Sen Daha Komiksin Hidayet


Ender Arslan’ın son gökkuşağı şutu bir şekilde girmiş olsaydı yarını görebilir miydik emin değilim. Ender grup aşamasında özellikle Kerem Tunçeri’yle birlikte oynadığında zaman zaman bir 2 numaraya evrildi ve sağlam şut soktu. O iyi şut yüzdesi İspanya maçıyla birlikte savunma görmeye başlayınca azaldı belki ama genelde kendisinden beklediğimizden daha iyi şeyler yaptı organizasyon anlamında. Buna rağmen İspanya maçını bitiren beşte olmasını da, Slovenya maçında son topu getirenin o olmasını da yadırgadım. Gerçi Slovenya maçında Kerem beş faulle kenardaydı ama… Yine de ben o hücumda Ender’in aldığı inisiyatifi ve Engin Atsür’e hazırladığı pozisyonu beğendiğimi söylemiştim. Bu maçta bile takımın hücumda kısırlık çektiği dakikalarda iş gören çabaları oldu. Ama böylesine iyi geçirdiği bir turnuvayı dahi olabilecek en kötü biçimde bitirmeyi başardı Ender. Çok fazla sallamaya da gerek yok, Ender Arslan olduğu için böyleydi Ender Arslan bugün son topta. Maçı uzatmaya götürdüğünde de aynı Ender Arslan vardı aslında sahnede. Sadece biz sevinci biraz fazla abartmıştık. Sen daha komiksin Hedo!


Taylor Swift’i tanımam. Ama bazı olaylar yaşanmış ve ben de Kanye West’i kınıyorum, yaptığı kabaydı… Geyiğin de dibine vurulmuş. Bir yerlerde bunu gördüm, aldım hemen. Ömer Aşık bu turnuvada Shaquille O’Neal’ı gölgede bıraktı ne yazık ki. Gerçi maç sonrasında Mithat, Ömer’in serbest atış hocasına sallıyordu. Dedim, muhtemelen öyle biri yoktur. Ama olursa, bu kalas o yüzdeyi anlaşılır seviyelere çektiyse Ömer, Chauncey Billups gibi sokmaya başlar herhalde… Steve Nash demiyorum, sevmediğimi burayı okuyanlar bilir.


SLAM: What did you want to be?

MELO: Every time that question came up at the beginning of the school year, I never answered, because I didn’t want to be nothing. I just wanted to graduate from high school. I wanted to run around, I wanted to be outside, just chilling on the steps, seeing what’s going on. Not doing anything, just being there. I never walked around saying, I want to be an NBA basketball player! I watched the NBA, I had favorite players. Bernard King, that was my favorite player. No disrespect to MJ, because that’s God, but Bernard King was my favorite player.

SLAM: It’s funny you mention Bernard King, because he was always so overlooked…

MELO: Always! Always overlooked.

SLAM: And you get overlooked a lot, too.

MELO: Well, I’m back. I’m back. I think the only reason I was being overlooked was because I went to the Playoffs and got eliminated in the first round five straight seasons. And then you see D-Wade win a Championship, then you see LeBron take his team to the Finals, and it’s like, OK, where is Melo? Last year when we got to the Conference Finals, I think people realized, Melo is finally where he’s supposed to be.

SLAM: So you feel like you’re back?

MELO: I mean, I don’t like saying I’m back, because I didn’t go nowhere. But I’m back, baby.

Allen Iverson’dan ümidi kesen SLAM, oltayı bu çocuğa mı taktı acaba? Kapak güzel olmuş lakin. Gürkan da takdir edecektir. Bu arada kendisi Eurobasket için yukarıda gördüğünüz süpersonik banner tasarımını da yapmıştır, teşekkürlerimizi sunalım…


Bir de… Bu adamlar geliyor artık, geri kalanlara baktığımda fiyakasını fena bozdukları Fransız takımından daha iyisi çarpmıyor gözüme. Çeyrek finallerde yanıltan eşleşme olmadı beni, bahis oynayıp kuponu göstermediğim müddetçe pek bir anlamı olmayacaktır sözlerin gerçi. Yunanistan, İspanya’yı zorlayabilen bir takım olmuştur zaman zaman. Ama şu durumlarıyla çok zor. Diğer tarafta Slovenya-Sırbistan eşleşmesi var. “Ölüm Grubu” derken bunu kastediyorduk. Aslında terminolojiye göre içeride birilerinin yıpranması, hatta bazılarının saf dışı kalması falan gerekiyor. Ama burası öldüren bir gruptu. C Grubu’ndan çıkan üç takımın da çeyrek final yapacağını tahmin etmiştim ama üçü de yarı final yaptı pek zorlanmadan. Bu biraz ağır oldu.

Trade Deadline Semptomları


Bir yandan trade deadlineın gelmesi için dakikaları sayarken, blogu da fena boşladığımın farkına vardım. Yaprak da kımıldamıyor NBA çevresinde. Bu takas döneminin en büyük hamlesi olarak kalacak herhalde dün geceki Bulls-Kings takası. Amare Stoudemire, Marcus Camby, Chris Bosh, Richard Jefferson konuşurken elimizde bu takas var. Açıkçası zerre umrumda değil bu adamların yer değiştirmesi, ama ille de değinmek gerekirse Maloof Biraderler kriz ortamında paraya sıkışmış anlaşılan… Kings de bu alemin en kötü rebuildinglerinden birini yürütüyor sanırım, belki birazcık da Warriors o durumda. Ama onların elinde halen değerli birkaç parça var en azından. Clippers? Onlar da fena, doğru… Neyse Lakers’a gönül vermiş olanlar olarak “Cavaliers Will Stand Pat” başlıklı bir haber, görmeyi en şiddetli biçimde arzu ettiğimiz şu sıralarda… Ama Marcus Camby, Antawn Jamison gibi isimler ortaya atılıyor ki, gerçekleşmesine pek ihtimal vermesem de düşüncesi bile kötü. Wally Szczerbiak’ın kontratını kullanamazlarsa, olası bir finalde Lakers’a pek rakip olabileceklerini zannetmiyorum. Tabi Andrew Bynum’ın durumu da yine belirleyici olacak. Aynı nakarat…

Nazan Öncel ile başladık, Pink Floyd ile devam ediyoruz. Bu da ne fenaymış! Roll sayesinde Uncut dergisinin Ekim 2008 sayısı için yaptığı derlemeye ulaşmış olduk. Belki bloga aktarmak çok etik olmayacak, ama zaten yazının tamamını da koymuyorum buraya. Hem gidip Roll’ün bu ayki sayısını satın almanız için bu listenin dışında da fazlasıyla sebebiniz var. Şu anda dünya üzerinde verilen muhtemelen en sıkıcı ders olan “Yönetim Muhasebesi” işkencesine bile güneş gibi doğdu diyebilirim geçtiğimiz hafta benim adıma. Sekiz sayfalık Pink Floyd dosyasının sonuna, bir adet de “7 Pink Floydlar ve 2 Prenses” söyleşisi koymuşlar ki bir sonraki İstanbul performanslarını iple çekiyorum. İlk olarak Lordlar Kamarası’nda okumuştum galiba, Göktuğ da çok methetmişti görüştüğümüzde. Bu gazla Dib Sahne’ye bile uçabilirim, ağırlayacak insan bulunur Ankara’da nasıl olsa… Mesaj iletildi sanıyorum… Neyse listeye geçelim.


30. Echoes
(Meddle, 1971)

29. Money
(Dark Side Of The Moon, 1973)

28. Green Is The Color
(“More” Soundtrack, 1969)

27. If
(Atom Heart Mother, 1970)

26. Time
(Dark Side Of The Moon, 1973)

25. Fat Old Sun
(Atom Heart Mother, 1970)

24. Chapter 24
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)

23. Brain Damage
(Dark Side Of The Moon, 1973)

Jarvis Cocker:
“Sözler biraz ilkokul seviyesi, bunu sanırım Roger Waters da kabul etmişti. Albümle birlikte iki de poster veriyorlardı, bunlardan birinde masmavi bir piramidin etrafında pembe noktalar uçuşuyordu. Bunun Pink Floyd’un ta kendisi olduğunu düşünmüştüm.”

22. High Hopes
(The Division Bell, 1994)

21. One Of These Days
(Meddle, 1971)


20. See Saw
(A Saucerful Of Secrets, 1968)

19. Have A Cigar
(Wish You Were Here, 1975)

18. Comfortably Numb
(The Wall, 1979)

17. Apples And Oranges
(1967)

16. Goodbye Blue Sky
(The Wall, 1979)

15. Breathe
(Dark Side Of The Moon, 1973)

Guy Garvey:
“”Breathe”, stüdyoyu bir enstrüman olarak kullanmasının klasik bir örneği. Söyleniş bakımından çok sade, ama ilginç bir vokal kaydı tekniği kullanılıyor. Önce sözler kaydediliyor, sonra müziğin üstüne bindiriliyor. Böylece vokal kuvvetlendiriliyor.”

14. Is There Anybody Out There?
(The Wall, 1979)

13. Atom Heart Mother
(Atom Heart Mother, 1970)

12. Careful With That Axe, Eugene
(Point Me At The Sky, 1968)

11. Lucifer Sam
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)


10. Fearless
(Meddle, 1971)

Storm Thorgerson:
“Arı bir güzelliği var. Neredeyse defosuz. Ve kadri bilinmeyen bir albümün anahtar şarkısı.”

9. Jugband Blues
(A Saucerful Of Secrets, 1968)

Mick Rock:
“”Jugband Blues”un açılış dizeleri Syd’in halet-i ruhiyesini özetliyor: “Bana buradaymışım muamelesi yaptığınız için size çok müteşekkirim / Fakat şunu açıklamayı boynumun borcu farz ederim / Ben burada değilim”. Bu, hiçbir şarkıya benzemez. Beni büyülemiştir. Şizofrenik bir durumun, psişik bir çözülmenin belki de en güzel tarifidir. Hem sözel olarak, hem sound olarak Syd’in özü bu şarkıdır.”

8. Astronomy Domine
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)

7. Set The Controls For The Heart Of The Sun
(A Saucerful Of Secrets, 1968)

6. Wish You Were Here
(Wish You Were Here, 1975)


5. Another Brick In The Wall (Part 2)
(The Wall, 1979)

4. Arnold Layne
(1967)

Joe Boyd:
“Stüdyoda Syd sessiz liderdi, Roger’ın daha çok sesi çıkıyordu, ama herkes Syd’in fikrine riayet ediyordu. Roger’ın egosu güçlüydü, Syd’inki de öyleydi, ama Syd’inki çekingen ve dolaylıydı. Genellikle susuyordu, ama konuşmaya başladığında herkes onu dinliyordu.”
“David Bowie, sıradan bir İngiliz gibi şarkı söylemeyi Syd’den öğrendiğini söylemişti. Floyd’un başarısının anahtarı Amerikanvari olmamalarıydı.”

3. Interstellar Overdrive
(The Piper At The Gates Of Dawn, 1967)

Dave Brock:
“Pink Floyd’a kadar olay iki-üç dakikalık şarkılardı, plak şirketleri daha uzun süre konsantre olamayacağımızı düşünüyorlardı. “Interstellar Overdrive” avangard rocktu. Tekrarlanan akorlar, uzun sololar, elektronikler… Rocku soyutlaştırıyorlardı. Elbette müzik sanayiine taviz vermek zorundaydılar -bir “Arnold Layne” yapmaları gerekiyordu. Ama “Interstaller Overdrive” mutlak özgürlüğün timsaliydi.”

2. See Emily Play
(1967)

Paul Weller:
“Geçenlerde bir makalede, şarkının esin kaynağının Pink Floyd’un çevresinden Emily Young adlı bir kız olduğunu okudum. “See Emily Play” çıktığında Syd’in neye benzediğinden haberim yoktu. Bu kadar yakışıklı biri olduğunu bilmiyordum. Syd’in benim müziğimde büyük etkisi olmuştur. Geçenlerde radyoda “Start”ı çaldılar, onu dinlerken gitar çalışımın Syd’den ne kadar etkilendiğini hatırladım. Onun gibi sound etmese de, zihnimde o saykodelik duyguya ulaşmaya çalışıyordum. Syd’in Floyd’u böyledir: Tarife gelmeyen bir halet-i ruhiye yaratır.”

1. Shine On You Crazy Diamond
(Wish You Were Here, 1975)


David Gilmour’un 1 numaralı seçim hakkında söyledikleri için de en yakın satış noktasına gidin ve… Listeyi ben beğendim bu arada, zaten pek de otorite sayılmam. Ama benim listemde “Echoes” ve “Comfortably Numb” çok daha yukarılarda olurdu şüphesiz… Yazının girişinde de değinildiği gibi “Animals” ve “The Final Cut” albümlerinden tek bir şarkıya dahi yer verilmemesi gerçekten ilginç. Çok boş birkaç şarkı var zira listede. Hiçbiri de bir “Pigs”, “Dogs” veyahut “The Final Cut” değil…

Bir haftadır falan Pink Floyd’dan başka bir şey dinlemiyorum neredeyse. Bilmiyorum, Pink Floyd’u da çok fazla sevmiyormuşum galiba. Eskiden daha fazla zevk alıyordum en azından. Lise döneminde efsane gözüyle baktığım tüm gruplardan biraz biraz soğumaya başladım zaten son dönemde. Daha doğrusu son dönemde gözlemliyorum bunu. Geçen gün Alçak Basınç okurken iyice yüzleştim herhalde bu durumla. Hayır, çok da eski değil, Wacken 2008’i onaylayan grupları okuyunca nasıl da ağzımın suyu akmıştı. Ensiferum, Exodus, Kreator, Nightwish, Crematory, Avantasia diye okurken… Iron Maiden vardı zaten headliner olarak da. Kalacak yeri falan ayarlamama rağmen vazgeçmiştim sonra gitmekten. Ki lisenin son yılındaki en büyük ÖSS sonrası hayaliydi Wacken… 2007’de Benedictum, Sodom, Destruction, Iced Earth, Die Apokalyptischen Reiter, Cannibal Corpse, Immortal, Saxon performanslarına canlı canlı tanık olan insanların izlenimlerini dinlerken, ne biçim kıskanmıştım her birini. Geçen yaz Judas Priest’e gittim belki yine ama, elimdeki Metallica biletlerini sattığım için hala pişmanlık duymuyorum mesela. Yavaş yavaş şekillenecek herhalde müzik konusundaki beğenilerim. Yine de belli bir kategoriye sıkışıp kalacağımı, hayatımın geri kalanını sadece belli bir türü dinleyerek geçireceğimi falan düşünmüyorum. Bloga her ay koyduğum rotasyonlar da bunun göstergesi herhalde. Beni kategorize etmeyin…

“Synecdoche, New York” etkiledi herhalde bünyeyi. Tyson Chandler falan yazmak için girmiştim bloga… Bu arada bugün iddialı konuşasım var hep. Charlie Kaufman yılın en güzel filmini çekmiş diyorum bu bağlamda. Vizyona girince kaçırmamanızı tavsiye ederim. Film bittiği gibi yanındaki kızın kulağının dibinde biten ve “İnanmıyorum, metafiction üzerine metafiction kullanmış” buyuran ateşli sinema bölümü öğrencisine selam olsun…

Neyse “Sevgili Blog” diye başlayan kız bloglarına çevirmeyelim burayı. “Change?” deyip Mithat’a bırakalım sözü… Oğlum, Barış Özbek falan diyorsun. Gerçekten de enkaz bir herif ama kaptanı Ayhan Akman olan takımı tutuyorsun. Ona ne diyeceksin?

SLAM Yanlış Ata Oynamaz


Nisan 1998’de bu kapakla çıkmış SLAM. Türkiye’de SLAM’in pazardaki başarısında orijinal kadronun yazılarının da payı vardır bence, ben birçok yazarı severim SLAM bünyesindeki. Yalnız SLAM’in çok sevdiği oyuncular yanında nefret ettiği oyuncular da vardır. Allen Iverson’ın topluca hastası olan bu ekip Reggie Miller’ı hiç sevmez mesela. Aynı şekilde franchiselara karşı da tamamen objektif bir bakış açısı tutturamazlar çoğu zaman, böylesini tercih ederler belki de. Bu kapakta da bu tercihin payı vardır heralde. Gerçi fotoğraftaki Jayson Williams’ın kariyeri devam etseydi neler olurdu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Zira All-Star seviyesine kadar yükselmişti kendisi, mahkemelerin yolunu tutmadan hemen önce. Yine de şu kadronun altına “CHAMPS BY 2001” yazmak desteksiz olmuş gibi. Tamam da bu takım 2002 ve 2003 yıllarında üst üste iki kez final oynamadı mı? Oynadı, evet. Yapılan onlarca hamleyi tahmin edip bu kapağa karar verdilerse sadece önlerinde saygıyla eğilebilirim zaten…


İşte kapağa konu olan 1997-98 rotasyonu:
Sam Cassell – Kerry Kittles – Kendall Gill – Keith Van Horn – Jayson Williams
Sherman Douglas – Kevin Edwards/Lucious Harris – David Benoit – Chris Gatling/Michael Cage – Rony Seikaly

2001-02 sezonunda takım ilk kez konferansında şampiyonluğa ulaşırken kullandıkları oyuncular ise şöyle:
Jason Kidd – Kerry Kittles – Richard Jefferson – Kenyon Martin – Todd MacCulloch
Anthony Johnson/Derrick Dial – Lucious HarrisKeith Van Horn/Brian Scalabrine – Aaron Williams – Jason Collins

Gerçi her türlü süpürdük, sorun olmadı…

NBA Türkiye 2008/7


NBA Türkiye’nin Temmuz sayısı elime geç ulaştı biraz, yine de bir solukta okudum diyebilirim. En doyurucu sayılarından biri olmuş NBA Türkiye’nin. Belki ekonomik durumunuz iki basketbol dergisini karşılayacak düzeyde değildir ve bu ay posterlerin cazibesiyle SLAM’i tercih etmişsinizdir. Olabilir, ama çok şey kaçırmış olursunuz o kadar söyleyeyim. Eskiden Fast Break vardı, o kepenk indirdi, bir süre Fanatik Basket’e talim ettik. Benim basketbolu en yoğun yaşadığım yıllardı belki de Fanatik Basket yılları. Mete Aktaş’ın NBA sayfalarından başlar, bütün gazeteyi ezberler, Pazartesi günü de alternatifsizlikten Cem Atabeyoğlu’nun kaleminden Mehmet Baturalp’in çalıştırdığı milli takımı okurduk. İsmet Badem’in “Dudaklarınızdan tebessüm, kalbinizden basketbol sevgisi eksik olmasın” bitirişi bizim için de bir kapanış anlamındaydı. Salı sabahı o dönem yaşadığım Çorlu’da evimizin karşısındaki bakkala gider, koliyi bakkal amcayla birlikte açar ve 3 adet Fanatik Basket’ten birini alıp evime dönerdim. Güzel ve basit zamanlardı. Her şeye rağmen İsmet Badem’e çok şey borçlu bir nesil. Sonra Pivot küllerinden doğdu, ilk döneminden daha da güçlüydü belki. Kronolojik olarak nereye koyacağımı bilemediğim bir Overtime dönemi bile vardı, o ilk sayıyı neredeyse 20 gün aramış, kapaktaki Mehmet Okur’u görünce müthiş bir haz yaşamıştım. Ekim 2000 olması lazım Overtime’ın ilk sayısının çıkışı. 6. Adam da çok doyurucu bir dergiydi, her yazarla bire bir muhabbet ediyormuşçasına okurdum yazıları. Tamamen bize ait dergiler olması bugünkü dergilerden daha anlamlı kılıyor tabi onları. Ama, tematik dergilerin piyasada kendi başına ayakta durabilmesi kolay iş değil, bunu da hesaba katmak lazım.


Yine nostalji sevdamdan kopamadım, konu epey dağıldı. Bize Fanatik Basket’teki sayfasında NBA’i öğreten Mete Aktaş’ın genel yayın yönetmenliğinde 23 sayıyı devirmiş NBA Türkiye. Klasik genel yayın yönetmeni tanımından kopup dergi içinde de çok aktif rol alıyor Aktaş. Bu sayıyı da domine etmiş. Basketball Without Borders için İstanbul’da bulunan kim varsa tutmuş kolundan, röportaj yapmış (Randy Foye istisna, zaten Foye, Mete Aktaş’la röportaj yapsın bence), ne de güzel yapmış. Bruce Bowen’ın fazlasıyla yeşile çalan profesyonellik tanımı, Knicks’teki en düzgün adam David Lee’nin kusursuz karakteri daha da somutlaştı bu röportajlardan sonra biz basketbolseverlerin gözünde. Aktaş’ın Mickael Pietrus röportajını okuyan şanslı kesim olarak Orlando’ya attığı imzaya da hiç şaşırmadık. Organizasyonun evsahibi Hidayet Türkoğlu da ne kadar olgunlaştığını bir kez daha gözler önüne seriyor cevaplarıyla.

Sayıda tabi ki ön plana çıkan Celtics’in 22 yıl sonra gelen zaferi. Murat Murathanoğlu’dan yine çok tatminkar bir final serisi analizi okuyoruz, rekabetin geçmişine Mete Aktaş’la uzanıp Ümit Can İlhan’ın kaleminden MVP’nin yaşadıklarına farklı bir açıdan bakıyoruz. Bir Celtics taraftarı olması bizi hiç rahatsız etmiyor “Pierce ve Sadakat” konulu bu yazı boyunca.


Her sayıda kulüplerin banka cüzdanlarını kontrol eden Orkun Çolakoğlu’nun yazısının öznesi Sixers idi bu ay. VGM efsanesi olarak tanıdık, daha sonrasında Türkiye’deki tüm Lakerlar gibi benim için de Orkun Abi halini aldı bu adam. Bu ay “Ya Herkes Doğruyu Yapsaydı” adlı yazısında 1996’dan 2006’ya draftleri baştan yazıyor, her takımın GMi oluyor. Gerçekten de meşakkatli bir iş giriştiği, ama altından kalkmayı da beceriyor bana kalırsa. Tabi ki sübjektif olmaktan kaçınamaz bazı noktalarda ama bunu hissettirmiyor. Açıkçası okuma alışkanlığı olan biri olarak tanımlarım kendimi, yine de bir korktum yazıyı gördüğümde. 2006 sayısını görene kadarsa bu hayattan kopup alternatif bir evrene geçtim sanki, bir çırpıda bitiverdi yazı. Thomas More’un bile saygıyla yaklaşacağı ütopik bir deneme olmuş. Bazıları için ütopyadan çok distopya tabi. Yazıyı okursanız 2002 ve 2004’ün bugünü nasıl etkilediğini görüp hayrete kapılacaksınız. Yalnız Clippers, Grizzlies ya da Bulls taraftarıysanız okumadan önce bir kez daha düşünün derim ben. Üstad, Draft 1996 ile başlamadan önce şöyle diyor zaten: Clipperslılar’a “Gözünüzü seveyim sakin olun” diyerek başlayalım.

Demem o ki, alalım, aldıralım bu sayıyı. SLAM’i de alalım. Basketbolla ilgili ne varsa alıp okuyalım. Bu dergilerin sonunun da Pivot gibi, 6. Adam gibi olmaması için alalım. Çünkü bu dergiler eskisi kadar olmasa da hala amatör bir sevginin, yoğun bir çabanın ürünü. Pazartesi gününü Cem Atabeyoğlu ile geçiren yaşıtlarım bu hassasiyetime hak verecektir…