özellikle Panathinaikos forması giyen genç savunmacı Simao Mate Junior’dan dünya futbolu çok şey bekliyor ama gözler her zaman olduğu gibi Tico-Tico’da olacak. Oğuz Başkaya’ya selam… Benin ilk galibiyetini arayacak, Galatasaray taraftarının tanıyacağını tahmin ettiğim Razak Omotoyossi tek önemli gol silahı. Stephane Sessegnon güzel çocuktur, Paris Saint Germain’de formayı almasına sevinmiştim. Bir de Denizlispor oyuncusu var kadroda, tanımam etmem açıkçası.


D Grubu desen, Alain Giresse’in Gabon’un başında olduğunu öğrendim. Kamerun ve Tunus’a zorluk çıkarabilecek bir görüntüleri var mı, bilmiyorum. Fakat Dünya Kupası biletini son maçta Togo’ya yenilerek ellerinden kaçırdıklarını düşünürsek bunun için Zambiya’dan daha iyi bir aday gibi gözüküyorlar. Sivasspor’dan Bruno Zita buranın yerlisi, Daniel Cousin da en şöhretli ismi kadronun. İyi golcüdür de… 1992 doğumlu bir oyuncuları var, Marseille çoktan keşfetmiş kendisini. Belki biz de keşfederiz. Zambiya futbol geçmişi daha zengin olan bir ülke ve buraya gelmeye fazlasıyla alışkınlar. Kadroda ise Arminia Bielefeld’den tanıdığım Chris Katongo dışında pek bir numara görmedim, onun da çapı bellidir. Collins Mbesuma Bursaspor’a gelip dikiş tutturamamıştı, bir de Jacob Mulenga fena bir eleman değil sanırım. Bu üçlü çıkar, Gabon maçını alırsa şaşırmayız. Mozambik’e diş geçiremeyip Dünya Kupası dışında kalan Tunus da üzerinden kolay kolay atamayacağı bir şok dalgasının etkisinde geliyor Angola’ya. Humberto Coelho ve ekibi kovuldu ve yerli bir hocaya emanet edildi takım en azından bir süre için. Kadronun Avrupa’da en çok tanınan parçası Karim Haggui de bir komediye dönüşen Mönchengladbach maçında kendi kalesine attığı iki golden sonra yüksek bir moralle katılmamıştır kampa sanıyorum. Gerçi ‘6 yemiş Ike Shorunmu’ gibi sırıtıyordu son pozisyonun ardından, bilemem… Laf Afrikalı kalecilere gelmişken, grup favorisi Kamerun’un en büyük avantajı yine Carlos Kameni olacak. Benim Jacques Songo’o ile birlikte üst düzeyde yadırgamadığım iki Afrika kalecisinden biri kendisi. Daha öncesini bilemem, bunlardan da iyi oldukları söylenen elemanlar yok değil. Samuel Eto’o Angola’da olacak, benim Toulouse yıllarından çok sevdiğim Achille Emana da önemli bir role soyunacak gibi duruyor. Jean Makoun ve Pierre Webo gibi isimler de gole yakın adamlar, en zengin forvet hatlarından birine sahip Kamerun. Ancak asıl izlenecek adam Nicolas N’Koulou bu takımda… Şu kadrodaki en parlak adamlar olan Eto’o-Kameni ikilisini ve Eric Djemba-Djemba’yı yetiştirmiş akademiden çıkmış ve yeni nesil bir Franco Baresi olarak adlandıracak kadar ileri gidenler var bu çocuk konusunda… Aynı akademiden çıkan bir başka isim Stephane Mbia da ümit beslenen yeteneklerden. Bir de Alexandre “Yeğen” Song var tabi, onu bolca izledik aslında…

Bugünkü olaylar hoş olmadı tabi ama güvenlik önlemlerinin tavan yapacağını tahmin ediyorum bunun üzerine. Yine de 2010 gibi önemli bir senede, gözler kara kıtanın üzerindeyken Angola’dan daha iyi bir tercih kullanılabilirdi diye düşünmüyor değilim.

Not: Son resimde müdahaleyi yapan adam Mark Kerr.

Africa Cup of Nations 2010 Part I


2010 yılı Afrika futbolu için bir kilometre taşı olacaktır hiç kuşku yok ki. Bu yıl insanlar kara kıtanın futbol bienali olan Afrika Uluslar Kupası’nı ayrı bir ilgiyle takip edecektir… Jabulani’nin ilk kez görücüye çıkacağı, Angola örneği üzerinden Afrika’nın organizasyon yeteneğinin sınanacağı bir turnuva olacak. 1970 senesine kadar garanti bir bilet dahi elde edemedikleri futbolun 1 numaralı şampiyonasına ev sahipliği yapmak Afrika futbolunun özgüvenini olumlu yönde etkilemiş olacak ki, organizasyonun 2012 tarihlisi için de bu yıl olduğu gibi yeni ülkeler işin içine davet edilmişti. Bir sonraki turnuvayı Gabon ve Ekvator Ginesi ortaklaşa düzenleyecek.

Turnuvaya uluslar arası ilgiyi azaltacak tek olumsuzluk ise petrol zengini Angola’daki yüksek konaklama ücretleri olabilir. Tribünlerde çok fazla beyaz tenli göremeyeceğiz yani muhtemelen, neyse ki biz renk görmüyorduk… Başkent Luanda’da bir gecelik otel ücretinin 400 dolar, alelade bir burger menüsünün de 30 dolar seviyesinde olduğunu yazmış taraftarın sesi Guardian.

Turnuvaya katılacak takımların kadrolarına bir göz atma fırsatı buldum da…


A Grubu’nda kadrosundaki beynelmilel tanınırlıkta oyuncularla Mali ön plana çıkıyor. Ev sahibi Angola ve bu sene Güney Afrika’daki tek Arap orijinli ülke olacak Cezayir de onları zorlayacaktır. Esasen grubun favorisi olarak Cezayir gözüküyor zaten elemelerdeki performanslarını dikkate alınca… Olympique Marseille’deki iyi performansları sonrasında Wolfsburg’da bir rotasyon oyuncusu olmaktan öteye gidemeyen Karim Ziani takımın en büyük yıldızı ve Dünya Kupası öncesinde burada da liderlik karakterini göstermesi bekleniyor. Kadroya Bundesliga’dan güç katacak diğer oyuncular benim sıradışı oyunundan fazlasıyla haz duyduğum Mönchengladbach’ın açık oyuncusu Karim Matmour ve Bochum’un tecrübeli savunmacısı Antar Yahia olacak. 2001’de Fransa’nın şampiyon U17 takımında bulunan, fakat FIFA’nın bu alandaki yeni düzenlemeleri sonucunda Cezayir milli takımına katılabilen Lazio’dan Mourad Meghni ve Portsmouth’tan Hassan Yebda da önemli isimlerden. Özellikle Yebda kötü giden takımında iyi görünen az sayıda parçadan bu sezon. Nadir Belhadj ve yolu yaz aylarında Sivasspor’dan da geçmiş Hameur Bouazza diğer Premier League etiketli isimler. 2006’da Dünya Kupası bileti alan Angola sempatik bir takım olarak akıllarda kaldı o turnuvada. Hatta uzun süre sömürgesinde yaşadıkları Portekiz’le aynı gruba düşmeleri o turnuvanın güzel hikayelerindendi. Manucho, Mantorras ve Rui Marques ismini zaman zaman duyduğumuz elemanlar ama kadroda Manucho dışında fark yaratabilecek oyuncu bulmak kolay değil. Mali’de ise ilk göze çarpan isim, Barcelona’nın başarısının gölgede kalan kahramanlarından Seydou Keita. Frederic Kanoute ve Momo Sissoko’yu da düşününce Mali’nin erken vedasını arzulayan birçok dışarıdan bakan göz görebiliyoruz… Mahamadou Diarra ve gelecek vadeden genç golcü Mamadou Samassa da önemli isimler. İkinci kez bu turnuvaya katılma hakkı kazanan Malawi hakkında söyleyecek fazla sözüm yok, belki özünde iyi insanlardan oluşuyordur kadro. Ama genelde kalitesiz yerel liglerinden ve Güney Afrika ikinci liginden gelen oyuncularla pek yarışmacı kalabileceklerini tahmin etmiyorum.


Çapraz grupta da Fildişi Sahili ve Gana gibi kıtanın önemli iki futbol ülkesi arz-ı endam etmekte. Ülkenin gelmiş geçmiş en meşhur adamı olan Emmanuel Adebayor’un 4 numaralı milli formasıyla Togo’yu mucizeye götürme inadını izleyeceğiz, 2006’da Almanya’ya götürmeye başarmıştı. Gana’da Stephen Appiah sakatlığı nedeniyle yok, Sulley Muntari denen sabahtan akşama tokatlayabileceğim eleman da kadroya çağrılmadı özür dilemeden takımı terk ettiği için. Neyse ki esas oğlan sağlıklı bir şekilde Angola’da olacak. Dominic Adiyiah, Ransford Osei ve Andre Ayew gibi değerli gençleri geçen yazdan sonra bir kez de en üst düzeyde izlemek keyifli olacak. Barbaros Çıdal anlatıp Wikipedia’dan yanlış çeviri yapsa ya yine. Haminu Dramani’yi burada oynarken severdim. O da Gana kadrosunda. Ve tabi ki Faruk Gürsoy da… Gana’nın başında bir Sırp, Fildişi Sahili’nin başında ise bir Boşnak bulunuyor. Vahid Halilhodzic’in çalıştırdığı takım bir önceki Dünya Kupası senesinde futbolseverlerin en sempatiyle baktığı takımlardan biri olmuştu, Ölüm Grubu şanssızlığı yaşayan bu ülkeye çok üzülmüştük. O günden bu yana kadroda bulunan oyunculardan yana çok fazla problem yaşamadıkları gibi Gervinho adında yükselen bir yıldız da onlarla birlikte olacak. Bu sezon Ligue 1’da en revaçtaki golcülerden biri konumunda ve Fenerbahçe’ye de baş ağrısı olacaktır daha sonra… Diğer isimlerden bahsetmeye çok da gerek yok, 2006’daki iskelet genel anlamda korunuyor. Yalnız Cezayir kısmında bahsettiğimiz o Fransa U17 kadrosundan bir başka isim de bu kadroya dahil oldu: Emerse Fae. Burkina Faso’nun kadrosunda da iyi elemanlar var aslında ama bir şey olacaksa da bu turnuvada olmaz. Jonathan Pitroipa çok kaotik bir futbol oynuyor ama yetenekli bir eleman. Ben biraz da Ibrahim Yattara’ya benzetirim onu. Wilfried Sanou, Yssouf Kone ve Habib Bamogo da gayet iyi bir hücum potansiyeli anlamına geliyor. Grup tahmini bir başka blog yazarı Mithat Can Ayok’tan gelsin: Abdul Kader Keita sağdan akar.

Saat kaç? Geri kalan iki gruba da daha sonra bakalım o zaman…

Güney Afrika Yaklaşırken…


Arjantin-Brezilya maçına dakikalar kaldı. Önce İngiltere-Slovenya maçına göz attım biraz. Wayne Rooney geçen hafta profesyonelce penaltıya gitmiş ve mantıklı bir şekilde Manuel Almunia’nın dengesiz çıkışını cezalandırmıştı. Ancak bu sefer aldığı penaltı benim etik sınırlarımın içine giremedi. Genelde hırsını ve oyuna tutkusunu herkesin takdir ettiği, sevilen bir adamdır Wayne. Bu özelliğini kaybetmemesi de önemli olacak kariyeri için… Sahada emek koyarak oynayan bir adamın, bir özel maçta emek hırsızlığına soyunması hoş değil. Herkesin gaflete düştüğü anlar olur, bunların sıklaşmasını istemeyiz favori oyuncumuzun kariyerinde elbette. Maçı 2-1 İngiltere aldı, kime ne… Konuşulmaya değer pozisyon bu ve hiç de gerek yoktu.


Almanya ile Güney Afrika da bir başka dostluk maçında karşı karşıya geldi. Bu sezona da çok iyi girerek çıkışlarını sürdüren Mesut Özil ve Serdar Taşçı’ya ilk onbirde görev verildi Joachim Löw tarafından. Mesut yakalayabildiğim bölümde yine çok yararlı oynadı, güzel de bir gol kaydetti. Vuvuzela sesini Almanya’da duyduk ve açıkçası ben şikayetçi değilim. Genelde Afrika’nın yerel enstrümanlarını seven biri olmama rağmen, ben de bu ilkel çalgıdan pek hoşnut sayılmam. Fakat kültürlerinin bir parçasına tamamen sırt çevirip de yasakçı zihniyeti harekete geçirmeye çalışmak hiç hoş değil. Aynı insanlar sigara yasağına karşı duruş gösterince bana pek tutarlı gelmiyor mesela… Sigara içmeyen için büyük bir çile olabildiği gibi, vuvuzela da sadece bazıları için çekilmezdir belki. Her ikisinin de yasaklanması bana göre faşizan uygulamalardır. Neyse ki Sepp Blatter bu yönde bir tasarrufları olmadığını deklare etti.


Ulusal takımımız gerçekten de kapalı savunmalara karşı son yıllarda oynadığı en güzel futbolu oynadı. Özellikle Emre-Hamit-Tuncay-Arda arasındaki pas bağlantıları ile göze hoş gelen bir futbol oynadık. Bir ara ben topu takip etmeye çalışırken kayboldum ekran karşısında. Emre Belözoğlu’na sempati beslemek çok kolay değil, ancak sağlıklı olduğu zaman ne kadar büyük bir değer olduğunu bilhassa bu sezon sıklıkla gösteriyor. Bu maç da onlardan biriydi… Fakat ruh sağlığına da dikkat etmeli. Özellikle bu eleme grubunun ilk bölümünde kötü performanslar göstermiş olsa da, kadronun dışında kalan bir Halil Altıntop ülke futbolu için bir lüks bana kalırsa. O da oyuna girdikten sonra gayet yararlı oldu. Tabi ki ilk maçta Estonya’da kaçırdığı golleri telafi etmesi mümkün değildi, fakat gol atmakla yükümlü adamların şanssızlığı da bu. Başka bölgede oynayan bir oyuncunun form durumu kötü olduğunda bu göze batmayabilir ya da insanlar o performansın takıma puan kaybettirdiğini iddia etmez şiddetli olarak. Fakat golcüler, kalecilerle ortak bir kaderi paylaşırlar bu konuda… Kesinlikle tek kalemde üstü çizilecek bir oyuncu olamaz Halil Türk milli takımı için. Dikkat!


Ve gecenin büyük maçı. Diego Armando Maradona yönetimindeki Arjantin sırtını duvara dayamış vaziyette. En azından teşbihi sürdüreceksek, arkalarına Brezilya’nın geçmesi kolay olmayacak. Fakat bunu yapmak için büyük çaba gösterecektir Dunga ve öğrencileri. Tarihin derinliklerine kadar giden rekabet içerisinde, futbol sanatını en iyi icra eden iki ulus karşı karşıya gelecek bir kez daha. Hafızamı zorlayınca son yıllarda bu kapışmalarda Brezilya’nın bir üstünlüğü varmış gibime geliyor, kontrol de etmedim. Arjantin’in içeride alınacak bir mağlubiyete tahammülü yok, bu durum Maradona’nın geleceğini de tehdit eder. Her ne kadar kredisi oldukça yüksek olsa da Bolivya maçının kendisi için büyük bir yara olduğu ortada. 1 Nisan 2009 tarihinde oynadıkları maçın skorunu insanlara söyleyince, başarısız bir şaka girişimi olarak algılıyorlardı… Bolivya: 6 Arjantin:1. Deniz seviyesine falan bağlandı ama ben bu skoru galaksinin derinliklerinde oynanmış olsa bile kabul edemem Arjantin gibi bir futbol ülkesi için. Elindeki son kart olmasa bile Maradona’nın kariyerinin önemli maçlarından biri olduğu yadsınamaz bir gerçek. Maç Kayseri’de, aman Rosario’da oynanıyor. İlginç bir tercih, aynı zamanda Lionel Messi’nin de doğum yeri. Kadrolar da şöyle olacak diyorlar:


ARJANTİN

Mariano Andújar – Javier Zanetti, Nicolás Otamendi, Sebastián Domínguez, Gabriel Heinze – Maxi Rodriguez, Javier Mascherano, Juan Verón, Jesús Dátolo – Lionel Messi, Carlos Tevez

Subs: Juan Carrizo, Fabricio Coloccini, Emiliano Papa, Rolando Schiavi, Fernando Gago, Diego Milito, Sergio Agüero

BREZİLYA

Julio César – Maicon, Lúcio, Luisão, André Santos – Blumer Elano, Gilberto Silva, Felipe Melo – Kaká – Robinho, Luis Fabiano

Subs: Victor, Miranda, Daniel Alves, Lucas, Ramires, Julio Baptista, Adriano

Türkiye Yeni Bir Brezilya Olabilir!

Bu sözler milli takım antrenörümüz Fatih Terim’e ait. Başlığı görüp de ”Nah olur” diyen sayısı oldukça fazladır herhalde. Futbolda her geçen yıl gelişim gösterdiğimiz doğru. İstikrarı oturtursak o zirvedeki 10 ülke arasına girebileceğimizi hepimiz biliyoruz… Ama Brezilya’nın yeri?

Buna sadece milli takımlardaki başarı seviyesi olarak bakmak yeterli değil. Brezilya’nın her sene 500 üzeri oyuncu ihraç ettiği bilinen bir gerçek. Biz ise Tuncay’ın Chelsea’nin listesinde olduğu haberlerine bile sevinçten geberiyoruz. Zaten yurtdışında oynayan çoğu oyuncumuz o ülke doğumlu olan gurbetçi futbolcularımız. Basketbolda, “Yeni bir ABD olabiliriz” demek gibi aslında bu. O takımı da yenebilirsiniz ama bu onların en iyi olduğu gerçeğini değiştirmez. Brezilya’da spordan ziyade bir sanayi olarak görülüyor futbol. Her yıl sadece futbolcu satarak 600-700 milyon dolar gelir elde ediyorlar. Fatih Terim aslına bakılırsa elde ettiği o kadar başarıya rağmen ülke genelinde fazla sevilmeyen bir kişi. Egosu ve böyle garip açıklamaları buna sebep. Hedef koymak gereklidir ama bu hedeflerin ulaşılır çerçevede olması da aynı ölçüde gerekli.

İmkansız diye bir şey yok tabi ki. Ama kısa süreli planlar yapmakta fayda var. Brezilya olacağız söylemleri yerine ilk önce şu tesisleşme ve futbol okulları projelerini yerine getirmek daha faydalı olacak. Takımlarımız yeni stadyumlar yapmaya başladı. Bu, spora ilgiyi ve para akışını artıracaktır. Ülke potansiyelimiz yıllardır anlatılır. Ama bu potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye çevirmekte aynı beceriyi sağlayamıyoruz. Ligimizin kalitesi artmalı, para girişi artmalı demek bile yeterli değil. Bahsi geçen ülkede en ücra köylerde bile kulüpler var. Bir yaşam biçimi haline gelmiş, oğluna “Sen futbol oynamayacaksın” diyen baba sayısının da ülkemizdeki kadar olmadığını bilmek için dahi olmaya gerek yok. Bunu söyleyen teknik adamın ülke basınında yer alan haberler de şöyle bu arada: “Nobre milli takımda oynar mı, Lincoln oynar mı? Deivid de bugünlerde çok formda be”… Ha bir de orta sahamızın göbeğinde esmer, kavruk bir adam var. Bilin bakalım bu saydığım adamlar hangi ülkeden…

Armenia: Three Points

Ermenistan ile aramız pek iyi değildir. Ne onlar bizi sever ne de biz onları. Eurovision aklıma geldi maçtan sonra. Hiç puan alamazdık. Zaten Madonna’yı çıkarsak yine puan alamazdık ya, o ayrı. Ama bu sefer olay başkaydı tabi. Bu sefer onlar puan vermedi, biz kendimiz aldık. Aslında elemelere başlamak için iyi bir maç oldu. İlerleyen zamanlarda ve puana ihtiyacımız olan bir bölümde Ermenistan’la karşılaşsak daha tehlikeli olabilirdi bu maç.

Avrupa Şampiyonası yarı finalisti olarak maça çıkmamız Ermenistan’ı daha da motive eder düşüncesinde olan çok kişi vardı. Bizim de meşhur eleme performanslarımız bunu destekler nitelikte tabi. Malta ve Moldova maçlarını unutmuş değiliz. Bu da maç öncesi biraz da olsa acaba sorusunu aklımıza getirmiyor değildi hani. Ama EURO 2008’de edindiğimiz ‘kazanma alışkanlığı’ sayesinde maçı kötü de oynasak kazandık. Tabi ki herşey güllük gülistanlık değil. Sağ kanatta herkes sağlamsa Gökhan G.-Hamit, bugünkü gibiyse Gökhan G.-Kazım oynamalı bence. Yanlış hatırlamıyorsam maça çift forvet Mevlüt-Semih olarak çıkacağız diye açıklama yapmıştı Sinyor Terim. Maçı izledim, Mevlüt bayağı sağ açık oynadı, Tuncay da serbest oyuncu gibi. Sakatlıktan yeni çıkan Emre’nin oynamasını da anlamış değilim. Gökhan Zan da hala saatli bomba. Oyuna topu sokarken hala zorluk çekiyoruz, bu bariz bir şekilde ortada.

İyi taraflar da var tabi ki. Takım eskiye nazaran kendinden çok daha emin. Ne olursa olsun kazanmak için elimizden geleni yapıyoruz. Bana göre en önemli avantajımız da oldukça genç bir takım olmamız. Sol kanada bakıyorum 87’li Arda Turan, sağ kanada bakıyorum 86’lı Colin-Kazım Richards, 85’li Gökhan Gönül. Takımımızın ana parçaları oldukça genç. Yıllardır takımda olan Tuncay bile 26 yaşında sadece. Söylemek istediğim, hatalarımızı düzeltebilmemiz için önümüzde oldukça uzun bir süre var. Bence asıl sorun defans. Koca memlekette bir tane savunma adamı çıkmıyor yahu. Ayağına top gelince “Topu kaptırır mı acaba” demeyeceğim bir tane adam yok. Kaleci sıkıntısı da var gibi görünüyordu, Volkan’ın kendisini yeteri kadar geliştirdiğini düşünüyorum. Onu bunu dövme teşebbüsünde bulunmadığı sürece o mevkide sorun yok.

Oynanan oyun iyi olmasa da elemelere 3 puanla başlamak güzel. Zaten elemede iyi oynamalarına gerek yok. Dünya Kupası’na gitmeye yetecek puanı alsalar kafi. Zaten Estonya’ya güzel futbol oynasan ne olur. 10 Eylül gecesi 2’de 2 başlığında buluşmak dileğiyle…