Yeni sayı geldi, okuyacaklarımın büyük kısmını okumuşken tanıtıcı anlamda bir şeyler karalayayım. Her ay yazarım belki böyle küçük yazılar.
Miami Heat’in çılgın attığı FA pazarı hakkında Emre Özcan güzel bir yazı yazmış, zaten basketbola bakışımız benzer olduğu için değerlendirmelerini zevkle okudum. Kesinlikle faydalı bir yazı. Ayrı düştüğümüz yegane konu Joe Johnson’ın kontratı olmuş. Ama bu konudaki iki görüşün de sağlıklı olduğunu, kesin bir doğru olmadığını düşünüyorum ben. Sorulması gereken soru JJ’in Hawks için vazgeçilmez olup olmadığı. Ben konferans nasıl bir hal alırsa alsın, Johnson’ın kariyerinin sonuna kadar Hawks’un doğunun finalini göreceğine inanmıyorum. Celtics yakın zamanda defterden silinecek olabilir, küçük bir ihtimal gibi gözükse de Howard’ın yeni kontratını Magic’le imzalamaması mümkün. Bunlar olsa bile Miami ve Chicago’yu, ya da o dönemde kendi güç seviyesinde veya daha yukarıda olacak herhangi bir takımı birinci opsiyonu JJ olan bir takım olarak saf dışı bırakabileceklerini düşünmüyorum. Al Horford’a verilecek kontrat da var daha kapıda. Ben böyle takımlar için bu kadar korumacı yaklaşımı çok makul bulmuyorum… Tavanı belli bir takımda böyle tabu oyuncular yaratmak anlamsız. Ancak bir diğer bakışa göre de, sonunda genelde Lakers, Celtics, Sixers, Knicks, Bulls, Spurs gibi takımların ipi göğüslediği bir ligde “kazanan” bir takım olmak tatmin edici olabilir tek başına. Hele bahsettiğimiz takım Hawks gibi bir küçük market takımıysa, zira yukarıda art arda dizdiğim takımlar arasında sadece bir bireysel başarı olan Spurs’e ‘small-market team’ diyebiliriz. Bu takımlar serbest oyuncuların çok ekstrem durumlar dışında tercih etmediği takımlar ve bazen böyle oyuncuları elde tutmanın tek yolunun onları overpaid yapmak olduğunu düşünebilirsiniz. Grizzlies-Gay imzasında da bu durum böyle. Ama ben her iki oyuncuya karşı da çok mesafeli olmamama rağmen, iki anlaşma için de ‘win-win situation’ diyemezdim. Emre demiş, bir bildiği vardır…
Sedat Koç’un Miami Heat yazısı ve Yiğiter Uluğ’un Spurs organizasyonunun NBA’in mavi yakalı sınıfından, beyaz yakalı sınıfına gönderdiği isimler hakkındaki yazısı en çok ön plana çıkan, beni mest eden yazılar oldu. Her yazıda alıntılamaya değer bir cümle çıkaran Sedat’ın yazısında bunlardan yine bolca var:
“Beyoğlu’nun otopark sorununa çözüm getirebilecek bir yüzölçümüne sahip olan sırtının, büyük bir kısmında “Seçilmiş Kişi”, bisepslerinde ise gençlerimizin MSN Messenger ve Facebook iletilerini süslemekte olan, “Gladyatör” filminin ünlü repliği “Hayatta yaptığınız her şey, ebediyette yankılanır” yazan ve orasına burasına doğup büyüdüğü yer olan Cleveland’ın Akron bölgesinin posta, telefon kodlarını damgalatan -unutmamak için yazmadığını varsayıyorum- 25 yaşındaki bir süperstarın evinden ayrılıp, daha önce zaten şampiyonluk yaşamış bir başka süperstar Dwyane Wade’in yanına, kendi sözleriyle “kazanabilmek” için, gidecek olmasını ve bunu tüm dünyanın gözleri önünde şova dönüşen bir canlı yayında yapacağını hiç de olası bulmuyordum.”
Tek cümle olduğuna inanmak zor ama öyle. Çeviri olarak da bunun hemen ardından LeBron James’in kararının arkasındaki sır perdesini açan bir yazı var. Ben çok ayak üstü çevirdim onu ama orijinalini okuyanlar da olmuştur, güzel yazı.
Röportajlardan Hidayet Türkoğlu’nu okuyabildim sadece. Efes Pilsen’de jübile yapmak istediğini söylemiş, ne güzel. Ben onun bu kontratının sonunda çok da kullanılabilir halde olmayacağını düşünüyordum ama izlemek güzel olur, galiba hayatımda henüz canlı izleyemedim Hidayet’i.
Kolej basketbolunun da şefi olan Ümit Can İlhan, sıfatına yakışır biçimde oyuncuları ilginç biçimde kategorize etmiş. Çok keyifli olmuş. Orada da üzerinde anlaşamadığımız birçok oyuncu var gerçi ama, siz yine de Şef’e kulak verin…
Şampiyona ekinin pek bir cazibesi yok, önümüzdeki sayıda daha geniş yer ayrılacaktır tahminimce. Posterler iyi ama, bence alın…
Bunu reklam için yapmıyorum ama öyle olduğunu düşünenler olacaktır… Biz de çaktırmadan aynı şekilde devam edelim o zaman, bundan sonra Anıl Aksaç’ın ricası üzerine zaman zaman Salsa Basket sitesinde de yazılarım olacak. Alanında öncü bir siteye sınırlı da olsa katkı verecek olmak benim için güzel. Birkaç sene içinde pek yazacak durumda olmayacağımı tahmin ediyorum, takip edip üretebiliyorken farklı yerlerde yazabilmek hoşuma gidiyor. Orada daha çok Türk basketbolu ile Amerikan basketbolunun kesişme noktalarında devreye gireceğim. Jerome Randle ve Patrick Christopher hakkındaki ilk yazıyı salladım mesela, orayı da ilgilenenler takip etsin…
Söylemeyi unutmuşum, dergide de “First Five” bölümündeki atıştırmalıklar dışında John Wall yazısı benden. Kendime engel olamayıp başlıkta isim esprisini patlattım: Wonderwall!