Bir yandan trade deadlineın gelmesi için dakikaları sayarken, blogu da fena boşladığımın farkına vardım. Yaprak da kımıldamıyor NBA çevresinde. Bu takas döneminin en büyük hamlesi olarak kalacak herhalde dün geceki Bulls-Kings takası. Amare Stoudemire, Marcus Camby, Chris Bosh, Richard Jefferson konuşurken elimizde bu takas var. Açıkçası zerre umrumda değil bu adamların yer değiştirmesi, ama ille de değinmek gerekirse Maloof Biraderler kriz ortamında paraya sıkışmış anlaşılan… Kings de bu alemin en kötü rebuildinglerinden birini yürütüyor sanırım, belki birazcık da Warriors o durumda. Ama onların elinde halen değerli birkaç parça var en azından. Clippers? Onlar da fena, doğru… Neyse Lakers’a gönül vermiş olanlar olarak “Cavaliers Will Stand Pat” başlıklı bir haber, görmeyi en şiddetli biçimde arzu ettiğimiz şu sıralarda… Ama Marcus Camby, Antawn Jamison gibi isimler ortaya atılıyor ki, gerçekleşmesine pek ihtimal vermesem de düşüncesi bile kötü. Wally Szczerbiak’ın kontratını kullanamazlarsa, olası bir finalde Lakers’a pek rakip olabileceklerini zannetmiyorum. Tabi Andrew Bynum’ın durumu da yine belirleyici olacak. Aynı nakarat…
Nazan Öncel ile başladık, Pink Floyd ile devam ediyoruz. Bu da ne fenaymış! Roll sayesinde Uncut dergisinin Ekim 2008 sayısı için yaptığı derlemeye ulaşmış olduk. Belki bloga aktarmak çok etik olmayacak, ama zaten yazının tamamını da koymuyorum buraya. Hem gidip Roll’ün bu ayki sayısını satın almanız için bu listenin dışında da fazlasıyla sebebiniz var. Şu anda dünya üzerinde verilen muhtemelen en sıkıcı ders olan “Yönetim Muhasebesi” işkencesine bile güneş gibi doğdu diyebilirim geçtiğimiz hafta benim adıma. Sekiz sayfalık Pink Floyd dosyasının sonuna, bir adet de “7 Pink Floydlar ve 2 Prenses” söyleşisi koymuşlar ki bir sonraki İstanbul performanslarını iple çekiyorum. İlk olarak Lordlar Kamarası’nda okumuştum galiba, Göktuğ da çok methetmişti görüştüğümüzde. Bu gazla Dib Sahne’ye bile uçabilirim, ağırlayacak insan bulunur Ankara’da nasıl olsa… Mesaj iletildi sanıyorum… Neyse listeye geçelim.
30. Echoes
(Meddle, 1971)
29. Money
(Dark Side Of The Moon, 1973)
28. Green Is The Color
(“More” Soundtrack, 1969)
27. If
(Atom Heart Mother, 1970)
26. Time
(Dark Side Of The Moon, 1973)
25. Fat Old Sun
(Atom Heart Mother, 1970)
24. Chapter 24
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)
23. Brain Damage
(Dark Side Of The Moon, 1973)
Jarvis Cocker:
“Sözler biraz ilkokul seviyesi, bunu sanırım Roger Waters da kabul etmişti. Albümle birlikte iki de poster veriyorlardı, bunlardan birinde masmavi bir piramidin etrafında pembe noktalar uçuşuyordu. Bunun Pink Floyd’un ta kendisi olduğunu düşünmüştüm.”
22. High Hopes
(The Division Bell, 1994)
21. One Of These Days
(Meddle, 1971)
20. See Saw
(A Saucerful Of Secrets, 1968)
19. Have A Cigar
(Wish You Were Here, 1975)
18. Comfortably Numb
(The Wall, 1979)
17. Apples And Oranges
(1967)
16. Goodbye Blue Sky
(The Wall, 1979)
15. Breathe
(Dark Side Of The Moon, 1973)
Guy Garvey:
“”Breathe”, stüdyoyu bir enstrüman olarak kullanmasının klasik bir örneği. Söyleniş bakımından çok sade, ama ilginç bir vokal kaydı tekniği kullanılıyor. Önce sözler kaydediliyor, sonra müziğin üstüne bindiriliyor. Böylece vokal kuvvetlendiriliyor.”
14. Is There Anybody Out There?
(The Wall, 1979)
13. Atom Heart Mother
(Atom Heart Mother, 1970)
12. Careful With That Axe, Eugene
(Point Me At The Sky, 1968)
11. Lucifer Sam
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)
10. Fearless
(Meddle, 1971)
Storm Thorgerson:
“Arı bir güzelliği var. Neredeyse defosuz. Ve kadri bilinmeyen bir albümün anahtar şarkısı.”
9. Jugband Blues
(A Saucerful Of Secrets, 1968)
Mick Rock:
“”Jugband Blues”un açılış dizeleri Syd’in halet-i ruhiyesini özetliyor: “Bana buradaymışım muamelesi yaptığınız için size çok müteşekkirim / Fakat şunu açıklamayı boynumun borcu farz ederim / Ben burada değilim”. Bu, hiçbir şarkıya benzemez. Beni büyülemiştir. Şizofrenik bir durumun, psişik bir çözülmenin belki de en güzel tarifidir. Hem sözel olarak, hem sound olarak Syd’in özü bu şarkıdır.”
8. Astronomy Domine
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)
7. Set The Controls For The Heart Of The Sun
(A Saucerful Of Secrets, 1968)
6. Wish You Were Here
(Wish You Were Here, 1975)
5. Another Brick In The Wall (Part 2)
(The Wall, 1979)
4. Arnold Layne
(1967)
Joe Boyd:
“Stüdyoda Syd sessiz liderdi, Roger’ın daha çok sesi çıkıyordu, ama herkes Syd’in fikrine riayet ediyordu. Roger’ın egosu güçlüydü, Syd’inki de öyleydi, ama Syd’inki çekingen ve dolaylıydı. Genellikle susuyordu, ama konuşmaya başladığında herkes onu dinliyordu.”
“David Bowie, sıradan bir İngiliz gibi şarkı söylemeyi Syd’den öğrendiğini söylemişti. Floyd’un başarısının anahtarı Amerikanvari olmamalarıydı.”
3. Interstellar Overdrive
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)
Dave Brock:
“Pink Floyd’a kadar olay iki-üç dakikalık şarkılardı, plak şirketleri daha uzun süre konsantre olamayacağımızı düşünüyorlardı. “Interstellar Overdrive” avangard rocktu. Tekrarlanan akorlar, uzun sololar, elektronikler… Rocku soyutlaştırıyorlardı. Elbette müzik sanayiine taviz vermek zorundaydılar -bir “Arnold Layne” yapmaları gerekiyordu. Ama “Interstaller Overdrive” mutlak özgürlüğün timsaliydi.”
2. See Emily Play
(1967)
Paul Weller:
“Geçenlerde bir makalede, şarkının esin kaynağının Pink Floyd’un çevresinden Emily Young adlı bir kız olduğunu okudum. “See Emily Play” çıktığında Syd’in neye benzediğinden haberim yoktu. Bu kadar yakışıklı biri olduğunu bilmiyordum. Syd’in benim müziğimde büyük etkisi olmuştur. Geçenlerde radyoda “Start”ı çaldılar, onu dinlerken gitar çalışımın Syd’den ne kadar etkilendiğini hatırladım. Onun gibi sound etmese de, zihnimde o saykodelik duyguya ulaşmaya çalışıyordum. Syd’in Floyd’u böyledir: Tarife gelmeyen bir halet-i ruhiye yaratır.”
1. Shine On You Crazy Diamond
(Wish You Were Here, 1975)
David Gilmour’un 1 numaralı seçim hakkında söyledikleri için de en yakın satış noktasına gidin ve… Listeyi ben beğendim bu arada, zaten pek de otorite sayılmam. Ama benim listemde “Echoes” ve “Comfortably Numb” çok daha yukarılarda olurdu şüphesiz… Yazının girişinde de değinildiği gibi “Animals” ve “The Final Cut” albümlerinden tek bir şarkıya dahi yer verilmemesi gerçekten ilginç. Çok boş birkaç şarkı var zira listede. Hiçbiri de bir “Pigs”, “Dogs” veyahut “The Final Cut” değil…
Bir haftadır falan Pink Floyd’dan başka bir şey dinlemiyorum neredeyse. Bilmiyorum, Pink Floyd’u da çok fazla sevmiyormuşum galiba. Eskiden daha fazla zevk alıyordum en azından. Lise döneminde efsane gözüyle baktığım tüm gruplardan biraz biraz soğumaya başladım zaten son dönemde. Daha doğrusu son dönemde gözlemliyorum bunu. Geçen gün Alçak Basınç okurken iyice yüzleştim herhalde bu durumla. Hayır, çok da eski değil, Wacken 2008’i onaylayan grupları okuyunca nasıl da ağzımın suyu akmıştı. Ensiferum, Exodus, Kreator, Nightwish, Crematory, Avantasia diye okurken… Iron Maiden vardı zaten headliner olarak da. Kalacak yeri falan ayarlamama rağmen vazgeçmiştim sonra gitmekten. Ki lisenin son yılındaki en büyük ÖSS sonrası hayaliydi Wacken… 2007’de Benedictum, Sodom, Destruction, Iced Earth, Die Apokalyptischen Reiter, Cannibal Corpse, Immortal, Saxon performanslarına canlı canlı tanık olan insanların izlenimlerini dinlerken, ne biçim kıskanmıştım her birini. Geçen yaz Judas Priest’e gittim belki yine ama, elimdeki Metallica biletlerini sattığım için hala pişmanlık duymuyorum mesela. Yavaş yavaş şekillenecek herhalde müzik konusundaki beğenilerim. Yine de belli bir kategoriye sıkışıp kalacağımı, hayatımın geri kalanını sadece belli bir türü dinleyerek geçireceğimi falan düşünmüyorum. Bloga her ay koyduğum rotasyonlar da bunun göstergesi herhalde. Beni kategorize etmeyin…
“Synecdoche, New York” etkiledi herhalde bünyeyi. Tyson Chandler falan yazmak için girmiştim bloga… Bu arada bugün iddialı konuşasım var hep. Charlie Kaufman yılın en güzel filmini çekmiş diyorum bu bağlamda. Vizyona girince kaçırmamanızı tavsiye ederim. Film bittiği gibi yanındaki kızın kulağının dibinde biten ve “İnanmıyorum, metafiction üzerine metafiction kullanmış” buyuran ateşli sinema bölümü öğrencisine selam olsun…
Neyse “Sevgili Blog” diye başlayan kız bloglarına çevirmeyelim burayı. “Change?” deyip Mithat’a bırakalım sözü… Oğlum, Barış Özbek falan diyorsun. Gerçekten de enkaz bir herif ama kaptanı Ayhan Akman olan takımı tutuyorsun. Ona ne diyeceksin?